Yeni Üyelik
9.
Bölüm

-Hayatın Yorduğu Bir Garip Savaşçı...-

@anita_86h

kalktım.

"Seher Hanım bana bir beş dakika müsaade eder misiniz?"

"Olur zaten daha kahvaltı saati devam ediyor."

Kısa bir baş sallamasıyla onu onaylayıp kendimi hızla bahçeye attım. Titreyen ellerimde duran telefon yüzünden ne yapacağımı bilemedim en başta. Sonra korkunun ecele faydası olmayacağını bilerek gelen mesajları açtım. Son 1 saat içinde 10'dan fazla mesaj vardı ve hepsi aynı numaradandı. Varlığını unutturmamaya yeminli sevgili abimdendi.

"Merhaba güzel kardeşim. Abini özlediğini varsayarak sana güzel bir haber vermek istiyorum."

"Seni buldum ve emin ol bu sefer sana karşı önceki kadar nazik olmayacağım."

"Naziklik ve abim" diye mırıldanarak büyükçe bir iç çektim. İkisi ne kadar birbirine uzak iki kelimeydi. İçimde gitgide büyüyen sıkıntıya rağmen gelen mesajları okumaya devam ettim.

"Bu arada bizden sakındığın restoran açmak için biriktirdiğin paranın hepsini hazırla. "

Okuduğum her bir kelimede sinirden ellerim titriyor, telefonu sıkmaktan ise parmak boğumlarım bembeyaz oluyordu. Sanki yıllardır sırtımdan geçinmemiş gibi, sanki hem okuyup hem çalışan ben değilmişim gibi hala para istiyordu. 15 yaşından beri kazandığım her bir kuruşu onun eline sayıp, üniversite sınavına girerek istediğim bölümü tutturduğumda koca bir yaz çalışarak ondan saklayarak kıyıda köşede zorlukla biriktirdiğim parayı istiyordu. Hoş zaten oda iş bulma serüvenimde yitip gitmişti. Bir bilse o paranın bittiğini kim bilir nasıl hayatımı tümüyle zindan ederdi.

"Nereye kadar kaçabilirsin ki Lavin. Ben seni gittiğin her yerde bulurum."

Doğru bulurdu. Hatta bulmuştu da. Üniversitenin ilk yılında okuldan arta kalan zamanlarda çalıştığım restoranları birer birer basmış, utanmadan herkesin içinde beni tartaklamış elimde avucumda ne kadar para varsa almıştı. Bir de yetmemiş beni zorlukla bulduğum işimden etmişti.

"Sakın en vukuatını unuttum sanma onunda hesabı kesilecek emin ol..."

Birde bu vardı . Burası için iş başvurusunda bulunmadan 3 ay önce yine çalıştığım yeri bulmuş ve para için şiddet uygulamıştı. Abimi üzerimden zorla çeken polisler onu nezarethaneye atmışlardı. Artık yaptıkları canıma tak etmesi sebebiyle şikayetçi olmuş, son çalıştığım dükkana verdiği büyük zarar sebebiyle eski patronumun bana katılması ile en azından bir kaç ay onun kıskacından kurtulabilmiştim.

"Telefonlarımız açılmıyor mesajlara dönülmüyor. Elin zengin bebesinin evinde çalışıyorsun diye bir güven gelmiş sana."

Parmaklarım hızla ekranda kayarken, ardı arkasına atılan diğer mesajları da hızla okudum. İçime çektiğim titrek nefeslerle en son mesaj atılan saatine baktım. 15 dakika önceydi. Okuduğu mesajla ayaklarımdaki derman kesilirken, zorlukla takati kalmayan bedenimi sağımdaki sandalyenin üzerine bıraktım.

" Bunu sen istedin. Tek bir mesajıma cevap versen, bugün olacak rezalet yaşanmazdı. Yaşar geliyor özlemişsindir eski sözlünü. Ona ne kadar paran varsa ver. Birde biraz hasret kalmış sana gönlünü yapmayı unutma. Ben peşin aldım ederini."

Bir abi düşünün, kardeşini uç kuruş paraya başka bir adama peşkeş çeken. Yüreğim artık yaşadıklarımı kaldıramıyordu . Tüm kanım sanki damarlarımdan çekilmiş gibiydi. Telefon elimden kayıp masaya düşerken çıkardığı tok ses ise boş bahçede yankılanmıştı. Böyle bir aileye sahip olduğu için utanıyordum. Ne yaparsam yapayım, nereye kaçarsam kaçayım mutlaka bir şekilde yerimi bulup tüm düzenimi yerle bir ediyorlardı.

Ellerimi yüzüme kapatarak kesik kesik aldığı nefesimin bir süre düzene girmesini bekledim. Ama ne yaparsam yapayım mesajdaki yazılar asla gözlerimin önünden gitmiyordu. Hayatta hiçbir vasfı olmamış, tek geçim kaynağı 15 yaşındaki kardeşinin zorlukla çalışıp getirdiği üç kuruş olan, abi demeye utandığım adamın sözleri neden böylesine canımı yakıyordu. Annemle o cehennem vâri evde günden güne yitip giderken birbirimize öyle yabancı olmuştu ki. Bir zaman sonra annemin bana karşı olan tavrı ve bakışları bile değişmiş, hissizleşmişti. Sanki yaşadığı lanet hayatın tek suçlusu ben gibi davranmıştı. Benim günden güne tükendiğimi umursamadan bir toprakta o atmıştı üzerime.

Baba .... Tek hece olan ama benim için birçok anlam barındıran kelime. Dilimde yıllardır asılı duran kekremsi bir tat bırakan o sıfat, belki de bir tek o adamın üzerinde emanet gibi durmuştu yıllarca. Ve ne yazık ki şu hayattaki en büyük sınavım o lanet adamdı biliyordum. 25 yıllık hayatım boyunca bir kez olsun saçımı okşadığına, kızım diyerek sevdiğine dair tek bir anım yoktu. Onun için evdeki tek evlat abim olacak o alçak insan müsfettesiydi. Beni yıllarca onun insafına bırakmıştı. Artık ruhen de bedenen de yorulduğumu hissediyordum. Bazen bu olanları ne beynim ne de kalbim kabul etmiyordu. Nasıl bir insan kanından canından birini, para uğruna böyle iğrenç bir yola iterdi?

Koca bahçede aldığım nefesler hiç bir işe yaramadı. Keskin rüzgar yüzüme vururken boş bakışlarım artık sararan ağaçlarda , turuncu renge bürünen çimlerde gezdi. Güneşin aydınlattığı bahçede her şeyin ne kadar kusursuzdu. Yere dikilen çiçekler, aynı boyda bahçedeki ağaçlar belli bir mesafede ekilmiş gibiydi. Yerdeki çimler güneşin ışıkları ile tam bir sonbahar şöleni yaşatırken, kendimi garip bir hayalin içinde hapsolmuş hissettim. Lakin bu tutsaklık nedense beni zerre rahatsız hissettirmedi. Aksine hiç olmadığım kadar huzurla doldu içim. Sanki yıllardır bu eve ve Ona ait gibiydim. Zihnimden geçen düşüncelerle yüzümde bir gülümseme peyda olurken, gözlerimin önünde beliren kadın ile çıktığım hayal kulesinden aşağıya yuvarlandım. Kalbimi görünmez bir el sıkıştırırken, kurduğum hayale, kendimi konumlandırdığım sıfata kızdım. Hakkım olmayan yolda ilerlemekten bir an önce vazgeçmeliydim. Üstelik başımda böyle bir bela varken, bununla nasıl baş edeceğimi düşünmek yerine, bana yasak birini hayal ediyordum. Yetmiyor birde bahçenin çiçeğini böceğini izleyip yorum yapıyordum.

"Sen çoktan aşık olmuşsun Lavin."

"Abartma sende. Sadece dün akşam yaşadığımız yakınlaşmadan aklım karıştı. Hepsi bu.."

"Kesin öyledir."

İç sesimle kavgaya tutuşurken yaşadığım aydınlanmayla ellerim yüzüme kapandı. Sanırım artık yavaş yavaş aklımı kaçırıyordu. Oflayarak başımı yukarı kaldırdığımda masmavi gökyüzüyle karşılaştım. O gece o cehennemden kaçarken kendime öyle âfilli sözler vermiştim ki , şimdi her şeyi elime yüzüme bulaştırmış gibi hissediyordum. Tüm umutlarım kopan tesbih taneleri gibi dağılmış ve nereden toplamaya başlayacağımı artık bilemiyordum. Sözde bir daha onlara kendimi ezdirmeyecektim. Sürekli çalıştığım iş yerlerini bastıkları için, koruması olan bir evde çalışmamın benim için en iyi karar olduğuna inanmıştım. Peki şimdi neden bu kadar karamsardım? Ben sırf hayallerimi gerçeğe dönüştürmek için o evden bir gece gizlice kaçmış ve bir bilinmeze adım atmamış mıydım? Korkum her daim beni kamçılayan yegane şeydi. Şimdi hayallerimi gerçekleştirmeye bu kadar yakınken geri adım atamazdım. Pes etmek benim lügâtımda yoktu.

Hırsla ayağa kalktım. O itin geleceği varsa göreceği de vardı. Her kuşun etinin yenmeyeceğini ona ve sevgili abime göstermek farz olmuştu. Kimsenin artık beni incitmesine izin veremezdim. Bedenime yüklenen hırsın birleşimi olan enerjiyle arkamı dönüp mutfağa doğru adımladım. Mutfakta sadece İlkay vardı. Seher Hanım büyük ihtimal yine evin bir yerlerini teftişe çıkmış akşam olmadan bize yapılacaklar listesini hazırlar verirdi. Artık alışmıştım bu haline.

İlkay'ın yanına doğru ilerlediğinde dalgın bir şekilde tezgâha sırtını dayamış, telefon ekranına baktığını gördüm. Onu korkutmamak için ufak bir boğaz temizleme sesi çıkardığımda sıçrayarak telefonu arkasına sakladı. Bu hali bende şüphe uyandırırken korku ve tedirginlik barındıran gözlerle bakan kızın üzerinde gezindi bakışlarım aheste bir tavırla.

"Seni korkutmak istememiştim."

Bilmem gerekse sıkıntısını paylaşacağını biliyordum. Bu yüzden ifadem düz dursa da bakışlarıma içimden gelen sıcaklığı yansıttığımı umarak konuştum. Bu tavrımla İlkay demin ki tedirgin tavrını bırakıp kasılan omuzlarını aşağıya doğru indirip rahatladı.

"Sorun değil. Sadece telefona dalmışım."

Bu eve geleli 4 ay bitmişti. İlk zamanlar İlkay hep hastaydı. Bu yüzden pek yakınlık kuramamıştık. Fakat şu son bir aydır gayet iyiydik. Öyle ki birbirimize yaralarımı gösterecek kadar güveniyorduk. Ama nedense 2 gündür bir tuhaftı. Gözleri dalıp dalıp gidiyor , ona seslendiğim vakit irkilerek bakıyordu yüzüme. Onun için endişeleniyordum. Belki yardım edebileceği bir şey vardır diye düşündüm. Kendi içine kapanmasını istemiyordum Ona derdini anlatacağı omuz olmak isterdim. Bu yüzden ona doğru bir adım attım. Dudaklarımı İlkay ile konuşmak amacıyla araladığımda Seher Hanım'ın sesi mutfakta yankılandı.

"Lavin. Kapıda biri varmış içeri almamalarını söyledim. O yüzden giriş kapısında bekliyor seni. "

Seher Hanım çatık kaşlarla söylediği sözlerden sonra elim ayağım buz kesti. Sabah ki mesajlar gözlerimin önüne gelirken gelen kişinin kim olduğu hakkında elbette bir tahmini vardı . Derince sıkıntılı bir nefes çektim içime. Aylar sonra o adamla yüz yüze gelmek benim için ölümle eş değerdi.

"Hadi ne duruyorsun? Akşama yapılacak bir ton işimiz var. Simay Hanım ve Sadun Bey kahvaltısını çoktan bitirmiştir. Senin keyfini mi bekleyeceğiz bir an önce kimse gönder. Daha da buraya birileri gelmesin seni aramak için."

Seher Hanım iğneleyici sözlerine devam ederken, aklım tamamen kapıdaki adamdaydı. Deli gibi korkuyordum. Kendimi bunca zaman bir şekilde onlardan korumuştum. Ama ya alıştığım ve benimsediğim bu işten olursam? Peki ya... Düşüncelerimin gittiği yeri anladığımda hızla silkelendim ve gerçek dünyaya dönüş yaptım. Kapının önünde beni bekleyen bir düşman varken, Sadun Bey'in yeşil gözlerini işin içine karıştırmak akıl kârı değildi. Daha fazla Seher Hanım'ın konuşmasına dayanamayarak mutfaktan çıkarken, ellerim yaşadığı stresten su içinde kalmıştı.

Kapıdan çıkmak üzere iken etrafımı saran artık aşina olduğum kokuyla afallarken yanı başımda Sadun Bey'i görmek, yaşadığı stresten dolayı durmaksızın atan kalbime hiç iyi gelmemişti. Bakışlarım saniyelikte olsa Sadun Bey'in arkasında bana öfke ile bakan kadına kayarken tekrar gözlerim ait olduğu yeri bilirmiş gibi onun yeşillerine tutundu. Engel olmam , onun bir bakışıyla dağılmamam gerekiyordu fakat yapamıyordum. Gözlerimiz birbirleriyle kesiştiği anda, sanki etrafımda ki her şey siliniyor bir o , bir ben kalıyorduk koca dünyada.

Göz bebeklerime dikkatle bakan yeşillerin an be an dalgalanışı ile iç çekmemek için zor tuttum kendimi. Öyle ki Sadun Bey'in yeşilleri beni uçsuz bucaksız bir ormanın ortasında hissettiriyordu. Onun aramıza sızan kokusu ise ciğerlerime can suyu olup, temiz berrak bir havanın göğsümde dans etmesine neden oluyordu. Karşımda hala dalgınca duran adamın yüzümü bir kez turlayan bakışları, an be an çatılan kaşlarıyla her bir mimiği bana adeta bir görsel şölen sunarken kaç dakika onun simasına hayranca dalıp gittiğimi bile bilmiyordum. Sözsüz bakışmamızı Simay Hanım'ın öfkeli sesi bozarken ikimizde sanki transtan çıkmış gibi şaşkın bir halde yerimizde kalakalmıştık.

"Daha ne kadar kapıda dikileceksin sen. Zaten koca alanı kaplayan cüssen yüzünden burada sıkıştık kaldık. Çekil de geçelim."

Simay Hanım'a cevap vermeden bedenimi kenara kaydırdım. Sadun Bey elleri iki yanda yumruk olmuş bir halde derin nefesler çekti içine. Daha sonra onun arkasında dikilen kadın Sadun Bey'in yumruk olmuş eline uzandı. Avuç içlerine hapsettiği iri eli açıp parmaklarını içinden geçirdi. Ben her hareketlerini zihnime kazıdım. Yasak bir elmaya uzanan Havva gibi utançla kaçırdım gözlerimi. Onlar bir rüzgar misali önümden geçip giderken boğazımda yumruyla geçmişten gelen düşmanımın karşısına çıkmak için adımladım.

Yüreğime ağırlık yapan hislerle onların ardından evden çıktım. Güvenlik kulübesinin oradaki girişe doğru ilerlerken ayaklarım resmen geri geri gidiyordu. Kapıya vardığımda bu hayatta belki de görmekten tiksindiğim tek kişi olan adamı görünce ellerim karıncalanmış nefes alışverişlerim sıklaşmıştı. Beni gördükleri anda kapıyı açan görevliler tekrar eski yerlerine geçerken, ikimiz karşı karşıya kaldık. Ben nefret dolu bakışlarla olduğum yerde dururken karşımdaki adam beklemediğim bir hamlede bulundu. İri bedeniyle Yaşar beni sarıp sarmaladığında kollarından kurtulmak için çabalamak istedim. Ama sanki tüm vücudum bir taş misali kaskatı kalmıştı. Yaşadığım şok sebebiyle kollarım iki yanda öylece dururken, aniden duyulan korna sesiyle adeta yerimden sıçradım.

Bir an düştüğüm kara delikten beni çıkardığı için bu sese şükür eder hale geldim. Zira bu sayede girdiğim transtan da kurtulmuş ve hızla Yaşar 'dan uzaklaşıp aramıza hatırı sayılır bir mesafe koyabilmiştim. Bir kaç dakika önce korna çalan arabaya bakma ihtiyacı duyduğum için, arka tarafa doğru döndüm usulca. Sadun Bey sürücü koltuğunda yanında Simay Hanım'la birlikte bana bakıyordu.

Sadun Bey'in elleri direksiyonda kenetlenmiş bir halde iken Simay Hanım yüzünde tuhaf bir gülümseme ile bir bana bir Yaşar'a bakıyordu. Bir an gözleri yeşilin en koyu haline bürünmüş Sadun Bey'e takıldı bakışlarım. Sanki içinde binlerce alev saklıydı o yeşillerde ve bakışlarıyla tüm bedenimi ateşe vermek istiyor gibiydi. Nedensizce o bakışlardan çekindim olduğum alandan kaçıp gitme isteğiyle dolup taştım. Kısa bir an direksiyonu kıracak kadar öfkeli duran adamın bakışları yan tarafıma kaydığında baktığı yeri tahmin etmek zor olmadı. Gözlerini üzerimizden çekip aniden gaza bastığında arkasında kalan sadece bir ufak toz bulutu olmuştu. İçimde peyda olan rahatsız edici hissi göz ardı edip yanımda duran bedene döndüm. Zira aramızda çok çetrefilli bir konuşma geçeceği belliydi.

 Zira aramızda çok çetrefilli bir konuşma geçeceği belliydi

 

Loading...
0%