Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Anbar Köyü Part 1

@anksiyeteliyazar

Silva

 

Yüzüme çarpan güneş ışınları uyanmama neden olurken kendimi bir kaya kadar ağır hissediyordum. Birkaç dakika boyunca yatağın içinde öylece dönüp durduktan sonra gözlerimi açıp tavana diktim. Dün olanlar bir bir zihnimde belirirken yüzümü buruşturdum. O küçük kız yerde öylece yatarken Jieli beni saraya kadar sürüklemişti ve o andan beri odamdan dışarı adım atmamıştım.

 

Aklım hala almıyordu, Zahel'in böyle bir şey yapabileceğine hiç ihtimal vermiyor, bir yandan da onu tanımadığımı düşünmeden edemiyordum. Kalbim feryat figan Zahel'i aklamaya çabalarken beynim aksini ispat ediyor ya düşündüğüm gibi biri değilse ihtimali içimi kemirip duruyordu. Kızgındım, o küçücük kızı gözünü dahi kırpmadan gözlerimin önünde öldürdüğü için içimde büyük bir öfke vardı. Gözlerimi her kapattığımda bir kan gölü ve duygusuz bir katil görüyordum. Oysa o bir tanrıydı, halkına karşı hoşgörülü ve merhametli olmalıydı, onları öldürmemeliydi.

 

Buz dağından farksız olan o adamın aslında göründüğü gibi olmadığını düşünmüştüm ama dün olanlar bana haksız olduğumu kanıtlamıştı ve bu canımı tahmin ettiğimden daha çok yakmıştı. Dün tartıştığım iki adamın sözleri sürekli kafamın içinde yankılanıyordu. "O adam lanetli bir canavarın teki." Gerçekten doğru olabilir miydi, Zahel hakkında yanılmış olabilir miydim? Düşündükçe öfkeden delirecek gibi oluyordum. Bunun gerçek olmasını istemiyordum, o adamların dilsiz hizmetçilerle ilgili söylediklerinin doğru olmasını istemiyordum.

 

Ellerimle yüzümü ovuştururken oturur pozisyona geçtim. Kapı kısaca tıkladığında zar zor çıkardığım sesimle "girin" dedim. İçeri neşeli neşeli sırıtan Nowa girdi. "Kalk bakalım uykucu. Bu gün yapacak çok işimiz var." "Ne işi?" "Bu günden itibaren dövüş ve silah kullanma eğitimleri almaya başlıyorsun." Cevabına anlam veremeyerek suratına baktım. "Ben muhafız değilim. Neden eğitim almam gereksin?" "Zahel öyle istiyor ayrıca..." "Kesinlikle olmaz!!" Sert bir dille Nowa'yı kestirip attığımda şaşkın şakın bana bakıyordu.

 

"Onun istediği hiçbir şeyi yapmam!" Nowa ilk kez gördüğü bir şeye bakar gibi kızgın ifademi incelerken kaşları çatılmıştı. "Dün olanlar yüzünden böyle söylüyorsan eğer bunu yapmamalısın." "Bana nedenini açıkla o halde! Neden o küçük masum kızı öldürdü?" Suspus olan Nowa bakışlarını kaçırırken Zahel'i haklı çıkarma çabalarım paramparça oldu. O masum kızı öldürmesinin hiçbir geçerli nedeni yoktu. Acı gerçek ruhumu sarsarken başım önüme düştü. İçten içe geçerli bir nedenin olmasını ummuştum ama hiçbir nedeni yoktu işte.

 

"Sana saldıran geyiği hatırlıyor musun?" konumuzla ne ilgisi olduğunu düşünerek bakışlarımı ona çevirip başımla onayladım. Demek Zahel ona geyikten bahsetmişti. "İşte o geyikten çok daha büyük tehlikeler var Silva. Başına ne geleceğini bilemezsin ve her an seni koruyacak biri de olamaz. O yüzden her şeye hazırlıklı olman için bu eğitim şart." Birkaç saniye durup düşündüm. Bunu Zahel istediği için yapmak istemesem de Nowa'nın sözlerinde kesinlikle haklılık payı vardı. Bu diyarla ilgili nerdeyse hiçbir şey bilmezken savunmasız biri olmak gerçekten de tehlikeli olabilirdi. "Pekâlâ, öyle olsun."

 

"O halde hemen şunları giy ve aşağı gel. Kahvaltıdan sonra başlıyoruz." Elinde tuttuğunu ancak fark ettiğim kıyafet yığınını yatağın üzerine bırakırken tekrardan neşeli bir ruh haline bürünmüştü. "Kahvaltıda Zahel de olacak mı?" Onun daha dün küçücük bir çocuğu öldürdüğüne bilerek yanında yemek yemem mümkün değildi. "Bazı önemli işler yüzünden o güne daha erken başladı. Hadi çabuk hazırlan." Kapının kapanma sesi duyulduğunda hızlıca yataktan çıkıp sağ taraftaki banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra Nowa'nın getirdiği kıyafetleri giymeye başladım.

 

Altımda bacaklarımı saran siyah bir pantolon üzerimde ise yine siyah bir bluz vardı. Uzun kolları olan bluzun kumaşı fazla olmasa da inceydi ve üzerimi sarıyordu. Üzerinde boş hançer kınlarının olduğu kemerlerle bir süre bakıştıktan sonra birini belime ve bacak için olanı da sağ bacağıma taktım. Bir süre takmayı beceremeyip kemerlerle boğuşsam da nihayet işin sırrını çözmüştüm. Saçlarımı da sıkıca ördükten sonra keyifsiz ruh halimi gizlemek için yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip odamdan çıktım.

 

Merdivenlerden indiğimde buraya geldiğim ilk gün oturduğum masada yemek yiyen Nowa ve Ragaz'ı gördüm. Masanın başında duran sandalyeyi çekmeye yeltendiğimde bıçak kadar keskin bir ses beni durdurdu. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Ragaz'ın ürkütücü bakışlarıyla karşılaştığımda duraksadım. Bana büyük hata yapmışım gibi bakıyordu.

 

"Kızı korkutma Ragaz. Silva orası Zahel'e ait. Yanıma otur istersen." Nowa'nın yanında yerimi alırken aklım günler öncesine gitti. Şimdi o gün Jieli'nin beni gördüğünde neden öyle bir tepki verdiğini anlıyordum. Orası Zahel'in yeriydi. Bunu anlamadığım için kendime kızmadan edemedim. Masanın başköşesi başka kime ait olabilirdi ki. Pek içim almasa da önümdeki yemekten biraz yemeye çalıştım. Ragaz'ın kaya kadar sert bakışlarıyla her karşılaştığımda başımı hızlıca önüme eğiyor nasıl bu kadar sert ve duygusuz göründüğünü anlamaya çalışıyordum.

 

***

 

Güneş nerdeyse batmak üzereydi ve ben sarayın arkasındaki eğitim sahasında ter içinde tur atıp duruyordum. Sabahtan beri taşımadığım ağırlık kalmamış koşmaktan ciğerlerim iflas etmişti. Nowa tüm bunların bedenimi daha dayanıklı hale getirmek için yaptığımızı söylese de bu yorgunluktan baygınlık geçirmek üzere olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Kısa bir ıslık kulaklarıma dolduğunda kendimi yere atacaktım ama bu tarafa doğru gelen Zahel'i fark ettiğimde kendimi ayakta durmaya zorladım. Dişlerimi sertçe birbirine bastırırken bir yandan da yumruklarımı sıkmadan edemiyordum.

 

Birkaç metre ötemizde muhafızlara eğitim veren Ragaz'la konuşmaya başladığında Nowa'nın yanına gelmiştim. "Beklediğimden çok daha iyi bir performans sergiledin. Vücudun sandığımdan çok daha güçlü ve dayanıklıymış." Bunu söylerken keyifle sırıtıyordu, bense tek kelime edemeyecek kadar yorgundum. "Nowa!" arkamdan gelen Zahel'in sesini duyduğumda hiçbir tepki vermedim. Nowa Zahel'e ne oldu dercesine bir bakış attığında Zahel'in sesi tekrar kulaklarıma ulaştı.

 

"Bir cezan olduğunu hatırlıyorsun değil mi?" Zahel'in soğuk bir çeliği andıran ses tonu Nowa'yı hiç etkilememiş gibi eliyle ensesini ovuşturup cevap verdi. "Doğru ya şu mesele. Pekâlâ, cezam ne?" "Onu da mı öldüreceksin?" Kendimden beklemediğim bir şekilde öfkeyle Zahel'e dönüp söylediklerim tüm bakışların üzerimize toplanmasına neden olurken ölüm sessizliği oluştu. Kimseden çıt çıkmıyor Ragaz derinden çattığı kaşları ve kızgın ifadesiyle bana bakıyordu. Tüm muhafızların rahatsız edici bakışları ben ve Zahel'in arasında mekik dokurken Nowa'nın gözleri kocaman olmuş Zahel ise istifini bozmamıştı. "Silva ne diyorsun sen?" Nowa'nın şaşkınlığı sesine de yansırken Zahel'in yüzünde hala tek bir mimik bile oynamıyordu.

 

"Silva dinle dün olanlar..." "Nowa!!!" Zahel'in bıçak kadar keskin sesi Nowa'yı sustururken buz dağını andıran bakışlarını üzerimden çekmemişti. "Gece yarısından gün doğumuna kadar on bin şınav çekeceksin. Ayrıca aynı gün sabah kahvaltısını sen hazırlayacaksın." Sorumu duymazdan gelerek Nowa'yla konuşması afallamama neden olurken bir anda suspus olmuştum.

 

"Biz şu şınavı on beş bin yapalım ama mutfağa girmeyim." Nowa'nın yakarış dolu bir sesle söylediklerine bir an için gülmek istesem de ifademi bozmadım. "Zaten benim hazırladığım kahvaltıdan kimseye hayır gelmez. Zehirlenmenize neden olmak istemem." "Hazırladıklarını önce sen tadacağın için sorun olmaz." "Bunu bana yapamazsın." Zahel başka bir şey söylemeden arkasını dönüp gittiğinde yan tarafımızdaki şaşkın muhafızlar birkaç saniye beni süzüp önlerine döndüler. Ragaz'ın korkutucu ifadesiyle karşılaştığımda görmezden gelip bakışlarımı Nowa'ya çevirdim. "Bittim ben." "Neyin cezası bu?" dediğimde sesim kızgın çıkmıştı. "Ahırları temizlerken bir atın kaçmasına neden oldum." Diye açıkladı eliyle ensesini ovuştururken.

 

Güneşin doğmasına az bir vakit vardı ve ben adım adım Nowa'nın odasına doğru sırıtarak ilerliyordum. Bütün gece şınav çekmekle uğraştıktan sonra kendini yatağa zor atmış olmalıydı ama daha hazırlaması gereken bir kahvaltı olduğundan onu uyandırma görevini ben üstelenmiştim. Onu tatlı uykusundan çekip alma ve zorla mutfağa götürme fikri gözüme oldukça cazip geliyordu. Yüzmeden silemediğim sinsi sırıtışla uzun koridorda ilerlemeye devam ediyordum. "Hanımım bence bunu biz yapmamalıyız."

 

Bir süre önce Jieli'den öğrendiğim kadarıyla muhafızların odaları sarayın alt katındaki sol kanattaydı ama Nowa'nın odasının hangisi olduğunu tam bilmediğimden Jieli'yi de kolundan tutup peşimden sürüklemiştim. Benim aksime o bu işe pek hevesli görünmüyordu. Suratında endişeyle karışık çözemediğim bir ifade vardı. "Şiii. Artık çok geç zaten." Jieli gözleriyle resmen lütfen geri dönelim diyordu. Başımı olumsuz anlamda iki yana salladıktan sonra yürümeye devam ettik. "Burası."

 

Koyu kahve tonlarında ahşap bir kapının önünde durduğumuzda daha da sabırsızlanmaya başladım. Elimi açmak üzere kapının koluna koyduğumda Jieli'nin parmakları bileğimin etrafını sardı. Yüzünde gergin bir ifade vardı ve yanakları kıpkırmızı olmuştu. Şüpheyle onu baştan aşağı süzerken elini çekip başını öne eğdi. Gözlerini köşe bucak kaçırırken fısıltıyla konuştu. "Hanımım....şey" kem küm ediyor ama bir türlü ne diyeceğini söyleyemiyordu. Bense kollarımı göğsümün altında kavuşturmuş sabırla konuşmasını bekliyordum.

 

"Böyle girmesek mi?" dediğinde kaşlarım merakla havalanırken daha da kızaran Jieli öne eğdiği başını bir türlü kaldıramıyordu. Ellerini önde birleştirmiş parmaklarını ovuşturup duruyordu. "Belki Efendi Nowa müsait değildir." "Derin bir uykuya daldığına dair bahse girerim." Deyip tekrar kapının koluna uzandım. "Hanımım ya üstü uygun değilse?" elim havada asılı kalırken kafamda farkındalık şimşekleri çakmaya başladı. Yüzümdeki beliren sırıtışa engel olmayarak başımı Jieli'ye çevirdiğimde şuna kadar neden böyle kıvranıp durduğunu nihayet anlayabilmiştim.

 

Yüzü domatesi dönen Jieli inatla öne eğdiği başını kaldırmadığı gibi bir de dudaklarını kemirmeye başladı. Yüzüme muzip bir sırıtış yerleştirirken bilmiş bir edayla kollarımı tekrar göğsümün altında kavuşturup kapıdan bir adım uzaklaştım. "Haklı olabilirsin Jieli. Sabah sabah yarı çıplak bir Nowa görmek istediğim son şey bile değil. O yüzden şimdi şöyle yapıyoruz." Nihayet başını kaldıran Jieli'nin suratında rahatlamış bir ifade belirmişti. Dudaklarını kemirmeyi bırakmış kızaran yanakları da usul usul normale dönmeye başlamıştı. Kıyamam gideceğimizi falan düşünüyor olmalıydı. "Önden sen girip Nowa'yı uyandırıyorsun. Ben ondan sonra giriyorum."

 

Gözleri anında kocaman olan Jieli'nin suratı kıpkırmızı kesildi. Başını olumsuz anlamda hızla iki yana sallarken ben de sırıtarak başımı aşağı yukarı salladım. Arkasına geçip ellerimi omzuna yerleştirdim ve hafifçe ittirdim. "Hadi bakalım. Git uyandır şu uykucuyu." "Hanımım... yapmasam?" adeta yalvaran gözlerle bana bakarken başımı iki yana salladım. Nihayet ikna olan Jieli ağır çekimdeymiş gibi hareket ederken sırıtarak onu seyrediyordum.

 

Bir asır geçmiş gibi hissettiren bir süreden sonra nihayet kapı açılmış ve Jieli içeri girebilmişti. Aralık ola kapıdan usulca başımı uzatıp içeri baktım. Jieli'nin tahmini doğru çıkmıştı. Nowa yarı çıplak halde yüz üstü yatıyordu. Beline kadar gelen örtüsü buruş buruş olmuştu. Yatağın başına gelen Jieli titreyen elini uzatıp hafifçe Nowa'nın omzuna dokunduğu anda hemen geri çekti. Birkaç saniye bekleyip tekrar dokunduğunda bu sefer omzunu hafifçe sarstı. Garip homurtular çıkaran Nowa kıpırdansa da uyanmamıştı. Jieli bu sefer daha sert sarstığında Nowa uyanmış olmalıydı. "Git başımdan Ragaz."

 

Jieli son bir defa daha dokunduğunda sinirle ve homurdanarak aniden dönüp gözlerini açan Nowa'nın gözleri resmen yuvalarından çıkmak üzereydi. "Ji..jieli." güçlükle adını fısıldarken bir yandan da telaşla doğrulup beline kadar olan örtüyü hızlıca üzerine çekiverdi.

 

Kapıyı tıklatıp engel olamadığım sırıtışımla içeri girdiğimde Nowa tamamen kafası karışmış görünüyordu. "Kalk bakalım uykucu. Kahvaltı hazırlayacaksın." Yüzü anında memnuniyetsiz bir ifadeye bürünürken örtüyü omuzlarına dek çekiştiriyor bir bana bir Jieli'ye bakıp duruyordu. "On dakikaya mutfakta ol. Hadi gidelim Jieli."

 

Mutfağa vardığımızda Jieli'nin suratı hala bir domatesi andırıyordu ve ben sırıtmaktan kendimi bir türlü alamıyordum. "Sanırım yarı çıplak bir Nowa bir çok gece hayallerinin ana karakteriydi." Bir saniyeliğine kocaman olmuş gözlerle suratıma bakan Jieli hızla gözlerini kaçırdı. "İnkar etmiyorsun. O halde..." "Hanımım lütfen yapmayın. Beni utandırıyorsunuz." Mahcup sesiyle nerdeyse yalvarırcasına söyledikleri konuşmak istesem de susmama neden oldu. Onu başka bir zaman biraz daha utandırabilirdim.

 

"Başımın belası birken iki oldu." Kıstığı gözleriyle bana bakan Nowa'ya başımla önündeki işle ilgilenmesi gerektiğini işaret ettim. Mutfağa girdiğinden beri doğru düzgün bir şey yapamadığı gibi çenesi de durmak bilmiyordu. Eli yüzü una bulanmış halde savaş verirken söylenmekten geri durmuyordu. Jieli ile ben de oturmuş onu izliyorduk. Hali beni açık açık güldürüyordu. Jieli ise gülmemek için kendini mümkün mertebe tutmaya çalışıyor gözlerini Nowa'dan hiç ayırmıyordu. "Beni saraya sen getirdin. Şimdi de söylenemezsin." Elinde tuttuğu bıçakla bana doğru dönüp boştaki elini beline dayadı. "Bence seni iade etmeliyim. Bir tane Zahel bana yetiyor." "Maalesef ben daha uzunca bir süre başına belayım."

 

"Al bakalım." Saatlerce uğraşıp nihayet pişirdiği hamurdan uzattığı parçaya şüpheyle bakıyordum. Biraz yanmış olan parça pek de iştah açıcı durmuyordu. "Beni zehirlemeyi planlamıyorsun değil mi?" şimdi sırıtan taraf oydu. "Deneyip öğrenmelisin." Gözlerimi deviriken uzattığı parçayı alıp ağzıma attım. Uzun uzun çiğnememe rağmen bir türlü yutamadığım parça öldürmüyordu ama süründürüyordu. Güçlükle yuttuğumda yüzümü buruşturup gözlerimi keyifle sırıtan Nowa'ya diktim. "Bu düpedüz bir işkence yöntemi." "Afiyet olsun." Dediğinde keyifle sırıtıyordu ve ona Jieli de eşlik ediyordu.

 

"Ehh o zaman ikinize kolay gelsin." Deyip ayağa kalktım. Nowa istifini bozmazken Jieli telaşla ayaklanmıştı. "Hanımım nereye gidiyorsunuz?" "Biraz hava alacağım. Sende şu beceriksize yardım et yoksa aç kalacağız." Jieli'nin itirazlarını aldırış etmeden koşar adımlarla kendimi dışarı attım. Çıkış kapısı gözlerimin önünde belirirken içeri giren Zahel'i gördüğümde hızlıca arkamı dönüp geldiğim yöne doğru ilerlemeye başladım. "Nereye kadar benden kaçacaksın?" arkamı döndüğümde aramızda sadece birkaç adım olduğunu fark ettim. Ya epey hızlıydı ya da peşimden koşmuştu.

 

"Kaçtığım falan yok." Dedim iğneleyici bir tonda. Simsiyah gözlerini üzerime dikmiş beni baştan aşağı süzüyordu, ben de onu süzüyordum. Üzerinde yine siyah, gümüş renk işlemeleri olan bir takım vardı. Bu haliyle oldukça baştan çıkarıcı görünse de istifimi bozmadım. Bakışlarım boynuna kaydığında yine ceketin boynunu gizlediği dikkatimi çekti. Boynunu özellikle kapattığının farkındaydım ama nedeninin bir türlü çözememiştim. "Yaptığın şeyi sen nasıl tanımlarsın?"

 

Verecek bir cevabım olmadığından gözlerimi kaçırmakla yetindim. "İstediğin kadar kaç Silva ama unutma eninde sonunda bana geleceksin." sözleri karşısında kaşlarım çatıldı. Fazla kendinden emin konuşuyordu ve bu sinirlerimi bozmuştu. "Yanlıyorsun." diyerek karşı çıktım. Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi daralttığında istemsizce yutkundum. Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılırken kalbim tekledi. "Sen bana gelmesen bile ben hep sana geleceğim."

 

***

 

O günün üzerinden nerdeyse üç hafta geçmiş olmasına rağmen o küçük kızın görüntüsü bir türlü gözlerimin önünden gitmiyordu. Günlerdir düşünmeme rağmen Zahel'i haklı çıkaracak tek bir açıklama bulamıyordum. Bulduğum her fırsatta Jieli ve Nowa'ya Zahel'in neden o çocuğu öldürdüğünü sorsam da sanki ikisi de ağız birliği yapmış gibi aynı cevabı veriyorlardı, "Zahel'in muhakkak bir bildiği vardır." Buna inanmayı her şeyden çok istememe rağmen açıklama yapmıyor oluşları içimi kuşkularla dolduruyordu. Son çare olarak pek insancıl olmayan Ragaz'a bile sormuş ama aynı cevabı daha keskin bir dille almıştım. Artık Nowa ve Ragaz'ın arkadaşı olduğu için Jieli'nin ise efendisine olan içten bağlılığından ötürü böyle söylediğini düşünüyordum.

 

İçimde Zahel'e karşı büyük bir öfke vardı, yüzünü dahi görmek istemiyordum ama gördüğümde ritmi şaşan aptal kalbime de bir türlü engel olamıyordum. Onunla konuşmak istesem de yüzüne baktığımda görebildiğim tek şey kanlar içinde son nefesini veren küçük bir çocuktan başka bir şey değildi. Tam da bu yüzden ondan köşe bucak kaçıyor zorunda olmadıkça odamdan çıkmıyordum. Yine de her şeye rağmen sarayda dolanırken içten içe ansızın karşıma çıkmasını umut ederken buluyordum kendimi. Aptalın tekiyim.

 

Nowa'nın ceza olarak mutfakta debelendiği günü hatırladığımda gülmeden edemedim. Söylene söylene ve eline yüzüne bulaştırarak kahvaltı hazırlamaya çalıştığı görüntüleri hatırladıkça gülmeden edemiyordum. Saatlerce uğraşıp hazırladığı kahvaltı zehirlenmemize neden olmasa da yenilecek gibi de değildi. Ayıp olmasın diye ağızıma attığım bir lokmayı yutmaya çalışırken sarf ettiğim çabayı bir ben biliyordum. Yaptığı şey yemek değil yeni bir işkence yöntemiydi.

 

Kemerimi sıkıca bağlayıp deri kollukları da bileğime geçirdiğimde geriye sadece saçım kalmıştı. Aynanın karşısına geçip uzun beyaz saçlarımı sıkıca örmeye koyuldum. Son üç haftadır Nowa'dan dövüş ve silah kullanma eğitimi almaya devam ediyordum. İlk haftayı çoğunlukla vücudumu geliştirmeye çalışarak geçirmiştik. Nowa beklediğinden çok daha iyi bir performans sergilediğimi söylese de bu günün sonunda pert olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Her sabah dayak yemişim gibi uyanmama rağmen Nowa bir gün olsun dinlenmeme izin vermemişti. Yine de ağır tempolu bu çalışmaya her geçen gün daha da kolaylaşıyor gibiydi.

 

Diğer iki haftada ise bir yandan silahları kullanmayı öğrenmiş bir yandan da bedenimi geliştirmek için antrenman yapmaya devam etmiştim. İlk öğrendiğim şey hançeri nasıl tutmak gerektiğiydi, ardından da nasıl kendimi savunup saldıracağımı öğrenmeye başlamıştım ama bu konuda şimdilik pek iyi olduğum söylenemezdi. Bu gün Nowa'yla yine silahlar üzerinde çalışacaktık. Saçlarımı örmeyi bitirdiğimde kapıya yöneldim. Tam çıkacağım esnada kapı usulca tıkladı ve içeri tuhaf bir şekilde suçlu gözlerle bana bakan Jieli girdi ve karşımda durdu.

 

"Hanımım..." duraksadı. Sanki bir şey söylemek istiyor ama nasıl söyleyeceğini bilmiyor gibiydi. Bakışlarını sağa sola kaçırırken merakımı da iyice arttırıyordu. "Aslında bunu size uzun zaman önce vermem gerekiyordu ama ne tepki vereceğinizi kestiremediğim için veremedim." Avucunda duran küçük bir keseyi tederginlikle bana doğru uzattığında bir keseye bir de suçlu bir ifadeyle bana bakan Jieli'ye baktım ve keseyi elime alıp içindekini çıkardım.

 

Baş ve işaret parmağımın arasında o gün pazarda gördüğüm ve benim olmasını istediğim yüzük duruyordu. Yüzümde bir gülümseme ve merakla Jieli'ye baktım. "Şey...bunu Efendi Zahel size vermemi istemişti." Yüzümdeki gülümseme usul usul solarken yüzüğü kesenin içine koyup Jieli'nin avucuna sıkıştırdım. "Bunu ona geri ver! Ondan gelecek hiçbir şeyi istemiyorum!"

 

Keskin bir dille söylediklerimden sonra yüzü düşen Jieli yatağımın yanındaki komodine doğru ilerledi ve çekmeceyi açıp keseyi içine bıraktı. "Yine de bırakıyorum. İstemiyorsanız atabilir veya Efendi Zahel'e kendiniz verebilirsiniz." Kapının kapanma sesini duyduğumda gözlerimi komodine çevirdim. O günün anıları gözümün önünde belirirken kanım öfkeyle fokurduyordu.

 

İki yanımda yumruklarımı sıkıp hızlı adımlarla komodine yaklaştım. Keseyi alıp atmak istedim ama elim çekmecenin kulpunu tuttuğunda donup kaldı. Bir yanım atmak istese de bir yanım bunu yapmama izin vermiyordu. Geri vermek için Zahel'in yanına gitmekse istediğim son şey bile değildi. Onun kafamı bu denli karıştırmasına izin verdiğim için kendime kızarak yumruklarımı sıktım ve bu konuyu şimdilik ertelemeye karar verip odamdan çıktım.

 

Son basmağı da geride bırakıp büyük salona geldiğimde az ötede tartışıyor gibi görünen Nowa ve Zahel'i gördüm. Her zamanki gibi Zahel duygusuz bir ifadeyle dimdik duruyordu, Nowa ise bir elini beline dayamış diğer eliyle de yüzünü ovuşturup duruyordu. Her ne koşuyorlarsa Nowa'nın bundan pek de hoşlanmadığı gayet açıktı. Merakıma beni yine yendiğinde konuşmalarını duymak için biraz daha yaklaştım. Neyse ki henüz beni fark etmemişlerdi.

 

"Orda neyle karşılaşacağımız belli bile değil ve o da olası bir tehlikeye hazır değil." Nowa'nın dediklerinden bir şey anlamadım. Ne tehlikesinden ve kimden bahsettiklerine dair en ufak bir fikrim bile yoktu. "Tehlikeler onun hazır olmasını beklemez Nowa. Buna alışması gerek. Şimdi git ve hazırlıkların yapılmasını sağla." Zahel'in itiraza yer vermeyen sözleri Nowa'nın susup kalmasına neden oldu. Varlığımı fark eden Zahel bir saniye için tek bir duygu zerresi bile belli etmeyen ifadesiyle yüzüme baktı ve arkasını dönüp gitti.

 

Ellerini ne yapacağını bilmez halde saçlarının arasından geçiren Nowa beni fark ettiğinde hızlı adımlarla yanıma geldi ve uzun sıkıntılı bir soluk verdi. "Hazır olmana sevindim Silva ama eğitimimiz belirsiz bir süreyle iptal oldu." "Bir şey mi oldu?" Baş ve işaret parmağıyla burun kemiğini ovuştururken sıkıntılı bir halde anlatmaya başladı.

 

"Buradan yarım gün uzaklıkta Anbar adında bir köy var ve günlerdir köyden haber alamıyoruz. Devriye gezen muhafızlardan rapor gelmediği gibi ne olduğunu öğrenmek için gönderdiğimiz muhafızlar da geri dönmedi. Gün batımında köye gitmek için yola çıkacağız ve Zahel senin de gelmeni istiyor." "Tamam geliyorum" verdiğim cevap Nowa'nın kahretsin diye fısıldamasına neden oldu. "Biriniz deli ve diğeri ondan da beter." Pes eder gibi omuzlarını silktiğinde yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. "Peki o halde gün batımına kadar hazır ol."

 

Gün batımına kadar yaptığım tek hazırlık Nowa'nın bana verdiği hançerleri üzerime yerleştirmek olmuştu. Vakit geldiğinde ise Zahel, Nowa, Ragaz ve bir düzine muhafızla birlikte atlara binip yola koyulmuştuk. Geldiğim dünyada heveslenerek at binmeyi öğrendiğim için kendimi şanslı hissediyordum. Ata rahatlıkla bindiğimi gören Nowa ve Zahel bana takdir edercesine bir ifadeyle baktıklarında ne tepki vereceğimi kestirememiştim. Her şeye rağmen Zahel'in takdir dolu ifadesi küçük bir çocuk gibi gururlanmamı sağlamıştı.

 

Güneş batalı birkaç saat olmuştu ve ben Nowa'yla birlikte en önde giden Zahel ve Ragaz'ın gerisinde ilerlemeye devam ediyordum. "Zahel'e hala kızgın mısın?" beklemediğim soru afallamama neden olurken gözlerim saatlerdir dimdik halde atın üzerinde duran Zahel'i buldu. "O masum bir çocuğu öldürdü." Bir türlü dinmek bilmeyen öfkem yeniden harlanırken yanımdaki Nowa'nın sıkıntılı bir nefes verdiğini duydum. "Silva o çocuk..." "Nowa burada dinlenelim!"

 

Zahel'in keskin sesi Nowa'nın konuşmasını yarıda keserken herkes atlarından inmeye başladı. İçimden bir ses konuşmasını bilerek engellediğini söylese de bunu neden yaptığına dair pek bir fikrim yoktu. Ayaklarım toprağa bastığında Zahel'le eş zamanlı olarak Nowa'ya yaklaştım. Nowa bir bana bir ona bakarken ilk konuşan Zahel oldu. "Sana ne dediğimi unutma Nowa!" derken sesi bir bıçak kadar keskindi. Suratında sıkıntılı bir ifade beliren Nowa başını benden tarafa çevirip ardından tekrar Zahel'e döndü. Kısa bir an durup dudaklarını ıslattıktan sonra cevap verdi. "Ama bunu bilmeye hakkı var." Sesi itiraz doluyordu. Her neyden bahsediyorlarsa fikir ayrılığına düştükleri barizdi. Erkeklerin tartışması zaten harlanan öfkemi doruklara çıkarırken günlerdir içimde tuttuğum her şey bir anda serbest kaldı.

 

"Bilmem gereken şey Ölüm Tanrı'sının acımasız bir katil olduğu mu? Bunu gözlerimin önünde küçük bir çocuğu öldürdüğünde anlamıştım zaten!!" Nerdeyse bağırarak söylediklerimi herkes duymuş ve bütün gözler üzerime dikilmişti. "Diline dikkat!!" diyerek kaşlarını çatmış öfkeyle üzerime gelen Ragaz'ı Zahel keskin bir el hareketiyle durdurdu. Olduğu yerde donup kalan Ragaz bana ölümcül bakışlar atıyordu. Şayet gözleriyle insan öldürebiliyor olsaydı muhtemelen şu an çoktan ruhum bedenimi terk etmiş olurdu. "Herkes yemek yiyip dinlensin. Birazdan tekrar yola çıkacağız." Zahel bunları söylerken gözlerini üzerime sabitlemişti. Ne hissettiğini anlamak mümkün olmasa da üzerinden yayılan memnuniyetsizliği sezebiliyordum.

 

Herkes içinde bulunduğumuz ağaçlık alanda dağılırken Zahel ve Ragaz da yanımızdan uzaklaştı. "Bunu yapmamalıydın Silva." Yüzündeki hayal kırıklığı sesine de yansımıştı ve kendimi daha kötü hissetmeme neden olmuştu. Sustuğum anda zaten ne kadar büyük bir hata yaptığımı fark etmiştim ve bu aynı hatayı ikinci yapışım olmuştu. Zahel ne olursa olsun bir tanrıydı ve emri altındaki muhafızların önünde bunları söylememem gerekiyordu. Suçlulukla başımı öne eğerken tek kelime edemedim. "Seni temin ederim çok pişman olacaksın." Ne kadar büyük bir hata yaptığımı vurgulamak istercesine başını iki yana sallayarak kırgın bir ses tonuyla söylediklerinden sonra Zahel ve Ragaz'ın peşinden gitti.

 

Şimdi diğer herkesten uzakta bir başıma öylece duruyordum. Muhafızların bazıları nöbet için belirli yerlere dağılırken bazıları da ateş yakmak için çalı çırpı toplamak amacıyla uzaklaşmışlardı. Geri kalanlar ise atlara yüklenmiş olan yiyecekler ve diğer malzemeleri indirmekle meşgullerdi. Bakışlarım Zahel'i bulmak için etrafı tararken Ragaz'ın hoşnutsuz bakışları radarıma girdiğinde hızlıca başımı başka tarafa çevirdim. Sanırım bana tahmin ettiğimden daha kızgındı. Az ilerde ateşin etrafına hilal şeklinde dizilen kütüklerden birinde oturan Nowa'yı buldu bakışlarım. Eline aldığı bir dal parçasıyla toprağa bir şeyler çiziyordu. Beni fark ettiğinde başını kaldırıp bir saniye için suratıma boş bir ifadeyle bakıp tekrar başını eğdi.

 

Diğerlerinden uzak bir ağacın dibine doğru ilerlerken üzerimde gezinen rahatsız edici bakışları görmezden gelmeye çalışıyordum. Nowa ve Ragaz bana özellikle bakmaktan kaçınıyorken muhafızlar pür dikkat hareketlerimi yargılayıcı gözlerle izliyorlardı. Bir türlü tutmak bilmediğim dilim yüzünden tam olarak emin olmasam da hakkımda pek de hoş şeyler düşünmediklerini tahmin edebiliyordum. Kimileri bana bakıp yüzünü buruştururken kimileri de bir gözlerini deviriyordu. Varlığımdan pek de hoşnut olmadıkları barizdi.

 

Altında ezildiğim bakışlar her ne kadar rahatsız edici olsa da onlara kızamıyordum. Sonuçta onlar kendi tanrıları olarak Zahel'e bağlılık göstermelerinin yanı sıra muhafızları olarak da ona büyük bir bağlılık gösterirken sarf ettiğim sözler karşısında bana tepki göstermemeleri daha tuhaf olurdu. Yanına vardığım büyük ağacın dibine beni diğerlerinden saklayacak şekilde oturdum. Şimdi görebildiğim tek şey karanlıkta ürkütücü görünen ağaç dalları ve başımın üzerinde yıldızlarla bezenmiş olan gökyüzüydü.

 

Sırtımı ağacın kalın gövdesine yasladığımda yüzeyindeki çıkıntı ve pütürler etime batarken ellerimle yüzümü kapattım. "Neden diğerlerini yanında değilsin?" irkilerek ellerimi yüzümden çekerken başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Zahel yanı başımda dikilmiş kapkaranlık bir geceyi andıran gözlerini üzerime dikmişti. Karanlığa rağmen seçebildiğim yüz hatlarında her zamanki donuk ifadesi vardı. Kollarını göğsünün altında kavuşturmuş her zamanki dik duruşundan da ödün vermemişti. Omuzlarından sarkan pelerini hafifçe esen rüzgârın etkisiyle savrulurken saçları da rüzgardan nasibini almıştı. Alnına düşen bir tutam saçı sağa sola savrulurken karşısında bir kez daha nefesimin kesildiğini hissettim. Gerçek olamayacak ve ancak bir tanrının sahip olabileceği bir güzelliğe sahipti.

 

"Sen neden diğerlerinin yanında değilsin?" dedim ayağa kalkarken. Bir yandan pelerinime yapışan yaprak ve toz toprağı çırparken bir yandan da merakla vereceği cevabı dinliyordum. "Seni rahatsız mı ettiler?" dedi sorumu görmezden gelerek. Gözlerine bakmak için başımı kaldırmak istedim ama hissettiğim utanç ve pişmanlık buna izin vermedi. Arkasındaki boşluğa bakarken verecek uygun bir cevap arıyordum. "Hayır." Dedim tek düze bir sesle. Aslında birkaç şey daha söylemek istemiştim ama ağzımı açtığımda sadece hayır diyebilmiştim.

 

"Ama beni ettiler." Dediğinde şaşkınlığıma yenik düşüp suratına baktım. Aklımda anında sayısız senaryo oluşurken hepsinin birbirinden saçma olduğunu fark ediyordum. Kendi muhafızları Zahel'i nasıl rahatsız etmiş olabilirdi ki? Uzun bir sessizlik oluştu. Nedenini sorsam mı sormasam mı diye düşünürken dudağımın kenarını kemiriyor bakışlarımı kaçırıyordum. "Neden biliyor musun?" sormama gerek kalmadan anlatamaya başladığında zor da olsa tekrar yüzüne baktım. "Çünkü sana bakıyorlar. Dile getirmeseler de hakkında kötü düşünüyorlar ve bu beni delirtiyor."

 

Yutkundum. Duyduklarım aklımı başımdan alırken tüm bedenim kaskatı kesildi. Onu kendi muhafızları önünde kötü bir duruma sokmuş olmama rağmen o karşıma geçip bu sözleri nasıl sarf edebilmişti aklım almıyordu. Yüzünde tek bir mimik oynamasa da gerilen çenesinden dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Gerçekten insanların hakkımda kötü düşünüyor olması onu bu denli rahatsız mı etmişti? "Haksız değiller." Kendinden emin çıkarmaya çabaladığım sesim nerdeyse bir fısıltı gibi çıkmıştı. "Sana bir şey söylemek istiyorsam bunu biz baş başayken söylemeliydim, tüm muhafızlar bizi dinliyorken değil."

 

"Ne olursa olsun hakkında kötü düşündükleri için ceza alacaklar." Tekinsiz bir ses tonuyla söylediklerine inanamadım. Gerçekten sırf bir şeyler düşündükleri için muhafızlarına ceza mı verecekti? İtiraz etmek üzere ağzımı açmıştım ki benden önce davranıp susmamı sağladı. "Merak etme sadece antrenman saatlerini uzatacağım ve itiraz etmen de kararımı değiştirmeyecek." Söylemeyi planladığım tüm sözleri bir bir yutarken uzun bir soluk aldım. Sadece birkaç saniye içinde zihnimde oluşan karanlık senaryolarla Zahel'in vermeyi planladığı cezanın uzaktan yakından alakası yoktu. Oysa ben muhafızların canını yakacağını sanmıştım ama yanılmışım. Aptal gibi Zahel'in acımasız ve cani olduğunu düşünüyordum ve bundan bir an önce vazgeçmem gerekiyordu.

 

Az öteden muhafızların gürültülü konuşmaları ve yanan ateşin çıkardığı çatırtılar gelirken olduğumuz yerde öylece duruyorduk. Bir şeyler söylemek istiyordum ama sürekli kemiği yokmuş gibi davranan dilim şimdi düğümlenip kalmıştı. Ansızın esen rüzgâr tüylerimi diken diken ettiğinde pelerinimin omuzlarından çekiştirip biraz daha büzüştüm. Zahel'in kendi pelerinini çıkarmak için yeltendiğini gördüğümde onu durdum. "Gerek yok. Üşümüyorum." Aslında üşüyordum ama Zahel'in de üşüp üşümediğini bilmediğimden pelerinini çıkarmasına izin veremezdim.

 

"Bana yalan söyleme." Sesi kulağa emir gibi geliyordu. "Ya pelerini alırsın ya da ısınman için sana sarılmam gerekir." Bir an kulaklarıma inanamadım. Vücudumdaki tüm kan yanaklarıma hücum ederken gözlerimi gözlerinden alamıyordum. Ciddiydi, yüzündeki ifadeden ne kadar ciddi olduğu gayet net anlaşılıyordu. Ona sarılma düşüncesi kalbimin ritmini bozarken gözlerinin daha da koyulaştığını fark ettim. Pelerini vermekten ziyade sarılmak istiyor olabilir miydi gerçekten? Kulaklarım kadar kızarmış olmama rağmen hala bir cevap verememiştim.

 

"Ateşin yanına gidebiliriz." Dedim. Sesim zar zor çıkmıştı. Her ne kadar kollarının arasında olma düşüncesi kalbimi çıldırtsa da bunu yapabileceğimi sanmıyordum. Gözlerimin önünde masum bir çocuğu öldürdüğünü bilerek kana bulanmış ellerinin bana dokunmasına izin veremezdim. Duruşunu sanki mümkünmüş gibi daha da dikleştirirken kollarını çözüp arkada birleştirdi. Şimdi yüz ifadesi az önceye nazaran daha sert görünüyordu. Hızla bakışlarımı kaçırırken diğerlerine katılmak için bir adım attığım esnada koluma sıkıca dolanan parmaklar duraksamama neden oldu.

 

Başımı çevirip önce parmaklarını doladığı koluma ardından suratına baktım. "Ne..." "Şiiiiii!" tek kaşım merakla hava kalkarken sustum. Zahel kaşlarını çatmış pür dikkat etrafı inceliyordu. Kalbim hızını arttırırken merakla sağa sola bakmaya başladım. "Neler oluyor?" bu sefer sesimin alçak çıkmasına dikkat etmiştim ama Zahel ya beni duymamıştı ya da bilerek cevap vermiyordu. "Silvaa!!" Zahel'in bağırışıyla eş zamanlı olarak bedenimde hissettiğim eller beni sarmalayıp ittiğinde sert zeminle buluşuverdim.

 

Az önce durduğumuz noktadan birkaç metre ötede sırt üstü yerde yatıyordum. Darbenin yarattığı keskin acı tüm bedenime yayılırken yüzümü buruşturdum. Zar zor gözlerimi açtığımda kollarını iki yanıma dayamış tam üzerimde duran Zahel'le karşılaştım. "İyi misin?" dediğinde sadece belli belirsiz başımı sallamakla yetindim. Daha ben ne olduğunu anlamadan Zahel ayağa kalktığında etraftan garip sesler yükselmeye başladı. Uzattığı elini tutup ayağa kalktığımda beni arkasına alıp kılıcını çekti.

 

Etrafıma baktığımda herkesin yan yana dizilip bizim de dahil olduğumuz bir çember oluşturduğunu fark ettim. Birçok muhafız kılıcını çekmiş bazıları ise hazırda tuttukları yaylarına okları yerleştirmişti. Yarattığımız çemberi geri geri adımlayarak küçültürken halen neler olduğunu anlayabilmiş değildim. "Görebileniniz var mı?" Ragaz'ın gür bir sesle sorduğu soru havada asılı kaldı. Anlaşılan bahsettiği şey her neyse kimse onu göremiyordu.

 

Tüm muhafızlar dimdik duruyor beklediklerini varsaydığım düşmana karşı en ufak bir korku belirtisi göstermiyordu. Ragaz her zamanki katı ifadesiyle dört bir yanı kolaçan ediyor Nowa ise avının gelmesini bekleyen bir hayvan gibi keyifle sırıtıyordu. Zahel güven verici bir şekilde önümde dursa da neler olduğunu anlamadığım için kalbim korkudan deli gibi çarpıyordu. Kısa bir süre öncesine kadar hayvan seslerinin yükseldiği ormandan şimdi çıt çıkmıyordu. Rüzgârda hışırdayan yapraklar bile sanki tehlikeyi fark etmiş gibi ses çıkarmayı bırakmıştı. "Hançerini eline al!" Zahel'in emriyle birlikte hızlıca bacağıma astığım hançerimi çektim.

 

Neler döndüğünü anlamıyordum ama anlaşılan tehlike epey yakınımızdaydı.

 

♡♡♡

Sevgili okurlarım oy verip bol bol yorum yapmayı unutmayın. Bu arada size bir şey sormak istiyorum. Uygulama içerisinde kitap takibi nasıl yapılıyor. Bileniniz varsa yorumlarda detaylı şekilde anlatabilir mi rica etsem. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere:)♡♡♡♡

 

 

Loading...
0%