Yeni Üyelik
16.
Bölüm

- Yaralı Bir Kalpte İkamet Eden Minik Bir Kırlangıç Kuşu...-

@anita_86h

Keyifli Okumalar Dilerim :)

 

***************************************************

***************************************************

6 ay sonra...

Sadun'dan...

New York'un ışıltılı manzarasını seyrederken kalbim başka bir ülkede rehin kalmış, bedenim ise içi boşaltılmış bir kabuk misali günlerini burada tüketiyordu. Ne tuhaftı. Yıldızların raks ettiği bu gece de renkli neon ışıkları altında eğlenen ve gülümseyen insanlar bana yalnızlığımı hatırlatıyordu. Yüreğimi sıkan el bana nefes alma alanı bile tanımazken dalgın bakışlarım akıp giden insan selinde iken yavaşça dudaklarım aralandı. Sessiz otel odasında mırıltı şeklinde etrafa saçılan sözler belki de benim içimde mahsunca duran küçük çocuğun sessiz çığlıklarıydı...

"Sanmıştık ki ikimiz

Yeryüzünde ancak

Birbirimiz için varız

İkimiz sanmıştık ki

Tek kişilik bir yalnızlığa bile

Rahatça sığarız."

Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Onsuz nefes almak bile zulüm gibiydi. Ne zaman böylesine tutulmuş, tüm benliğim ona ait hislerle kaplanmıştı. Yıllar yılı kilitli sandıklar içerisinde sakladığım duygularım, onun tek bir gülüşü ile açığa çıkmıştı.

Daha fazla gülümseyen insanların mutluluklarına katlanamayarak cam kenarından ayrıldım. Yorgun adımlarım her akşam olduğu gibi gene ona götürdü beni. Salonun tam ortasında duran masaya bakıp onun karşısında ki üçlü koltuğa oturdum. Kaskatı bedenimle boş bakışlarım masa üzerinde gezindi sonra dayanamayarak hafifçe doğruldum yerimde. Gül ağacından yapılmış oymalı ahşa kutuya içim giderek baktım. Unutma beni çiçeklerimden sonra annemden kalan tek hatıraydı bu kutu. Şimdi ise kalbimi aşkıyla titreten kadına ait parçalar vardı. Onun kömür karası saçlarını süsleyen 3 adet toka.

Bakışlarımı onlardan utanarak çektim. Sanki ona ait herhangi bir eşyaya bakmam bile haramdı. Öfke ile masamın üzerinde duran şişeye uzandım. Bardağa kehribar renkli sıvıyı doldurup tek dikişte bitirdim. Acı sıvı yemek borumu yaksa da kalbimde ki acı kadar canımı yakmıyordu.

Şişeyi bitirene kadar devam ettim içmeye. Hafif çakır keyif olduğumu anladığımda bakışlarım tekrar masayı buldu. Çizim defterim hala oymalı takı kutusunun yanında duruyordu. Ciğerlerime titrek bir nefes çekerek deftere uzanıp sayfalarını çevirdim usulca. Çocukluğumun gömülü olduğu o lanet evde herkesten gizli, geceler boyu resmini çizdiğim kadına baktım. Lavin....

İri badem renkli gözleri dudağının hemen sağ kenarında yer alan minik beni , geceden bile siyah saçlarıyla bildiğim her doğruyu tepetaklak etmiş beni de korkularımın altında ezilmek zorunda kalan küçük bir çocuğa çevirmişti.

Aylardır bu ülkedeydim. Babamın yaptığı anlaşmalar ile ilgileniyor açılan şirketleri denetliyordum. Simay ise hem ortağımız hem de nişanlım olarak bıkmadan usanmadan yanımda yer alıyordu. Boğuluyordum. Her sabah istemediğim bir hayata merhaba demek beni günden güne tüketiyordu. Üstelik bu ülkeye gelmeden önce ayrılmak için gerekli anı yaratacağı sözü veren Simay onca iş güç arasında gelinlik alışverişlerine çıkıyor beni de peşinden sürüklemeye çalışıyordu.

Boğazıma oturan keskin yumruyla işten gelir gelmez ağzıma tek lokma yemek sokmadan oturduğum bu masa başında artık bu gidişata dur demeye karar verdim. Günden güne hem kendimi , hem de sevdiğim kadını tüketiyordum. Lavin'den Seyit sayesinde haber alsam da artık özlemden çıldırmak üzereydim.

Defterin sayfalarını çevirdikçe gördüğüm suretle kendimin file farkında olmadığı bir tebessümle her bir resmin parmak uçlarımı gezdirdim. Bu öyle bir histi ki kalbim artık bana ait değil gibi hissediyordum. Kanımdaki her bir hücre onun adıyla yanıp tutuşuyor gibiydi. Bazı geceler rüyama giren yüzüne, teninin kendine ait kokusuna, ipek saçlarında parmaklarımı gezdirmeye hasrettim. Ve bu hasretlik beni günden güne tüketirken içimde büyüyen öfke ile önüme çıkan her şeyi ve herkesi yakıp yıkmak istiyordum. Özellikle babamı ve onun saltanatını..

Kaldığım otel odasında artık üzerimde biriken yükler sebebiyle nefessiz kaldığımı hissederek ayağa kalktım. Yavaş adımlarla ışıkların tüm sokakları aydınlattığı manzaraya ulaştım. Camı açıp bir kaç kez derince soluklandım. Sonra bir çifte takıldı gözlerim. Kızda oğlanda küçüktü belki de üniversiteliydi. Garip bir hayalin içine düştüm o an.

Lavin ile 18 yaşında tanıştığımı hayal ettim. Üniversite sıralarında onunla oturduğumu, onun fütursuzca gülüşünü seyre daldığımı, ders bitimi sahilde ele ele yürüdüğümü hayal ettim. Yetmedi sinemaya birlikte gittik ve o karanlıkta bedenimden yayılan çocuksu heyecanlarla Lavin'in pamuk kadar beyaz elini tuttum. Belki bir yaz akşamı yine onunla açık hava konserine gidip deliler gibi bağıra çağıra şarkı söylerdik. Hayaller ne kadar güzelde gerçekler de o kadar can yakıcıydı.

Buruk bir gülümseme ile önümden geçip giden çiftin ardından baktım. Sanki ben hayal ettiklerimi yaşayabilmiş gibi gerçekleşmesi imkânsız düşlerin içinde dolanıp duruyordum. Yıllarım bir robot misali okul ve ev arasında geçmiş, bir tek arkadaşımın olmasına dahi müsaade edilmemişti. Babam ve katı kuralları. Ona göre gezmek ve eğlenmek beyhude bir uğraştı. Arkadaş desen hayatlarımızda ki yükten başka bir şey değildi. Ben ve kardeşim onun için veliaht sıfatında birer piyonduk.

Üniversiteyi kazandığım yıl olanlar hala hatırımdaydı. Tek istediğim hayallerimdeki mesleği yapmaktı. Çocukluğumdan beri resme kabiliyetim vardı. En sevdiğim şey annemi resmetmekti. Hiç gülmeyen yüzünü, boş kağıtlara çizerken hep gerçeğine inat yüzüne kocaman bir gülümseme kondururdu. Babam çizdiklerimi bulmasın diye öyle yerlere saklardım ki, gün gelir koyduğum yeri unuturdum ta ki bir gün elinde bana ait resim defteriyle karşıma gelene kadar. Gözlerimin önünde bin bir emek çizdiğim her bir resmin yakılışı yüreğimde tamiri imkânsız yaralar açardı. Sanki babam hiç mutlu olayım istemezdi. Ne zaman yüzüm gülse, bir şeyden mutlu olsam çocuksu hevesimi kırar, yüzümdeki gülümsemeyi adeta söküp atardı.

Üstünden yıllar geçse bile hala zihnimin en derin noktasında tazeliğini koruyan anımın gözlerimin önünde bir film gibi geçip gitmesiyle burukça gülümsedim. Annem ile son mutlu günlerimizi geçirdiğimiz o yaz, yan komşumuz bize annesi ölen bir yavru köpek emanet etmişti. İş için uzun süre şehir dışında olacağı için kimseye güvenememişti. Annemin artık güçten düştüğü hastalığının son zamanlarıydı. İkimiz de öyle çok sevinmiştik ki. Kar gibi bembeyaz tüyleri masmavi gözleri ile bir Sibirya kurduydu.

Belki de ilk âşık olduğum varlıktı. Anka koymuştu sahibi ismini. Zor bir doğumdan sağ çıkabildiği için. Babamdan gizli annemle ona bakıyor, o işe gidince bahçede onunla oynuyorduk. Küçük canavarı her ne kadar saklamak zor olsa da, onunla geçirdiğim eşsiz anlar her korku yaşadığım ana değerdi. O yaz hayatımın en mutlu anlarına ev sahipliği yapmıştı. Annem bile günden güne toparlanmış, gülmeyen yüzü artık neşe saçar olmuştu. Nereden bilebilirdim ki o yazın annemle geçirdiğim son mutlu zamanlar olduğunu...

Çalan telefon sesiyle irkilerek daldığım mazi yolculuğundan çıkarak pencereyi kapattım sakince. Daha sonra ise masamın üzerinde duran telefonuma doğru ilerledim. Telefonu elime aldığımda gördüğüm numarayla kanım çekilir gibi olurken kendimi sakin olmak için teskin etmeye çalıştım bir süre. Bir kaç defa çalan telefonu derin bir nefes içime çekerek açarken duyacağım kelimelere kendimi çoktan hazırlamıştım bile.

"Efendim..."

"Neden bu kadar geç açtın. Bir sorun yok değil mi?"

Sabır dilercesine gözlerimi kapatıp derin bir nefes içine çektim. Artık onun dur durak bilmeyen sorgularından boğuluyordum. Bana rahat bir soluk alacak tek bir alan dahi bırakmamıştı. Ne yazık ki kendine baba sıfatını yakıştıran adam günden güne tükendiğimi görmüyordu. Hoş görse de umursayacağını sanmıyordum ya...

"Hayır hiçbir sorun yok baba. Sadece uzanıyordum biraz. Çok yorgunum çünkü..."

Son cümlemi kinayeli bir sesle bitirirken karşı taraftan bir süre ses gelmedi. Bedenen de, ruhen de artık yorulmuştum. Keşke bir kez beni anlasaydı. Sevgi göstermesine bile gerek yoktu. Sadece dudaklarından çıkacağı tek bir olumlu kelime bile omuzlarımda taşımaktan artık yorulduğum bu yükleri almaya yeterde artardı bile.

"Anladım. Bugün Simay gelinlik bakmaya çağırmış ama gitmemişsin. Bu konuyu senle daha önce konuşmuştuk Sadun öyle değil mi? Artık zamanı geldi evlenmenin daha fazla oyalama kızı."

Hep bunu yapıyordu işte. Benim duygularım, düşüncelerim onun zerre umurunda değildi. Kendi doğruları tekti ve asla tartışma dahi kabul edilmezdi. Koyduğu sınırları aşmayı çalışanı ise en acı şekilde cezalandırıyordu. Tıpkı kardeşim Serdar'ın isyanı ile ona yaşattıkları gibi...

"Baba sence de artık durman gerekmez mi? 30 yaşındayım. Simay'ı sevmiyorum. Oda beni sevmiyor. Siz sırf bir ortaklık kurup şirket büyüteceksiniz diye neden biz harcanıyoruz? Yoruldum artık dur lütfen."

Konuşmam bittiğinde derin bir sessizlik oldu. Tüm bedenim kaskatı kalmış azından çıkacak tek bir cümleyi bekliyordum. Yıllar yılı bana uyguladığı mobing artık bitsin istiyordum. Sırf onun yüzünden ilk defa bir şeyler hissettiğim kadına bir veda dahi edemeden çekip gelmiştim. Daha doğrusu zorla getirilmiştim desem yerinde olur sanırım.

"Ona benziyorsun. Zayıfsın, acizsin. Yıllardır seni eğitmeye çalışıyorum. Hisler bir insanı güçsüzleştiren yegâne olgudur. Sana yüzlerce defa duygularını kimseye göstermeyeceksin ve bir duvar gibi hissiz olacaksın demiştim. Ama görüyorum ki Serdar kadar olamamışsın. Benim oğlum olarak beni temsil edebilecek tek insan Serdar bundan sonra. Ama sen de yapman gerekeni yapıp kararlaştırılan tarihte o imzayı atacaksın. Ben sana güvenip bir imparatorluk inşa ettim bunu yerle bir etmene asla izin vermem."

Bir süre karşılıklı sustuk. Öfke ve hayal kırıklığı bir çığ gibi büyüdü içimde. Ya şimdi ya hiç diye düşündüm. Eğer bir kez daha ona boyun eğersem artık kendime ait bir hayatımın olmayacağı bilinciyle aralandı dudaklarım...

"Artık hayatım hakkın da karar verme yetisine sahibim. Ben Simay ile evlenmeyeceğim baba. Yarın sabah Türkiye'ye geri dönüp şirkete istifamı vereceğim. Madem kardeşim senin temsil edecek tek kişi bundan sonra o şirketin başına geçsin. Ben artık yokum.."

Konuşmam bittiğinde derin bir soluk çektim ciğerlerime. Üzerimde ki yükler kanatlanıp uçtu ve ben ruhen özgür kaldım. Karşı taraftan gür kahkaha sesi geldiğinde ilk baş afallasam da beni ciddiye dahi almıyor oluşu yüreğimde depremler yarattı. Sol elim yumruk olmuş şekilde yanımda dururken babam kahkahaları arasında son sözlerini söyledi.

"Bu korkusuz korkak hallerin bana sökmez sevgili oğlum. O otelden adımı attığın an sana aldığın nefesi bile haram ederim. Kendine gel ve yarın sabah Simay ile o showroom gidip kendine yakışan damatlığı alarak bir kaç gün sonra olacak nikaha hazırlan."

Elim ayağım sözleriyle buz kesti. Benim haberim olmadan nasıl nikah gününü almışlardı? Yüzüme kapanan telefonu yere fırlattım öfkeyle. Bakışlarım odamın kapısında gezinirken benimle oynanan oyunun farkına vardım. Hızlı adımlarla odamdan çıkıp bir kaç metre ötemde kalan Simay'ın odasına doğru adımladım. Koridorda hızlı adımlarla ilerlerken bir kaç kişinin bana dönüp baktığını görüyordum ama gözlerime bir perde inmişti sanki. Artık sıkıştığım bu girdapta boğuluyor ve nefes alamıyordum.

Simay'ın odasının önüne geldiğimde soluklarımı o kadar hızlı alıp veriyordum ki bir an kalbim duracak sandım. Elimi kaldırıp kapıya vurmak için hamle yaptığım vakit duyduğum sesle adeta yerime çivilendim.

"Abimle durumlar nasıl? Haberi var mı 3 gün sonra nikahı olacağından?"

Serdar'ın sesiyle elim ağırca aşağıya düştü. Kardeşimin bu kadar kötü olacağına inanmayan tarafımla o kapının ardında dinledim tüm konuşmaları.

"Yok daha söylemedim. Alpay babam yarın söyleyecek. Zaten kabul etmeme gibi şansı yok."

"Sen çok fenasın Simay. Hayır adamı asla okumayacağın okul üzerinden kandırıp o yüzüğü taktırdın ya helal olsun."

"Ben bu zamana kadar ne istedimse sahip oldum. Abin bu hayatta ki en büyük zaferim olacak. Tek sorun o şişkoya aşık olması. Eh onu da sen halledeceksin artık."

Duyduklarıma inanamıyordum. Üzerime oynanan oyunlara nasıl bu kadar kör kalabilmiştim. Beynimin duvarlarında tekrar tekrar döndü her bir kelime. En sonunda Serdar ve Lavin'in içinde olduğu cümleyle zihnimde şimşekler çaktı. Ona zarar gelebileceği ihtimali bile beni delirtmeye yetti.

"Onun için Rize'deyim zaten. Ama Simay kız yüz vermiyor bana tiksinç bir şeye bakarmış gibi bakıp her sorduğum soruyu görmezden geliyor. Bir de kilo verdikçe acayip güzelleşti. Kaç kişi Feride Sultan'ın kapısını çalıp akrabamız mı diye soruşturmaya başladı. Ne yapacağımı bilmiyorum."

"Sen bilmezsen ben nerden bileyim. O kızla Sadun tekrar karşılaşmamalı."

Daha fazla ikimizin arkasından çevrilen dolaplara tahammül gösteremedim. Elimi kaldırıp var gücümle kapıya vurdum. Bir kaç dakika sonra Simay kulağında telefonla kapıyı açtı. Bakışlarımız kesiştiğinde bir adım geriye gitti. Telefonu kulağından indirmek üzereyken hızla eline atılıp aldım. Onun gözlerinin içine bakarak telefonu kulağıma götürdüm. Serdar'ın telaşlı sesi kulağıma dolduğunda bile bakışlarımı yüzünden çekmedim.

"Simay kim geldi? Gece gece korkutma kızım beni konuşsana.."

"Yarın Rize'de seni görürsem olacaklardan ben sorumlu olmam. Annemin doğduğu toprak demem, Ayder Yaylası'nın en yüksek noktasından bir kuş misali sallandırım seni. Söylediklerimi anladın değil mi güzel kardeşim?"

"An-anladım abi. Ben bu gece İstanbul'da ki eve geçeceğim."

"Güzel. Seninle Lavin ile durumumu düzelttiğim vakit özel olarak ilgileneceğimden emin olabilirsin."

Cevap vermesini dahi beklemeden suratına kapattım. Elimde duran telefonu avuçlarımın içine hapsedip Simay'a doğru bir adım attım. Şimdi bulunduğumuz odayı yakıp yıksam öfkem ve hayal kırıklığım yok olur muydu?

Biz onunla birlikte büyümüştük. Babamın bana yaşattığı her bir acıya zaman zaman canlı şahitlik etmişti. O dostumdu ama yüreğim ona karşı asla atmamıştı. Bunu biliyordu. Bile bile o lanet yüzüğü takmıştı. Şimdi nasıl arkamdan o adamla iş çevirip beni zerre mutlu olamayacağım bir hayata mahkum etmeye çalışıyordu. Bu bencillik değil de neydi?

"Sa-sadun bir din-dinlersen açıklayabilirim kendimi."

Cevap vermedim. konuşmak istemediğimden değil dudaklarımdan çıkacak her bir kelimeye yazık olacağı için sadece kırgınca baktım yüzüne. Sonra boynumda bir franga olmuş olan o yüzüğe uzandım. Parmağımdan çıkarıp eline uzandım. Gözleri şokla açılmıştı. Elini vermemek için direndi umursamadım. Zorla açtığım avuçlarına yüzüğü bırakıp tekrar yumruk yaptım. O karşımda hıçkırarak ağlarken artık vicdanım rahat olarak bakışlarım yüzünde gezindi.

"Ol-olmaz... Be-beni bırakamazsın. İzin vermem.."

"Ne senden ne de Alpay Karayel'den izin istemiyorum. Bu hayat benim... Yeter ruhumun üzerinde arsızca tepindiğiniz. Bu saatten sonra eğer Lavin'e elinizi uzatacak olursanız bambaşka bir Sadun ile karşılaşırsınız. Çünkü artık içimde size karşı zerre sevgi kalmadı."

Son sözlerimden sonra Simay daha çok ağlamaya bağırarak onu bırakmamı söylemeye başladı. Umursamadım. Kapıya doğru sırtımı döndüğümde arkadan sarılıp ellerini karnımın üzerinde birleştirdi.

"Eğer bu kapıdan ona gitmek için çıkarsan yemin ederim onu öldürürüm."

Simay'ın histeri krizi sırasında söylediği sözlerle karnımın üzerinde olan ellerini çözdüm. Yavaşça yüzümü ona döndüğümde bakışlarımı gördüğü an ağlamayı bıraktı. Bunca yıl yumuşak yüzümle muhatap olduğu için bu halim garip gelmiş olmalıydı. Sağ elimi uzatıp yüzüne dokundum. Gözleri saniyesinde kapandı. Başımı biraz ona eğdim . Nefesimi kulağına vererek dudaklarımı araladım.

"Onun saçının teline zarar verecek olursan sana bu dünya da cehennemi tattıracağıma yemin ederim Simay. "

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözlerini açtığında korkuyla yutkunup baktı yüzüme. Ellerimin arasında ki ellerini bıraktığım vakit avcunda duran yüzük yere düştü. Ona son kez bakıp arkamı dönerek kapıya adımladım. Dışarı çıktığımda bir kez bile yüzüne bakmadan odama ilerledim.

İçeri girdiğimde tüm bedenim sinirden titriyordu. Banyoma ilerleyip yüzüme defalarca su çarptıktan sonra hızla odamda ki dolabıma ilerledim. Tek bavulla gelmiştim buraya o yüzden hazırlanmam kısa sürdü. Tamamen hazır olduğumda masamda duran küçük ahşap kutuyu ve çizim defterimi bavuluma yerleştirip yerde paramparça duran telefonumu da bavula koyup, cüzdan ve pasaportumu alarak odamdan ayrılmak üzere iken açık kapıyı açtım. Aniden önümde beliren bedenle bir adım geri gittim tedirginlikle. Bakışlarım karşımda duran adamın yüzüne çıktığında gördüğüm sima ile karmaşık hislerle kaşlarım çatıldı. Bu saatte burada olmasının imkanı yoktu.

"Nereye gidiyorsun?"

"Türkiye'ye dönüyorum. Sen neden buradasın?"

"Sana bunu vermek için geldim. Artık babanın tüm karanlık işlerinin dökümüne sahipsin. İstediğini yapmakta özgürsün."

Dosyayı alıp hızla sayfalarını çevirdim. Gördüklerimle yer yarılsa da içine girsem diye düşündüm. Böyle bir adamın kanını taşımaktan utanıyordum.

"Yaptıkları cezasız kalmayacak Kuzgun. Şerefim üzerine yemin ederim ki hak ettiği gibi ömrünün geri kalanını hapiste geçirecek. Bunun için ne gerekiyorsa yapacağım."

"Yapacağını biliyorum. Sen Serdar'dan farklısın. O yüzden sana geldim. Neyse sanırım bu son görüşmemiz. Umarım hayat istediğin yönde akıp gider."

"Bu iyiliğini asla unutmayacağım."

Bir kaç saniye yüzüme bakıp geldiği gibi sessizce çıkıp gitti. Elimde ki dosyaya kısa bir bakış atıp bavuluma yöneldim . Fermuarını açıp eşyalarımın arasına sakladım. Günü gelene kadar kimse görmemeliydi. Son kez odama kısa bir bakış atıp hızla kapıyı çekip çıktım.

Otelde resepsiyonda çıkış işlemlerimi hallederek giriş kapısı önünde bekleyen taksiye binerek havalimanına gitmek istediğimi söyledim. Tam 1 saat sonra Türkiye'ye giden uçakta karanlık gökyüzünü izliyordum. Bir süre sonra gözlerim kapandı. Kapalı göz kapaklarımın ardına yansıyan suretle tebessüm ettim. Özgürlüğüme attığım bu ilk adımımda Lavin umarım yanı başımda benimle bir yürümek isterdi...

Babamı ve yapacakları için elbet bir planım vardı. Ve bazen en olmayacak insandan yardım almak hayat kurtarırdı.

 

Loading...
0%