Yeni Üyelik
36.
Bölüm

-Kusursuz Plan..-

@anita_86h

Keyifli okumalar dilerim..

 

*************************************************************

 

Lavin’den..

Serdar’ın yoğum bakımdan çıkarak alındığı normal oda kapısı önünde ki sandalyelerde otururken zihnimden türlü düşüncüler bana rahat vermese de asıl canımı sıkan tam karşımda bacak bacak üstüne atmış oturan ve bir saniye olsun gözlerini üzerimden çekmeyen kadındı. Sanki bilerek sinir uçlarıma dokunmak istiyor gibiydi. Onun yanında yerini almış olan Cemal bey ise dalgınca yeri izliyordu.

Bir kaç ay önce Feride hanımın ağlayarak söylediği sözler kulaklarımda çınlamaya başladı bir anda. Zihnimde dönüp duran görüntüler yüzünden rahatsızca yerimde kıpırdandım. Bu adam Sadun’un gerçek babasıydı. Şuan birbirlerine düşman olan bu ikiliden gerçekleri saklamam doğru muydu?

Seyit abi hala ortalıkta yoktu. Bu insanlarla daha fazla aynı ortamda kalmak istemiyordum. Karnımın el verdiğince ayağa kalktım. Benim hareketlenmemle Cemal beyin yerde olan bakışları beni buldu. Beklemediğim bir atiklikle ayağa kalkıp yanıma adımlarken istemsizce gerildim.

“Lavin iyi misin? Ağrın varsa hemen bir kontrol ettirelim..”

Telaşlı hallerine anlam veremez bir halde bir süre şaşkınca yüzüne baktım. Neden eli ayağı bir anda dolaşmış bu kadar tedirgin olmuştu ki? Zihnimin duvarlarında yankılanan ses ile bir an bedenim kasılıp kaldı. Nefesim hızlanırken korkuyla bir adım geri gittim. Olamazdı değil mi? Bu adamda beni Beren hanım sanarak yaklaşıyor olamazdı.

Yüzümde ki değişimler onu afallatmış olacak ki bana doğru bir adım attı. Sağ elim hızla havaya kalkıp aramızda ki yerini alırken zor duyulan sesim aramızda yankılandı..

“Ben Beren hanım değilim…”

Tedirgin bakışları cümlemle değişti. Yerini büyük bir hüzün aldı. Başını eğip eski yerine geri dönerken düşen omuzları nedense beni rahatsız etti kısa bir an. Sandalyeye oturup yüzünü avuç içlerine hapsetti. Boğuk sesini duysam da yerimden milim dahi kıpırdayamadım.

“Tanrıya şükür ki o manyak kadar aklımı kaybetmedim. Senin Beren olmadığının farkındayım. “

Aramızda başka bir konuşma geçmezken aldığım hızlı soluklar yavaşladı. Ben dalgınca Cemal beyi izlerken Serdar’ın yattığı odanın kapısı açıldı. Sadun düşük omuzları, ağlamaktan kızarmış gözlerle çıktığında elim ayağım birbirine dolaştı. Onu bu halde görmek canımı yakıyordu. Aramızdaki bir kaç adımlık mesafeyi kapatıp hızla ona sarıldım.

Boynuma saklanan başın aldığı titrek solukları duyumsuyordum. Avuç içlerimden birini sırtına bastırdım. Diğerini ise saçlarının arasına koyarak asi kumral tutamları sevdim. Sadun sessizce göz yaşlarını dökerken tek yapabildiğim acısına tüm kalbimle eşlik edebilmekti.

Kısa bir an sonra Sadun’un gözyaşları durdu, aldığı sık nefesler durgunlaştı. Boynumda saklı duran baş usulca benden uzaklaştı. Yüz yüze geldiğimizde ağlamaktan kızaran yanaklarını avuç içlerimle okşayıp ilk önce sola, sonrada sağ yanağına derin bir öpücük bıraktım. Bu hareketimle Sadun derin bir iç çekerken titreyen bir sesle konuştu.

“Kardeşim gibi değil sanki. Ruhu ölmüş biri vardı karşımda. Ne onu ne de seni koruyabildim. Böylesine aciz bir adam oluşum canımı çok yakıyor…”

“Saçmalama. Senin olanlarda ne suçun var? Serdar bile istiye o adamın maşası olmayı seçti. Ben ise Rize’de aldığım o telefonla sana haber vermeden giderek hata yaptım.”

Gözlerinde biriken yaşlar durmaksızın akarken onun bu bitik haline daha fazla dayanamadım. Tekrar ona sarılırken içine çektiği titrek nefesleri işitiyordum. Onun can acısını geçirebilmek için hiç bir şey yapamıyor olmak beni delirtiyordu. Yaralarına derman olmak, kalbindeki yangına deva olmak istiyordum.

“Varlığın bana armağan Lavin…”

Fısıltısını bir ben işittim. Kollarımı daha da boynuna sarıp açıkta kalan kumral tene dudaklarımı bastırdım. Uzun sayılabilecek bir zaman dilimi sonrası Sadun sakinleştiğinde bedeni benden uzaklaştı. Çatlamış ve kurumuş dudaklarımı alnıma bastırıp benim omzuma kolunu atarak yönümüzü çıkışa doğru döndürdü. Ela ve Cemal bey hala sandalyede oturuyor ve pür dikkat bizi izliyorlardı. Sadun onlardan bakışlarını çekip ileri doğru adımlarken aniden ayağa kalkıp önüme geçen bedenle istemsizce gerildim.

“Artık kendini daha iyi hissediyorsan Alpay Karayel hakkında konuşalım…”

Cemal beyin zikrettiği isimle bedenimden sayısız titreme geçti. O adamın varlığı hala bizim için tehditti farkındaydım. Lakin nasıl ondan kurtulacaktık işte orası büyük bir muammaydı.

“Konuşalım. Ama önce Lavin’i eve bırakmam gerek. Ruhen ve bedenen çok yoruldu.”

“Bence o da yapacağımız konuşmada içinde bulunmalı. Zira Alpay’I bitirmek için ona ihtiyacımız var..”

Sadun Cemal beyin cümlesi ise omzumda duran kolunu çekip ona doğru adımladı. Yakasını tutup yüzlerini eşitlerken, yeşil harelerden çıkan alevler herkesi yakıp kül edecek kadar kuvvetliydi.

“Eceline susamış gibisin Gürcü. Bak benim sana ve babam olacak o şerefsize sabrım bitip tükendi. Lavin’e uzattığın o eli kırar atarım. Ne yapacaksan onu dahil etmeden yap..”

“Anlamıyorsun. Beren’e olan benzerliğini kullanmak zorundayız. Çünkü odamın tek kurbanı ne annen ne Lavin..”

Cemal beyin öfkeden katılaşan sesi ile sarf ettiği sözlerle beynimden vurulmuşa döndüm. Tek kurban biz değilsek, bu adam bu zamana kadar kimlerin canını yakmış olabilir ki...

“Ne demek istiyorsun sen?”

“Şu hastaneden çıkalım. Gideceğimiz yerde her şeyi tek tek anlatacağım sana..”

Sadun derince soluklanıp Cemal beyin yakasını bırakırken gerilmiş bedeniyle ondan uzaklaşıp bana doğru adımladı. Sağ elini uzanıp parmaklarımızı kenetlerken, her bir azasının sinirden titrediğine çıplak gözle bile görebiliyordum.

Hastaneden çıktığımızda temiz havayı soludum bir süre. O garip koku beni oldukça rahatsız etmişken , baharın ferah havası adeta tüm bedenimde tazelik hissi yaratmıştı. Sadun da en az benim kadar rahatlamış görünüyordu. Arkamızdan gelen adım seslerini işittiğimizde kısa bir anlık duraksama sonrası bahçede yan yana duran araçlara ilerledik. Siyah spor arabanın kilit açılma sesi sonrası yolcu kapısını açan Sadun beni dikkatli bir şekilde koltuğa oturtup kemerimi taktı. Kapımı kapatmadan evvel ise alnıma derin bir öpücük kondurmayı da ihmal etmedi.

Onun sürücü koltuğuna ilerlemesi sonrası arabayı çalıştırıp hastane bahçesinden ayrıldık. Biz önde ilerler iken bizi sollayıp önümüze kıran kırmızı araba ile korkuyla kapının kollarına tutundum. Ben içimden dualar ederken Sadun’un öfkeden kararmış yeşilleri ise bir an olsun yoldan ayrılmıyordu.

“Ruh hastası….”

Kendi kendine söylenişini işitsem de korkum ağır bastığı için sessizce yolu izlemekte buldum çareyi. Sessiz geçen yolculuk sonrası bir yol ayrımında kırmızı araba önümüzde iken bize sinyal vermesiyle onun gittiği yöne doğru saptık. Ağaçların sıra sıra dizildiği enfes yolu aşarak ilerlerken bedenimi saran tedirginlik tümüyle yok olmuştu. Ağaçlı yol bittiğinde büyükçe bir demir kapının önünde durduk. Otomatik açılan kapıdan önce kırmızı araba sonrada biz girdik. Kısa bir mesafeyi kat ettikten sonra tümüyle siyahlara bürünmüş devasa bir ev karşıladı bizi. Ağzım şaşkınlıktan adeta kocaman olmuş halde evi izlerken aniden yanaklarımın üzerinde hissettiğim baskıyla irkilerek sağ tarafıma çevirdim başımı.

“Bir insanın her hali nasıl bu kadar tatlı olabilir ki..”

Bir kaç dakika önce sinirden gerilmiş olan sanki o değilmiş gibi ta göz bebeklerinin içine kadar ulaşan bir tebessümle bana bakan adamın suretine baktım dalgınca. Yüreğim yerinden çıkacak gibiydi. Ona her baktığımda, tenine her temas edişimde kalbimin duvarlarını yıkıp çıkmak isteyecek kadar hızlı atıyordu. Her geçen gün ona daha da aşık oluyordum. Sinirden delirmiş olsa bile bana bakınca yumuşayan yeşillerine, içime bahar rüzgarları getiren ferah kokusuna, hayatımızda bizi ayırmak için bekleyen tonla insan olsa da yine de bana elini uzatmaktan asla vazgeçmeyişine…. Kısacası ben Sadun’un her şeyine aşık bir meftundum…

Bedenimi onun olduğu tarafa döndürdüm. Biraz daha yaklaşıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Kokusunu çeke çeke öperken belimin iki yanında konumlanmış el ile her bir azamı saran ateşle daha da yaklaştım ona. Onu öyle özlemiştim ki dudaklarını dudaklarımın arasına hapsetmek bile yetmiyordu. Belimdeki ellerinden biri saçlarıma uzandı.

Yüzümün yanında sallanan saçımı kulağımın arkasına atıp son kez beni öpüp zorlukla dudaklarımdan ayrıldı. Alnı alnımda hızlı soluklar alıp verirken fısıltısı aramızdaki sessizlikte yitip gitti.

“Ma si maoropen (Sevdiğim..)”

Dudaklarından çıkan o kelime ile tenimin üzerinden bir ürperti geçti. Öyle içten, kelimeleri öylesine bastırarak söylemişti ki istemsizce derin bir iç çekerken buldum kendimi.

“Ruhumun yaralarına deva olan güzel çonaşkimi (Işığım..)"

Saçlarımın arasından gezinen parmaklar, yüzümün her bir noktasına ulaşmış olan sıcak dudaklar ile Sadun’un avuçları arasında yok olup gidecek gibi hissettim kendimi. Uzun zaman sonra onun tarafından böylesine sevgiye bulanmak hiç olmadığım kadar değerli hissettiriyordu beni.

“Si Mayoroper.(seni seviyorum.)”

Aylar evvel Rize’de kaldığım vakitlerde öğrendiğim lazca o iki kelimeyi onun gözlerinin içine bakarak söylemek tarif edilemez bir histi. Büyüyen göz bebekleri, yukarıya doğru kıvrılan dudakları ile karşımda öyle eşsiz bir manzara vardı ki kalbime ağır gelen hisler sebebiyle istemsizce doğru sokulup başımı boynuna sakladım.

“Lavin artık içeri girmemiz gerekiyor..”

Başımı hafifçe sallayıp onu onayladıktan sonra tüm bedenimi esiri altına almış sıcaklığından uzaklaşıp dağılmış saçlarımı ve kıyafetimi düzelttim. Hazır olduğumuzda önce o indi arabadan. Bende onun ardından kapıyı açıp inerken o çoktan benim olduğum tarafa gelmiş elimi tutarak bana yardımcı olmuştu. Birlikte eve doğru ilerlerken arabada ki tatlı heyecan yerini tedirginliğe bıraktı. Nedense kalbimi sıkan bir his peyda olmuş eve doğru olan adımlarım ise geriye gitmek ister gibi titrekti.

Büyük siyah demir kapı önünde açılmasını beklerken boğazıma oturan yumru yüzünden sıkıntılı nefesler alıp veriyordum. Birkaç saniyelik zaman dilimi sonrası ağırca açılan kapıyla korkuyla yutkunup Sadun’a daha da sokuldum. Evin içine doğru adımlarken geriye giden ayaklarım yüzünden zor anlar yaşasak da bizi girişte karşılayan 40'ların başında ki adamın eliyle gösterdiği uzun koridora doğru döndük yüzümüzü. Sadun’un elimi tutan elinin titrediğini hissetsem de tek yapabildiğim sarsak adımlarla onu takip etmekti.

Birkaç adımlık mesafeyi kat ettikten sonra geldiğimiz kahverengi kapı önünde ikimizde istemsizce birbirimize döndük yüzümüzü. Sadun’da en az benim kadar rahatsızdı burada olmaktan. Aynı anda içimize çektiğimiz derin soluklar sonrası onun kapıyı çalışı ile gerilen bedenimi umursamadan sabırla bekledik. Kısa sayılabilecek bir zaman dilimi sonrasında açılan kapının ardından gördüğüm Ela ile istemsizce gerildim. Sadun önümüzde dikilen kadını umursamadan içeriye doğru adımlarken Ela’nın öfke ile aldığı solukları işitiyordum. Odaya girdiğimizde koyu kahve ahşap bir masa başında oturan Cemal bey karşıladı bizi. Onun yanında ayakta dikilen iri yarı adamı ise ilk defa görüyordum.

“Bu adamın ne işi var burada?”

Sadun’un soğuk sesiyle bakışlarım ona döndü. Gözlerindeki öfkeye ilk defa tanık oluyordum. Sanki ben yanında olmasan adamın üzerine atlayıp onu parçalayacak gibiydi.

“Lütfen oturun. Konuşacaklarımız var ve Kuzgun’un burada olması gerekli.”

“Gürcü sen benimle alay mı ediyorsun? Aylar evvel bu adamı sen hain diyerek mahzene kapatmadın mı? Şimdi neden burada?”

Cemal bey Sadun’un sorusuyla sıkıntılı birkaç nefesi içine çekip elinin birini masanın altındaki bir bölmeye uzattı. İçinden çıkardığı siyah kalın kapaklı dosyayı fırlatır gibi masaya atarken benim bakışlarım Cemal Bey ve Kuzgun denen adam arasında mekik dokuyordu.

“Bu dosyada yazanları iyi oku Sadun ve kararını ver. Babanı yok etmek için devletin gizli bir kolu olarak bizimle birlikte mi olacaksın? Yoksa Zifir’in namzeti olarak o karanlıkta kendinle bir Lavin’inide bitirecek misin?”

Duyduklarıma inanamıyordum. Aylardır Cemal beyin Alpay denen ruh hastasından bir farkı olmadığını, onunda bu kirli dünyada varlık gösterdiğine inanmıştım. Şimdi ise devletin gizli bir kolu olarak görev yaptıklarını söyleyen bu üçlüye inanmak isteyen yanım ile, bizi kıskaçları altına almaya çalıştıklarını iddia eden yanım büyük bir savaş içerisindeydi.

Sadun elimi bırakıp masaya doğru adımladı. Sıcaklığı benden uzaklaştığı an rahatsızlık hissiyle kollarımı bedenime doladım. Sayfaların çevrilme sesi , odada içindeki sessizlikte çınlayan tek sesti.

“Babam senin elinde değil mi? Onu polise neden teslim etmiyorsun?”

Sadun’un sorusuyla Cemal bey oturduğu koltuktan kalkıp masanın etrafını dolaştı ve karşımıza gelip ikimizin arasında gezdirdi bakışlarını. Benim üzerimde kısa bir an oyalanan yeşil hareler daha sonra dalgınca Sadun’un yüzüne odaklandı.

“Ben kanunsuz iş yapmamaya yeminliyim. Yıllardır Kuzgun ile babanın açığını arayıp durdum. Ela 5 yıl evvel onun evinde çalışan olarak işe başladığında uzun uğraşları sonucu onu bitirecek her şeyi elde etti. Fakat Alpay çok zeki ve onu alt etmek öyle kolay değil. Ela’nın casus olduğunu anladığında tam bir yıl ondan haber alamadık. Bize geri döndüğünde bir ölüden farkı yoktu.”

Cemal beyin yeşil gözlerinde gezinen hüzün dolu bulutlar yavaşça Ela’ya döndü. Yanımızdan ayrılıp ona doğru adımını atarken istemsizce Ela’nın yüzüne kaydı bakışlarım. Dolu gözlerinde yaşlar peşi sıra akarken bedeni titriyordu. Cemal bey gidip ona sarılarak odada ki üçlü deri koltuğa birlikte oturdular. Ela’nın saçlarını bir baba edasıyla okşarken onu kıskandığımı hissettim. Öz babamdan dahi böyle bir sevgi görmeyen ben için karşımda ki manzara gıpta edilecek bir görüntüydü.

"Alpay annen öldüğü günden beri ona benzeyen kadınları ağına düşürüp kimsenin yerini dahi bilmediği bir eve götürüyor. O saatten sonrada o kadınlardan haber alınamıyor. Bunlar Ela sayesinde öğrendiğim bilgiler. Çok kere onu takip ettirdim. Ama bir şekilde her adamımı atlattı. Öyle güzel kendini kamufle etmiş ki çevresinde ki kimseye inandıramadım kendimi. O sıralarda Mit Müsteşarı Namık Sancar bana ulaştı. Ülkeye giren tüm uyuşturucu ağını baban yönetiyor lakin onurlu bir avukat olarak kendini lanse ettiği için onu içeri attırabilecek bir delil bulamadık. Yıllarım onun peşinde heba oldu. Şimdi yolun sonuna geldiğimizi hissediyorum. tek bir hamleye ihtiyacımız var Sadun. Tek bir hamle..."

Uzun bir sessizlik oldu Cemal beyin sözlerinden sonra. Karşımızda normal bir düşman yoktu. Zeki olduğu kadar, güçlü bağlantılara sahip bir adam vardı. Ve onu durdurmak için karşımızda ki koltukta oturan adama ihtiyacımız vardı.

“Babam adına senden özür dilerim Ela. Ben böyle bir adamın kanını taşıdığım için utanıyorum..”

Sessizliği yarıp geçen Sadun'un Ela’nın yüzüne bakamayarak ettiği sözlerden sonra Cemal beyin sert sesi yankılandı odada..

“Gerçekten babanın bunca insanın hayatına yaptıkları için suçlu hissediyor ve artık buna dur demek istiyorsan benimle birlikte hareket etmek zorundasın Sadun.”

Bir an nedense huzursuz hissettim. Sadun Cemal beyin sözleriyle birkaç saniye başı eğik bakışları yerde durdu. Daha sonra ise derince soluklanıp çökük omuzlarını dikleştirdi ve sakince arkasını dönüp bakışlarını Cemal beye çevirdi.

“Ne isterseniz yapacağım. Yeter ki babamın saltanatı artık son bulsun..”

Cemal bey Sadun’un kararlı duruşuyla hafifçe başını sallayıp onu onayladı. Daha sonra ise Ela’nın başına derin bir öpücük kondurup sakince yerinden kalktı. Bize doğru adımlarken bende Sadun gibi onun olduğu yöne döndürdüm bedenimi. Bakışları bir kez bile Sadun’a değmezken adımları benim karşımda durdu ve yeşil hareleri tüm yüzümde aradığını bulmuş bir edayla gezdi. Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı ve hafifçe eğilip sağ elime uzandı. Havaya kaldırdığı elimin üstüne bir öpücük kondurup parlak yeşillerini kahvelerime kenetledi.

“Sen bizi zafere götürecek en değerli üyemizsin. Senin varlığın bizim için bir şans Lavin. Bu odada Alpay’ı alt edecek tek varlık sensin..”

Duyduklarıma inanamıyordum. Dehşet içinde kalmış bir halde ona bakarken aniden elim onun kıskaçlarından kurtuldu. Bedenim Sadun’un göğsüne saklanırken, her bir azamın titrediğini başım onun göğsüne yaslandığı anda fark ettim.

“Lavin ne senin ne de Alpay’ın oyuncağı değil. Kendinize gelin artık. Anneme benziyor diye yeter ona ettiğiniz eziyet.”

Sadun’un acıdan sertleşmiş sesi bile karşısındaki adama zerre etki etmedi. Boş bakışlarla onun yüzüne bakıp umursamaz bir ifade ile yanımızdan geçip gitti. Masasına geçerken benim hala bedenim korkuyla titriyordu.

Birkaç dakikalık sessizlikten sonra bir ses duyuldu odada. Bir kadın çığlığı. Ona eşlik eden iğrenç kahkaha sesleriyle korkuyla daha çok sarıldım Sadun’a.

“Ah Beren bana itaatsizlik etmekten vazgeç. Bak sonunda üzülen hep sen oluyorsun..”

“Ben Beren değilim..”

Bu sesi tanıyordum. Ela’nın ağlamaklı çığlıkları odada yankılanırken daha fazla tahammül edemedim. Sadun’un göğsünde saklandığım yerden çıkıp hızla Cemal beyin yanına adımladım. Elinde tuttuğu ses kayıt cihazını alıp kapattım. Göğsüm yaşadığım korkudan inip kalkarken göz yaşlarım çoktan yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı bile.

“Ne- ne yapmamı istiyorsun?”

“Lavin..”

Sadun’un bağırışlarına o an kulaklarımı tıkadım. Bu gün o Alpay denen adamdan iliklerime kadar nefret ettim. Bana, Ela’ya hatta Beren hanımda dahil bir çok kadına yaptığı her şeyi tek tek ödetme hissiyle yanıp kavruldum. Çünkü biliyordum ki arkamı dönüp bu odadan çıksam dahi o adam asla durmayacak ve Sadun ile bana mutlak suretle zarar verecekti. Alpay Karayel bitip tükenmeden bize huzur yoktu.

Cemal bey kollarını masaya uzattı. Yüzünde sinsi diye tabir edilebilecek bir tebessüm vardı. Yeşillerinde ise intikam hırsının ateşi yanıp sönüyordu.

“Ondan en değerli şeyini alacaksın Lavin.”

“En değerli şey mi?”

“Evet. Alpay için zekası bu hayattaki en değer verdiği şey. Sen onu öyle bir noktaya getireceksin ki kendi ağzıyla yaptığı yaptığı her şeyi itiraf edecek.”

Bir an Cemal beyin ne demek istediğini anlayamadım. Lakin sonra beynimde yankılanan isimle şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalktı.

“Siz benim Beren hanım gibi davranmamı mı istiyorsunuz yani?”

Şok içinde bakışlarımı ondan çekip Sadun’a döndüm. O da en az benim kadar şaşkındı. Bana doğru adım atıp kolunu omzuma attı. Gerilen kaslarını hissedebiliyordum. Şuan onunda benimle aynı hisleri paylaştığına emindim.

“Cemal bey Lavin’in tekrar onunla aynı evde kalmasına izin veremem. Hamile haliyle daha fazla stres altına girmesini istemiyorum. Anlayın beni lütfen...”

“Biliyorum. Benim istediğim böyle bir şey değil zaten. Dün gece onu serbest bırakmak zorunda kaldım. Doğruca Lavin’i tuttuğu eve gitti. Delirmiş gibiydi. Bahçede Beren’in adını sayıklayarak ağladı. O an bu plan geldi aklıma. Zaten yavaş yavaş aklını kaybeden Alpay’ı bitirmek için Lavin’den daha iyi bir kozumuz olamaz.”

“Nasıl yapacağım peki?”

Sorduğum soruyla Cemal Bey tekrar çekmeceden bir dosya çıkardı. Mavi kapaklı dosyanın ilk sayfasını açtı. Bir çok yere ait resimler vardı ve hepsinde Alpay bey tek başınaydı.

"Her gün holdinge gidiyor, öğlen ve akşam aynı yerde yemek yiyor. uzun zamandır davalara girmiyor biliyorsun. Geceleri eve gitmeden müdavimi olduğu bara gidip birkaç kadeh içiyor. Toplantı yaptığı kişiler belli. Hepsiyle görüştüm. Lavin Alpay nereye giderse orada olacak. Sürekli etrafında Beren gibi giyinip, saç ve makyajda dahil Beren’in ikizi gibi olacak. Bu da yavaş yavaş onu çıldırtıp aklını yitirmesine sebep olacak.”

Bir süre sessiz kalıp olacakları düşündüm. Kötü bir plan değildi. Hatta Alpay beyi alt edebilmek için gayette başarı oranı yüksekti. Bu yüzden Sadun’unda onayı almak için yüzümü ona döndüm. Bakışlarımız kesiştiği anda onunda gözlerinde aynı ifade vardı. İntikam hırsı. Bize yaşattığı her bir acının bedelini ödetme istediği. Ben hapsettiği bedeninden uzaklaşıp elimi uzattım. parmaklarımız birbirine kenetlendiğinde dahi bakışlarımız asla birbirinden kopmadı. Onun varlığından güç alarak araladım dudaklarımı.

“Kabul ediyorum. Alpay Karayel’i bitirmek için ne yapmam gerekiyorsa yapmaya hazırım..”

Cemal bey büyükçe bir tebessümle baktı yüzüme. Başını hafice sallayıp beni onaylarken kusursuz planımızın başlayacağı günü söylediğinde heyecanlanmadan duramadım.

“O zaman 3 gün sonra planımızı devreye sokuyoruz. Lavin şimdi git ve dinlen . Üç gün sonra Ela sana gitmen gereken yeri mesajla bildirecek.”

 

Cemal beyi onaylayıp Sadun ile birlikte odadan çıkarken bir yanım korkudan delirmek üzereydi. Diğer yanım ise bu işin sonunda özgür olacağını düşündüğü için hiç olmadığı kadar mutluydu. Sadun ile yeni çıktığımız bu yolun sonunda bizi bekleyen esaret mi yoksa özgürlük müydü bekleyip görecektik…

 

Loading...
0%