@anita_86h
|
Keyifli okumalar dilerim... ******
Bu gün işe başlayalı tam 3 ay olmuştu. Her sabah olduğu gibi güneş ışıkları odamı aydınlarken araladım göz kapaklarımı. Bir süre boş bakışlarla yatakta yatarken bir kere uyandım mı tekrar uyuyamayacağımın bilinciyle sıcak yataktan çıkarak banyoya adımladım. Rutin işlerim sonrası üzerimde ki pijamaları çıkartıp sessiz adımlarla odamdan çıktım. Uzun holde ilerlerken tek ses benim terliklerimin çıkarttığı tıkırtılardı. Mutfağa girip kahve makinesinin başına geçtim. Evde derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Hazırladığım kahveyi yudumlarken bakışlarım mutfaktaki saatte kaydı. Saat sabahın 6'sıydı. Ev ahalisinin daha uyanmasına bir saat vardı. Boş kahve fincanımı bulaşık makinesine koyarken anlık bahçeye kaydı gözlerim. Güz yaprakları her yere dağılmıştı. Hafif esen rüzgar ise onları nazlı nazlı süpürüyordu. Yüzümde büyüyen tebessümle arkamda kalan kapı girişine kısa bir bakış atıp bahçeye açılan beyaz büyük camlı kapının yanına geldim. İki tarafından tutarak açtığımda sert rüzgar yüzüme çarptı. Saçlarım esen rüzgarla havalanırken çiğ tanelerinin ıslattığı toprağın enfes kokusunu içime çektim. Daha sonra ise bir an bile düşünmeden kendimi dışarı atıp kapıyı ardımdan kapattım. Savrulan yapraklar arasında ilerlerken sabah ayazı beni üşütse de halimden hiç şikayetçi değildim. Ne kadar süre büyük bahçede ilerledim bilmiyorum. Birden önüme bahçeden ayrı ucu görünmeyen bir patika çıktı. İlk başta ne yapacağımı bilemesem de etrafıma kısa bir bakış atıp içime düşen meraka yenilip o patika yolu takip ettim. Tahmini 15 dakikalık yol sonrası önüme çıkan büyük camlara sahip evle duraksadım. Daha doğrusu hatırladığım kadarıyla bu tarz yerlere kış bahçesi deniyordu. Bir kaç adım atıp içi çıplak gözle görülen kış bahçesine baktım. Kimse gözükmüyordu . Aslında geri dönmem gerekiyordu ama kalbimden bir ses o yere girmemi söylüyordu . Bende içimdeki diğer sesi dinledim. Esen soğuğa rağmen ateş basan vücudumla ilerlerken her daim olur olmadık yerlerde ortaya çıkan iç sesim kendini gösterdi. "Başına iş alacaksın Lavin.." "Sadece bakıp çıkacağım. Kimseye yakalanmayacağım merak etme..." Kendimi kandırır gibi mırıldanarak geldiğim camla kaplı kış bahçesinin kapısına uzandım. Dış tarafta duran kolu indirdiğimde açılan kapıyla neredeyse duracak kadar hızlı atan kalple içeri doğru adımladım. Burnuma ilk başta bir rüzgar misali çarpan çiçek kokusu beni sersemletmiş bu yüzden kapı eşiğinde bir kaç saniye duraksamama neden olmuştu. Kendiliğinden kapanan göz kapaklarımla ilk defa duyumsadığım kokuyu soludum uzun uzun. Bir kaç saniye sonra hafifçe aralanan göz kapaklarımın ardından gördüğüm görüntü ile buranın neden gizli kaldığını anladım. Mavi taç yapraklarına sahip çiçekler bir çok saksının içinde dizilmişti. Üstelik minik bir şömine burayı ısıtıyordu. Sanırım elektronik olanlardı. Camın içinde dans eden alevler öyle güzeldi ki. İleriye doğru adımladım hayran dolu bakışlarla. Şöminenin hemen yanında sallanan bir sandalye vardı. Onun yanında sıra sıra kitapların olduğu bir kitaplık. Her şey en ince detayına kadar düşünülmüştü. Tam anlamıyla inzivaya çekilmek için yaratılmıştı. Sallanan sandalyenin yanına geldiğimde bakışlarım yan tarafta duran kitaplığa kaysa da asıl şaşkınlığım rafların birinde duran gramafonla oldu. Altın sarısı çiçekleri andıran başlığı, bordo renkli plak yeriyle tam bir sanat eseriydi. Bir an heyecanla atılıp raflara göz gezdirdim. Gördüğüm plağı elime aldığımda duyduğum sesle yerimden sıçramam bir oldu. "Lütfen izinsiz girdiğiniz mahremiyetimden bir an önce çıkın.." Yakalanmamın korkusuyla üst üstte bir kaç kez yutkunup yüzümü Sadun Bey'e döndüm. Kaşları çatılmış , geldiğimden beri ilk defa böylesine soğuk bakışlarla bana bakıyordu. Elimde duran taş plağı yerine koyup ürkek adımlarla yanına doğru ilerledim. Ben yaklaştıkça öfkesi daha da artıyordu sanki. "Özür dilerim. Sabah çok erken kalkınca yürüyüş yapmak istedim. Evden bu kadar uzaklaştığımı fark etmemiştim. Amacım sizin özelinize izinsiz girmek değildi. Merak ettim. Bu yer dışarıdan öyle güzel görünüyordu ki .." Hızlı kendimi savunmak için sarf ettiğim sözlere tek kelime etmeden boş bakışlarla bakan adamın yüzüne mahçup gözlerle baktım. Hala aynı yüz ifadesiyle duran Sadun Bey bir kaç dakika sonra kapıya ilerleyip açtı. "Bir daha her gördüğünüz yere izinsiz girmemeyi öğrenin Lavin Hanım. Burası benim en gizli sığınağım. Alelade bir insan buraya girip onu kirletemez.." Sadun Bey'in buz gibi bir ses tonuyla konuşarak ettiği sözler sanki kalbime kor bir alev olup düştü. İçimde nedenini bile bilmediğim kırgınlıkla son kez yeşil harelerine bakıp açtığı kapıdan çıktım. Koşar adım arkama bile bakmadan eve ilerlerken göz yaşlarımın benden bağımsız aktığının farkında dahi değildim. Kimseye görünmeden odama girerken artık ağlamaktan göz yaşları tenimi yakmaya başlamıştı. Yatağıma usulca bedenimi bırakırken yaptığım aptallık için kendimi suçluyordum. Neden merakıma yenilmiştim ki ? Sadun Bey'in her sözü kulaklarımda çınlarken en çok canımı yakan o kış bahçesini varlığımla kirlettiğimi söylemiş olmasıydı. Kaç saat odamda sessizce ağlayarak oturdum bilmiyorum. Telefonumun alarmı çaldığında dağılmış halimi kimsenin görmesini istemeyerek hızla duşa attım kendimi. 10 dakikalık duş sonrası seri hareketlerle üzerimi giyinip mutfağa ilerlerken sabah ki olayı takmamaya çalıştım. İfadesiz bir suratla girdiğim mutfakta İlkay başını ada tezgahına yaslamış gözleri kapalı duruyordu. Teni bembeyaz olmuştu. Korkuyla yanına adımladım. Buraya geleli üç ay olmuştu ve İlkay bu üç ayın sadece bir kaç gününde sağlıklı görünmüştü. "İlkay iyi misin canım?" Ona seslenmemle başını koyduğu kolları üzerinden bana baktı. Gözlerinin feri dahi gitmişti. Bu haline daha çok endişelenirken o mırıltıyı andıran bir ses tonuyla konuştu. "Lavin çok kötüyüm. Ne olur servisi sen yap. Hatta bu gün Seher Hanım'a söyleyeyim yukarı katın temizliğiyle de sen ilgilen olur mu? Benim adım atacak takatim bile yok." Kelimeler dudaklarından zorlukla çıkarken tek yapabildiğim sessizce onu onaylamak oldu. Her ne kadar sabah ki olaydan sonra Sadun Bey ile yüz yüze gelmek istemesem de ben bu evde bir çalışandım. Üstelik arkadaşım bu kadar kötüyken onun çalışmasına izin veremezdim. İlkay'ın koluna girip onu oturduğu sandalyeden kaldırdım. Kapıdan çıkacağımız vakit Sadun Bey ile yüz yüze geldik. Bakışları bana bir kez bile değmezken endişeli bir ses tonuyla İlkay'a seslendi. "İlkay hazırlan seni hastaneye götürelim. 3 aydır sürekli geçiştiriyorsun beni. Şimdi Seyit'e söyleyeceğim arabayı çıkarsın." "İyiyim Sadun Bey dinlensem geçer.." "İtiraz kabul etmiyorum." Sessizce İlkay ve Sadun Bey arasında geçen konuşmayı dinledim. Çalışanlarına baya değer veriyor diye düşündüm. İlkay ayakta durmakta zorlanırken Sadun Bey hızla diğer koluna girip dış kapıya doğru ilerletti bizi. Biz dışarı çıkarken Seher Hanım'da arkamızdan yetişmişti. "Sadun Bey biz Seyit ile gidelim. Siz işinizden olmayın." Sadun Bey bir kaç dakika Seher Hanım'ın yüzüne baktı. Belli ki ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Hafifçe başını sallayıp onları onaylarken ilk iş günümde beni bu eve getiren şoför hızla arabayı önümüzde durdurup arka kapıyı açtı. Seher Hanım ve İlkay arabaya binerken o kapı eşiğinde Sadun Bey'le arkalarında kaldık. Büyük demir kapıdan çıkan araba sonrası Sadun Bey hızla içeri adımladı. Bende arkasından suçlu çocuklar gibi ilerlerken yukarı çıkan merdivenleri adımlamadan önce sesini işittim. "Kahvaltı yapmayacağım. Akşam da gelmem. Bu yüzden lütfen bu evin sınırları dışına çıkmayın. Bir kez daha sabah ki görüntüyle karşılaşmak istemiyorum." Böylesine büyük bir öfkeyle söylediği sözler sonrası cevap bile veremedim. Sadece başımı sallamakla yetindim. Odasına ilerlerken çalan telefonunu cevaplamış bense ardında bıraktığı boşlukta kalakalmıştım. Hata yapmıştım lakin bu tavrı hak etmiş miydim orası meçhuldü... *********** İlkay hastaneden dönmemiş , hatta yatışı yapılmıştı. Refakatçi olarak onun ailesinin uzun zaman önce ölmüş olmasından mütevellit Seher Hanım kalırken , bir anda kimsenin olmadığı bu evde bir başıma kalmıştım . Sadun Bey evi arayıp iş seyahatine çıktığını söylerken koca evde ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim. Yemek yapmak bile bana iyi gelmezken tekrar hata yaparım korkusuyla odamdan dahi çıkamıyordum. Tam 3 gün geçmişti. Sabah kendime kadar kahvaltı hazırlıyor, akşamları ise yemek yemek bile külfet haline geliyordu. Bir gece yine odamda otururken çalan telefonumla duvarlar üstüme üstüme gelmişti. Arayan kişiyi gördüğümde nefessiz kaldığımı hissederek kendimi dışarı attım. Büyük demir kapı girişinde soluklanmaya çalışırken çalan telefonumla daha da nefessiz kaldığımı hissettim. Öfkeli bir çığlıkla hala çalan telefonu yere fırlatırken kalbim duracak kadar hızlı atıyordu. Bayılacak gibiydim. Korkuyordum. Yalnız olmaktan, tekrar onların kıskacı altına girmekten. Korkularım boğazımı saran bir urgan oldu. Ağlamaktan kısılan sesimle boğazımı parçalamaya çalışırken ellerimin üzerine konan iri ellerle korkum daha da arttı. Konuşmak , dokunma bana demek istiyordum. Görmeyen gözlerle karşımda ki kişiden kaçmaya çalışırken bedenime sarılan kollarla çırpınmalarım arttı. O an kaybettiğim sesim yerine gelirken koca bahçede çınlayacak kadar büyük bir feryat döküldü dudaklarımdan. "Bırak beni... Dokunma bana ne olursun.." Bana sımsıkı sarılan bedenin sözlerimle gerildiğini hissettim. Daha çok çırpınmaya başlarken kulağıma dolan sesle kısa süreli bir duraksama yaşadım. "Caddelerde rüzgar aklımda aşk var Gece yarısında eski yağmurlar Şarkı söylüyorlar sessiz usulca Özlediğim şimdi çok uzaklarda" Kısık fakat derinden gelen sesle kollarım hissizce iki yanıma düştü. Kulağımın hemen dibinde tatlı bir nağme ile mırıldanan ılık nefes ve burnuma doluşan tanıdık kokuyla nefeslerim düzene girmeye başladı. "Deli dolu günler Hayat güzeldi Kahkahalarıyla günler geçerdi Ellerim uzanmaz dokunamam ki Özlediğim şimdi Çok uzaklarda" Zihnim şimdi daha berraktı. İki yanımda sallanan kollarıma eşlik eden aldığım sakin nefesler sonrası bana sarılan beden usulca uzaklaştı benden. Hala gözlerimden akan yaşlarla gördüğüm iki yeşil hareyle şaşkınca karşımda duran Sadun Bey'e baktım. O dağılmış saçlarımı kulağın arkasına atıp bu sefer daha yüksek sesle söyledi son dizeyi. "O da özlüyormuş Benim bir tanem Çok üşüyormuş Ben olmayınca Öyle yazıyor son mektubunda..." Konuşmak kriz anımda bana destek olduğu için teşekkür etmek istiyordum ama dilim sanki damağıma yapışmış gibiydi. Bir kaç dakika sakince gözlerine baktım. Aldığım derin nefesler sonrası zorlukla da olsa aralayabildim dudaklarımı. "Ben teşekkür ederim. Sanırım ufak bir atak geçirdim. Kusura bakmayın gece gece sizi uğraştırdım." Aldığım kesik nefesler arasında ettiği sözlerle kaşları an be an çatıldı. Sonra usulca ellerime uzanıp hala merdivende oturan bedenimi kaldırdı. Ben onun her hareketine uyan bir kukla gibi yavaş adımlarla mutfağa ilerledim. Ada tezgâhına oturduğum anda Sadun Bey hemen beyaz mutfak dolaplarına ilerledi. Bir fincan ve bir kavanoz çıkardı. Sonra buzdolabına adımlayıp süt şişesini bulduğu cezveye döktü. Isınan sütün kokusuna çocukluğumdan kalma anılarımda saklı olan başka bir koku eşlik etti. Salepin kendine has rayihası ile gözlerim anlık kapanırken yanı başımda işittiğim adım sesiyle dağılmış bedenimi toparladım. Önüme konan bol tarçınlı salepin kokusunu derince soluklarken Sadun Bey ayakta duruyordu. "Soğutmadan iç. Daha sonra da uyumaya çalış. Ben ne yazık ki geri dönmek zorundayım. Ama eğer bir sorun olursa Seyit kapıda ona seslenmen kafi." Benimle alakadar olduğu süreye bile minnettardım. Elimde sıcaklığı avuç içimi yakan bardak ile ağlamaktan kızarmış olduğunu düşündüğüm kahve gözlerimi ona çevirdim. Yüzünde yorgun bir ifade vardı. Göz altıları bile 3 günde morarmış kirli sakalı ise biraz uzamıştı. Biraz önce sanki kriz geçiren ben değilmişim gibi atik hareketlerle ayağa kalktım. Karşısına geçtiğimde boylarımız arasında ki fark gözle görülür dereceydi. "Ben tekrar teşekkür ederim size. Ama baya yorgun gözüküyorsunuz. Yemek yediniz mi?" Sorduğum soruyla yeşil gözlerinden saniyelikte olsa bir çok duygu geçti. Dalgınca vereceği cevabı beklerken, benimle o 3 gündür şahit olduğum sert ifadesiyle konuştu. "Yemek yiyecek vaktim yok. Daha iyi olduğunuza göre bir an önce gerekli dosyayı alıp çıkayım." Onun sert ses tonuyla verdiği cevap sonrası dudaklarımdan tek bir kelime çıkmadı. Sadun Bey hızla mutfaktan çıkarken soğuyan salebimi tek seferde içerek bulaşığını makineye attım. Ama içimde hala beni rahatsız eden bir his vardı. O yüzden sabah kahvaltı sonrası hazırladığım kurabiyeleri bir saklama kabına koyarak ada tezgâhına bıraktım. Yaptığım bu hareket benim nezdimde bir nevi özür dilemekti. Yorgunluk tüm bedenimi ele geçirdiğinde sarsak adımlarla odamın yolunu tuttum. Soğuk yatağıma kendimi bırakırken yarın yeni ve sorunsuz bir güne uyanmayı diledim. Sabah yine erken saatte kalkıp hallettiğim rutin işler sonrası mutfağa adımladım. Hızla kendime çay demlemek için kettle su koyarken arkamı döndüm usulca. Ada tezgâhında gördüğüm şeyle şaşkınca yerimde kalakaldım. Dün gece içine kurabiye koyduğum kap boştu lakin kabın yanında duran kapağın üzerinde tek dal mavi bir çiçek vardı. Bebek mavisi yapraklara sahip bu çiçeğe doğru adımlarken kalbim saatlerce soluksuz koşmuş kadar hızlı atıyordu. Çiçeği alırken parmaklarımın dahi titrediğinin farkında değildim. Burnuma götürdüğüm çiçeğin kokusu bana bir kaç gün önce girmem yasak olan o kış bahçesindeki çiçekleri hatırlattı. Her bir yaprağını yüzümde kocaman bir tebessümle severken , kapı eşiğinde beni izleyen bedenin farkında dahi değildim. Bir sonbahar sabahı mavi taç yapraklı bir çiçekle kalbime izini bırakan adam için tüm hayatımı baştan aşağı değiştirecek ve onun uğruna bir çok fedakarlığa katlanacağımı günü gelmeden öğrenemeyecektim...
|
0% |