Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Anbar Köyü Part 2

@anksiyeteliyazar

Silva

Yeri göğü yaran bir kükremeyle eş zamanlı olarak bir anda önümüze atlayan devasa boyuttaki yaratık gözlerimin fal taşı gibi açılmasına neden oldu. Aşağı yukarı iki metre boyunda olan yaratık nerdeyse bir kediye benziyor olmasına rağmen hiç sevimli görünmüyordu. Dört yerine altı bacağı ve buradan bile görebildiğim kocaman pençeleri vardı. Bacaklarından dördünün üzerinde duruyordu, muhtemelen kalan ikisini kol olarak kullanıyordu ve kahverengi tüylerle kaplıydı. İkinci bir kükremeyle ağzını açtığında gördüğüm keskin dişleri yutkunmama neden oldu. Kısalı uzun dizilmiş dişleri jiletten bile keskin görünüyordu.

Burnundan verdiği nefesler havada minik sis bulutları oluştururken bedenini geriye doğru çekti ve bir kükreme eşliğinde var gücüyle üzerimize doğru atladı

Burnundan verdiği nefesler havada minik sis bulutları oluştururken bedenini geriye doğru çekti ve bir kükreme eşliğinde var gücüyle üzerimize doğru atladı. Çığlık atarak kendimi yana attığımda popom sert zeminle buluşuverdi. Birkaç metre önümde arkası dönük duran yaratık hızla ilerliyor onu durdurmak için önüne çıkan muhafızları kolları olduğunu varsaydığım uzuvlarını kullanarak savurup atıyordu. Kılıcıyla önüne çıkan bir başka muhafızın suratına kükreyen yaratık koluyla üzerine sert bir darbe indirdiğinde karnından kanlar boşalan muhafız yere yığıldı. Yere düşen muhafızın üzerine tek ayağını koyan yaratık geriye doğru dönüp ona yaklaşan muhafızlara doğru kükredi.

Yaratığın ağırlığı altında ezilen muhafız acı içinde yardım çığlıkları atarken diğer herkes yaratığın etrafında toplanmış bekliyorlardı. Hepsi temkinli duruyor ellerindeki silahları bırakmıyor en ufak korku belirtisi göstermiyordu. Ragaz her zamanki ifadesini korurken Nowa kaşlarını çatmış öfkeden burnundan soluyor gibi görünüyordu. Zahel'in elindeki kılıcın yerini bir hançerin aldığını fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Ucundan tuttuğu hançeri havaya kaldırıp sertçe fırlattığında kocaman gözlerle havada süzülen bıçağı izledim. Hızla ilerleyen hançer yaratığın arka bacağı saplandığında sendeleyen yaratık acı içinde kükredi.

Telaşla ayağa kalkarken yaratığın uzaklaşması sayesinde yaralı muhafızı güvenli bir yere aldıklarını fark ettiğimde rahat bir nefes aldım. Acıdan dolayı kükreyerek sağa sola atılan yaratık bana doğru yaklaşıyordu ve bu pek de iyiye işaret değildi. Önümde bana arkası dönük duran yaratık henüz beni fark etmemiş olsa da bunun fazla uzun süreceğini sanmıyordum. Yaratığın önünde duran insan kalabalığının arasında Zahel'i buldu gözlerim. Kalbim korkuyla çarparken gözlerini dikmiş bir bana bir de debelenip duran yaratığa bakıyordu. Endişeli olduğunu gerilen yüz hatlarından anlayabiliyordum.

Başımı usulca çevirip arkamdaki karanlık ormana baktım. Oraya doğru kaçabilirdim ve bu benim hayatta kalmak için tek şansım olabilirdi. Tenimde hissettiğim sıcak nefes kalbimin işlevini yitirmesine neden olurken usulca önüme döndüm. Karşılaştığım manzara nerdeyse kalbimin yerinden fırlamasına neden olacaktı. Ağzından salyalar akan yaratık arkama baktığım o kısacık anda beni fark etmiş ve aramızdaki mesafeyi kapatmıştı. Berbat kokan nefesi tenime değerken yüzümü buruşturdum.

Korkudan dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıyor elimde tuttuğum hançeri olağanca gücümle sıkıyordum. Tam önümde duran öfkeli yaratık sağ kolunu havaya kaldırdığında dehşet kemiklerime kadar işledi. Ay ışığının etkisiyle parıldayan keskin pençeler havada süratle ilerlerken ben de hançerimi savurdum. Hançerim yaratığı es geçip boşlukta savrulurken hissetmeyi beklediğim acıyı da hissetmedim. Saldırmak için kaldırdığı pençesi havada asılı kalan yaratık kükreyerek geriye doğru sendelediğinde boynuna saplanan oku fark ettim. Gözlerimle hızla etrafı tararken elinde tuttuğu yayı indiren Zahel'i fark ettim.

Acı içinde kıvranan yaratık birkaç saniye sonra büyük bir gürültüyle yere yığıldığında hiç hissetmediğim bir rahatlama hissetim. Zahel koşarak yanıma gelirken diğerleri de yaratığa doğru yaklaşıyorlardı. "İyi misin?" sesinde endişe notalarını sezdiğimde kalbimin gülümsediğine yemin edebilirdim. Başımı onayla salladığımda emin olmak istercesine uzun uzun suratıma baktı. Gerçekten iyiydim, hatta kendimden beklediğimden çok daha iyiydim. Eskiden olsa korkudan düşer bayılırdım ama öyle olmamıştı. "Zahel bunu ne yapacağız?" Ragaz'ın seslenmesinin ardından Zahel iyi olduğuma emin olmak için son bir kez daha beni süzdükten sonra yaratığa doğru yaklaştı.

"Bu yaratık neyin nesi?" dediğimde çoktan kendimi toparlamış ve yaratığın başında duran Nowa'nın yanında soluğu almıştım. Çoğu muhafız yaratığın başında toplanmış, bazıları ise yaralanan muhafızla ilgileniyordu. "Wampus Kedisi deniyor. Yırtıcı bir gece yaratığı." Açıklaması kısaydı ve sesinden anlaşıldığı üzere hala bana tavırlıydı. Kılıcın kınından çıkarken çıkardığı tiz sesi duyduğumda başımı sesin geldiği tarafa çevirdim. "Öldürecek misin?" dedi Ragaz soğuk kanlılıkla, benimse bir anda kanım çekildi. Bir yerde kıvranan yaratığa bir de kılıcını çekmiş olan Zahel'e bakıyordum. "Hepiniz geri çekilin!" emriyle birlikte tüm muhafızlar geri çekildiğinde bakışları beni buldu.

"Buraya gel." Dediğinde tereddüt etsem de yanına gittim. Kılıcın metal kısmını baş ve işaret parmağının arasına sıkıştırmış kabzasını bana doğru uzatmıştı. Yapmaya çalıştığı şeye anlam veremiyor olmama rağmen kılıcı elime aldığımda beklentiyle ona baktım. Az önce endişeli görünen yüz ifade yine eski halini almıştı. "Sen öldüreceksin!" dediğinde kanımın donduğunu hissettim. Ciddi mi diye suratını uzun uzun incelesem de değişen bir şey olmuyordu. Gayet ciddi görünüyor benden can çekişen o hayvanı öldürmemi istiyordu.

"Hayır!" tuttuğumu kılıcı yere fırlattım. "Asla yapmam!" dedim bunu yapmayacağımı anlamasını sağlamak için. "Mâni olmasaydım o şey seni öldürecekti." Sessiz kaldım. Söyledikleri doğruydu, bir saniye geç kalsa benim öldürmek istemediğim yaratık beni gözünü kırpamadan öldürmüş olacaktı. Göz ucuyla yerde yatan ve kesik soluklar alan hayvana baktım. Birkaç dakika önce hepimizi öldürebilecekmiş gibi görünen hayvan şimdi zar zor nefes alıyordu. "Seni öldürmek isteyen birini öldürebilir misin Silva?" Bir şey değil, birini diyordu. Beni öldürmek isteyen bir insanı öldürebilir miydim? "Ben..." cümlemin devamını getiremedim. Zaten ne diyeceğimi de bilmiyordum.

"Hayatta kalmak için öldürmeyi öğrenmen gerekiyor." Buz gibi bir tonda söyledikleri tüylerimin ürpermesine neden oldu. Eğilip az önce attığım kılıcı aldığında hızlı bir hamleyle koluna yapıştım. "Ama o şu an zararsız ölmesi geremiyor." "Biliyorum." Dediğinde afalladım. Koluna doladığım parmaklarımı şaşkınlıkla geri çektiğimde aldığı kılıcı kınına soktu. "Öldürmeyi en kısa sürede öğrensen iyi edersin." Sertçe yutkundum. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken hayvana buz gibi bir ifadeyle bakan Zahel'i seyrediyordum. Gerçekten şu an zararsız olan bu hayvanı öldürecek miydi? Gözlerini yralı yatan hayvandan ayırıp az önce geri çekilmelerini emrettiği muhafızlarına doğru döndü. "Hayvanın yaralarını sarıp tedavi edin."

Yanımdan ayrıldığında olduğum yerde kalakaldım. Hayvanı öldüreceğini sanmıştım ama o öldürmeyi geçtim bir de onu tedavi etmelerini söylemişti. Az önce konuşan adamla günler öce gözlerimin önünde masum bir çocuğu öldüren adamın aynı kişi olup olmadığını sorguluyordum. Bize saldıran bir hayvanı tedavi etmek isteyen adam gerçekten de masum bir çocuğu mu öldürmüştü? Buna inanmak artık daha güç hale gelmişti. O halde o çocuğu öldürmesinin geçerli bir gerekçesi olabilir miydi? Öyleyse bile neden kimse bana bunu söylemiyordu?

Güneş tamamen doğduğunda yüksek duvarlarla çevrili köye ulaşmıştık. Duvarların üzerinde duran ve gözcü olduğunu tahmin ettiğim iki kişi bizi uzaktan gördüğünde geldiğimizi haber vermiş ve devasa boyutta ahşap kapının iki yana doğru açılmasını sağlamıştı. Hepimiz atlardan birer birer inerken kahverengi tüylerle kaplı olan atımın boynunu okşadım. Keyiflenen hayvan başını üzerime sürterken başımı sağa doğru çevirdim. Zahel'in bindiği simsiyah tüylerle kaplı olan atı en az kendisi kadar asil görünüyor ve tıpkı sahibi gibi dimdik duruyordu. Ragaz'ın gri renkteki atı ise en az sahibi kadar huysuz ve ürkütücü görünüyordu. Nowa'nın da atı gri renkteydi ve başıyla onu sürtüp duruyor epey neşeli görünüyordu. Düşünmeden edemedim, acaba hepsi atlarını özel olarak mı seçmişti yoksa atlar zamanla sahiplerine mi benzemeye başlamıştı?

"Ölüm Tanrısına selam olsun!" kapıyı açan iki adam başlarını eğerek bizi daha doğrusu Zahel'i selamladıktan sonra içeri girdik. Birkaç muhafız atlara uygun bir yer bulmak için atlarla birlikte yanımızdan ayrıldığında köyün meydanına kadar sessizce ilerledik. Kalabalık meydandaki insanlar merak ve korku dolu gözlerle bize baktıktan sonra hepsi dizlerinin üzerine çöküp alınlarını yere bastırdılar ve hep bir ağızdan bağırmaya başladılar.

"Ölüm Tanrısına selam olsun, Ölüm Tanrısına selam olsun." Selamlamaları Zahel onları durdurana kadar devam etti. Ardından hepsi ayağa kalkarken aralarından yaşlı bir kadın süzülerek karşımıza geçti ve başını usulca eğdikten sonra doğrularak konuşmaya başladı. "Hoş geldiniz Ölüm Tanrısı. Ben Rhea köyün en yaşlısıyım." Kadın dediği gibi oldukça yaşlı görünüyordu. Saçları beyazlamış, yüzü ve elleri kırışmış, beli bükülmüştü. Özenle ördüğü saçları bir omuzundan aşağı doğru süzülürken gözlerini kısa bir üzerimizde gezdirdikten sonra tekrar Zahel'e döndü. "Anlatın burada neler oluyor?"

"Efendim yaklaşık altı gün kadar önce köyümüzden insanlar kaybolmaya başladı. Sonra da etrafta insan kemikleri bulmaya başladık. Durumu askerlere rapor ettik ama geri dönüt alamadık. İki gecedir de toplu saldırıya uğruyoruz." "Saldıranlar kimdi?" "Gasadular efendim. Sayılarını tam bilmiyoruz ama iki gecedir güneş battıktan sonra köyümüze giriyorlar." Kaşları sertçe çatılan Zahel'in yüzündeki ifade karanlık bir hal alırken duyduklarını tartıp düşünüyor gibi görünüyordu.

Bense bir yandan gasadu dedikleri şeyin ne olabileceği hakkında tahminler yürütürken bir yandan da etrafı inceliyordum. Gerçekten kadın dediklerinde haklı gibiydi. Etraf darmadağınıktı. Bazı evlerin pencereleri kırılmış, duvarları hasar almış, sokaktaki eşyaların parçaları sağa sola saçılmıştı. Her yerde tahta ve parçalanmış eşya yığınları duruyordu. Etrafı incelemeye devam ederken başıma saplanan ani ağrı yüzümü buruşturmama neden olduğunda sessizce geçmesini bekledim. "Lütfen bize yardım edin efendim." "Çok korkuyoruz efendim." İnsanlar arasındaki uğultu giderek artarken başımdaki ağrı da giderek şiddetleniyordu.

"Merak etmeyin bu sorunu çözeceğiz. Şimdilik işlerinize dönebilirsiniz." Zahel'in bir tanrıya yaraşır şekilde yaptığı güven verici konuşmasından sonra insanlar tereddüt etseler de dağılmaya başladılar, geriye sadece yaşlı Rhea kalmıştı. "Efendim lütfen buyurun sizi evimde ağırlamaktan onur duyarım." Zahel kadını başıyla onayladığında kadın ağır adımlarla önümüzde yürümeye başladı. "Ragaz sen gidip muhafızları konuşlandır ve etrafa bir göz at. İşin bitince bizi bul." Zahel'in emriyle birlikte Ragaz ve muhafızlar yanımızdan ayrılırken biz de yaşlı kadını takip ettik.

Meydandan fazla uzakta olmayan bir evin önüne geldiğimizde yaşlı kadın elbisenin cebinden çıkardığı anahtarla aceleyle kapıyı açıp önden girmemiz için yol verdi. Küçük bir salona girdiğimizde Rhea oturmamızı söyleyip yanımızdan ayrıldı. Salona şöyle bir göz attığımda pek fazla eşya olmadığını fark ettim. Ahşap zeminli salonun ortasında yuvarlak küçük bir masa ve etrafında da minderler vardı. Benzer minderler karşıdaki duvarda yer alan pencerenin önünde de vardı. Sağ tarafımızda ise cılız bir ateşle yanan küçük bir şömine vardı. Üzerinde aslı olan kazandan buharlar yükselirken içinde ne olabileceğini düşünmeye başladım. Zahel pencereye doğru ilerlerken Nowa masanın etrafındaki minderlerden birine oturduğunda ben de yanına oturdum.

"Gasadunun ne olduğunu anlatır mısın?" dedim usulca. Hala bana tavırlı olduğunu biliyordum ama bunun daha fazla devam etmesini istemiyordum. Nowa uzun uzun yüzüme baktıktan sonra pes eder gibi bir ifadeyle konuşmaya başladı. "Pekâlâ daha fazla küs kalamayacağım. Gasadular yer altında yaşayan akılsız canavarladır ve anlamış olduğun gibi insan etine fazla düşkünler." Duyduklarım tüylerimi diken diken ederken Nowa anlatmaya devam ediyordu.

"Buraya nasıl geldiklerine anlamıyorum. Onların..." "Yer altından çıkamıyor olmaları gerekiyordu." Nowa'nın cümlesini yanımıza gelen Zahel tamamlamıştı. Kaşları çatık halde Nowa'nın yanına oturduğunda Ragaz da bize katıldı. "Evet o yaratıkların burada olmamaları gerekiyordu. Kapı kapalı ve açılsa haberin olurdu." Nowa'nın bahsettiği kapıyı ben anlamasam da Zahel anlamış gibi görünüyordu.

"Belki de başka bir çıkış bulmuşlardır." Zahel'in düşünceli düşünceli yürüttüğü tahmine Ragaz yorum yaptı. "Ama o yaratıkların akılları yok. Bir çıkış olsa bile onların bunu kullanmış olması pek olası değil." "Belki de onları biri çıkarmıştır." Tüm gözler bir anda üzerime döndüğünde merakla ve gerginlikle verecekleri tepkiyi bekledim.

"Haklısın. Biri onları oradan çıkarmış olmalı." Zahel'in sözleri kendime olan güvenimin artmasını sağlarken gülümsememek için kendimi zor tuttum. "Bunu kimin yaptığını bulmak zorundayız." "Bulmamız gereken başka bir şey daha var." Hepimizin bakışları bir anda Zahel'in üzerinde yoğunlaştı. Ragaz merakla kaşlarını çatmış Nowa ve bense anlamadığımızı belli eden suratlarımızla Zahel'in konuşmasını bekliyorduk. Sessizliğini sürdüren Zahel pelerinin cebine uzanıp küçük bir kese çıkardı ve içini masanın üzerine boşalttı. On tane biçimsiz şeffaf kristal masanın üzerine dağılmış vaziyette dururken benim dışımda herkesin masadakilerin ne olduğunu bildiğini fark ettim.

"Rhea saldırıların gece olduğunu söyledi ve başka yere değil buraya saldırıyorlar. Aklı olmayan yaratıklar için bu fazla planlı gibi." "Haklısın, o halde bunun nedeni ne olabilir?" "Köyde bir hain var ve muhtemelen elinde de kan kristali var." Zahel eline aldığı sekiz kristali Nowa ve Ragaz'a verdikten sonra konuşmaya devam etti. "Bu kristaller kan kristaline tepki verir. Muhafızlara dağıtıp etrafı ve evleri dolaşın." Zahel'in emriyle birlikte ışık hızında yanımızdan ayrılan Nowa ve Ragaz baş başa kalmamıza neden oldu.

"Bunu da sen al." Masadaki kristallerden birini bana uzatırken uzun zamandan beri ilk kez konuştuğumuzu fark ettim. Günlerce köşe bucak ondan kaçmam buraya kadarmış. Fındık büyüklüğündeki kristali elinden alırken yüzü dışında her yere bakıyordum. Özür dilemek istiyorsam şimdi tam sırasıydı ama dilim düğüm olmuş gibi konuşmama izin vermiyordu.

"Kan kristali ne?" ağzımı açtığımda söyleyebildiğim tek şey bu olmuştu. Göz ucuyla ona baktığımda onun zaten bana bakıyor olduğunu fark ettim. "Uygun sözler söylendiğinde Gasaduları kendine çekmesi dışında başka vahşice şeylere de sebep olabilecek bir nesne." "Peki neden biri kendi yaşadığı yere bu yaratıkları çağırmak istesin ki?" "İşte bu benim de cevabını merak ettiğim bir soru." Verdiği cevapla birlikte Zahel'in ifadesi daha da karardı. Sanırım burada olanlar tahmin ettiğimden daha tehlikeliydi.

Konuşmamızı elinde dumanlar tüten bir tepsiyle içeri giren Rhea sonlandırdı. Gülümseyerek tepsideki üç fincandan ikisini benim ve Zahel'in önüne koyarken diğer fincanı karşımıza bıraktı. "Yorgunsunuzdur. Bitki çayı yapmıştım, iyi gelir." Kadının sevecen gülümsemesine gülümseyerek karşılık verdim ve teşekkür ettim. Zahel ise hiçbir tepki göstermedi. Yaşlı kadının suratı düşse de gülümsemeye çalışarak tepsiyi bırakmak için tekrar gitti. Fincandaki dumanı üzerinde olan içeceği elime alıp kokladığımda yüzümü buruştursam da ufak bir yudum aldım. Tadı da en az kokusu kadar hoş olmayan çayı hızlıca masaya geri bıraktım. Kokusu da tadı da pek bana hitap etmiyordu ve içebileceğimi de sanmıyordum. Tiz bir gıcırtı sesi kulaklarımı doldurduğunda gözlerimi kırpıştırarak fincanlarımızı değiştiren Zahel'e şaşkınlıkla baktım.

"Benimkini alabilirsin." Şaşkınlığıma rağmen yüzüme hoş bir tebessüm yerleştirip fincanı elime aldım. Dudaklarıma yaklaştırdığım fincanın içindeki sıvıyı kokladığımda diğerine kıyasla kesinlikle daha hoş koktuğunu fark ettiğim. Aldığım ufak yudum dilimde nahoş bir tat bıraktığında gülümsemem daha da büyüdü. Bir yudum daha aldığımda kalbimin hızlanmaya başladığını hissettim. Lanet olsun ki ne yaparsam yapayım ne yaparsa yapsın bu adam karşısında kalbime söz geçiremiyordum.

Benim aksime eline aldığı fincandaki çaydan duraksamadan bir yudum aldı. Yüzündeki kayıtsız ifade değişmediği için tadını beğenip beğenmediğini anlayamıyordum. Öte yandan benim için hoşuna gitmeyen bir şeyi içmesini istemiyordum. "Nasıl?" diye sordum fısıltıyla. Başını bana çevirip çaydan bir yudum daha aldı. "Şu ana kadar içtiğim en güzel şeylerden biri." Cevabı suratımın garip bir hal almasına neden oldu. Zevklerin farklık gösterebileceğini biliyordum ama o şeyin tadını bu denli beğenebileceğini düşünmemiştim. "Gerçekten o kadar güzel mi?" dedim.

"Dudaklarının değdiği bir şeyin kötü olma ihtimali yok." Aldığım cevap karşısında nutkum tutulurken o umursamadan çayından bir yudum daha aldı. Bir şeyler söylemek istiyordum ama Rhea geri dönüp karşımıza oturduğunda sessizlik içinde içeceklerimizi yudumlamak zorunda kaldık.

Güneş tam tepemizde yükselirken dördümüz köyde geziniyorduk. Benim dışımda herkes ne yaptığını biliyor gibi görünüyordu, bense içimdeki tuhaf hisle baş etmeye çalışarak etrafı inceliyordum. "Gasadulara dair bir iz bulabildiniz mi?" "Maalesef. Şu ana kadar oldukça geniş bir çevrede arama yaptık ama tek bir ize bile rastlamadık." Ragaz'ın açıklamasıyla birlikte sessizlik tekrar baş gösterirken birilerini görme umuduyla etrafı inceliyordum ama ortalıkta kimse görünmüyordu. Şu ana kadar sadece köyden birkaç erkeğe rastlamıştık. Geri kalanların ise evlerin pencerelerinden korkuyla olan biteni izlediklerini arada sırada hareketini yakaladığım perdelerden anlamıştım.

"Köyün etrafı duvarlarla çevrili, yine de girmeleri mümkün mü?" "Duvarlar o kadar yüksek değil, tırmanabilirler." Zahel'den aldığım cevaptan sonra tekrar düşüncelerime daldım. Birinin kendi hayatı pahasına köye gasaduları soktuğuna inanamıyordum. "Sayıları fazla mıdır?" Tedirginliğimi belli etmemeye çalışarak sorduğum soruya cevap veren Nowa oldu. "Kaç tane oldukları fark eder mi? Zahel gücüyle hepsini kızartmaya çevirir." "Zahel'in öğretisini ne çabuk unuttun Nowa!" Bakışlarını Ragaz'a çeviren Nowa sıkıntılı bir nefes verirken gözlerini devirdiğinde gülmemek için kendimi zor tuttum. "Evet, evet biliyorum. Hayatta kalmak istiyorsan kimseye güvenme."

Zahel'in pek de iç açıcı olmayan öğretisini duyduğumda göz ucuyla ona baktım. Dimdik bir duruşla istifini bozmadan yürüyordu. Bu adam yorulmak nedir bilmez mi? Yüzündeki düşünceli ifade aklından geçenleri merak etmeme neden olsa da bunu asla öğrenemeyeceğimi biliyordum. "Zaten tüm işi Zahel'e bırakmak haksızlık olur. Ben de birkaç gasadunun gözünü oymak için sabırsızlanıyorum."

Nowa'nın son sözleriyle birlikte kendimizi köy meydanında bulduk. Epeyce büyük olan meydanın tam ortasında büyük bir su kuyusu vardı ama terk edilmiş gibi görünüyordu. "Gasaduları burada tutmak önemli. Evlere yaklaşmalarına izin veremeyiz. Ragaz sen muhafızların hazır olmalarını sağla, Nowa sen de köylülerin meydandan uzakta bir yerde toplanmalarını sağla, birkaç muhafızı da her ihtimale karşı yanlarında bırak." İkisi de Zahel'i onaylayıp gittiklerinde su kuyusunun kenarına oturdum.

Kuyunun yapısı hala sağlam olsa da suyu almak için gerekli olan sistem yoktu ve gördüğüm kadarıyla su da yoktu. Kuyunun kupkuru olan dibi görünüyordu. Tüm bedenime yine garip bir his dolarken yüzümü buruşturmadan edemedim. "İyi misin?" Tepemde dikilen Zahel'i fark ettiğimde ifadesiz bir surata büründüm. "Burası bende kaçıp gitme hissi uyandırıyor." "Gidelim." Dediğinde itaatkârca yerimden kalkıp peşinden yürümeye başladım. "Sence de bir gariplik yok mu?" dedim etrafı incelerken. Çoğu yer yıkık dökük ve harap vaziyetteydi.

"Var." Aldığım cevap şaşkınca başımı çevirmeme neden oldu. Sadece burada kendimi tuhaf ve rahatsız hissettiğim için öylesine söylediğim bir şeye ne diye onay vermişti ki? Suratım meraklı bir ifadeye bürünürken gözlerini yoldan ayırmayan Zahel'in açıklama yapmasını bekliyordum. "Köyün nüfusunun meydanda gördüğümüzden daha fazla olması gerekiyordu. Ayrıca etrafta pek kadın ve çocukta görmedik. İnsanlar tuhaf davranıyor ama bunun nedenin gasadular olduğunu sanmıyorum. İşin içinde başka bir iş var." Tüylerimi diken diken eden bir ürperti tenimi yalayıp geçerken duyduklarımı düşünüp tartıyordum.

"Ne yapacağız?" dedim tedirginliğimi bastırmaya çalışarak. "Ne döndüğünü öğrenmek için pek vaktimiz yok. Şimdilik akşam olduğunda gelen gasaduları halletmemiz gerekiyor. Gerisini daha sonra muhakkak öğreneceğim." Oldukça kararlı çıkan sesi tekinsizdi de. Sanırım her ne dönüyorsa pek de hayra alamet bir şey değildi ve Zahel de öğreneceklerini hoş karşılayacak gibi durmuyordu.

Rhea'nın evinin salonuna vardığımızda omuzundaki pelerinini çıkardı ve...sol elinin işaret parmağında duran yüzüğün içine koydu. Pelerin gözlerimin önünde yüzüğün içine çekildi. Şaşkınlıktan gözlerim büyürken ben sormadan Zahel açıkladı. "Bu boşluk yüzüğü. İçine istediğin her şeyi koyabilirsin. Almak istediğinde parmaklarını uzatıp ne istediğini düşünmen yeterli." Duyduklarım beni şaşkına çevirirken Nowa'yla tanıştığım ilk gün onun da parmağında aynı yüzükten olduğunu hatırladım. Demek yoktan var olmuşçasına çıkardığı ayakkabıların sırrı buydu. Zahel tekrardan yüzüğüne uzandığında elinde parmağındakiyle aynı bir yüzük belirdi.

Basit siyah bir halka gibi görünen yüzük yarım santim genişliğinde. "Bu senin." Yüzüğü bana doğru uzattığında bir ona bir de yüzüğe bakıyordum. "Diğerini ihtiyacın olmadığı için atmış olabilirsin ama buna ihtiyacın var. O yüzden reddetme hakkın yok." dediğinde şaşkınlığım biraz daha artmıştı. "Attığımı nerden biliyorsun?" "Parmağında olmadığına göre atmış olmalısın." Yanılıyordu, atmaya kıyamamıştım ki. Beğendiğim bir yüzüğü öylece atamazdım, özellikle de Zahel'den geldiğini bilirken bunu yapamamıştım.

"Atmadım." Dedim, sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Dudağının kenarının yukarı doğru kıvrıldığını gördüğümde kendimi yere yığılacak gibi hissettim. Belli belirsiz de olsa gülümsemesi kalbimi anında eritirken nefesim kesilmişti. "Parmağında nasıl durduğunu görmek isterdim."

Hala elinde duran yüzüğü aldığımda sol elimin işaret parmağına bol geldiği için orta parmağıma taktıktan sonra bakışlarımı tekrar Zahel'e çevirdim. "Neden kendin vermedin?" kollarının göğsünün altında kavuşturup gözlerini gözlerime sabitledi. "Benden köşe bucak kaçıyordun. Varlığımla sen rahatsız etmek istemedim." Kulağa kırgın gibi gelen sesi kalbimin çatırdamasına neden oldu. "Kaçmam seni rahatsız mı etti?" dedim ani bir cesaretle. Ne duyacağımı ya da ne duymayı beklediğimi bilmiyordum ama cevabı çok merak ediyordum.

"Etmedi." Dediğinde yaşadığım hayal kırıklığının parmakları kuvvetle boğazımı sıkarken bakışlarım önüme düştü. Duymayı umduğum belli bir cevap olmamasına rağmen bunu duymak da istememiştim. "Beni delirtti." Başımı kaldırırken suratımın aldığı şekli çok merak ediyordum. Zahel aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp nefesini tenimde hissedecek kadar yakınımda durduğunda nefesimi tuttum. "Bir daha sakı benden kaçma, özellikle de kalbin aksini istiyorken." Bakışları boynumdan aşağı doğru ilerlerken göğsümün üzerinde durdu. Küt küt atan kalbimin sesini duyduğuna yemin edebilirdim.

Usulca geri çekildiğinde tuttuğum nefesimi bıraktım. Nabzım tüm bedenimin zonklamasına neden olurken kızardığına emin olduğum yanaklarımın bir an önce normale dönmesini umut ediyordum. "Mecbur kalmadıkça ne görürsen gör buradan çıkma. Çıkmak zorunda kalırsan da gasaduların ısırıklarının zehirli olduğunu unutma." Aldığım yeni bilgi şok etkisi yaratarak kendime gelmemi sağladığında onu başımla onayladım. "Ölmene izin vermem Silva. Bunu sakın unutma." Hızla arkasını dönüp çıktığında olduğum yere çivilenmişim gibi hareketsiz kaldım.

***

Yıldızların dizilmeye başladığı gökyüzünü korkuyla izlerken kendimi her ihtimale hazırlamaya çalışıyordum. İçime dehşet verici bir korku yayılırken Rhea'yı bulmak için evi dolaşmaya başladım. Son olarak mutfağa girdiğimde Rhea'nın evde olmadığını anladım. Sanırım o da diğer köylülerin yanına götürülmüştü. Etraftan vahşi hırıltı sesleri yükselmeye başladığında içimdeki tuhaf ve rahatsız edici his de büyümeye başlamıştı.

Sanki hava birden yoğunlaşmış gibi soluk almakta zorlanırken başıma giren keskin acı yüzümü buruşturmama neden oluyordu ve ben buna sadece birkaç dakika daha dayanabildim. Bayılacak gibi hissetmeye başladığımda her şeye rağmen kendimi koşarak dışarı attım. Temiz havayı çılgınca ciğerlerime doldururken ellerimi dizlerime dayamıştım.

Kendime gelmeyi başardığımda diğer köylülerin yanına gitmeye karar verdim. Bir an için diğerlerine yardım etmeyi düşünsem de varlığımla onlara engelden başka bir şey olamayacağımı biliyordum. Yeterince güçlü ve silah kullanmada da etkili olacak kadar iyi değildim. Onlarsa eğitimli muhafızlardı ve Zahel'in bir tanrı olduğunu da unutmamam gerekiyordu.

Etraftan göğü yaracak gibi vahşi hırıltılar yükselirken var gücümle koşuyordum. Boş sokakta hızla ilerlerken bir anda karşımda beliren yaratık olduğum yere çivilenmeme neden oldu. Ay ışığı vahşice açtığı ağzını aydınlatırken elimi usulca belimdeki hançere doğru götürdüm ve nihayet karşılaşma fırsatı bulduğum gasaduyu dikkatle incelemeye başladım.

Bedeni şekli olarak bir insanınkine benzese de kadınsı ya da erkeksi bir özelliği yoktu, ortalama bir insan boyunda ve tamamen gri renkteydi. Normal bir insanınkine benzer bir burnu ve ağzı olsa da ağzı sadece kapalıyken bir insanınkine benziyor açtığında ise akıl almaz derecede büyüyerek sayısız keskin dişini ortaya çıkarıyordu. Dikey biçimdeki üç yuvanın içinde üç gözü, havada asılı kalmış gibi yan yatmış kulakları, başının üzerinde biçimsiz boynuzları ve bir taşa yapışıp kalmış yosunu andıran çamursu renkte saç olduğunu var saydığım şeyler vardı.

Üç gözünü de üzerime dikmiş olan gasadu avının kokusunu almış bir hayvan gibi havayı koklarken şuursuzca üzerime doğru koşmaya başladı. Hızla çektiğim hançeri Nowa'nın bana öğrettiği gibi ucundan tutup gasadunun herhangi bir yerine saplanmasını umarak var gücümle fırlattım. Havayı keserek ilerleyen hançer gasadunun alnındaki gözüne saplanıp iğrenç bir ses çıkardığında yüzümü buruşturdum.

Sendeleyen gasadu bir an düşecek gibi olsa da dengesini korumaya başardı ve acıyla kükreyerek üzerime doğru koşmaya devam etti. Çoktan çektiğim ikinci hançeri sıkıca elimde tutarken korkuma hakim olmaya çalışarak uygun zamanı bekliyordum. Var gücüyle üzerime doğru koşan gasaduyla aramızda küçük bir mesafe kaldığında keskin bir hareketle sağ tarafa zıplayıp hançeri gasadunun böğrüne sapladım.

Acıyla çığlık atan gasadu sendelemesine rağmen inatla ayakta durmaya devam ediyordu. Hızlı bir hareketle bana doğru dönüp pençeli elini savurduğunda hamle yapmak için geç kalmıştım. Aldığım darbenin etkisiyle bedenim birkaç metre havada süzüldükten sonra yere çakıldı. Keskin acı hızla her yerime yayılırken belimdeki bir başka hançeri çekip güçlükle de olsa ayağa kalktım ve üzerime atlamaya hazırlanan canavardan son anda kurtuldum. Gasadu peneçeli elini az önce yattığım yere sertçe indirdiğinde hızlıca birkaç adım geri çekildim.

Başını bana doğru çeviren yaratık tekrar üzerime doğru koşmaya başladığında arkamda duran duvardan uzanan kalın odunu fark ettim. Gasadu aramızdaki mesafeyi hızla kapatırken bir miktar çömelip kendimi yukarı doğru fırlattım. Parmaklarım silindir şeklindeki odunu sardığında dizlerimi büküp ayaklarımı duvara yasladım. Her şey bir saniyeden kısa bir sürede olup bitmişti. Canavarın pençeleri duvara saplanırken ben tam tepesinde asılı duruyordum. Tiz bir çığlık atarak duvardaki taşların arasına sıkışan pençelerini kurtarmaya çabalarken başını kaldırıp üç gözünü de üzerime dikti.

Gasadu hala kurtulamk için debelenirken bu fırsatı kullanmaya karar verdim. Ayaklarımı duvara sıkıca bastırıp kendimi olabildiğince hızlı şekilde öne doğru fırlattım. Zemine kusursuz bir iniş yaptığımda bacağımdaki hançeri çıkarıp doğruldum ve bana arkası dönük halde duran gasaduya doğru koşmaya başladım. Canavar nihayet pençesini kurtarmıştı ama artık çok geçti. Hızla kaldırdığım hançeri aynı hızla gasadunun ensesine saplamıştım bile. Hançerimi çekip geri çekildiğimde açtığım yaradan iğrenç kokan siyah bir sıvı boşalmaya başladı.

Nihayet yere yığılan gasadunun öldüğüne kesin olarak emin olduğumda üzerinde saplı duran hançerlerimi çekip çıkardım. Siyah bir zifte bulanmış gibi duran hançerler berbat kokuyor olsa da yerlerine geri koydum. Zonklayan bedenimin bir saniyeliğine dinlenmesine izin verdikten sonra tekrar koşmaya başladım.

Önünden geçtiğim ara sokaklardan birinde bir saman yığını fark ettiğimde duraksadım. Kulağıma garip bir uğultu sesi gelirken adımları çoktan o tarafa yönlendirmiştim. Saman yığının önüne geldiğimde durup dinlemeye başladım. Ağlayan bir kadının sesi kulaklarımı doldurduğunda kaşlarım çatılırken saman yığınını dağıtmaya başladım. Nihayet zemin açıldığında üzerinde asma kilit olan ahşap bir kapakla karşılaştım. Belimdeki hançerlerden birini çıkarıp sapıyla asma kilide vurmaya başladım. Birkaç darbeden sonra kırılan kilidi kenara atıp kapağı kaldırdım.

Gördüğüm manzara gözlerimin kocaman açılmasına neden olurken kafam öyle karışmıştı ki artık düşünemiyordum. Aşağısı koca bir sığınaktı ve yanan meşalelerin ışığı sayesinde gördüğüm kadarıyla orda onlarca kadın ve çocuk korku, endişe ve umut dolu gözlerle bana bakıyordu. Bir andan tereddüt etsem de hızlıca basamakları inip sığınağın tam ortasında durduğumda hıçkıra hıçkıra ağlayan bir kadın yanıma gelip ellerini bacağıma doladı.

"Lütfen...lütfen... yardım edin." Kadın bacağıma yapışmış halde sarsıla sarsıla ağlarken dediklerini anlayamıyordum. Endişe dolu gözlerle etrafımı saran kadınların arasından orta yaşlı biri karşıma geçtiğinde bakışlarımı ona çevirdim. Rhea'ya kadar yaşlı görünmese de buradaki diğer kadınlardan daha büyük olduğu kesindi. "Onlara engel olmak zorundasın." Dedi titreyen sesiyle. "Ne demek istiyorsun?"

"Yukarıda olan her şey bir tuzak. Tanrı Zahel'i öldürebilmek için yaptılar her şeyi."

Merhabalar arkadaşlar. Bölümle ilgili düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın. Ayrıca oy verip takip ederek destek olursanız da çok sevinirim. Unutmadan kitap takibi nasıl yapılıyor bilenleriniz varsa yorumlarda detaylıca anlatabilir mi? Şimdiden teşekkürler😘😘

 

Loading...
0%