Yeni Üyelik
11.
Bölüm

-İlk Kar Altında Yanan Bir Çift Kalp...-

@anita_86h

Keyifli okumalar..

*********************************

*********************************

 

Hayat benden izinsiz akıp giderken zaman zaman zihnime düşen ve beni muallakta bırakan bir soru vardı; İnsan birini, kayıtsız şartsız, canını verecek kadar sevebilir miydi? Yaşar'ın dolu gözlerle bana bakarak çaresizce durması vicdanımı sızlatmıştı. Fakat ona karşı en ufak bir his bile beslemeyen tarafım hiç olmadığım kadar rahattı. Sıkıntılı nefeslerle dönüp durduğum yatakta gözlerimi kapatmaya çalıştım. Fakat kapanan göz kapaklarımın ardından düşen görüntülerle içim daha da sıkılmıştı...

Bugün öğle saatleri...

Tozu dumana katarak çekip giden Sadun Bey'in arkasından bir süre dalgınca durdum yerimde. Bakışların da ki öfke zihnime mıh gibi kazınmışken, elim kolum bağlanmış gibi hissediyordum. İç çekerek bakışlarımı boş yoldan çektiğim vakit Yaşar beklenti dolu bakışlarla bana bakıyor ve belli ki bir cevap bekliyordu. Abimin hadsiz sözleri zihnimin her bir kıvrımında dolaşırken, içimde yükselen öfkeden karşımda duran adamın nasibini alması o an içten bile değildi.

"Neden geldin Yaşar Abi?"

Dudaklarımdan çıkan abi hitabıyla yüzü düşen adam birkaç saniyelik duraklamadan sonra, öne doğru bir adım atıp bana doğru yaklaştı. Esmer teni biraz solgun duruyordu. Göz altlarında morluklar beni biraz endişelendirmişti.

"Senin için geldim. Hem bana abi demesen artık. Sözlenmiştik seninle. Aramızda duygusal bir bağ oluştu sonuçta."

Sözleri şimşek gibi beynimde çaktı. Onun için üzülen tarafıma kızdım. Karşımda ki adam aylardır görmeme rağmen zerre değişmemişti. Hala aynı kafadaydı. Benimle evlenmek için her şeyi yapacak gözü kara adamdı. Lakin artık ondan korkmuyordum. Bu yüzden aramızda ki mesafeyi kapatırken bedenimde zerre değişiklik olmamıştı. Oysa eskiden ben onun bir metre yakınına dahi gelemezdim. Zaman içimde hala varlığını sürdüren Lavin'i büyütmüş korkularıyla baş etmesinin yolunu öğretmişti.

"Yaşar Abi artık buna bir son ver. O lanet yüzüğü niye taktım biliyordun. O kelepçe parmağıma takılırken yüzüm, gözüm tanınmayacak haldeydi. Sense kalkmış aramızda duygusal bağ vardı diyorsun. Ben seni abiden öte asla görmedim anla artık bunu lütfen."

Bir çırpıda yıllar yılı yüreğimde kilit altında tuttuğu ne varsa kustuktan sonra, hızlı soluk alışverişlerim arasında pür dikkat karşımda ki adamın değişen yüz ifadelerini izledim. Dudaklarımdan dökülüp bomba etkisi yaratan sözlerle birlikte, tıpkı 17 yaşında onunla o evde kapana kısılmış halde iken psikopat bakışlar belirdi. Bu ifadesi geçmişten kalan yaralarıma üfledi. Yine de karşısında dimdik durdum. O gelip koluma yapıştığı vakit tenime değen teninden tiksindim. Kurtulmak için uğraşsam da deli gücü sirayet etmişti sanki bedenine.

"Sana yeteri kadar tahammül gösterdim Lavin. Abin ve baban onay vermişken, senin söz hakkın var mı sanıyorsun? Hem seni benden başka bu halinle kim ister? Bu kilonla, bu çirkinliğinle kim seni karım diye yanında dolaştırır. Ben seviyorum diye sana bu kadar taviz verdim. Ama canımı sıkmaya devam edersen bambaşka bir yüzümle tanışırsın."

Her bir sözünü bir çivi saplar gibi beynime işlerken, beni düşürdüğü durumdan nefret ettim. Bir yanım gözleri beni daha da büyük bir karanlığa hapsetmek için uğraşan adamdan korkarken , diğer yanım dimdik ayakta ona karşı gelebilecek kuvvetteydi.

"Bizi kimse sevmese de tek başımıza yalnız ölsek de bu adamın bizi hapsedeceği hayata ihtiyacımız yok. Biz birbirimize yeteriz."

İç sesimin verdiği destekle daha da güçlendim. Kolumu bir mengene misali sıktığı ellerinden kurtarıp zerre korku hissetmeden gözlerinin içine baktım. Bakışlarımda her ne gördüyse Yaşar o an nefes almayı unuttu sanki.

"Yaşar... Abi... Sen istesen de, istemesen de benim için bundan fazlası olmayacaksın. Sanıyorsun ki o iki insan müsvettesi istedi diye tüm hayatımı bir çırpıda silip atacağım. Son defa seninle bu konuşmayı yapacağım; bir kez daha değil senin sesini duymak, karşı karşıya dahi gelmek istemiyorum. Seninle evlenmeyeceğim. Hayallerimin yok olup gitmesini ve dahası ömrümü senin hastalıklı sevginle geçirmeye niyetim yok. Eğer bir daha karşıma çıkacak olursan polise şikayette bulunmakta bir an dahi tereddüt etmem. Yeteri kadar açık olmuştur sözlerim umarım."

Tane tane ağzımdan çıkıp aramıza düşen kelimeler sonrası beti benzi atan Yaşar, polis lafını duyduğu anda bir adım geriye gitmişti. Gariptir ki; dibine kadar psikopat olan adamın tek korkusu polislerdi. İnsanları yaralarından vurmayı sevmesem de kendimi korumak zorundaydım. Yaşar bir süre yüzüme bakıp, daha sonra tek kelime etmeden çekip giderken rahat bir nefes aldım. Umuyordum ki bu son gelişi olurdu...

Aynı Gün Sabaha Karşı....

Şiddetli bir karın ağrısıyla uyandığım bir sabahta bedenim yataktan kalkmak istemiyor göz kapaklarım zamkla yapıştırılmış gibi açılmıyordu. Kasıklarıma vurup beni iki büklüm eden acıyla yatakta cenin pozisyonunu alırken bir kaç sefer derin soluklar çektim içime. Daha sonra zorlukla yataktan doğruldum. Fakat bu yanlış bir hareket olmuştu. Zira kasıklarıma vuran keskin ağrıyla nefesim kesilmiş bir süre iki büklüm yatakta oturmuştum. Biraz olsun ağzım dinince bakışlarım cılız ışıkların vurduğu odamda gezdi. Daha güneş tam doğmamıştı. Bu da demek oluyordu ki kahvaltı saatine daha çok vardı. Bu yüzden usulca ayaklarımı yataktan sarkıttım. Kışa adım attığımız için odamda giydiğim kiremit rengi terliklerimi ayaklarıma geçirip banyoya adımladım. Düşündüğüm şey ne yazık ki gerçeklemişti. Malum günümdeydim. Şükür ki hazırlıklıydım. Önce ılık bir duş aldım. Sonra odama geçip giyinerek mutfağa doğru adımladım.

Mutfağa girene kadar geçen zaman ölüm gibiydi. Her adım atışımda içimde bir şeyler sökülüyor ayaklarım titriyordu. Loş ışığın aydınlattığı mutfakta kimsenin olmayışıyla rahatlayarak tezgâha ilerdim. Kettle su koyduktan sonra titrek adımlarla sandalyelerden birine oturdum. Bir kaç dakika sonra kettleden çıkan sesle ayaklarımı sürüye sürüye tezgâha adımladım. Sıcak su torbasına doldurduğum suyu alıp odama gidecekken yerimde sendeledim. Resmen ayaklarım tutmuyordu. Tutuna tutuna oda tezgâhına geçtim. Sandalyemi çekip oturduktan sonra kasıklarıma sıcak su torbasına koyup başımı masaya yatırdım. Gözlerim ağrının an be an dinmesiyle kapanırken bir süre dinlenmenin bana iyi geleceğini biliyordum.

Uyku ile uyanıklık arasına burnuma dolan kokuyla gözlerim araladım. Uyku mahmuru bakışlarla ilk nerede olduğunu idrak edemeyen zihnim yüzünden bir kaç saniye afalladım. Sonra başımı usulca masadan kaldırdığım vakit gördüm onu. Sadun Bey tezgâhın önünde tüm dikkatini yaptığı işe vermiş bir halde duruyordu. Bir an telaşla ayağa kalmak istedim. Fakat kasıklarıma vuran keskin sızı bunu engelledi. Benim kısık çığlığım sonrası Sadun Bey yaptığı işe ara verip bedenini bana döndürdü.

"İyi misin?"

Onun telaşlı ses tonuna anlam veremesem de sakince başımı salladım. Bir süre bakışları yüzümde gezmiş daha sonra yaptığı işe dönmüştü. Ben ise garip bir şekilde yerimden kalkmadan onun yaptığı her hareketi izliyordum. Bedenim sanki sandalyenin üzerinde çakılı kalmış gibiydi. Bir kaç dakika sonra Sadun Bey iki bardakla döndü ve birini bana bırakıp yanıma bir sandalye çekerek oturdu. Bardağımın yanında minik bir hap vardı. Şaşkınca onun yüzüne bakarken o hissettiğim tüm acıya derman olacak kadar sıcak bir tebessümle baktı yüzüme.

"Sıcak bir şeyler içmelisin. Ağrıyı en aza indirgemenin yolu. Daha sonra verdiğim hapı içersen tüm gün ağrısız geçer."

Hala şaşkınca ona bakıyordum. Bu sabah kızgın bakışlarla giden adamdan çok farklıydı. O kaşıyla bardağı işaret ettiği vakit dalgın bakışlarımı yüzünden çekebildim. Dumanı tüten buram buram tarçın kokan bardağı elime aldım. Bir yudum içtikten sonra damağıma yayılan tatla büyükçe gülümsedim. Tekrar bir yudum alıp anın tadını çıkarırcasına gözlerim kapandı. Bu hayatta birbirine en çok yakışan ikili kesinlikle tarçın ve salepti. Sıcak salep öyle iyi gelmişti ki tekrar gözlerimi açıp bardağımdan bir yudum aldığım vakit bakışlarım gayri ihtiyari Sadun Bey'e kaydı. Yeşilleri en koyu tona bürünmüş pür dikkat bana bakıyordu. Ağzımda duran salebi yutup dudaklarıma bulaşan tarçını yok etmek için dilimi dudaklarımda gezdirdiğim vakit onun nefesleri hızlandı. Şaşkınca değişen mimiklerine koyulaşıp irileşen göz bebeklerine baktım. Onun ise bakışları sadece nemli dudaklarımdaydı. Bir kaç kez üst üstte yutkundu. Saniyelik gözlerini kapatıp kısık sesle bir şeyler söyleyip önünde duran fincana uzandı. Aldığı büyük yudumlara anlam veremezken onun bakışları bir daha beni bulmadı.

Birden aramızda derin bir sessizlik oldu. Bir kaç dakika önce yaşananlar sonrası sanki ikimizde kabuğumuza çekilmiştik. Salebimden son yudumu alıp Sadun Bey'in verdiği ilacı da yuttum. Basit bir çalışan bile olsam beni düşünmesi öyle iyi gelmişti ki. Bakışlarım tekrar onu bulduğunda konuşmadan edemedim.

"Salep için teşekkürler. Tadı hatırladığım gibiymiş."

Normal bir konu açmam onu rahatlatmış gibi derince soluklanıp bana döndü usulca. Gözlerimiz yeniden birbirine takılı kalmış olmasına rağmen Sadun Bey'de konuşarak daha fazla tuhaf havanın aramızda var olmasına izin vermedi.

"Bende çok uzun zamandır içmiyordum. Çocukken ne zaman hasta olsam annem salep yapardı. Ben ıhlamur kokusuna bile dayanamayan bir çocuk olduğum için kendince böyle bir çözüm bulmuş olmalı."

Konuştukça sesinden yayılan özlemi iliklerime kadar hissettim. Ve nedensizce küçük bir kıskançlık hissi peyda oldu bedenimde. "En azından" dedi iç sesim. "Onun annesini mutlulukla anacak anıları var. Peki ya senin Lavin ? Senin elinde avucunda bir pazar sabahı hüsranla sonuçlanan ufak bir kurabiye anısından başka ne var?"

İç sesimin can yakıcı sözleriyle aldığım nefesler boğazımı yaktı geçti. Bakışlarımı Sadun Bey'den çekip önümde duran bardağa çevirdim. Bazen ben doğmasam daha mutlu olurlar mıydı diye düşünmekten kendimi alamıyordum. İnsanın annesiyle en ufak anısının olmaması çok acıydı. Daldığım keskin düşüncelerden Sadun Bey'in sesiyle çıktım.

"Senin ailenle aran nasıl? Üniversiteyi burada okumuşsun. Zor olmalı sevdiklerinden ayrı kalmak."

Meraklı bakışları yüzümde gezerken sorduğu soru kulaklarımda çınladı. Gözlerimi hızla ondan kaçırdım. Ne cevap vereceğimi bilemeyerek yerimde bocaladım durdum bir süre. Bakışlarım kısa bir an artık kızıl ışıklar bırakan gökyüzünde takılı kaldı. Kendime hislerim konusunda dürüst davranmamışken, bir yabancıya içimi açamazdım. O yüzden hayatım boyunca en iyi yaptığım şeyi yaparak hayallerimde var olan ailemi anlattım ona. Dudaklarımdan dökülen her bir kelime canımı yaksa da hayaller gerçeklerden daha az can acıtıyordu.

"Zor oldu tabi. Bir evin tek kızıydım. En kıymetlileriydim. Abisinin prensesi, annesinin göz bebeğiydim. Babasının ise..."

Sesim titredi bir an. Bir süre ağlamamak için direndiğim gözlerimi bir anlık gafletle Sadun Bey'e çevirdim. Yeşillerinde gördüğüm ifade ile sarsıldım. Yalan söylediğimi biliyor gibiydi. Sanki ruhumu en çıplak haliyle görüyor ve bana acıyordu. Hissettiğim sızıyla bakışlarımı ondan çektim. Konuşmama tekrar devam ederken bu sefer yalanlarım artık bana iyi gelmiyordu.

"Ailem okumamı hep desteklediler. O yüzden evden ayrılmak çok zor oldu."

"Sana bu evi mezar ederim Lavin. Okumayı unutacaksın. O yüzüğü bir kez taktın. Nikah en kısa süre de kıyılacak. Beni elaleme rezile demezsin sen duydun mu?"

Babamın sesi kulaklarım da çınlarken ellerim dizlerimin üzerinde yumruk oldu. Sararıp yapraklarını dökmüş ağaçları izlerken hayallerimde var olan ailemi anlatmaya devam ettim. Canım hiç olmadığı kadar yansa da, yalanlarım boynuma bir urgan misali dolamışta olsa o an sanki başka bir çarem yoktu.

"Abim zaten her zaman destekçimdir. Annem ise kıymetlim. Onun benim için yaptığı fedakarlığın altında her daim eziliyorum."

Hayal de olsa babamdan iyi bir şekilde bahsedemiyordum. O benim hayallerim de bile karanlık bir sis bulutun da benden en uzak köşede yaşıyordu.

"Okuman kendini geliştirmen önemli tabi. Elin de mesleğine son derece yatkın. O yüzden iyi ki bu şehire gelmişsin."

"İyi ki..."

Sadun Bey'in sesinde ki gurur tınısı beni hiç olmadığım kadar mutlu etti. Yüzüm ona dönmüş yeşil harelerine minnettar bakışlar ile bakarken kendime hakim olamadım. Onunla ilgili en ufak bilgiye aç yanım sazı eline aldı bir anda. Ağzımdan çıkan soruyla ilk baş afallasam da olan olmuştu bir kere. Merakla vereceği cevabı beklemeye başladım.

"Sizin de annenizle aranızda derin bir bağ var. Bu sesiniz de ki sevgiden bile belli oluyor. Peki kardeşiniz var mı?"

Sorduğum soruyla dingin ifadesi sarsılır gibi oldu. Bakışları durgunlaştı. Bir kaç saniye önünde duran bardağı izledi. Sonra o da benim gibi gökyüzüne çevirdiği bakışlarını görmemden sakınır gibi bir kez olsun bana çevirmedi.

"Var elbette. Serdar benim kıymetlim. Annemden bana kalan tek hatıra. Şuan bu ülke de olmasa da varlığını hep yanı başımda hissediyorum. Kardeşlik böyle bir şey. Abi olmak inan paha biçilemez bir his."

"Peki babanızla aranız nasıl?"

Bu soruyu neden sordum bilmiyorum. Belki de onun geçirdiği sevgi dolu çocukluğu kıskandım. İçimde ki o küçük kız küskün bakışlarla sırtını bana döndü. Sadun Bey bir kaç saniye yeşillerinde binlerce duyguyla baktı gözlerimin içine. Sonra hızla başını tekrar gökyüzüne çevirip devam etti sözlerine.

"Babam beni çok sever. Öyle ki her daim isteklerim onun için ön plandadır. Hayallerimdeki işi yapmama , istediğim gibi bir hayat sürmemi ona borçluyum."

Sadun Bey konuştukça gözlerim doldu. Ağzından çıkan her bir kelimeyle değişen ifadesini şayet görebilseydi onun da en az benim kadar canı yanardı. Bir ben anlardım hayallerine tutunup, sesi titreyerek olmasını dilediği anlardan bahsettiğini. Bir ben görürdüm gözlerinde ki boşlukta sesini duyurmaya çalışan o çocuğun sessiz çırpınışlarını. Biz onunla kaderdaştık. Hayatın gerçeklerinden kaçıp, masum hayallerine sığınan iki yaralı yürektik.

Boğazımda yıllar yılı yerli yerinde duran yumruya bir yenisi daha eklendi. Titrekçe çektiğim nefeslere onun dolu dolu bakan yeşilleri eklendi. Ona sarılmak, başımı göğsüne yaslayıp hayatın bize sunduğu bu kadere lanet etmek istedim.

Bakışlarım son kez stresten dudaklarını kemiren adamın suretinde gezdi. Konuşmak istesem de dudaklarım birbirine kenetlenmişti sanki. Daha fazla onu oturduğu sandalye de rahatsız hissettirmemek için gözlerimi üzerinden çektim. Sararmış otların boy verdiği bahçeye dalıp gitmişken o an tahmin edemeyeceğim büyülü bir an gerçekleşti. Yılın ilk karı yavaşça yağarken ben heyecanla yerimden kalktım. Kucağımda duran su torbası yeri boylarken Sadun Bey ani hareketimle irkilerek şaşkın bakışlarla bakmıştı bana.

Koşar adım sevinç çığlıkları atan bir çocuk misali mutfağın bahçeye açılan kapına ilerledim. Kar hızını artırmıştı ve ben o karın altında koşmak deliler gibi kahkaha atmak istiyordum. Camın dibinde kapının koluna uzanmışken başımın iki yanına uzanan kollarla yerimde çakılı kaldım. Aldığım nefesler dudaklarımda asılı kalırken Sadun Bey'in sıcak nefesini kulağımın hemen dibinde hissettim.

"Nereye gidiyorsun Lavin?"

Bedenimde ki tüm tüyleri ayağa kaldıran tok sesi, tarçın kokan ferah nefesi, sırtıma yaslanan sıcak göğsüyle çevrelendiğim bu daracık alanda ben ne söyleyeceğimi bile unutmuş halde bir süre durdum. İçime çektiğim nefeslere onun kokusu eklenirken , bir an onun sıcaklığında bir kedi misali koynuna kıvrılma isteğiyle doldum taştım.

"Abartma Lavin Adam patronun az dirayetli ol. Eridin peynir gibi . Bir dik duruşun olsun."

"Sen var ya en güzel anların katilisin.."

Olmadık yerler de ortaya çıkan iç sesimle kavgam asla bitmezdi. O yüzden camın önünde duran başımı hafifçe arkama döndürdüm. Sadun Bey'in bakışları dudaklarım ve gözlerim arasında mekik dokurken, kendimin bile zor duyacağı bir sesle cevapladım sorusunu.

"Yılın ilk karı yağıyor. Bu şehire adım attığımdan beni en sevdiğim şey her yıl yağan ilk karı başımı gökyüzüne kaldırarak izlemek. "

Dudakları bir kedi mırıltısını andıran sesimle konuşmamdan sonra yukarı doğru kıvrılırken beni daha da ateşlere atacak bir hamle de bulundu. Parmak uçları çenemden başlayıp yanağıma doğru uzanırken gözlerim kapanmak için direndi. Tenime değen teni benim daha önce hissetmediğim bir ateşin içinde kavrulmama neden olurken istemsizce kendimi daha çok göğsüne yasladım. Elimde olmayarak nefeslerim hissettiğim hisler yüzünden daha da hızlanırken yüzü daha da yaklaştı yüzüme. Sıcak nefesi dudaklarıma vuruyorken baygın bakışlarla bakıyordum ona.

"Üzerinde seni keskin soğuktan koruyacak bir şey yokken dışarı çıkmana müsaade edeceğimi düşünüyorsan beni gerçekten tanımamışsın Lavin."

Sadun Bey dudaklarıma nefesini vererek konuştukça kasıklarımdan başlayıp tüm bedenime yayılan sızıyla ayakta bile zor durur hale geldim. Bir kaç saniye o camın önünde öyle durduk. Sonra bedenini bedenime daha da yaklaştırdı. Sıcaklığını ve sertliğini arkamda hissettikçe bayılacaktım. Başını boynuma doğru sakladı. Bir kaç defa derince soluklandı. Her soluğunda beni camla arasına daha da kıstırıyordu. Ayaklarımda artık derman kalmamıştı. Bu hissettiğim yakıcı his neyin nesiydi bilmiyordum. Sertliği kendini daha da belli ederken hareketleri bir an duraksadı. Sanki ne yaptığının farkına varmış gibi aldığı soluklar bile yavaşladı. O an benim şokla kasılan bakışlarım karın beyazlaştırmaya başladığı bahçede takılı kaldı. Bir kaç dakika önce yaşadığımız anlar ikimize ağır gelmişti. Sıcak bedeni benden an be an uzaklaşırken bu sefer bedenime yayılan büyük bir utanç dalgasıydı. Ben başımı camdan çekerken solumdan uzanan elle afalladım. Yüzüm hızla o tarafa dönerken Sadun Bey içimi ısıtacak bir tebessümle bana bakıyordu.

"Gel hadi . Kar çok güzel yağıyor bu anı kaçırmayalım."

Her şeyi, olduğum konumu unutarak anın büyüsüne kapıldım. Ellerimi iri avuç içlerine bırakırken sadece anı yaşamaya odakladım kendimi. Hızlı adımlarla mutfaktan çıkıp dış kapının önüne adımladık. Antreye geldiğimizde gizli dolaplar içinde ki kışlıklarından kalın bir hırka çıkardı. Sonra yine kendine ait kırmızı beresini başımdan geçirerek at kuyruğu olan saçlarımı özgürlüğüne kavuşturdu. Tokamı almak için hamle yapacağım vakit boğazıma dolanan kırmızı atkıyla afalladım. Elleri tekrar ellerimi bulup yüzünü kapıya döndüğü vakit ne bir ceket giydiğini ne de bere taktığını gördüm. O adımlamak için hamle yaptığında yerimden kımıldamadan durdum. Yüzünü bana döndüğünde ilk başta anlamaz gözlerle baktı yüzüme.

Ben elimi ellerinden çekip gizli dolaba adımladım. Siyah kalın hırkasını ona uzattım. Gülümseyerek aldı ve giydi. Sonra bana ait siyah beremi eline aldım. Saçlarım gür olduğu için büyük almıştım. Fakat sadece bir kez takabilmiştim. Elimde duran bereyle ona baktım. Hafif havaya kaldırdığımda afallayarak indirdi başını. Yüzüm utançtan alev alev yansa da kendime engel olamadım. Sadece iki kez dokunduğum saçlarına uzattım elimi. Yavaş hareketlerle saçlarını yana yatırdım. Yumuşak tutamlarına dokundukça yüzümde yayılan tebessümün zerre farkında değildim. Saçlarını düzeltip beresini taktığımda gözlerimiz kesişti. Yeşillerin de çözemediğim bir ifade oluştu. Bir kaç dakika sonra yavaşça doğruldu Sadun Bey. Artık ikimizde hazır hale gelmiştik. Bu sefer ben uzanıp tuttum elini. Birlikte kapıdan çıktığımızda keskin soğuk yüzümüze vurdu.

Ellerimiz kenetli halde bahçenin ortasına ilerledik. Uyanmak istemeyeceğim bir rüyadaydım sanki. Diğer elimi havaya kaldırdım. Kahkahalarım o bahçede yankılanırken , arada bakışlarım Sadun Bey'e kayıyordu. Sonra o da bana uyarak elini kaldırdı. Kar taneleri avuç içlerimize düşerken hissettiğim mutluluktan kalbim patlayacak gibiydi. Kar nazlı nazlı yağdı soğuk havaya rağmen elimi saran sıcaklıkla ben zerre üşümedim.

Gün iyice doğduğunda kısa fakat tatlı rüyamız bitti. Yavaş adımlarla eve ilerlerken ikimizin de yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Büyük siyah kapıya yaklaştığımda daha ne olduğunu bile anlamadan kendimi bir anda onunla kapı arasında sıkışmış halde buldum. Yüzümün her yanını kaplayan karları parmak uçlarıyla tek tek temizlerken tekrar sıcaklığıyla sarıp sarmalandım. Titreyen bedenimle aldığım nefeslerle farkında olmadan bir elimi beline attım. Sadun Bey bu hareketimle bana daha da yaklaşırken, sıcak nefesi tüm yüzümü yalayıp geçti. Bir bütün olan bedenlerimiz arasından soğuk hava bile geçmiyordu. Parmak uçlarını kirpiklerimde hissettiğim vakit göz kapaklarım kapandı. Bir kaç saniye sonra göz kapaklarımın üzerine düşen iki et parçası beni bir anda bozguna uğrattı. Karın kekremsi kokusuna karışan ona ait rayiha ile adeta olduğum yerde mayıştım. Göz kapaklarımdan çekilen dolgun dudakları daha sonra sus çizgimde konakladı bir süre. Bu his çok başkaydı . Her bir azam onun büyüsüne kapılmış zihnim bir tek onun sıcaklığını algılar hale gelmişti.

Diğer elimde belini bulduğu vakit Sadun Bey'in soğuk elleri yanaklarımı buldu. Kaç dakika o vaziyette kaldık bilmiyorum. Zaman ve mekan kavramı bir anda yok oldu sanki. Karın soğukluğuna eşlik eden sıcak bedenlerimiz ve birbirine karışıp karla birlikte yok olan nefeslerimiz vardı bir tek. Bir an Sadun Bey'in yanağımda duran eli duraksadı. Daha ne olduğunu idrak edemeden hızla uzaklaştı benden. Gözlerim korkuyla hızla açılırken o yüzüme bir kez bile bakmadı.

"Özür dilerim. Yapmamam gerekirdi."

Konuşamadım bile. Ne olduğunu idrak edemeyen beynimle yerimde dururken belime sarılan ellerle afalladım. Kapıdan çekip bir bez bebek misali beni duvara yasladığında bile hala şaşkın gözlerle ona bakıyordum. Sadun Bey hızla kapıyı açıp içeri girdiği vakit idrak ettim olanları. Ellerim hızla yüzüme kapanırken büyük bir utanç dalgası sardı tüm bedenimi. Dolu dolu gözlerle kardan görünmeyen bahçeyi izlerken kalbimde tarifsiz bir sızı peyda oldu. Sadun Bey'in yokluğu üzerime bir kara bulut misali çökerken bana yadigar ise dudaklarımda hala asılı duran sıcak nefesi ve bedenime sinen kendine has kokusu oldu...

 Sadun Bey'in yokluğu üzerime bir kara bulut misali çökerken bana yadigar ise dudaklarımda hala asılı duran sıcak nefesi ve bedenime sinen kendine has kokusu oldu

 

Loading...
0%