@anita_86h
|
Merhabalar. Yeni bir bölümle sizlerleyim. Şimdiden keyifli okumalar dilerim... :) *Süveyda: kalpte olan siyah nokta ve kalpteki belirgin siyah benek olarak tanımlamaktadır. Kalpte oluşan günahlar siyah noktalara benzetilir ve bu siyah noktalara ait bilinmezlik makamına süveyda anlamı verilmektedir.. ***************************************************************************
Tok adım sesleri karanlığın bir örtü misali örttüğü gecede yankılanırken keskin bakışları sokağın her bir noktasında gezindi. Yolun sonunda gördüğü izbe yerle rahatlayarak adımlarını hızlandırdı. Bir kaç adımlık mesafeyi aştıktan sonra hızla demir kapıyı açarak içeri girdi. Ona dönen başlar ve doğrultulmuş silahlarla sessizce tebessüm edip deponun ortasında sandalyede oturan adama çevirdi başını. Yüzü gözü kandan görünmeyen adamın bir gözü komple kapanmıştı lakin bu çocuklara yeterli gelmemiş olacak ki sol kolu kırılmış bir halde bedeninin yanında sallanıyordu. Bu görüntü onu tatmin ederken yanına çoktan gelmiş olan arkadaşına çevirdi yüzünü. "Neler anlattı?" "Kıza kardeşinin oğlu fenalık etmiş, bu it oğlu itte şikayet etmek yerine köyün erkeklerine sunmuş kızı. Kimden gebe kaldığını bilmiyor. Bayılmasa daha da konuşturacaktık ama..." Elleri duyduğu her bir kelimeyle titrerken keskin bakışları etrafta gezdi. Sol tarafta gördüğü su bidonuna adımlayıp tel el ile kaldırdığı bidonu adamın üzerine boca etti. Baygın adam sıçrayarak yerinden kalkamaya çalışırken ona öfkeli gözlerle bakan adamın yumruğuyla yeniden sandalyeye yığıldı. Karşısında ki iğrenç mahlukun yüzüne tükürürken ölümün ona verilecek en iyi ödül olduğunu biliyordu. Yavaş adımlarla yarı baygın olan adamın yanına adımladı. Bedenini hafifçe eğip yüz yüze gelmelerini sağlarken, adamın yediği dayaktan kapanmamış tek gözünde gördüğü korku kanını kaynatmaya yetmişti bile. "Şuracıkta nefesini kessem çok mutlu olurdun eminim. Ama senin için daha güzel planlarım var. Kızın ne acı çektiyse sende onu çekeceksin. " "Ben- ben isteyerek yapmadım. Aşiret duysa öldürürlerdi. Yaşasın diye.." Adamın son sözüyle hızla doğrulup kandan keçeleşmiş saçlarına parmaklarını geçirdi. Arkaya doğru adamın başını çekerken leş kargasının iğrenç sesiyle yüzü kısa sürelikte olsa buruştu. Fakat eski öfkeli hali alması saniyeler dahi sürmemişti. "Yaşasın ama aldığı nefesi burnundan getireyim dedin öyle mi? Seni o korktuğun aşiretin önüne atmak vardı ama ben daha da zevk verici bir eylemle bulunacağım. Suçunu itiraf edip paşa paşa cezanı çekeceksin. Merak etme hapishanede bazı arkadaşlarım senin için özel karşılama töreni yapacak.." "Ol- olmaz ben, beni o yerde yaşatmazlar.." Yüzünde öldürücü bir tebessüm belirdi. Bu halinden korkan adam korkuyla yutkundu. O ise bir adım daha yaklaştı. Keskin mavileri bir buz parçasını andırıyordu ve korkudan sararıp solan adamın nefesini kesmeye yetiyordu. "Seçim şansın yok. Dediğimi yapmazsan ibreti alem için önündekini kesip Urfa meydanında gezdiririm seni.." Adamın yüzü beyaza çalarken tutukça salladı başını. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu başı bırakırken tiksintiyle avuç içlerini birbirine sürttü. Adama son kez bakıp bedenini kapıya doğru döndürdü. Yanında onunla ilerleyen arkadaşına kısa bir bakış atarken biraz daha rahatlamış hissediyordu kendini. Dışarı çıktığında soğuk yüzüne çarpsa da içerde ki kan kokusundan sonra rahatlamıştı. "Erhan bu adamdan diğer itlerinde adını ve kaldığı yeri öğrenin. O mahkemede hepsi ceza alacak." "Olur ama sen ne yapacaksın? Bu gün hastane bahçesinde gördüm sizi. O kızın gözlerinde sana karşı nefret vardı." Kalın siyah paltosunun ceplerine ellerini soktu. Sıkıntılı nefesler dudaklarından büyük dumanlar içinde havaya karışırken gece karanlığında bile bir elmas kadar parlak duran mavileri , yanında üstü başı kan olmuş halde dikilen arkadaşına kaydı. "Aşk ve nefret arasında tek bir eşik var geçilmesi gereken Erhan. Benim işim o eşiği geçmek. Bu yüzden sen bana yardım edeceksin." "Nasıl bir yardımmış o?" Paltosunun cebinde duran ellerinden birini çıkartıp yanında şaşkın bir ifadeyle ona bakan adamın omzuna koydu. Yüzünde beliren tebessüm arkadaşının ifadesinin değişmesine sebep oldu. Ondan korktuğu göz bebeklerinden bile belli oluyordu ve ister istemez arkadaşının bu hali onu eğlendiriyordu. "Benden haber bekle. Bu gece bu işi bitirmeye kararlıyım. Bu arada sabah o itin cezasını çektiğini görmek için karakolun önünde olurum." Arkadaşının cevap vermesini dahi beklemeden hızlı adımlarla gecenin Gölgelerine karıştı. Arkasından dalgın bakışlarla ona bakan arkadaşı ise yarının getireceklerinden çoktan korkmaya başlamıştı. Zira arkadaşını ilk defa bu bakışlar ile görüyordu. Kaldığı ikilemle depoya geri dönerken üzerinde atamadığı o his fazlasıyla canını sıkıyordu... ************************ Firuze'den... Benim hayatımda insanlar iki çeşitti. Biri kar tanesi kadar beyaz bir hayata sahipken, diğeri ise kalbinin karanlığını hayatına yoldaş bilmiş saf kötülerdi. Ben hangi tarafta olduğumu zamanla unuttum. Aynaya baktığımda gördüğüm surette ki gözler bana aitti lakin içinde gizliden gizliye varlığını koruyan o gölge bana çok yabancıydı. Muayene odasında ellerimi yıkarken dalıp gittiğim küçücük aynada ki kana susamış bu suretten ilk defa korkuyordum. Kaçtığım gölgeler peşimde iken amacıma hiç olmadığım kadar uzak hissediyordum kendimi. Tedirgin bir ruh haliyle biten mesaim sonrası kapıyı kilitleyerek yavaş adımlarla koridorda ilerleyip bahçeye çıktım. Temiz hava yüzüme vurduğunda mutlulukla kapandı göz kapaklarım. Soğuk tenimin üzerinde tatlı ısırıklar bırakırken bir kaç dakika önce tüm bedenimde gezen o tedirginlik yok oldu. Aldığım derin soluklar sonra aralanan göz kapaklarımın görüş alanına giren yıldızlar serpiştirilmiş gökyüzüyle daha da tebessüm ettim. Ulaşılması zor olan nadide bir güzellikti özgür ruhlu yıldızlar. Yuvaları ucu bucağı gözükmeyen siyah örtüydü ve o iki eşsiz birbirini tamamlayan Sîne-sâf ( saf ve temiz ) varlıklar bizim için geceyi aydınlatmaktan asla vazgeçmiyorlardı. Bir süre kapı eşiğinde ayakta durdum. Ayak tabanlarıma giren sancılar sonrası başım ağırca gökyüzünden indi. Bahçe de gezen gözlerim ay ışığının aydınlattığı bankta oturmuş benim gibi gökyüzünü izleyen adama değdi. Bakışlarım gür kirpikler arasına saklanmış elmas mavisi gözlerine takılı kalırken ağırca başını eğdi, sonra da yüzünü benim olduğum taraf döndü. Bakışlarımız birbirine değdiği anda tüm bedenime sirayet eden titreme ile kaşlarım çatıldı. Bakışlarımı öfke ile ondan çekip hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerledim. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. İlk defa tecrübe ettiğim hisler beni ürkütürken çoktan otoparka gelmiştim lakin ne İzlam'dan ne bir iz vardı ne de teşkilatta ki arabalardan herhangi biri. Çantama uzanıp telefonumu çıkarttım. İzlam'ı defalarca aradım fakat ulaşamadım. Fikret Bey'i aramak istemiyordum. Ne yapacağımı bilemez halde otoparkın ortasında dikildim bir kaç dakika. Adım sesleri kulağıma iliştiği vakit hızla arkamı döndüm. Komutan elleri siyah kabanının cebinde dudakları arasında duran sigara ile bana doğru adımlıyordu. Bakışlarımı ondan çekip tekrar İzlam'ı aradım. Fakat bir kaç dakika önce olan şey tekrar etti. Açılmayan telefonla sinirlenerek elimde duran cihazı çantama koydum. Komutan hala karşımda duruyordu. Bakışlarından rahatsız olarak ona döndüm yüzümü. Öfkeli tavrım onu eğlendiriyor olacak ki yüzünde tuhaf bir gülümseme peyda oldu. "Neye güldüğünüzü söyleseniz de bende size eşlik etsem ." Sinirden titreyen sesim onu daha da gülümsetti. Yanıma doğru adımlarken her adım atışında çıkan tok ses koca otoparkta yankılanıyordu. "Sizi rahatsız etmek istemedim. Sadece yüz ifadeniz çok tatlıydı. Özür dilerim.." Şefkatli ses tonuyla bir an afalladım. Biten sigaranın ucunu iki parmağı arasında söndürüp külünü avcuna hapsetti. Karşımda duran adamın her bir hareketine neden dikkat ettiğimin sorgusunu ise sonra yapmaya karar vererek bakışlarımı ondan çektim. Keskin bir sessizlik içinde yan yana dururken sert rüzgar ikimizin üzerinden geçip gitti. Saçlarım yüzümü kapatırken saç tellerimin arasında gezen iri el ile duraksadım. Yüzüm ona doğru şaşkınca dönerken mavi dingin denizleri anımsatan gözleri ağırca yüzümde gezdi. Dağınık saçlarımı kulağımın arkasına alıp bir süre bana baktı. "Ne yapıyorsun?" Sessiz fısıltım ona zorlukla ulaşırken dudakları sakince yukarı doğru kıvrıldı. Bana bir adım atarak daha da yaklaştığında onun her bir hareketini efsunlanmış bir bakışla izliyordum. "Yeşil gözlerin ağ ışığında eşsiz bir manzara sunuyordu. Onu hiç bir şey gölgelesin istemedim.." Sözleriyle vurgun yemiş gibi bir kaç saniye kocaman olmuş gözlerle baktım. Konuşmak istesem de dudaklarım yerinden milim dahi kıpırdamadı. Onun gülümsemesi büyüdü. iri eller ise ben tepki vermedikçe daha çok gezdi saç tellerimin arasında. Aramızda hüküm süren sessizliği yarıp geçen lastiğin iç gıcıklayıcı sesiyle bir anda ikimizin de dikkati dağıldı. Siyah kapılı büyük panelvan otoparka girerek bize doğru ilerlerken, aniden arka kapısı açıldı. İçerden çıkan silahlar ile ne yapacağımı bilemez halde çantama gitti elim . Silahımın yokluğu ile afallamışken, görüş alanıma giren iri bir beden üzerime atladı. Silah sesleri kulaklarımda uğultu misali yankılanırken sert zemine düşmeyi bekleyen ben kendimi sıcak göğsün üzerinde buldum. Ellerim altımda yatan bedenin hızlı atan kalbi üzerinde duruyorken, onun bir eli belimde diğeri ise otoparktan kaçıp giden panelvanın arkasından ateş ediyordu. Her şey bir kaç saniye içinde olmuştu. Sesler sustuğu vakit ağırca başım onun göğsünden kalktı. Komutan baygın halde yatıyordu. Titreyen her bir azamı umursamadan yüzüne uzandım. Avuçlarımın içine aldığım yanaklarını okşadım. Bana adını dahi söylemeyen adama nasıl seslenmem gerekiyordu bilemiyordum. "Komutan.." Titreyen sesimle kirpikleri kıpırdadı. Aralanan göz kapakları ardından görünen mavileriyle rahat nefesler çektim içime. Yüzünden elimi çekip bakışlarımı bedeninde gezdirdim. Omzundan akan kanla üzerinden hızla kalktım. Kırmızı kan leke bırakmak istercesine beyaz karların üzerine yayılmıştı. Bu görüntüye sebep olan kendimden nefret ederek araladım dudaklarımı... "Ben hemen birilerine haber vereceğim. " Onun cevap vermesini beklemeden hızla hastaneye koştum. Silah sesinden dolayı hastane önünde biriken güvenlik görevlilerini zorda olsa aşıp acil girişine doğru ilerledim. Acilin kapısından girdiğim anda yüzüm ne haldeyse hemşirelerden biri korkarak yanıma geldi. "İyi misiniz doktor hanım?" "Otopark- otoparkta biri var. Ya-yaralı . Acele edin lüt-lütfen..." Sesimin ilk defa böyle titrek, böyle kesik çıktığına şahit oluyordum. Acilde ki hemşireler ve doktorlar ile otoparka koştuk. Komutan baygın halde orada yatıyordu. Müdahale etmek istesem de titreyen ellerim buna izin vermiyordu bir türlü. Ben ayakta ruh gibi olan biteni izlerken komutanı sedyeye alıp hızla hastaneye götürdüler. İlk müdahale acilde yapılırken kurşunun sıyırmış olması nedeniyle omzuna sadece dikiş atıldı. Ben o anlarda bir saniye olsun yanından ayrılamadım. En sonunda doktorun işi bittiğinde rahat nefesler çektim içime. Acilde ki işimiz bitmiş iken komutanı müşaade altında tutmak amacıyla bir odaya aldılar. O sıra elime tutuşturulan eşyaları ile şaşkınca koridorun ortasında kaldım. Cüzdanı, telefonu ve beylik silahı elimdeydi. Birilerine haber vermem gerekiyordu ama kimseyi tanımıyorken bunu yapmam çok zordu. Onun odasına gitmeden evvel hastane polisine ifade verdim. Arabadan bize silah doğrultan kimseyi görmediğim için pek fazla bir şey söyleyemedim. İş adli makamlara gidecekti. Gitmeliydi de. Bir hastane bahçesinde askere kurşun sıkmaya kim cesaret ediyorsa cezasını çekmeliydi. Verdiğim ifade sonrası kendimi hızla bir tuvalete atıp bol suyla yıkadım yüzümü. Beni korumak için vurulan adamın yüzüne nasıl bakacağımı bilemesem de gidip onu görmek için yanıp kavruluyordum. Sarsak adımlarla tuvaletten çıkıp koridoru geçerek komutanın kaldığı odanın önüne geldim. Kapının kulpuna uzanan elim hala titriyordu. Kapıyı araladığımda , önce başımı içeri sokup yatakta uyuyan adama baktım. Altın sarısı saçları beyaz yastığa dağılmıştı. Açık kahve kirpikleri ise mavi gözlerini bir yorgan misali örtmüştü. Onun huzur dolu ifadesine daldığımı fark ettiğimde bakışlarımı çekerek içeri doğru adımladım. Yatağın yanında ki komodinin çekmecesine cüzdanını ve silahını bıraktım. Telefonu hala elimdeydi. Bakışlarım solgun yüzünde gezerken boynunda asılı duran iki zincire dalgınca baktım. Gümüş ve altın iki zincir yan yana duruyordu. Lakin çarşaf göğsünü komple kapattığı için zincirlerin ucunda ne olduğunu göremiyordum. Bakışlarım sargılı omzuna kaydığı vakit utanarak gözlerimi kapattım. İçimde tuhaf bir sızı vardı. Bir bıçak kalbimin duvarlarını kesmişte sicim gibi damlalar akıyor ve beni nefessiz bırakıyordu sanki. "Doktor hanım?" Duyduğum yorgun sesle irkilerek açtım gözlerimi. Hızla ayağa kalkarken komutanın mahmur bakışlarla bana baktığını gördüm. Elimde ki telefon yeri boylamış olsa da onu görecek halim dahi yoktu. "Nasıl hissediyorsunuz? Ben hemen hemşireye haber vereyim isterseniz.." Bedenimi kapıya doğru döndürdüm. Bir adım atmıştım ki parmakları değen nasırlaşmış sert parmak uçlarıyla yerimde çakılı kaldım. Bedenimin kontrolü bir anda elimden alınmıştı sanki. "Ben.. İyiyim. Sadece biraz su .. İçmek istiyorum. Yardım... Eder misin?" Kurumuş boğazından dolayı zorlukla çıkıyordu sesi. Bedenimi ondan taraf döndürüp hafifçe tebessüm ettim. Elimi onun parmaklarından kurtardığımda tuhaf bir yoksunluk hissi sardı parmak uçlarımı. Bu hissi umursamadan çantamı koluma alıp hızla odadan çıktım. Koşar adım hastane kantinine gidip su ve meyve suyu aldım. Tekrar odaya döndüğümde komutan dalgınca camdan gökyüzünü izliyordu. Ben içeri girdiğimde yüzü bana döndü. Ay ışığı yüzünde ahenkle dans ederken mavi gözleri bir elmas parlaklığında gözüküyordu. Aldığım suyu karton bardağa doldurduktan sonra usulca ona yaklaştım. Komodin üzerine bardağı bırakıp onun yatakta doğrulmasını sağladım. Yüzlerimizin yakınlığı ara ara zihnimi bulandırsa da kendine has kokusuna karışan barut kokusunu solumamak için büyük bir savaş verdim. Uzattığım suyu içerken onu izlemekten kendimi alamıyordum. Bakışlarım yüzünün her bir noktasında gezerken o rahatsızca gözlerime baktı. "Özür dilerim komutan.." Kelimeler birden çıkıverdi dudaklarımdan. Özrümle büyüyen göz bebeklerine daha fazla bakamadım. Bedenimi yatak yanında ki sandalyeye bırakırken uzun zaman sonra yorgun hissediyordum. "Neden özür diliyorsunuz doktor hanım?" Sorduğu soruyla bir kaç saniye afalladım. Dizlerimin üzerinde duran ellerim yumruk halini aldı. Bedenim öfke ile kasılırken istemsizce bakışlarım onu buldu. "O kurşun belki de bana gelmeliydi. Benim yüzümden vuruldunuz." "Bunu size düşündüren ne? Benim asker olduğumu unutuyorsunuz?" "Yani.." Komutan elindeki bardağı yan tarafında bulunan komodin üzerine bırakıp bana doğru eğildi. Yüzlerimiz arasında az bir mesafe vardı ve ben bu yakınlık yüzünden doğru düşünemiyordum. "Emin ol benim kadar çok düşmana sahip olamazsın. Yanisi benim yüzümden asıl sana zarar gelebilirdi. Hem ben alışkınım kurşun yarasına." Son cümlesi içimde bir yerlerin tuzla buz olmasına neden oldu. Ağlamayı unutmuş gözlerimden yaşlar akmak istercesine göz pınarlarıma birikti. Onlar vatanın her bir karış toprağı uğruna kurşunlara siper olmaktan çekinmeyen kişilerdi. Bir zaman sonra ise bu durumu kanıksayıp her bir yaraya alışıyorlardı. Bedenlerinde tonlarca iz ve yarayla göçüp giderken isimleri sadece "Vatan Sağ Olsun "kelimesi ardında yitip gidiyordu. Gün geliyor ve insanlar onların adları bile anmaz oluyorlardı. Çünkü bir gün bu uğurda öleceklerini bilerek bu yola çıkıyorlardı. Tıpkı babam gibi.... Komutanın bakışları gözlerimde takılı kaldı. Söylemek isteyip de dilimde kilitli duran her bir kelimeyi bakışlarımdan okudu. Bir eli bana doğru uzanmıştı ki aniden kapı açıldı. İkimizin yönü o tarafa dönerken gördüğüm kadınla hızla oturduğum sandalyeden kalkmak zorunda kaldım. Benim ayağa kalkmamla kadın koşup hızla yatağa attı bedenini. Kollarını komutanın bedenine sararken rahatsızlık hissiyle bakışlarımı ondan çektim. "Yiğit çok korktum.." "İyiyim Vildan merak etme.." Kadının ardından doluşan adamlarla küçücük oda da kendimi fazlalık gibi hissettim. Son kez komutana bakarken daha fazla orada durmanın manasız olacağını düşündüm. Kapıya doğru ilerlemişken komutanın gür sesiyle yerimde duraksadım. "Doktor hanım her şey için teşekkürler. Bu arada ismim Yiğit Ali Karaca.." Yüzüm minik bir tebessümle ona döndü. Başımı hafifçe sallayıp onu onaylarken bakışlarım bir an olsun mavi gözlerinden ayrılmadı. "Geçmiş olsun Yiğit Ali bey.. Bende Neva Orbay. Bu hastanede genel cerrah olarak göreve başladım." Kıvrılan dudakları arasında çıkan inci beyazlığında ki dişlerle utanarak bakışlarımı ondan çekip kendimi odadan dışarı attım. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki neden böyle hissettiğime bile anlam veremiyordum. Elim durmaksızın atan kalbimin üzerine çıktı. Parmak uçlarım dahi titriyordu. Gözlerimi kapatıp başımı kapıya yasladım. İlk defa hissettiğim bu his neydi? İçimde fitili ateşlenmiş bir yangın vardı ve tüm damarlarımda geziyordu alevler sanki. Sakinleşmeyi beklediğim sıra da duyduğum telefon sesiyle gözlerim araladım. Yerimde doğrulup cebimde duran telefonu elime aldım. Arayan İzlam'dı. Saate baktım gece yarısı olmak üzereydi. Başım arkama döndü dalgınca. Kapı arkasında kalan dünyaya bir an gıpta ile baktım. Asla yerimin olmadığı kareye sahip o dünya ile aramda aşılmaz engeller vardı. İzlam'ı daha fazla bekletip de sinirlendirmemek için hızla aramayı cevaplayıp usulca kapının önünden çekilip çıkışa doğru adımladım. "Hemen hastaneden çık. Ben seni otopark bölümünde bekliyorum." Soğuk mesafeli sesiyle adımlarım sekteye uğradı bir an. Bir sorun olup olmadığı sormak için dudaklarımı aralamıştım ki karşı taraftan duyulan dıt sesiyle anın şokuyla bir kaç saniye duraksadım. İlk defa İzlam'ı böyle görüyordum. O her daim sakin ve temkinli adımlar atmasıyla bilinirdi. Düşünme işini sonraya bırakıp atik adımlarla hastaneden çıktım. Otoparka vardığımda siyah panelvanın kapısının açık olduğunu gördüm. Hızla bedenimi içeri soktuğumda şoför koltuğunda duran İzlam ile afalladım bir kaç saniye. Arabada ikimizden başka kimse olmaması tuhaftı. Otomatik kapanan kapılar ve aniden çalıştırılan araba ile şaşkınca sürücü koltuğundaki adama baktım. "Neler oluyor İzlam? Neden tek geldin sen?" Bana cevap vermeden aniden fren yapmasıyla bakışlarım etrafta gezdi. Acil girişinde gördüğüm ambulansa üstün körü bir bakış atmışken dikiz aynasından İzlam'ın kaskatı bir halde önümüzde duran ambulansa baktığını gördüm. O an tuhaf bir hissiyat bedenimi sararken arabanın kapısını açıp, sedye üzerinde içeri götürdükleri kişiye bakmak istedim. Elimi kapının kulpuna attığım anda kilit sesi aniden arabada yankılamıştı. Yaptığı harekete anlam veremeyerek başımı hızla İzlam'a döndüm. "Ne yapıyorsun sen? Aç şu kapıyı bana ihtiyaçları olabilir? " Ne söylersem söyleyeyim kapıyı açmamış aksine ambulans yoldan çekildiği anda gaza basıp hastaneden çıkmıştık. Tuhaf davranışları artık fazlasıyla canımı sıkmışken suskunca akıp giden yolu izledim. Benim sessizliğime rağmen o hala kaskatı bir halde araba kullanıyordu. "İzlam Allah aşkına ne oluyor? Bu halin ne senin ?" Artık dayanamayarak konuştuğumda bana bakışları bir kez olsun değmemişti. Tek kelime bile soruma cevap vermezken son sürat arabaların tek tük olduğu yolda ilerledik. Yarım saat sonra müstakil bir evin önünde durduğumuzda İzlam bedenini bana döndürmeden önce torpidodan bir dosya aldı. Yüzüme dosyayı fırlatırken neden bu kadar kızgın olduğunu anlayamıyordum. "Öldüreceğin adam bu. Dosyasını incelemek için 5 dakikan var. Kıyafetlerini değiştirmek için çantan hemen ayaklarının dibinde. 15 dakika içinde bu iş bitecek ve biz hiç bir şey olmamış gibi buradan gideceğiz. Ondan sonra ne soru sormak istiyorsan sorarsın." Cevap dahi vermemi beklemeden arabadan indiğinde yaşadığım afallama sebebiyle elimdeki dosyaya baktım boş bakışlarla. Bana yapılan bu muamele artık canımı yakıyordu. Sanki ben onlar için sadece can almak için var olan biriydim. Duygularım yoktu. Gözlerim yaşadığım kırgınlıkla yanarken yavaşça dosyanın kapağını açtım. İlk sayfa önünde duran resimle kaşlarım şaşkınlığın verdiği hissiyatla yukarı kalktı. Bu sefer ki çok gençti. En fazla 45 yaşlarında gibi duruyordu. Gözleri benimle aynı renge sahipti ve keskin yüz hatları nedense çok tanıdık geliyordu. Resmi kenara koyup dosyada yazan bilgileri okumaya başladım. "Mithat Karasu. 11 Şubat 1980 İstanbul Doğumlu. 1995 yılında Kara Harp Okuluna girmiş. 2022 yılına kadar Kıdemli Yüzbaşı olarak Erzurum da görev yapıyormuş. Fakat hain bir pusu ile gazi edilince görevini bırakmak zorunda kalmış. O günden sonrada bazı kişilerle görüşme içerisine girmiş. Görüştüğü kişilerin başında mavi kodla aranan terör örgütünün üst düzey yöneticisi Selman Yanova vardı..." Kafam karışmış bir halde elimdeki dosyaya baktım bir süre. Bu adam 15 yaşından beri askeriye içindeydi. Bu mesleğe gönül vermese, vatanını sevmese bunca yıl asla devam ettiremezdi görevini. Peki neden gazi olduktan sonra terör örgütüne mensup kişilerle görüşmüştü. Beynimde tonla düşünceye rağmen hızla çantamı alıp koruyucu kıyafetlerimi giydim. Silahımın ucuna susturucuyu takıp bir kaç saniye camların elverdiğince etrafta gezdirdim bakışlarımı. Daha sonra siyah kar maskemi başıma geçirip arabadan dışarı çıktım. İzlam'ın kara gözleri etrafta avını arayan bir şahin edasında gezerken yanına adımlamamla bedenini bana döndürdü. Okuduğum dosyayı ona verirken hala içimi bir kurt misali kemiren bir his vardı. "Bu adam tüm hayatını askeriyede geçirmiş. Sence de saçma değil mi örgütle birlik olması?" Elimdeki dosyayı alıp bir adım atarak dibime kadar geldi. İşaret parmağını yüzüme tutarken daha önce onu hiç bu kadar tedirgin görmediğimi fark ettim. "Senin işin sana verilen görevi sorgulamak değil. Senin için koşulsuz itaat. Şimdi gidip Albay'ın istediğini gerçekleştir. Ben seni sokağın sonunda araba içinde bekleyeceğim..." "Buraya gelirken senden tek bir şey istedim. O adamın bana görev vermesini engellemen. Şimdi ne değişti de aniden ondan emir alarak karşıma geliyorsun.." Sorum onun tedirginliğini almış büyük bir öfke deryasında gezmesine neden olmuştu. Bana daha da yaklaştığında siyah göz bebeklerinde gördüğüm suret kendime aitti. "Sana hiç bir şeyin sözünü vermedim ben. Kim olduğunu unutup bir daha benimle böyle konuşmaya kalkma. Tekrarlanırsa çok farklı şekilde cevap alırsın benden.." Bakışlarında ki kibir ve sesinde ki öfke çok tanıdıktı. Onun gibi bakıyor ve onun gibi konuşuyordu. Sanki karşımda Fikret Orbay'ı görür gibi oldum bir an. İzlam durgun bakışlarımı umursamadan arabaya binerken arkasında ne yapacağını bilemez bir ben bırakmıştı. Tüm bedenime sirayet etmiş kaynayan lavlara rağmen bedenimi arkamda kalan eve çevirdim. Burada olmamalıydım. İçimde anlamını bilemediğim rahatsız edici bir his vardı. Ve bu his her geçen dakika beni boğup nefessiz bırakıyordu. Ağır adımlarla eve ilerlerken , bu geceden sonra hiç bir şeyin aynı kalmayacağını fısıldayan iç sesime ne cevap vereceğimi bile bilmiyordum. Evin bahçesine girip arka tarafa dolaştım . Sessiz ve parmak uçlarında yürürken bir kulağım etraftan gelebilecek herhangi bir sesteydi. Bahçeye açılan salon kapının yanına gelip , her daim kapıları açmamda yardımcı olan minik maymuncuğumu çıkardım. Ufak ama etkili bir silahtı. Bir kaç saniyelik uğraştan sonra açılan kapıyla derin bir nefes alarak yavaşça etrafıma son kez bakıp içeri doğru süzüldüm. Büyükçe bir salondu ve içeriyi aydınlatan loş lambaderin ışığı sayesinde gördüğüm kadarıyla tek tük eşya vardı. Bakışlarım etrafta gezdi bir süre. Daha sonra yukarı çıkan merdivenlere takıldı bakışlarım. Yavaşça parmak uçlarıma basarak tek tek basamakları çıktım. Uzunca bir holde 3 tane kapı vardı. En sonda yarım aralanmış ve ışık yanan odaya içimden küfürler ederek ilerledim. Her attığım adımda yer ayağımın altından kayıyordu sanki. İlk defa kendimi böylesine sarsak hissediyordum. Yıllarca bir çok kişiyi öldürmüştüm , zerre tedirginlik duymamıştım ama bu akşam bedenim anlamakta zorlandığım tepkiler verirken, ben ilk defa birini öldüremeyeceğimi hissediyordum. Kapı önüne geldiğimde elimi belime atarak silahımı çıkarttım. Bir elimde silahımla yarı aralık kapıyı nefesimi tutarak açtığımda gördüğüm manzara ile afalladım. Tekerlekli sandalyesinde oturan adam bedeni bana dönük duruyordu. Yüzünde tuhaf bir tebessüm vardı. Avını yakalamış bir aslanın zafer parıltısı gibiydi bu gülümseme. Elimde duran silah hafifçe titrerken onun tüylerimi adeta şaha kaldıracak kadar duru olan sesini duydum. "Hoş geldin Aldacı. Uzun zamandır seni bekliyordum bende.." Lakabımı daha doğrusu babama ait isim dudaklarından döküldüğü anda silah tutan elim daha da titremeye başladı. Gözlerim lambaderin ışından yarısı görünen yüzünde gezdi. Gözleri benimle aynı renkteydi ve ışık vurdukça daha da açılmıştı yeşili. "Aldacı adını nereden biliyorsun?" Bakışları an be an değişirken , hasretle ve özlemle baktı yeşillerime. Bu bakış içimde bir yeri harekete geçirirken boğazıma bir yumrunun oturmasına engel olamadım. Nefes almakta zorlanırken o hareket edip sandalyesini bana yaklaştırdı biraz. Aramızda bir kaç adım kalmışken yüzünü daha net seçebildim. Resimde gördüğümden daha da çökmüştü sanki. Kirli sakalları yüzünü kaplamıştı. Yorgunluk tüm hücrelerini esir almış gibiydi. "Biliyorum, çünkü o isimi ilk kez ben fısıldadım babana.." Adamın ağzından çıkan her kelime beni dehşete düşürüyordu. Bu gece buraya neden gelmek istemediğimi artık anlıyordum. Geçmişim bir gölge gibi peşimdeydi. Ve ben yüzleşmekten ölesiye korkuyordum. Yaşadığım şok yüzünden aklım durma noktasına gelmişken titreyen elimde silah ile hala ona bakıyordum. Karşımda bana özlemle bakan bu adam babamı tanırken, ona lakabıyla hitap edecek kadar yakındım derken ne demek istiyordu? Ona cevap vermek için dudaklarımı araladığımda , odada çınlayan sesle şokla kasıldım. "Baba korkuyorum..." Kanım tüm bedenimden çekilmiş gibi kaskatı kaldım orada öylece . Çocuğun dudaklarından dökülen korkuyorum kelimesiyle bir an geçmişime giderken silah elimden kayıp sandalyede oturan ayakları dibine düştü. Bende bir zamanlar korkmuştum. Babam önümde dövülürken, yüzüne kesikler atılırken, vücudunda sigaralar söndürülürken, o küçücük dolapta hıçkırıklarım dışarı duyulmasın diye elim dudaklarımın üzerinde o lanet anların bitmesini beklerken ölesiye korkmuştum... Karşımda duran adam hızla yanımdan geçip kapıya doğru giderken yanındaki çocuk korkmasın diye yüzümü dahi dönemedim. Neden sonra çocuğun sesi tamamen kesildiğinde yerdeki silahı alıp hafifçe başımı döndürerek adama baktım. Oğlu kucağında uyuya kalmıştı. Silahımı belime takıp ona doğru adımladım. Dilimde kekremsi bir tat vardı . Sesimi zorlukla bulurken bir daha ona bakmaya cesaretim olmadan konuştum zorlukla. "Geri geleceğim. Ve o gün bana kim olduğunu ve beni nereden tanıdığını anlatmanı isteyeceğim senden." "Bekliyor olacağım Aldacı..." Sessiz adımlarla geldiğim evden koşarak çıkarken aklım , ruhum , bedenim karmakarışık olmuştu. Aldacı ismini bu hayatta sadece 3 kişi bilirdi. Biri babamdı ve o gözlerimin önünde ölmüştü. Diğeri İzlam'dı. Onun bana ihanet edeceğine ihtimal veremiyordum bir türlü. Diğer kişiyse Fikret Orbay'dı. Ve bu gece beni bilerek buraya gönderdiğini düşünmekten kendimi alı koyamıyordum. Mithat denilen adam her ne biliyorsa onun baya canını sıkmış olacak ki sırf sorgusuz sualsiz işini bitireyim diye beni maşa olarak kullanmak istemişti. Sokağın sonunda ki arabaya ilerlerken İzlam'a vereceğim cevap umurumda değildi o sırada. Çünkü şu son günlerde artık kendimi bir boşlukta savruluyormuşum gibi hissediyordum. Ben bir kuklaydım onlarda bir kabuktan farksız bedenimi görünmez iplerle istedikleri yöne hareket ettiriyorlardı. Benim kırmızı çizgimi geçecek kadar gözleri kararmıştı bu gece. Evladı olan kimseye kıymadığımı bilmelerine rağmen, beni eski bir asker ve şuan bir baba olan adamın Azrail'i olayım diye göndermişlerdi. Sanırım artık bu geceden sonra *Katim denilen bu oluşumun gerçek amacını ve gücünün kaynağını sorgulamam gerekiyordu. Nedense artık bu Albay'ın başındı olduğu güruhun sandığım kadar masum olmadığına inanmaya başlamıştım... *Katim: Osmanlıca toz çokluğu kadar karanlık olan demektir...
|
0% |