@anita_86h
|
Keyifli Okumalar Dilerim... ****************************** Sadun Bey ile sabahın ilk ışıklarını karşıladığımız günün ardından tam bir hafta geçti. O günden sonra ara ara Sadun Bey'in benim yüzüme dalıp giden bakışlarına denk geliyordum. Bu davranışları beni garip hissettiriyordu . Sürekli onun tarafından izlenilmek bir yandan heyecanlandırıyor bir yandan da tedirgin ediyordu. Günler olağanca hızıyla akıp geçerken hafta sonu denk gelmiş ve biz Kasım ayına adım atmıştık. Bu gün İlkay'ın ısrarıyla iznimizi İstanbul'u fetih etmek için kullanacaktık. Her sabah olduğu gibi rutin işlerimi halledip sabah kahvaltısını hazırlamak için mutfağa adımladım. Buzdolabının kapağını açıp tek tek kahvaltılıkları çıkartırken aklıma düşen fikirle hızla diz çöktüm. Buzluk kısmında sakladığım dondurulmuş vişneleri ararken öylesine dalmıştım ki yüzümün yan tarafında beliren yüzün farkına bile varamadım. "Lavin sabah sabah ne yapıyorsun?" İlkay'ın ani sesiyle korkuyla popomun üstüne düşerken sevgili arkadaşım halime katıla katıla gülmekle yetinmişti. "Allah iyiliğini versin senin. Neden sessiz sessiz geliyorsun? Ödüm koptu burada.." Elini uzatırken hala gülmeye devam ediyordu. Onun desteğiyle ayağa kalktığımda onun iki dirhem bir çekirdek hazır ve nazır oluşuyla kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Oh maşallah bu ne güzellik İlkay Hanım.." "Mersi canım. Bakımlı olmayı severim bilirsin.." "Bilirim de daha erken değil mi? Hem kahvaltı bile hazır değil daha.." "Aaa senin haberin yok mu? Simay Hanım dün gece Sadun Bey'i almaya geldi eve. Ben su içmeye kalktığımda gördüm.." İlkay'ın söyledikleriyle yüreğime çöreklenen rahatsız edici hissi görmezden gelmeyi tercih ettim. Eğilip buzluğu kapatırken kan pompalamaya yarayan kalbimde tuhaf bir sızı belirdi. Aldığım nefesler bile sanki soluk borumu yakıp geçiyordu. "Anladım. O zaman evde sen ben ve Seher Hanım mı var?" "Yok Seher Hanım'da onlarla gitti. Sanırım Sadun Beylerin Sapanca tarafların da ki çiftliğine gitmiş olmalılar. O evde seyis Saim abi ile eşi Sultan abladan başka kimse yok. Seher Hanım mutfak ile ilgilenecektir. Yani genelde öyle olur.." İlkay nefessiz kalırcasına kelimeleri sıralarken ben çoktan ada tezgâhın sıraladığım kahvaltılıkları dolaba yerleştirmiştim bile. Ona döndüğümde kendimi tebessüm etmeye zorladım ama sanırım baya eğreti durmuştu yüzümde ki gülümseme. Zira anlamaz gözlerle bana bakan arkadaşım fazla zekiydi ve ne yazık ki onun gözünden hiç bir şey kaçmıyordu. "Ben hazırlanayım kahvaltımızı boğazda yapalım. Yıllar var ki bir kez bile o eşsiz manzara da huzurlu bir kahvaltı yapmadım." "Tamam beklerim ben seni.." Başımı sallayarak odama adımladım. Elbise dolabımı açarken dolan gözlerimi kırpıştırarak biraz önce duyduklarımı unutmaya çalıştım. Elime geçen kıyafetlere bakarken dışarı çıkmak için hevesim dahi kalmamıştı. Yine de İlkay'ın mutlu yüzünün benim yüzümden düşmesini istemeyerek geçen hafta internette gördüğüm an bayıldığım kombini alarak hızla soyundum. Kareli gri etek ve ona eşlik eden kırık beyaz yakası dantelli gömlek bedenime tam oturmuştu. Boğazın soğuk olacağını hesap ederek siyah kilotlu çorabımı giyerek sonbahara yakışan kiremit rengi örme hırkamı da alarak dolabımın kapağını kapattım. Yaptığım hafif makyaj sonrası uzun saçlarımı at kuyruğu yaptım. Kurdele şeklinde olan pudra rengi tokamı da taktığımda hazırdım. Parfümümü de sıkarak hızlı adımlarla odamdan çıktım. İlkay antre de ayakkabılarını giyiyordu bende yarım botlarımı giyerek ona eşlik ettim. Doğrulduğumuz vakit İlkay bir süre beni süzdü. Gözleri an be an büyürken bende şaşkınlıkla üzerime baktım. "Acaba gömleğinin düğmelerini aceleden yanlış mı ilikledin şaşkın Lavin?" "Bilmem ki yani iliklememişimdir herhalde." İç sesimle günlük istişaremizi yaparken İlkay'ın tuhaf bir tınıyla çıkan sesiyle bakışlarım yüzüne döndü. "Sen nasıl sakladın bu güzelliği Lavin? Ben cidden anlayamıyorum. Mutfakta gördüğüm kızdan çok farklısın.." "Gezmeye giderken de iş kıyafetlerimle gidecek halim yok İlkay. Abartma yahu." "Makyaj yapmışsın. Gözlerinin bu denli iri olduğunun farkında dahi değildim ben." Koluna uzanıp onu kapıya doğru yönlendirirken kelimeler zihin süzgecimden geçmeden çıkmıştı. "Makyaj yapmaktan hoşlanmıyorum. Bu sabah doğum günüm olduğu için birazcık özendim hepsi bu.." Evden çıktığımız vakit yüzümüze vururken İlkay hızla yüzünü bana döndü. Şaşkın bakışlarını umursamadan onu sürüklerken o hala bana laf yetiştirme derdindeydi. "Neden söylemedin ki? Gerçi gittiğimiz mekanda yaparız güzel olur.." Villanın bahçesinden çıkarken taksiye binmeden evvel son sözlerini duyduğum vakit hızla yüzümü ona döndüm. Öfke bir anda bedenime sirayet etmiş, bu yüzden istemsizce sert çıkmıştı sesim. "Ben doğum günlerimi kutlamam İlkay. Rica ediyorum bu gün sadece gezelim. Ne bir pasta görmek istiyorum ne de mum üflemek." Taksinin arka koltuğuna binerken İlkay bir süre açık kalan kapının önünde durmuş daha sonra oda usulca binmişti. Gideceğimiz yeri taksiciye tarif ettikten sonra başımı cama doğru çevirdim. Akıp giden yolu dalgınca izlerken yumruk halinde kucağımda duran ellerimin üzerine konan minik ellerle başım ağırca sağ tarafıma döndü. İlkay buruk bir tebessümle bakıyordu yüzüme. "Bu gün kız kıza hiç olmadığımız kadar eğlenelim olur mu?" Onun mutluluk oyununa eşlik etmek istercesine büyükçe gülümsedim. Bu gün doğum günüm olduğunu unutacak, normal bir gün gibi yaşayacaktım. Bir kez olsun doğum günüm bana acı değil mutluluk getirecekti. İlkay ile önce Ortaköy'de sahilin hemen kıyısında kahvaltımızı yaptık. Camla kaplı mekan kalabalıktı ama biz yine de rahatsız olmamıştık. Bir yandan sohbet ettik, bir yandan demli çaylarımızı içtik. O bana kimsesizliğin yakıcı yalnızlığını anlattı ben ise nasıl bir cehennemden kaçıp geldiğimi üstü kapalı da olsa anlattım. Birbirimizin dert ortağı olduk o sabah. Daha sonra ise Eminönü'ne geçtik. Dükkanlar arasında gezerken gördüğü elma şekerlerini almak için direnen arkadaşıma kendi ellerimle yapacağımın sözünü verdim. Bu yüzden aktarları gezip nar çiçeği kurusu aldık. En sonda bir kilo elma alarak çarşıdan çıkmaya karar verdiğimizde İlkay gördüğü bijuteriye beni ardında bırakıp girdiğinde yorgunluktan bayılmak üzereydim. Neyse ki fazla beklemeden dışarı çıkmış bizde çevirdiğimiz taksiyle evin yolunu tutmuştuk. Hava kararmış akşam olmuştu. Evin dışında taksiden inerek eve adımlarken ikimizin de yüzünde huzurlu bir tebessüm vardı. Anahtarımızla girdiğimiz evde derin bir sessizlik vardı. İlkay mutfağa ilerlerken bende aldıklarımızı bırakmak için onu takip ettim. İçeri girdiğimizde loş bir ışık hakimdi. Düğmeye basıp mutfağı aydınlatırken ada tezgâhında gördüğümüz ufak pastayla bakışlarımız birbirimize döndü. İlkay heyecanla o tarafa doğru ilerlerken ben ürkek adımlar atıyordum. "İnanmıyorum Lavin bu sana galiba." İlkay'ın heyecanlı sesiyle hafifçe pastanın üzerine eğildim. Beyaz minik pastanın etrafını saran dallara eşlik eden pudra rengi çiçekler öylesine güzeldi ki. Asıl büyülendiğim nokta ise pastanın kenarına konumlanmış minik bir Kırlangıç'ın olmasıydı. Onun hemen yanından başlayan ve gümüş renkli bir kalemle yazıldığı belli olan bir yazı vardı. İsim veya herhangi bir ibare yoktu sadece "İyi ki Doğdun. " yazıyordu. "Nereden anladın ki bana geldiğini?" Dalgınca İlkay'a sorduğum soru sonrası pastanın üzerinde duran tek mumu yaktı. Ben bu hareketiyle derince yutkunurken geçmiş anılarım bir bir üzerime hücum etti. Nefesim kesildi ve ben kendi yaptığı taş gibi olmuş kekle evde bulduğu fitili artık bitmeye yakın olan mumla doğum gününü kutlayan kıza döndüm. Gözlerimden yaşlar ardı sıra akarken mum üflemeden hızla odama adımladım. İlkay arkamdan seslense de umursamadım. Yeni bir atağın eşiğindeydim. Kimse bu halime şahit olsun istemiyordum. Odama girip kapımı kitlerken aldığım hızlı soluklara sessiz hıçkırıklarım eşlik etti. Banyoya adımlayıp çeşmeyi açarak bir kaç defa soğuk suyu yüzüme çarptım. Unutmak istediğim her bir ani kapalı göz kapaklarımın ardında dans ediyor beni daha da nefessiz bırakıyordu. Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Odamın kapısı durmaksızın çalarken geçirdiğim atağı başarıyla atlatmış, artık kendimi daha iyi hissediyordum. Yüzümü havluyla kurulayıp kilitlediğim kapıyı araladım. İlkay endişeli bir ifadeyle tüm bedenimi süzerken zoraki şekildi kıvrıldı dudaklarım. Yüzümde eğreti durduğuna inandığım tebessümümle ona bakarken o bir adım atarak kapıyı sıkı sıkıya tutan koluma dokundu. Birinin desteğine alışkın olmayan bünyem ilkten afallasa da bu sefer içten bir şekilde gülümsedim ona. "İyiyim ben merak etme." "Sevindim. Şey aslında bu halde çalışmanı istemezdim ama bende emir kuluyum biliyorsun. Sadun Bey senden kahve istiyormuş. " "Evde mi?" "Evet." "Tamamdır ben hazırlar çalışma odasına götürürüm." Hızla adımlarla mutfağa ilerlerken İlkay benim aksime gayet telaşsız adımlar atıyordu. Mutfağa girdiğimde gözüm anlık tezgâhın üstüne kayarken orada gördüğüm boşlukla hem rahatladım hem de garip bir burukluk yaşadım. Yine de içimde fırtınalar kopsa da umursamaz görünmek kolayıma kaçtı. Ben tezgâh üzerinde ki makinede kahve hazırlamak için uğraşırken tekrar İlkay'ın sesini duydum. "Sadun Bey çalışma odasında değil. Lavin'e yasaklı bölgede olduğumu söylersen o anlar dedi." İlkay'in söylediği cümleler tekrar zihnimde yankılandığında elimde hazır olan kahve bardağını neredeyse tezgâha dökecektim. Aylar evvel varlığımın bile kabul görmediği Kış Bahçesine özellikle mi çağırılıyordum yani. "Tamam ben hemen hazırlar götürürüm." "Gideceğin yeri biliyorsun yani.." "Hıhım biliyorum.." Utandığım için daha da kısık çıkan sesime hayret etsem de kendime ve tepkilerime engel olamıyordum. Tüm bedenimi saran heyecan dalgasına telaşlı hareketlerim eşlik etti. Parmak uçlarıma kadar titriyordum. Gidene kadar soğumasına engel olmak için bardak şeklinde olan termosa koyduğum kahveyi ve bir kaç gün evvel yaptığım kurabiyeleri tepsiye dizdim. Elime aldığım tepsiyle İlkay' kısa bir bakış atıp seri adımlarla bahçeden çıktım. Aylardır her bahçeye çıkışımda ayaklarım beni o yere götürmek istese de ben hata yapmaktan korkan bir çocuk gibi bakışlarımı bile esirgiyordum o yerden. Şimdi ise kendi ayaklarımla gidiyordum bazı geceler rüyalarıma girip kokusunu duyumsadığım yasaklı bölgeye... Sırtıma kanat takılmışta attığım adımlar boşluktaymış gibi hissederek ezbere bildiğim yollardan ilerledim. En sonunda gece karanlığına rağmen parıldayan beyaz Kış Bahçesine baktım bir süre. Bir gelin kadar güzeldi. Yüreğimi ele geçirmiş hislerle kapısını açıp içeri girdim. İlk geldiğim gün burnuma dolan koku tekrar ciğerlerime nüfus etti. Bir kaç defa derin soluklar aldım. Öyle naif bir kokusu vardı ki buranın hayran olmamak elde değildi. Gözlerim sakince etrafta gezerken şömine önüne konumlanmış masa üzerinde duran pastaya takıldı. Elimde duran tepsi gördüğüm şeyle sallanırken titrek nefesler çektim içime. Ürkek adımlarla pastaya doğru ilerlerken gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı bile. Elimde tepsi ile içimde yaşadığım büyük karmaşayla orada dururken bir anda etrafımı çiçek kokularını bile bastıran o tanıdık eşsiz rayiha sardı. Tepsiyi tutan ellerim olabilirmiş gibi daha da titrerken sıcak bir nefes kulağıma doğru yaklaştı. "İyi ki Doğdun Lavin.." Bir erkeğin sesi nasıl böylesine yüreğe binlerce cemrenin düşmesini sağlardı? Kulaklarımdan zihnime hücum eden o tok ama naif sesle tüylerim diken diken oldu. Gözlerim kendiliğinden kapanırken tek bir söz çınladı zihnimin duvarlarında . "İyi ki Doğdun Lavin.." Ben bu yaşıma kadar sadece bir kez bu sözü duymuştum. 18 yaşında okumak için adımımı attığım bu şehirde bana dost olan bir arkadaşım sürpriz yapmış bir o demişti" iyi ki hayata gözlerini açtın güzellik..." bir o doğduğum için mutlu olmuştu. Şimdi zihnimin en berrak yerinde sakladığım anıya biri daha eşlik etti. Sadun Bey'in kendine has sıcaklığına eşlik eden kokusu ve boynuma çarpan ferah nefesiyle zikrettiği o iki kelime gözlerimi sonsuza kadar kapayacağım o ana kadar zihnimde en özel yerinde saklı kalacaktı. Bir ben hatırlayacaktım, bir ben anacaktım bu günü... "Te-Teşekkür ederim Sa-Sadun Bey.." Yaşadığım ana inanamıyordum. Öyle ki iki kelimeyi bile zor bir araya getirmiştim. Titreyen ellerimde duran tepsi yavaşça parmaklarımdan çekilip alındı. Ben yüzümü yavaşça sağıma döndüğümde onun büyük bir tebessümle beni izlediğine şahit oldum. Elinde ki tepsiyi pastanın yanına bıraktı. Sonra da cebinden çıkardığı çakmakla tek başına tam pastanın ortasında duran mumu büyük bir özenle yaktı . Ben bu anı zihnime kaydetmek istercesine her bir hareketini izlerken o yüzünden hiç silinmeyene tebessümüyle yüzünü bana döndü. "Hadi doğum günü kızı dileğini tut ve mumu üfle. " Bakışlarım bir yanan mum bir de yeşil gözlerinde daha önce şahit olmadığım parıltılarla bakan adamda gezdi. Ayaklarım yerinde çakılı kalmıştı. O mumu üflemek isteyen yanımla , buna asla ve katta layık olmadığına inanan yanım büyük bir savaşın eşiğindeydi. "Kötü anıları bu gece ardımızda bırakalım Lavin. Bu gün yeni hayatının ilk günü. O mumu üfle ve canını yakan her neyse sönen mumun dumanıyla yok olup gitsin hayatından." Sözleri yıllardır kabuk bağlamış lakin en ufak darbede ince ince sızlayan yaralarıma dokundu. Başımı usulca sallayıp muma doğru eğildim. Gözlerim ağırca kapanırken zihnimden tek cümle geçti. "Yaşadığım bu an lütfen rüya olmasın.." Dileğimi dileyip mumu üflediğim anda gözümden bir damla yaş yanaklarımdan süzülüp pastanın üzerine damladı. İçimde doğduğu güne lanet eden o kız büktüğü boynunu kaldırdı. Nazlı bir edayla ayağa kalkıp kocaman gülümsedi yaş alıp artık olgunlaşmış olan Lavin'e. Ben o gece o kış bahçesinde 12 yaşında bir başına kaldığı evde yaptığı ilk kekle doğum gününü kutlayan kızı azat ettim. Ben o gece bir adamın kokusuna sinip doya doya ağladım. Bir kez olsun içimden geldiği gibi davranıp hızla Sadun Bey'e sarılıp başımı göğsüne yasladığımda onun elleri yerini bilirmiş gibi kalın belimi buldu. Belli belirsiz burnunun saçlarımın arasında dolaştığını hissederken ağlamaktan çatallaşan sesimden sadece tek kelime döküldü. "Teşekkür ederim Sadun Bey.." Kaç dakika onunla sarılı halde kaldım bilemesem de olduğum durumdan hiç şikayetçi değildim. Bir süre sonra saçlarıma vuran nefesler arasında işittim sesini. "Daha iyi misin?" Yavaşça sıcaklığından uzaklaşırken bakışlarım direk yüzünü buldu. Gülümseyerek başımı sallarken o uzanıp parmak uçlarını göz altlarıma değdirdi. Akmaya meyilli yaşlarım parmaklarına bulaşırken tekrar yumruk yapıp damlaları avuç içlerine sakladı. Diğer elini de cebine koyup bir kutu çıkardı. Bana uzattığı vakit şaşkınca baktım yüzüne. Zaten hediyelerin en büyüğünü vermişti. Bir de ayrıca hediye alacağını düşünmemiştim hiç. "Sadun Bey zaten pasta alarak bana en güzel sürprizi yapmışsınız. Hediyeye gerek bile yoktu. Yine de çok teşekkür ederim.." "Doğum günleri hediyesiz olmaz. Hadi aç bakalım beğenecek misin?" Heyecandan kalbim duracak bir vaziyette elinde duran pakete uzandım . Safir mavisi kadife kutuyu açarken ürkek bakışlarım arada Sadun Bey'e değiyordu. Kapağını açtığım vakit gördüğüm tokayla nefeslerim hızlandı. Gümüş renkli bir tarağın üzerine yerleştirilmiş yeşil yaprakların üzerinde sıralanmış minik mavi çiçekler öylesine güzel görünüyordu ki. Sanırım daha önce böylesine eşsiz bir hediye almamıştım. Parmak uçlarım mavi çiçeklere dokunurken bana hissettirdiği hisler çok başkaydı. Kendimi değerli biri gibi hissediyordum. "Beğendin mi?" Sadun Beyin çekinerek sorduğu soruyla başım hızla kalktı. Ve göz göze geldik. Bakışlarında korku mu vardı yoksa fazla mutluluktan hayal mi kuruyordum emin değildim. "Daha önce böylesine güzel bir şeye rast gelmediğime eminim. Çok teşekkür ederim. Beğenmek hissettiğim hisler yanında çok ufak kalır." "Sevindim. Peki saçlarına ben takabilir miyim?" Sorduğu soruyla ilk baş afalladım. Parmaklarının saçlarımda gezeceği düşüncesi bile sanki durmaksızın akan bir derede boğulmakla eş değerdi. Bedenim benden önce cevap vererek hafifçe Sadun Bey'e doğru adımladı. Elimde duran kutuyu ona uzatırken tüm bedenim titriyor , bir ateş dalgası benliğimi esir alıyordu. At kuyruğu saçlarımdan usulca çekilen toka sonrası özgürlüğe kavuşan saçlarım nazlı nazlı savruldu. İri eller önce nazikçe saç tellerimin arasında gezdi. Sonra da soğuk metal onun sıcaklığına eşlik etti. Bir an saçlarımda titreme hissettim. Bedenim miydi bu titremeye sebep yoksa Sadun Bey'in hala saçlarımda dolaşan parmakları mıydı bilmiyordum. Sağ tarafıma takılan tokayı son kez düzeltip benden bir adım uzaklaştı. Yeşil hareleri yüzümü turlarken büyüyen göz bebeklerine bakamadım. Utanç dalgasıyla yanan yanaklarım yüzünden tek yapabildiğim etrafı izlemekti. Aramızda az bir mesafe vardı. Bir anda ortamda tuhaf bir hava hakim olurken bu anı onun çalan telefonu bozdu. Eline aldığı telefonda ki çağrıyı cevaplamak üzere dışarı çıkarken ben ne zamandır tuttuğumu fark etmediğim soluğunu dışarı bıraktım. Sabırsızca Sadun Bey'in geri dönmesini beklerken arada bakışlarım pastama değiyor ve kalbimden başlayıp her bir azama yayılan bir titreme sarıyordu beni. Bu hisler benim için yabancıydı ama nedense hiç rahatsız hissetmiyordum. Etrafıma bakınarak tükettiğim dakikalara saatler eşlik etti. Lakin o gece giden Sadun Bey bir daha gelmedi. Bir başıma kaldığım o kış bahçesinde kaç saat bekledim bilmiyorum. Gün doğarken masa üzerinde duran pastayı ve kahve tepsisini alıp ayrıldım oradan. Yine de gelmeyişiyle gönül koymadım. Bana yaptığı sürpriz yüreğimde öyle bir yere işlemişti ki uzunca bir süre bana yaptığı hoyrat davranışlarını görmezden gelecektim. Ta ki gücüm tükenip yıkılana kadar....
|
0% |