@anita_86h
|
Keyifli okumalar dilerim;) ***************************************************
Lavin’den… Kendimden, olduğum kişiden nefret ediyordum. Onun tek bir bakışıyla ona karşı olan kalkanlarımı indirmekten, bana dokunduğu anda kalbimin hızlanmasından nefret ediyordum. Bebeğimin durumunu öğrenmek için uzandığım bu sedyede sakinleşmek için bile onun teninin sıcaklığına muhtaç olmaktan nefret ediyordum. "Baba adayımız siz misiniz?" Yeşil harelerinde ne cevap vereceğini bilemeyen o ürkek hali içimi acıttı. Hem yanımda olmak istiyor, hem de buna hakkı olmadığını düşünüyordu. Ben bencil bir kadın değildim. Her geldiğimde onunda yanımda olmasını hayal eden o taraf zaten bayrağı çoktan teslim almıştı. Onun cevap vermesini beklemeden hemen atıldım. "Evet bebeğimin babası ..." Doktor hanım yüzünde kocaman gülümseme ile eliyle geçmesi için Sadun'a işaret yaptığında bakışlarımız kesişti onunla. Yüzünde daha önce hiç şahit olmadığım bir ifade vardı. Mutluluk, heyecan, korku hepsi iç içe girmişti sanki. Elimi uzatıp yanıma gelmesini istediğimi belli ettiğimde titrek bir nefes alıp hızla yanıma adımladı. Doktor hanım yanımıza gelip karnıma soğuk jeli döktüğünde heyecandan kalbim duracaktı. “Miniğimiz gayet sağlıklı. Sanırım annemiz biraz üzülmüş. Bu da ufak çaplı bir kanamaya neden olmuş. Yine de her ihtimale karşı düşük engelleyici ilaç yazacağım..” Sessizce bebeğimizi izliyordum. En son bir ay önce Alpay Beyle hastaneye gitmiş, bambaşka bir kimlikle muayene olmuştum. Bebeğimin cinsiyetini ise o gün öğrenmiştik. Hastaneden kaçmak için fırsat arasam da yanımda gezen korumalar yüzünden bu pek mümkün olmamıştı. Şimdi ise tam bir ay sonra Sadun ile bebeğimizi izliyor, sağlığı hakkında bilgi almaya çalışıyorduk. Bir kaç gün önce o evden asla kurtulamayacağımı düşünürken, şimdi onunlaydım. Gerçekten de her şey bitmiş miydi? Ben o adamdan sonsuza kadar kurtulmuş muydum yani. Bakışlarım monitörde pür dikkat doktoru dinlerken Sadun'un elimin üzerini okşamasıyla ona döndüm. Yavaşça bana yaklaşıp alnıma derin bir öpücük kondururken onun tüm şefkatini iliklerime kadar hissediyordum. "Merak etmeyin bundan sonra onun tüm ihtiyaçlarıyla bizzat alakadar olacağım. Bir daha yalnız başına bu kadar yükü yüklenmesine izin vermeyeceğim. Peki tam olarak kaç haftalık bebeğimiz?” Sadun’un heyecanlı bir ses tonuyla sorduğu soruyla girdiğim düşünce girdabından çıkmış buruk bakışlarım onu bulmuştu. “25 haftalık ve 750 gram tam tamına. Kilosu gayet iyi. Kalp atışları da sağlıklı.” “Peki duyabilir miyiz?” “Elbette…” Doktorun sözlerinden sonra odada yankılanan sesle gözümden bir damla yaş akıp yanaklarımdan süzüldü. Sadun nutku tutulmuşçasına ekrana bakarken aniden elimi bıraktı. Cebinde duran telefonu çıkartıp bebeğimizin duyduğu ilk kalp atışını videoya almaya başladı. Bu içinde yaşadığı mutluluktan neredeyse ağlamak üzere olan haline ben daha fazla dayanamadım. Gözyaşlarım ardı sıra akarken onun titreyen sesini duydum.. "Kızım..." “Bu bu bir mucize gibi Lavin…” “Minik bir mucize.. Bakışlarımı yüzünde gezdirdim aheste bir tavırla. Belleğimin her bir noktasına bu heyecanlı ve şaşkın halini kaydetmek istiyordum. Dudaklarım onun heyecanlı sesiyle istemsizce kıvrılırken ellerimi tutan elini sıktım ondan güç almak istercesine. Onun yanımda ki varlığı her ne kadar kabul etmek istemesem de şuan bana iyi gelen tek şeydi. Son kelimesini boğukça çıkarken hızla kolayla gözlerini silip telefonu kapattı. Yanıma gelip alnıma, ağlayan gözlerine, yanaklarıma sayısız öpücük bıraktı. Dudaklarının değdiği her noktada mırıltısını işitiyordum. "Teşekkür ederim Lavin. Bana bu anı yaşattığın için binlerce kez şükrediyorum.."
Sesim hissettiğim yoğun duygularla çatladı. Doktor konuşmamla muayeneyi bitirip yanımızdan ayrılırken Sadun doktorun verdiği ultrason resmine bakıyordu dalgınca. Yerimden kalkmak için hafifçe doğrulduğumda resmi cebine saklayıp sedye yanında ki masadan peçete aldı. Sıvı bulaşan karnımı nazikçe silip dudaklarını çekingen hareketlerle karnıma bastırdı. “Buradayım babacım. Seni ve anneni bir daha asla yalnız bırakmayacağım..” Verdiği sözlere tepkisiz kaldım. Cevabını merak ettiğim bir çok soru vardı zihnimde ve bana açıklama dahi yapmayan Sadun’a karşı istemsizce bir güvensizlik hissediyordum. Yerimden doğrulup yataktan kalktım. Birlikte odadan çıkarken iki yabancı gibiydik. Benim elim karnımda kızımdan güç alırken, o ise avuçları içinde duran bebeğimizin ilk resmiyle atıyordu adımlarını. Hastaneden çıktığımız vakit yüzüme çarpan ılık rüzgarla duraksadım. Mevsimlerden bahardaydık sanırım. Gözlerimi kapatıp derince soluklandım. Artık özgürdüm. Bunu idrak ettiğimde usulca açıldı göz kapaklarım. Başım gökyüzüne doğru çevrildi. Beyaz bulutları içine hapsetmiş mavi gökyüzü öylesine güzeldi ki. Bir gün bu mavilikleri izlemeye bile hasret kalacağımı söyleseler gülüp geçerdim belki de onlara. Lakin o evde yaşadığım cehennemden farksız günler bana hiç bir şeye geç kalmamayı acı bir şekilde öğretmişti ne yazık ki.. Karnımın üzerinde konan sıcak avuç içleriyle maviliklerde gezen bakışlarım sağ tarafıma kaydı. Sadun buruk bir tebessümle beni izliyordu. Gülümsemesine karşılık vermek, kokusunu duyumsadığım sıcak bedenine sarılıp günlerin özlemini dindirmek istedim fakat beni engelleyen öyle keskin bir neden varken tek yapabildiğim onun güzel yeşillerinden bakışlarımı çekip hastanenin bahçesine doğru adımlamak oldu. Karnımın el verdiğince hızlı adımlarla ilerlerken onun bana eşlik eden adım seslerini işitiyordum. Temiz havayı soluyup hastanenin çıkışına doğru ilerledim. Sadun ses çıkarmadan arkamdan gelirken daha fazla konuşmayı ertelemeyeceğimi fark ettim. Ağırca bedenimi döndürüp sakince yüzüne baktım. Yeşil harelerinde ki parlaklık solmuştu. Zayıflamış ve bitkin görünüyordu. Ne yaşarsam yaşayayım ona kıyamayan bir yanım vardı. “Evine git..” Zorlukla dudaklarımdan çıkan kelimelerle kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. İki büyük adımda yanıma ilerleyip iri avuç içlerine soğuk ellerimi hapsetti. “Benim evim sensin. Sensiz nefes aldığım her dört duvar, bir mezardan farksız benim için...” Kalbim acıyordu. Onun tedirgin yeşil harelerine baktıkça katıla katıla ağlama hissiyle dolup taşıyordum. Manevi olarak bitik haldeydim. O eve ayak bastığım anda göreceğim görüntüden ölesiye korkuyordum. Yürek acısıyla dolan gözlerimi ondan çekip ellerimi sıcaklığından kurtardım. Bakışlarım yerdeydi. Şimdi söyleyeceklerimi gözlerinin içine bakarak konuşmamın imkanı yoktu.. “O evde benim yerim yok. Lütfen eşinin yanına geri dön.” Çenemin ucuna dokunan titreyen parmak uçlarıyla zorlukla da olsa başım yukarıya kalktı. Benim dolan gözlerime eşlik etmek istercesine yaşlarla bezenmiş yeşiller ile kalbim acıdan kasıldı. Onun canı yandıkça sanki ben nefessiz kalıyordum. “Benim nefes alma sebebimde, bu hayatta eşim sıfatını vermek istediğim tek kadın sensin. Lavin sana ulaşmak için yaptığım bir oyundu o nikah.” “Nasıl yani?” “Her şey sahteydi. Biliyorum şuan oradan bakınca anlatacaklarım saçma gelecek ama yemin ederim söylediklerimin her bir kelimesi doğru. Cemal bey senin yerini bir şekilde öğrenmiş. Söylemek için tek şartı o kızla evlenmemdi. Bu yüzden Seyit yardım etti. Böyle bir oyun oynadık.” Duyduklarıma inanamıyordum. Sadun evlendi diye paramparça olan kalbimde yine binlerce kuş kanat çırpıyordu. Bu sefer çekinmeden, onun sevgisinin sadece bana ait olduğunu bilmenin hissiyle kollarımı boynuna doladım. Parmak uçlarımda yükselip yüzünün her bir noktasına öpücüklerimle istila ettim. Sadun’un kahkaha sesi bahçede yankılanırken belimde gezen eller artık güvensiz hissettirmiyordu beni. “Bu hayatta bir seni sevdim ben. Senden başka bir kadın bana haram Efulim.. “ Kısık sesiyle sarf ettiği sözler sonrası yavaşça ayaklarım yere bastı . Ellerim yüzünün iki yanında yerini aldı. Dolu bir nefesi içime hapsedip aylar sonra korkusuzca fısıldadım onu sevdiğimi.. “Seni Seviyorum sevgilim…” Son cümlem ile dudaklarımdan hissettiğim baskıyla ağırca kapandı göz kapaklarım. İşte şimdi yaşadığımı hissediyordum. Biz zaman ve mekan kavramını tüketmiş halde birbirimize kapılmışken ani fren sesiyle korkuyla birbirimizden uzaklaştık. Bakışlarımız cadde üzerindeki arabadan telaşla çıkan Seyit abiye kaydığında yorgunca başımı Sadun’un göğsüne yasladım. Kolları belime sarılıp bedenimi sarmalayan sevdiğimle biraz olsun rahatlarken Seyit abi nefes nefese yanımıza geldi. “Uyanmış Sadun. Sonunda kendine gelmiş..” “Gerçekten mi?” “Evet normal odaya alıyorlarmış şimdi.” “”Şükür Allah'ım. Hemen gidelim abi..” Sadun atik adımlarla bedenimi sürüklerken bende ne yapacağımı bilmez halde onu takip ettim. Arabasının arka koltuğuna bindiğimde Sadun’da sağıma oturup başımı göğsüne doğru çekti. Kimin yoğun bakımdan çıktığını deli gibi merak ediyordum. Bu yüzden biraz tedirginlik biraz merakla beni yiyip bitiren soruyu sordum. “Yoğun bakımda yatan kimdi Sadun?” Sorduğum soruyla ilk başta Sadun’un bedeni kaskatı kaldı. İçine çektiği gürültülü soluklarla göğsü inip kalkarken benden destek almak ister gibi başparmağıyla omzumu okşadı. Saçlarımın arasına derin bir öpücük kondurduktan sonra kendini hazır hissetmiş olacak ki yavaşça aralandı dudakları. “Eve yapılan baskın sonrası anneannem olay yerinde ölmüş. Serdar ise ağır yaralıydı. O günden beri de yoğum bakımda gözlerini açmasını bekliyorduk sabırla..” Sonlara doğru sesinin titremesiyle daha sıkı sarıldım ona. Serdar, Sadun’a ne kadar acı çektirmiş olsa da o kardeşiydi. Aynı kandan, aynı candan var olmuşlardı. Öte yandan Feride hanımın ölümü beni derinden sarsmıştı. O bana Rize'de bir anne edasıyla yaklaşan, bir çalışandan ziyade evin kızı gibi davranan kişiydi. Onun gibi birinin erken gidişini kabul etmek çok zordu. “Başın sağ olsun..” “Teşekkür ederim..” O gün olanlar dün gibi aklımdaydı. Serdar’ın bitik hali, Feride hanımın bana mahcup bakan gözlerini bir türlü unutamıyordum. Sessizce akıp giden yolu izlerken içimi kemiren soruyu sorarak biraz olsun rahatlamak istedim. “Serdar’ın yüzünü gördün mü?” Bir süre ses gelmedi . Sessizce başım Sadun'un göğsünde akıp giden yolu izlerken dizlerimin üzerinde duran elimin üstüne konan sıcak avuç içleriyle başımı göğsünden kaldırıp yüzümü sağ tarafıma döndürdüm. Sadun yüzüme bakmayıp, gözlerini kapatarak başını omzuma yasladı. İçine çektiği titrek nefeslere sıcak göz yaşları eklendi. Minik damlalar boynumda ıslaklık bırakırken belli belirsizce dudaklarımı saçlarına bastırdım. Özlediğim kokusunu içime çekerken onun titreyen acıdan kısılmış sesini işittim. “Serdar ilk doğduğunda pamuk tenini gördüğümde kalbim yerinden çıkacak gibi olmuştu. Annem yorgun kahveleriyle bana bakıp artık o senin bir parçan , bir abi olarak onu herkesten korumalısın dediğinde yaşım ufak olduğun için neden öyle söylediğini anlayamamıştım. “ Derince soluklanıp başını daha da boynuma göndü. Acı çekiyordu farkındaydım. Serdar babası istediği için abisinin üzerine basıp geçmiş olsa da Sadun hiç bir zaman kardeşinden vazgeçmemişti. “Artık annemin ne demek istediğini anlıyorum Lavin. Babam hırsı uğruna iki kardeşi birbirine düşürmekle kalmamış, Serdar’ı yaşayan bir ölüye çevirmiş. O hastane odasında yüzü yanmış halde onu gördüğümde kalbim öyle bir acıyla kasıldı ki, bağıra çağıra ağlamak istedim. O ne yaparsa yapsın benim küçük kardeşim olarak kalacak. Ve ben onun canını yakan herkesin eceli olmaya yeminliyim..” Öfkesi sesine yansırken son kez dudaklarımı saçları arasına bastırdım. Başımı, boynumda yaslı duran başının üzerine bırakıp ağırca gözlerimi yumdum. Ona nasıl bir cevap vermem gerek bilmiyordum. Serdar benim için nasıl bir noktada duruyordu açıklayamıyordum. Tek bildiğim kalbinin kötü olmadığıydı. Belki de herkes ikinci bir şansı hak ederdi. Serdar ile Sadun’un hatırı için konuşup , iyi geçinmek için çabalayabilirdim. Hem o lanet evde babasının tüm tehditlerine rağmen beni koruyan tek kişi oydu. O benim için nasıl çabaladıysa , bende o ve Sadun için içimde kalan öfkeyi unutabilirdim. Çünkü artık hayatımda geçmişimin karabasanlarını misafir etmek istemiyordum. Mutlu olmak ve mutlu etmek istiyordum….. Bilincim yavaşça uykunun kollarına çekilirken kendime verdiğim sözdü zihnimden geçenler…
Başımda güneşin yakıcı hissiyatı, burnumda kokusunu bile bilmediğim çiçeklerin tatlı rayihası önümde uçsuz bucaksız gibi görünen yeşilliğin içinde yürüyordum. Nereye, kime gidiyordum bilemesem de içimdeki bu huzur veren hissin beni mutlu ettiği aşikardı. Kuşların şen sesleri arasında kulaklarım başka bir sesi daha seçti. Bir çocuğun mutluluk içinde attığı şen kahkahalar , durmaksızın öten kuşların sesine eşlik ediyordu. Bir tur etrafımda dönerek bu sesin kimden geldiğini bulmaya çalıştım. Sonra solumda kalan uzak bir noktada iki siluet seçtim. İçimde yükselen merak hissiyle yönümü o tarafa çevirip adımlamaya başladım. Sesler benim adım atışımla çoğalırken, uzaktan gördüğüm silütte netleşmeye başlamıştı. Bir kaç adım sonra gördüğüm görüntü benim şok içinde yerimde duraksamama neden olmuştu. Sadun baştan aşağı beyazlar içinde, minik bir kız çocuğu ile yüzünde yalnızken olduğumuz anlarda bile görmediğim bir gülümsemeyle oyun oynuyordu. Minik kız beyaz elbisesi içinde saçlarını savurarak Sadun'dan kaçarken onları yüreğimde bana yarenlik eden sızıyla izledim. Kalbimde adını koyamadığım bir sızı vardı. Onlar birbirlerine kapılmış oynarken , küçük kız yönünü bir anda bana döndü. Ve babasıyla aynı renk gözleri, kumral saçlarıyla benim kızım olduğuna inandığım melek yüzlü güzellik hızla kollarını iki yana açarak bana koşmaya başladı. Bense yere çökerek onun boyuna indim. Kollarımı içimden taşan mutluluk hissiyle açıp onu bekledim. Küçük kız bana koştu koştu fakat tam yaklaşmasına bir adım kalmıştı ki, bir anda bir fırtına çıktı. Yüzüme sert bir yel esti ve korku ile gözlerimi kapadım. Ellerim yüzümde fırtınanın dinmesini ne kadar bekledim bilmiyorum. Fakat hava durgunlaştığında ağırca gözlerimi açtığımda gördüğüm görüntü beni korkudan öldürmek üzereydi. Demin Sadun ve kızımın oyun oynadığı yeşil alan kurak bir çöle dönmüştü ve ikisinden de bir iz yoktu. Hızla ayağa kalkıp bir tur etrafımda döndüm. Kimse yoktu sadece büyük bir yıkım vardı. Sonra bir kahkaha sesi duydum. İrrite edici bu ses öyle tanıdıktı ki. Omzumda birinin elini hissettim ve arkamı döndüğümde Alpay Bey yüzünde kocaman bir gülümseme ile bana bakıyordu. "Ben kazandım Lavin. Sense hak ettiğin gibi tek başınasın artık.." İçimde gittikçe büyüyen korku ile feryat edercesine bağırıp geriye doğru bir adım attım. Ondan uzaklaşmak istiyordum. Lakin etrafımı saran beyaz toz bulutu buna engel oluyordu. Dudaklarımdan sesli bir hıçkırık dökülürken istemsizce ellerini yüzüme kapattım. Sıçrayarak uyandığımda Sadun’da benimle bir yerinden doğruldu. İlk birkaç saniye boş gözlerle yüzüme bakarken bakışlarımda ne gördüyse korku ile sarıldı bana. Onun sıcaklığı, ferah kokusu beni rahatlatırken aldığım hızlı soluklar yavaşladı ve ben biraz olsun sakinleştim. “İyi misin?” “Evet. Sadece kötü bir kabustu..” Sesim bana bile yabancı olsa da Sadun halimden anlar gibi daha da sarıp sarmaladı. Başım omzunda , bakışlarım ise dışarıdaydı. Hastane bahçesine gelmiştik çoktan. Şuan için o kabusu unutmak en iyisiydi. Artık güvendeydim ve Alpay denen ruh hastası artık bana ulaşamayacağı bir yerdeydi.. Ondan uzaklaşıp minik bir tebessüm ederek arabadan inmek için hareketlendim. Sadun kısa bir an duraksasa da beni taklit ederek hızla arabanın kapısını açtı. İlk önce o indi ardından ben. Arabanın etrafında dolaşıp onun yanına geldikten sonra parmaklarıma dolanan sıcaklık ile yüzüm onun tarafına döndü. Dudaklarında mutlu olduğunu belli eden bir tebessüm vardı. Tek bir bakışı bile kalbimi hızlandırırken, gözlerinin içine kadar ulaşan o gülümsemesi ise beni nefessiz bırakacak kadar heyecanlandırıyordu. Ona olan özlememim çok fazlaydı. Yanaklarında beliren o iki çukuru öpme isteği ile yanıp kavrulurken kendime daha fazla engel olamadım. Parmak uçlarımda yükselip dudaklarımı gamzelerinin olduğunu noktaya bastırdım. Kokusunu içime çekerek öperken, tenine değen tenim bambaşka bir alev ağıyla sarmalanmıştı birdenbire. Belime dolanan kol, beni kendine daha çok çeken bedenle aldığım nefesler tekledi. Ayaklarım ağırca yere bastığında dudaklarımdan teninden ayrılmış ben nefessiz kalan ciğerlerime aldığım hızlı soluklar ile rahatlatma peşindeydim. “Sadun..” O ve ben kendimize ait bir dünyada kaybolmuşken tanımadığım bir ses yankılandı hastane bahçesinde. Sadun'dan uzaklaşıp sesin geldiği yöne döndürdüm tüm bedenimi. İlk defa gördüğüm benimle yaşıt bir bayan dolu gözlerle izliyordu bizi. Nedense bir an rahatsız oldum ve istemsizce Sadun ile aramıza mesafe koydum. Karnımı kollarımla sarmalarken kadının bakışları şişkin karnım ve benim yüzüm arasında mekik dokuyordu. “Ela senin ne işin var burada?” Duyduğum isimle yerimde bir an kasıldığımı hissettim. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Alpay beyin bana izlettiği videodaki kadın demek buydu. Sadun kaskatı olan bedenimi fark etmiş gibi kolunu belime dolayıp beni kendi göğsüne doğru çekti. Sıcaklığı kısa bir an beni rahatlatsa da bu durum kadın üzerimize doğru adımlayana kadar sürmüştü. “Kocam iki gündür evine uğramayınca , merak etmiş olamaz mıyım?” Duyduklarımı hazmetmek çok zordu. Demin Sadun nikah sahte derken doğru söylemiyor muydu yani? Düşüncelerim karmakarışık zihnim allak bullak bir haldeydi. Doğru bildiğim her şey birbirine girmiş gibiydi. “Ben senin kocan filan değilim. Sen ve baban olacak herif yeteri kadar canımı sıktınız. Rica ediyorum artık bizi rahat bırakın..” Kadın duyduklarından sonra öfkeli bir tebessümle üzerimize doğru adımladı. Bakışları bana değdiğinde bir çöpe bakar gibi yüzünü buruşturdu. Bu ifade canımı yaksa da dudaklarımın arasından tek kelime çıkmayacak gibiydi. “Yazık oldu. Aslında Gürcü için iyi bir veliaht olabilirdin. Ne yazık ki onu karşına almayı tercih etmişsin. O zaman bu seninle son konuşmamız Sadun Karayel. Bundan sonra olacaklardan sen sorumlusun..” Sadun’un bedeni kadının ağzından çıkan her cümle ile daha da kasılırken tam ağzını açmak üzereydi ki gür bir ses aramıza bomba gibi düştü. “Ela…”
Ela denen kadın korkuyla bize doğru adımlayan adama bakarken bende gayri ihtiyarı bir merakla onun baktığı yöne döndüm yüzümü. Gördüğüm suret Sadun'a o kadar çok benziyordu ki Beren hanımın bahsettiği Gürcü denilen adamın o olduğuna tek bir bakışla bile emin olmuştum. Uzun boylu, koyu kumral saçlarının arasına yerleşen aklara rağmen karizmasından zerre kaybetmemiş adama bakarken tek düşündüğüm şey onun sevdiğim adamın babası oluşuydu. Keskin yeşilleri önce Ela üzerinde gezdi meraklı bir edayla. Daha sonrada bedenini bize döndürüp Sadun ile benim aramda gezdi bakışları. Benimle göz göze geldiği anda irkilerek bir adım geri gitti. Nefes alışverişleri hızlanırken üstü üstte yutkundu. Tedirgin bir tavırla havaya kalkan kolu bana uzanmak ister gibi biri süre boşlukta sallandı. Parmak uçları dahi titriyorken akmaya meyilli yaşlarla dolu gözleriyle ürkek bir attı bana doğru. "Beren..." Fısıltısını işittiğim anda boğazıma sert bir yumru oturdu. Yutkunmaya çalıştıkça nefesim kesilir gibi oldu. Yine aynı şeyleri yaşamaktan korkuyordum. Bir an bile tereddüt etmeden Sadun'un arkasına saklanıp başımı onun sırtına gömdüm. Göz yaşlarım ardı sıra akarken onun öfkeden gerilen bedeniyle daha da sindim olduğum yere.. "O annem değil. Kendinize gelin Cemal bey.." Sadun'un bir buz kadar keskin ve soğuk sesi bahçede yankılandığı vakit her şey sustu sanki. Alpay Karayel'in yıllardır olmasını istediği hadise tamda bu an gerçekleşiyordu işte. Baba ve oğul olduğunu bilmeyen iki yaralı yürek aynı acıyla karşı karşıya birbirlerine öfkeyle bakıyorlardı. Ben ise bu sır ile nasıl başa çıkacağımı bile bilmiyordum. Ateşten bir köprü üzerinde adımlıyorduk hepimiz. Ya ateşe düşüp yanıp kül olacak, yada geçmişimizle yüzleşip birbirimize sarılarak ileriye doğru adımlayıp bu cendereden kurtulacaktık....
|
0% |