Yeni Üyelik
7.
Bölüm

Anbar Köyü Part 3

@anksiyeteliyazar

Silva

Şok olmuş bir ifadeyle kadına bakarken duyduklarıma inanamıyordum. Gözlerim dehşetle büyürken kalbime korkunun tohumları düşmüş ipleri boğazımı sıkmaya başlamıştı. Etrafımda sayamayacağım kadar kadın ve çocuk korku dolu gözlerini üzerime dikmişti. Çocuklar annelerine sarılmış titreyerek olan bitenleri seyrediyorlardı. Duvarlara asılmış birkaç meşalenin güçlükle aydınlattığı sığınak havasızdı ve pek de hoş kokmuyordu. Bu insanların ne kadar zamandır burada olduklarını ancak tahmin edebilirdim. "Bu da ne demek oluyor? Düzgünce anlat şunu!" sert çıkışım bir an için herkesi ürkütse de kadın tek tek anlatmaya başladı. Diğerlerine nazar dahi sakindi ve ihtiyatlı davranıyordu.

"Bir süre önce köyde yabancı biri ortaya çıkıp herkesi Tanrı Zahel'e karşı kışkırtmaya başladı. Rhea'ya da onu destekledi. Köyden haber alınmayınca Tanrı Zahel'in buraya geleceğini biliyorlardı bu yüzden gelen muhafızları öldürdüler. İki gün önce de o gizemli adam düzinelerce gasaduyu köyümüzün altındaki sığınaklardan birine soktu. Tanrı Zahel geldiğinde tuhaf bir taşı kullanarak gasaduların onlara saldırmasını planladılar."

Kadın soluklanmak için bir saniye durduğunda ben de duyduklarımı düşünüp tartıyordum. Böyle bir şeyin nasıl mümkün olabildiğini düşünürken bir yandan da kötü kokunun nedenin öldürdükleri muhafızların cesetlerinin yakınlarda bir yerde olmasından kaynaklanıp kaynaklanmadığını sorguluyordum. "Bahsettiğin tuhaf taş nerde?" "Taşı dün gece suyu kuyusuna koyduklarını gördüm." Gündüz kuyunun kenarına oturduğumu kendimi ne kadar rahatsız hissettiğimi hatırladım. Sebebi kan kristalinin orda olması olabilir miydi? Öyleyse bile kristal neden sadece beni etkilemişti?

"Bahsettiğin şu adamın kim olduğunu bilmiyor musunuz?" "Hayır. Yüzünde maske vardı ve tek bildiğimiz bir erkek olduğu. İnanın biz onlara engel olmaya çalıştık ama bizi siz gelmeden buraya kapattılar." Kadının sesi pişmanlıkla dolup taşıyordu ve bacağıma yapışan kadın da hala ağlamaya devam ediyordu. Düşünüyordum ama bir türlü anlamıyordum. "Bu çok saçma. Zahel sayısı ne olursa olsun gasadularla baş edebilir. Bunu bilmiyorlar mı?" "Biliyorlar." Dediğinde içimdeki korku katlanarak arttı. Biliyorlarsa nasıl bir saçmalık yapıyorlardı böyle. "O maskeli adamın elinde tuhaf başka bir taş daha vardı." Dediğinde yumruklarımı sıktım. Söyleyeceklerinin devamını duymak gerginliğimi iyiden iyiye arttırıyordu.

"Sanırım o taş Tanrı Zahel'in gücünü kullanmasını engelleyebilir." Göğsüme koca bir kaya bırakılmış gibi hissederken nefesim kesildi. Kalbim göğüs kafesimi delicesine yumruklarken aklımda onlarca dehşet verici senaryo canlanıyor endişemi ikiye katlıyordu. Donup kalmıştım ne düşüneceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. "Lütfen bize yardım edin!" kalabalığın arasından sıyrılıp ağlayarak yanıma yaklaşan kıvırcık saçlı kadın bir anda elimi ellerinin arasına aldı. Tıpkı bacağıma yapışan kadın gibi ağlamaktan gözleri şişmişti. İkisinin de üstü başı dağılmış perişan halde görünüyorlardı.

"O eşini üç yıl önce kaybetti. Sekiz yaşında bir oğlu var. Birkaç saat önce gelip bazılarımızın çocuklarını zorla götürdüler. Onlarla ne yapacaklarını bilmiyoruz ama çok korkuyoruz. Lütfen yardım edin." Kadının yaptığı açıklamadan sonra donuk bakışlarımı ağlayarak benden yardım isteyen iki kadının arasında gezdirdim. Onların ağlamalarına kalabalıktan başka kadınlar da eşlik etmeye başladığında boğazım düğümlendi. Küçücük çocuklardan ne istiyor olabilirlerdi ki?

Hissettiğim panik dalgası her geçene saniye büyürken dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım. "Neredeler?!!" bağırarak sorduğum soruya kadın gözlerini kaçırarak cevap verdi. "Köyün altındaki sığınaklardan birinde olmalılar ama çok fazla sığınak var. Tam olarak nerde olduklarını bilmiyoruz." Bacağıma yapışan kadınla aynı hizaya gelmek için usulca çömeldi. Elinden tutup ayağa kalkmasını sağladığımda karşımda gözü yaşlı duran iki kadının ellerini tuttum. Yaşlı gözlerle bana bakarken hissettikleri acıyı yüzlerinden okuyabiliyordum. "Yalvarırım oğlumu kurtarın." Göz yaşlarının arasında zorlukla sarf ettiği sözler kalbime balyoz misali inerken öfkeden kanım kaynıyordu. Bu insanların küçücük çocukları kendi iğrenç planlarına dahil edecek kadar alçalmış olmalarına inanamıyordum. "Merak etmeyin çocuklarınızı geri getireceğim." Ölü ya da diri.

Kadınların ellerini bıraktığımda götürülen çocukların başına bir şey gelmeden ve ölümün soğuk kolları bizden birini sarmalamadan önce o lanet köylüleri bulmam gerektiği düşüncesi zihnimin dört bir yanında yankılanıyordu. "Dışarda gasadular var. Buradan sakın çıkmayın." Herkes titreyerek onayla başını salladığında indiğim basamakları hızla çıktım. Gasaduların buraya gelmesi ihtimaline karşı sığınağın ahşap kapağını kapatıp var gücümle koşmaya başladım. Bir an önce Zahel'e ulaşmam gerekiyordu.

Zahel'in burada garip bir şeyler döndüğüne dair söyledikleri şimdi anlam kazanıyordu. Geldiğimizden beri etrafta pek fazla kadın ve çocuk görmeyişimizin nedeni şimdi açıklığa kavuşmuştu. Ben onların korkudan evden çıkmadıklarını düşünüyordum oysa onlar Rhea ve köyün erkekleri tarafından o sığınağa kapatılmıştı. Muhafızlardan haber alınamayışı, kan kristali ve canları pahasına yer altından çıkardıkları gasadular...hepsi Zahel'i öldürmek içindi. Aklım bir türlü almıyordu, neden Zahel'i öldürmek istiyorlardı? Üstelik sadece o da değil bu gün burada hepimiz ölebilirdik.

Vahşi sesler yükselmeye başladığında yaklaştığımı anladım. Ara sokaktan çıktığımda hançerimi sıkıca tutarak etrafı taradım. Gözlerim bir elindeki kılıçla bir gasadunun başını gövdesinden ayıran ve bir diğerine yönelen Zahel'i bulduğunda ona doğru koşmaya başladım. Gecenin karanlığında önümü görmemi sağlayan tek şey ay ışığıydı. Attığımda her adımda keskin rüzgâr yüzümü yalıyor saçlarımı savuşturuyordu. Gasaduların ansızın yükselip azalan hırıltıları korkumu arttırsa da durmuyordum, Duracak zamanım yoktu. Koca bir köy hepimizi öldürmek isterken duramazdım. Aniden yolumu kesen gasadu ağzını açıp üzerime doğru eğilirken sola doğru atlayıp hançerimi boynuna sapladım ve koşmaya devam ettim.

"Sana içerde beklemeni söylemiştim." "Tuzak kurmuşlar. Seni öldürmek istiyorlar." "Ne?" Zahel'in yüzünde kısa bir şaşkınlık belirirken bir anda kolumdan tutup arkama geçti. Bir eli arkadan belimi kavrıyordu ve duyduğum iğrenç hışırtıdan anladığım kadarıyla da diğer elinde tuttuğu kılıcı gasadunun karnına saplamıştı. Arkamı döndüğümde tahminimin doğru olduğunu gördüm. Tam cevap verecektim ki Zahel üzerimize doğru gelen başka bir gasaduya yöneldi.

Etrafımız düzinelerce gasaduyla sarılmıştı ve hepsi kuyudaki kristal yüzünden üzerimize gelmeye çalışıyorlardı. Henüz bizden ölen yoktu ve etraf gasadu cesetleriyle dolmaya başlamıştı bile ama bu durumun daha ne kadar böyle devam edeceği meçhuldü. Sol tarafta Ragaz hızla eğilerek gasadunun savurduğu pençeli elinin darbesinden kurtuldu ve kılıcı hızla böğrüne saplayıp çıkardı. Gasadu acı bir haykırışla yere düşerken doğrulan Ragaz sol elindeki hançeri fırlatıp az ötede nerdeyse ısırılmak üzere olan muhafızı kurtardı.

Sağ taraftaki Nowa ise şeytani bir sırıtışla, darbe için kolunu kaldırmış olan gasadunun kolunu kesmiş ardından kılıcı alnının ortasındaki göze saplamıştı bile. Arkasından yaklaşan bir gasaduyu fark ettiğimde beynim alarm vermeye başladı. "Nowa dikkat et!" Bana kısa bir bakış atan Nowa hızla yana doğru yuvarlanarak olası darbeden kurtulduğunda rahat bir nefes aldım. Bu sırada Zahel iki gasaduyu daha öldürmüştü ve bakışları tekrar beni bulmuştu.

"Her şeyi seni öldürmek için yapmışlar." Dediğimde sanki dengesini kaybetmiş gibi sendelese de hemen kendini toparladı. İğrenç köylülerin şu kristali kullanmaya başladıklarını Zahel'in çatılan kaşlarından anlayabiliyordum. "Köyün altındaki sığınaklardan birindeler. Gücünü engelleyebilecek bir kristal var ellerinde. Ayrıca kan kristal de kuyunun dibindeymiş." Bir çırpıda söylediklerimden sonra Zahel bileğimi tutup koşmaya başladı.

Kuyunun önüne geldiğimizde kendimi bir anda Zahel'in kucağında buldum ve ardından düşmeye başladık. Sadece iki saniye süren düşüşümüz Zahel'in ayakları üzerinde durmasıyla sonlanırken kalbim küt küt atıyordu. Yukardan vahşi hırıltı ve çığlık sesleri yükselirken kurmuş kuyunun dibinde duruyorduk. Tam karşımızda yaklaşık iki metre yüksekliğinde ve bir metre genişliğinde bir tünel uzanıyordu. Zahel'in kucağından indiğimde birkaç metre ötede duvardaki taşların arasına sıkıştırılmış halde duran kırmızı renkteki kristale ilişti gözlerim.

Tam önünde durduğumuzda kristalin bir nabız gibi attığını gördüm, sanki canlıydı ve etrafına iğrenç bir enerji yayıyordu. Geldiğimden beri dinmek bilmeyen başımdaki keskin sızı artarken yüzümü buruşturmadan edemedim. Varlığım burada olmayı kabullenemiyor ayaklarım kaçmak için direniyordu. "Şimdi ne yapacağız?" dediğimde Zahel hala kaşları çatık halde kristale bakıyordu. Varlığım bu yeri ısrarla reddederken sorum havada asılı kalmıştı. Keskin bir hamleyle kristali yerinden çıkaran Zahel avucunda tuttuğu kristali sıkmaya başladı.

Gözleri kapalı halde taşı sıkmaya devam ederken gördüklerim ufak çaplı bir şok yaşamama neden oldu. Avucundan çıkan iplik benzeri ışıklar kolunun içine doğru sızıyordu. Aynı ışık boynunda sanki damarları kızıla boyanmış gibi belirirken ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Kristalin gücünü içine çekiyordu.

Büyülenmiş gibi onu izlerken vücuduna çektiği ipliksi ışıklar yavaş yavaş soluyordu. Nihayet ışıklar tamamen söndüğünde Zahel avucunu açıp rengini kaybetmiş kristali yere fırlattı. "Beni takip et!" telaşla onu takip etmeye başladığımda labirent gibi bir yerde olduğumuzu fark ettim. Zahel önde ben arkasında koşar adımlarla ilerlerken önümüzde yol ayrımları beliriyor bir saniye duraksıyor ardından Zahel'in seçtiği yönde ilerlemeye devam ediyorduk ve karanlık tünellerde önümüzü görmemizi köylülerin yaktığından neredeyse emin olduğum duvarlarda yanan meşaleler sağlıyordu. Bazı noktalarda duvarlarda kapılar beliriyor Zahel hepsini tek tek kontrol ediyordu. Bunu o kadar hızlı yapıyordu ki ona yetişmek için koşmak zorunda kalıyordum.

Zahel aniden tek eliyle duvara yaslandığında hızlıca yanına yaklaştım. "İyi misin?" "Bu iş bittiğinde hepsinin buna pişman olmasını sağlayacağım." Nefretle dişlerinin arasından söylediği sözler bir adım gerilememe eden olurken kafamın içinde onlarca senaryo dönmeye başlamıştı bile. Masum bir çocuğu öldüren adam kendisini öldürmek isteyen köylülere ne yapardı kim bilir. Başını çevirip bir saniye suratıma baktıktan sonra tekrar harekete geçtiğinde bir an duraksasam da onu takip ettim.

Bir başka ahşap kapı önümüzde belirdiğinde içerden gelen anlaşılmaz sesler duraksamamıza neden olurken birinin bilmediğim bir dilde garip sözler fısıldadığını duydum. Başımdaki keskin sızı şiddetini daha da arttırırken sanki kapının altından soğuk bir hava sızıyor bedenime keskin bıçak darbeleri atıyor gibi hissediyordum. Tüm tüylerim diken diken olurken arkamı dönüp kaçma isteğime karşı akıl almaz bir savaş veriyordum.

Zahel avuç içini keskin bir hamleyle kapıya doğru uzattığında avucundan çıkan siyah renkteki duman benzeri enerjisi büyük bir şiddetle kapıya çarptığında yerinden çıkan kapı birkaç metre öteye savrulurken her yeri toz bulutu kapladı. Ağzıma ve burnuma dolan toz taneleri öksürmeme neden olurken kıstığım gözlerimin arasından içeriyi görmeye çalışıyordum. Benim aksime toz bulutunu bir engel olarak görmeyen Zahel çoktan içeri girerek görüş alanımdan çıkmıştı.

Kulaklarıma ulaşan birden fazla çarpama sesi gözlerimi açmama neden olurken koşarak içeri girdim. Sığınağın dört bir yanında yerde kıvranan köylülerin oluşturduğu geniş çemberin tam ortasında kanlar içindeki küçük çocuk duruyordu. Üstü tamamen çıplaktı, karnındaki yaradan yere kanlar süzülüyordu. Birkaç başka çocuk da bir köşeye oturtulmuş elleri ve ayakları bağlı vaziyette olanları izliyordu. Hissettikleri korku gözlerinden okunurken herkesi es geçip koşarak kanlar içindeki çocuğun yanına ulaştım. "Hala yaşıyor." Başımı çevirip dizleri üzerine çökmüş Zahel'in çocuğun başını dizinin üzerine koyuşunu izledim. Hala yaşıyor ama ne kadar daha yaşayacaktı?

"Ne...ne yapacağız?" Zahel sorumu duymazdan gelerek boştaki elini çocuğun açık yarasının üzerine koydu. Parmaklarının arasında beliren siyah duman ince çizgiler halinde çocuğun bedenine girerken şaşkın gözlerle onu izliyordum. Ne yapıyordu öyle? Gözleri kapalıydı, arada kaşları çatılıyor eli titriyordu. Her ne yapıyorsa bu onu epeyce zorluyor gibi görünüyordu. "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım ama yine cevap vermedi.

Göz ucuyla etrafımızdaki köylüleri süzdüğümde hepsinin dehşet dolu gözlerle bizi izlediğini fark ettim, aralarında Rhea da vardı ve yüzünde dehşetten çok hayal kırıklığı, tiksinti ve öfke vardı. Ateş saçan gözlerini Zahel'e sabitlenmiş yüzü tiksintiyle buruşmuştu. Seni yaşlı canavar. Sağlam bir yumrukla yüzündeki iğrenç ifadeyi silmek, öfkem yok olana kadar saçlarını elime dolayıp sürüklemek istiyordum. Damarlarım nefretle dolarken birbirine bastırdığım dişlerim gıcırdıyor, saldırmamak için kendimi zor tutuyordum.

Hala anlam veremiyordum. Koca bir köy Tanrılarını öldürebilmek için neden bu denli büyük bir tehlikeye girmeyi göze almıştı? Zahel gerçekten tüm bunları hak ediyor muydu yoksa tüm köy aklını mı yitirmişti? Yabancı adam kadının sözleri zihnimde yankılanırken telaşla etrafıma bakınmaya başladım. Etrafımız acıyla yerde yatan köylülerle çevriliydi ama aralarında maske takan kimse yoktu. Hepsi buraya geldiğimde gördüğüm yüzlerdi. Lanet olsun kaçmış.

Zahel gözlerini aralayıp titreyen elini geri çektiğinde çocuğun yarasının sanki hiç var olmamış gibi yok olduğunu gördüm. Şaşkınlık içinde bir yaranın olması gereken yere bir de alnında ter damlaları birirkmiş ve kesik kesik nefesler alan Zahel'e bakarken bahsettikleri şu kristali düşünmeden edemedim. Zahel kuyuya indiğimiz ilk haline kıyasla daha bitkin görünüyordu ve sanırım bu o lanet kristale yaklaşmasından kaynaklanıyordu. Hızla sağı solu hiçbir şeyi gözden kaçırmamaya çalışarak taradım ama kristale dair hiçbir şey bulamadım. Çocuğun gözleri hala kapalıydı Zahel'inse alnında biriken ter damlalarına yenileri eklenmişti. "Kısa sürede kendine gelir. Onu ve diğer çocukları alıp yukarı çık."

Koşarak diğer çocukların yanına vardığımda hızlıca ipleri çözüp beni takip etmelerini söyleyip baygın olan çocuğu dikkatlice kucağıma aldıktan sonra ateş saçan gözlerle köylüleri tek tek süzen Zahel'e baktım. Buradan çıktığım anda neler olacağını kimse bilemezdi. Kapıya doğru ilerlerken Zahel'in onları acımdan öldüreceği gerçeğini görmezden gelmeye çalışıyordum. Onların bunu hak edip etmediğini düşünmek ruhuma dayanılmaz bir acı veriyordu. Bu köyü hepimize mezar yapmaya çalışmışlardı ve bir yabancının galeyanına gelmiş olmaları da geçerli bir gerekçe değildi. Ölmeyi hak ediyor olabilirlerdi ama yine de vicdanım sızlıyordu.

Yaklaşık on dakika süren bir aramadan sonra karşılaştığım merdiven rahat bir nefes almamı sağladı. Hala gözleri kapalı olan çocuğu yere bırakıp basamakları tırmandım, sert bir itişle ahşap kapağı açtığımda korku dolu gözlerle bana bakan çocuklar tek tek yukarı çıkmaya başladı. Onlara burada beklemelerini söyledikten sonra geri dönüp çocuğu tekrar kucağıma aldım. Temiz havayı ciğerlerime doldururken küçük çocuğu yavaşça yere bırakıp meydana doğru koşmaya başladım. Daha önce girmediğim bir sokağa çıksam da meydanı bulmak pek zor olmadı ve bulduğumda da onlarca gasadu cesediyle karşılaştım. Yaralı birkaç muhafız sağda solda yaralarıyla uğraşırken gözlerim gasaduların üzerinden hançerleri çekip çıkaran Nowa ve Ragaz'ı buldu. Neyse ki herkes iyiydi ama sayıları azalsa da gasadular hala saldırmaya devam ediyordu.

Aniden etraf simsiyah bir dumanla kaplandığında gözlerimi kıstım. Yavaş yavaş dağılan dumanların arasında duran Zahel'i gördüğümde ise nefesim kesildi. Buraya beklediğimden çok daha hızlı gelmişti. Etrafı saran siyah renkteki enerjinin Zahel'in ellerine doğru çekilişini hayranlıkla seyrederken gözleri bir anlığına beni buldu. Avuçlarında oluşturduğu iki enerji topunu istifini bozmadan iki yandan üzerine doğru koşan gasadulara doğru keskin bir hareketle fırlattı. Gücünün çarptığı gasadular bir bir yere yığılırken resmen büyülenmiş gibiydim. Gasaduların kendine yaklaşmasına bile izin vermeden hepsini bir bir öldürmüştü. Anlaşılan gücünü bastırmaya yarayan taşı çoktan bulup yok edilmesini sağlamıştı.

Rahat bir soluk alırken başımı geriye doğru attım. Nerdeyse aklımı kaçırıyordum. Endişe edip, yardım için geldiğimiz köyün halkı hepimizi öldürmeye çalışmıştı. Bu nasıl bir saçmalıktı bilmiyorum ama peşini kolay kolay bırakmayacağımı biliyordum. Bunun nedenini ve o maskeli adamın kim olduğunu muhakkak öğrenecektim.

***

Güneş doğmaya başladığında gasadu cesetleri köyden çıkarılmış ve yaralıların yaraları sarılmıştı. Küçük çocuksa kısa bir süre önce kendine gelmişti ve Nowa'dan Zahel'in çocuğu kurtarmak için yaptığı şeyin tanrısal enerjisini kullanmak olduğunu öğrenmiştim. Adının Aren olduğunu öğrendiğim küçük çocuk kendine gelip hiçbir şeyi yokmuş gibi perişan olmuş annesinin kollarına koştuğunda yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti. Şimdi ise mahzenden çıkarılan kadınlar bir tarafta erkekler ise dizlerinin üzerine çöktürülmüş vaziyette önümüzde duruyordu. Çocuklar ise askerlerden birine emanet edilmiş ve meydandan uzak bir eve götürülmüştü. Mahzenden öldürülmüş olan muhafızlar da çıkarılmıştı ve birkaç muhafız cenazeleri krallığa götürmek üzere yola çıkmıştı.

Evet, mahzendeki herkes buradaydı ve yaşıyordu. Tahminim doğru çıkmamıştı, Zahel onları öldürmemiş hatta en ufak bir zarar dahi vermemişti. Gözlerimin önünde masum bir çocuğu öldüren adam bugün başka bir çocuğu kurtarmış, kendini öldürmek için alçakça plan yapan bu insanlara dokunmamıştı. Peki neden?

Yaptıkları kafamı tamamen karıştırıyordu, gözünü dahi kırpmadan masum bir hayatı alan bu adamın tutarsız davranışları aklımı bulandırıyordu. Sadece varlığı bile kalbimin ritmini bozarken yaptıkları allak bullak olmama neden oluyordu. Kalbime engel olmak istiyor kendime sürekli onun bir katil olduğunu söyleyip duruyordum ama nafile. Gözlerimin önünde beliren küçük çocuğun cansız bedeni bile kalbime mâni olamıyordu.

Zihnimi yoran düşünceleri birer birer kapalı kutulara koyup rafa kaldırırken olacakları izlemeye koyuldum. Tüm erkeklerin başı eğik dururken Rhea'nın başı dikti ve yüzendeki şeytani sırıtışla Zahel'e bakıyordu. "Suçunuzu kabul ediyor musunuz?" Zahel'in gür sesiyle birlikte erkekler arasında bir uğultu baş gösterdi. "Efendim lütfen bizi bağışlayın." "Aklımızı bulandırdılar efendim. Yalvarırız bizi affedin." "Susun!" Zahel keskin bir el hareketiyle herkesi sustururken Rhea'ya gözlerini dikti.

"Size kim yardım etti?" "Beni öldürsen bile bunu asla öğrenemeyeceksin canavar." Kadının zevkle söyledikleri Zahel'in dişlerini sıkmasına neden olurken ben de öfkeyle yumruklarımı sıktım.

"Gasaduların hepinizi öldüreceğini umuyordum ama epey şanslı çıktınız." "Seni..." Öfkeyle burnundan soluyan Ragaz kadının üzerine yürümeye yeltendiğinde Nowa kolundan tutup engel oldu. Rhea bakışlarını üzerine yürümeye çalışan Ragaz'a çevirdiğinde konuşmaya devam etti. "Sen kurtulmuş olabilirsin hatta hepinizi kurtulmuş olabilirsiniz ama..." Bakışları sinsice Zahel'in üzerinde durduğunda öfkeden delirmek üzereydim. "Sen kurtulamadın canvar. Buradan seninle birlikte gelen herkes canlı ayrılacak ama sen ölü olarak ayrılacaksın şeytanın dölü."

Beni kimse tutmamış ve kadının karnına tekmeyi geçirmeme engel olamamıştı. İki büklüm halde yere yığılan kadına bir tekme daha atmak için yeltendiğimde Zahel omzumdan tutup geri çekilmemi sağladı. Öfkeli gözlerimle duygusuz suratına baktığımda ona bağırmamak için kendimi zor tuttum.

Nasıl oluyor da halkın seni öldürmek için sinsi planlar kurup yüzüne baka baka hakaretler yağdırırken sakin kalabiliyorsun demek istiyordum ama sustum. Biz öfkeden deliye dönerken o nasıl sakin durabiliyordu bir türlü kafam almıyordu. Zahel halkına karşı nasıl olursa olsun koca bir köy onu ve beraberindeki herkesi öldürmek isterken bu denli sakin kalması bir tanrı için bile çok fazlaydı. Nasıl bir iradesi vardı ki bu adamın?

"Erkekleri çözün." Zahel'in emriyle birlikte muhafızlar tek tek erkekleri çözmeye başladı. Şakın şaşkın kırpıştırdığım gözlerimin arasından Zahel'e bakarken ağzım açık kalmıştı. Ciddi ciddi bu köyü bize mezar yapmak isteyen bu insanları serbest mi bırakacaktı? Eşlerinin ve annelerinin yanına dönen erkekler dur durak bilmeyen teşekkürlerini sunarken Zahel onları susturdu. "Rhea'a idam edilecek ve Anbar köyü bundan böyle Ölüm Tanrı'sına bağlı olmaktan çıkacak." Zahel'in sözleri itirazlarla dolu bir uğultunun çıkmasına neden olurken kılıcını çekip kadına doğru yöneldi.

Kimseye zarar vermemiş olabilirdi ama yine de birini öldürecekti, yine. Yerde yüzündeki iğrenç sırıtışla yatan kadın bize bakıyor ve bir türlü susmak bilmiyordu. "Afiyet olsun Ölüm Tanrısı" Duyduklarım kafamda şimşekler çakmasına neden olurken Zahel'in de kadının neyi kastettiğini anladığını fark ettim. "Birazdan vücudundaki tüm deliklerden kan boşalmaya başladığında ölümünü zevkle izleyeceğim."

Bedenim sanki bu sözleri bekliyormuş gibi kulaklarımda ve burnumda bir ıslaklık hissetmeme neden olurken elimle burnumu sildiğimde parmaklarımdaki kanı fark ettim. Elinde tuttuğu kılıcı parmaklarının arasından kayan Zahel yanıma gelip ellerini omzuma yerleştirdi. İşte ilk kez soğuk bakışlarının arasından açıkça bir duygu seçilebiliyordu, endişeliydi. Bu belki de onu duygularını belli ederken ilk ve son görüşüm olacaktı.

Kolunu belime dolarken öfke dolu bakışlarını yaşlı kadına çevirdi. "Fincana ne karıştırdın?!!!" Kadın kahkaha atarak gülmeye başladığından gözlerimin önü kararmaya başladı. Zemin ayaklarımın altından kayarken görüşüm bulanıklaşmaya başlamıştı. Bir anda kendimi Zahel'in kucağında bulduğumda endişeli yüzünü zar zor görebiliyordum. Her şey karanlığa gömülürken duyduğum son şey Zahel'in sözleriydi.

"Senden vazgeçmem Silva. Bu sefer olmaz."

***

Gözlerimi usulca araladığımda kendimi hiçliğin ortasında buldum. Her yer kör edici derecede beyazdı ve epeyce uzakta parıldayan mor bir ışıktan başka hiçbir şey yoktu. Etrafa alışamayan gözlerimi kısarak ışığa doğru yürümeye başladığımda ayağımın altındaki zeminin su misali dalgalandığını fark ettim. Attığımda her adımda çember şeklinde dalgalar oluşuyor genişliyor, genişliyor ve bir nokta yok oluyordu.

Her adımımda anlam veremediğim bir şeyin vücuduma sızdığını hissediyordum. Damarlarım yarılacak gibi sızlarken kalbim küt küt atıyor her yerim titriyordu. Kavrulduğumu hissediyordum. Havada asılı duran küre etrafına mor renkte bir ışık yayıyor gözlerimin kamaşmasına neden oluyordu. Biraz daha yaklaşmak istiyordum ama adım atacak gücü kendimde bulamıyordum.

Parmak uçlarım karıncalanıyor varlığım daha da yaklaşmam için yalvarıyordu ama yapamıyordum. Ayakta bile zar zor dururken yoğunlaşan hava nefes almamı zorlaştırıyordu. "Çok geç kaldın Silva Sideras." Duyduğum ses korkuyla etrafıma bakınmama neden olurken görebildiğim tek şey hiçlikti. Muazzam bir güçle dolu olan ses iliklerime kadar işlerken kaynağını göremiyordum. "Ki...kimsin sen?" Titreyen sesim korkumu ele verirken etrafımda dönmeyi bırakmış bakışlarımı tekrardan ihtişamla parlayan küreye dikmiştim.

Nefes almak giderek zorlaşırken elimi ağrıyan göğsüme bastırdım. Kalbime saplanan bıçak santim santim ilerliyor beni yavaş yavaş öldürmek istiyor gibi hissediyordum. Uzayıp giden sessizlik az önce konuşup konuşmadığımı sorgulamama neden olurken dizlerimin üzerine düştüm. Damarlarım santim santim yarılıyor gibi hissederken acı içinde yumruklarımı sıktığımda üzerimdeki elbiseyi daha yeni fark edebilmiştim.

Yarasa kolları olan, uzun, mor ve beyaz renklerin hâkim olduğu bir elbiseyle duruyordum. Etek kısmında, kollarında ve belinde altın rengi işlemelerin olduğu elbise asaletle parıldıyor, gerçek olamayacak kadar göz kamaştırıcı görünüyordu. Buraya nasıl geldiğimi ve bu elbiseyi nasıl giydiğimi sorgulamak üzereydim ki asırlar sürmüş gibi gelen sessizlik bozulduğunda usulca başımı kaldırdım.

"Kim olduğumu biliyorsun." "Bilmiyorum." Diye fısıldadım göğsümdeki ağrı daha da artıp dişlerimi sıkmama neden olurken. Sanki içimde tuhaf bir şey dolanıyor ve birazdan patlamama neden olacakmış gibi hissediyordum. "Biliyorsun. Sadece hatırlamaya ihtiyacın var." Her yerden geliyor gibi görünen sese cevap veremedim. Ne saçmaladığı hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu.

"Kendi gerçeğini bulmak için yeterince güçlü müsün?" dediğinde şaşkınlıkla başımı kaldırdım. "Neyden bahsediyorsun?" sorum havada asılı kalırken bembeyaz hiçliğin içinde bazı renkler belirmeye başladı. Metrelerce ötedeki görüntü netleşmeye başlarken gözlerimi kısmış pür dikkat oraya bakıyordum. Bu... bendim. Ortaya çıkan görüntüde ben vardım.

Yüzümde korkmuş bir ifadeyle elimde bir hançer tutuyordum. Yaşlı gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerimin içindeki ışık tamamen sönmüştü. İki elimde sıkı sıkıya tuttuğum hançeri havaya kaldırdığımı gördüğümde dudaklarımın arasından bir çığlık firar etti. Her şey bir saniyede olup biterken tuttuğu hançeri göğsüne saplamış kanlar içinde yerde yatan bedenime dehşetle bakıyordum.

Görüntü solmaya başladığında yüreğime koca bir kaya oturmuştu. Ansızın üzerime çöküveren korku, pişmanlık ve keder gözlerimin dolmasına neden olurken boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Senin gerçeğin bu Silva Sideras. Hatırla." Ses sudaki bir dalga gibi yavaşça yok olurken hızla üzerime doğru gelen küreyi fark ettim. Şiddetli bir çarpmaya kendimi hazırlarken bedenim bir anda bilmediğim bir güç tarafından çekilmeye başladı.

Nefes nefese gözlerimi açarken gördüğüm ilk şey karanlık oldu. Gözlerimin karanlığa alışmasını beklerken usulca doğrulduğumda odamda, yatağımda olduğumu anladım. Kulağıma ilişen nefes sesini duyduğumda başımı usulca sağ tarafa çevirdim. Uyuyor gibi görünen Zahel ayaklarını uzatmış sırtını yatağın başlığına dayamıştı. Birbirine doladığı kollarını fark ettiğimde bir an için uyanık olduğunu sansam da sakince alıp verdiği nefesleri uyuduğunu gösteriyordu.

Yüzümde ufak bir gülümseme belirirken karnımda kanat çırpan kelebeklere engel olamıyordum. Her zaman bir buz dağı gibi görünen adam uyurken öylesine masum görünüyordu ki kalbim sızladı. Arada titreyen kirpiklerinin sakladığı gece kadar karanlık gözlerini görmesem de ne kadar güzel olduklarını biliyordum. Fark etmeden dudaklarına kayan bakışlarım bir an yutkunmama neden olduğunda kendimi kafamda canlanan uygunsuz düşüncelerin içinde buluverdim.

Ceketinin üzerinden sakince inip kalkan göğsü, çıplak bedenini parmaklarımın altında hissetme isteği uyandırırken dudağımın kenarını ısırıyordum. Sol kürek kemiğimde yine baş gösteren sızı beni uygunsuz düşüncelerimden sıyırırken elimi omzuma götürüp belki geçer umuduyla ovalamaya başladım ama nafile. Kalbim şahlanırken ellerim Zahel'e dokunmak için muazzam bir çaba sarf ediyordu. Tüm vücudum alev alev yanarken dürtülerime daha fazla karşı koyamadım.

Avucumu usulca Zahel'in yanağına yerleştirdiğimde istediğim tek şey uyanmamasıydı. Başparmağımla yanağını okşarken hala kapalı olan gözleri rahatlamamı sağlasa da her an uyanabileceği düşüncesi içimi kemirmeye devam ediyordu. "Uyanmışsın." Korktuğum şey başıma geldiğinde hızlıca kendimi geri çektim. Göğsüm heyecandan hızla inip kalkarken gözlerimi köşe bucak kaçırıyordum. "İyi misin?" Başımı onayla sallarken yataktan kalkmış olan Zahel'e hala bakamıyordum.

"Güneş doğana kadar yataktan çıkma." Ay ışığının aydınlattığı odada arkasını dönüp kapıya doğru yürüyen Zahel yüzümün düşmesine neden oldu. "Kal!" fısıltım odada sessizce dağılırken Zahel olduğu yerde durdu. "Yalnız kalman daha iyi olur." İnatçı herif, kalmanı istiyorum işte neden gitmek istiyorsun ki. Tekrar bir adım attığında kolundan çekip yatağa atmamak için kendimi zor tutuyordum. "Kal." dedim ısrarcı ses tonumla. "Lütfen." Yalvarıyor gibi çıkan sesim sinirimi bozsa da yanımda kaldığı sürece umurumda değildi.

Uzayıp giden sessizliğin içinde öylece duran Zahel ne geri dönüyor ne de çıkıp gidiyordu. Bu kadar zor mu yanımda kalmak? Usulca arkasını döndüğünde heyecandan deliren kalbim hızla çarpmaya başladı. Yatağa doğru attığı her adımda nefesim kesilirken sertçe yutkundum. Durdu, birkaç saniye yüzümü inceledi ve yavaş hareketlerle yanıma uzandı.

Bana doğru döndü, ben de ona doğru dönüp başımı yastığa koydum. İlk kez ona bu denli yakındım ve bu aklımı başımdan alırken alev alev yanmama neden oluyordu. Geceyi andıran gözleri gözlerime bakarken ona biraz daha yakın olma isteğimden bir türlü kurtulamıyordum. Sarılmak, aramızda ki mesafeyi yok etmek, kokusunu içime çekerek uykuya dalmak istiyordum. "Sana söylemem gereken bir şey var." Aslında bir değil birden çok şey vardı ama ilk olarak teşekkür etmem gerekiyordu. Nasıl olduğunu bilmesem de hayatımı kurtardığına emindim.

"Konuşmak için çok zamanımız olacak. Şimdi sadece uyu." Cümlesini bitirip gözlerini kapattığında ben de gözlerimi kapadım. Haklıydı, konuşmak için çok zamanımız olacaktı.

***

Rahatsız edici bir his gözlerimi açmama neden olurken karşılaştığım boşluk hayal kırıklığına uğramama neden oldu. Gitmişti, üstelik daha güneş bile doğmamıştı. Asılan suratımı ellerimle ovuştururken hızlıca doğrulup yataktan çıktım. Huysuzca odanı içinde volta atarken neden gittiğini düşünüp duruyordum. Ne sanıyordu ki uygunsuz bir şey yapacağımı mı, yoksa varlığım onu rahatsız mı etmişti? Uygunsuz şeyler yapmayı deli gibi istesem de gayet de kendime hâkim olabilirdim.

Belki gelir umuduyla bakışlarımı kapıdan ayırmazken geçen her dakika umuduma bir darbe daha vuruyordu. Yanımda kalması için hiçbir sebep yoktu, hele ben onu herkesin içinde aşağılamışken. Sinsice yüreğime sızan pişmanlık dalgaları içimi kavururken hızlı adımlarla kapıya doğru yöneldim. Konuşmak için ne kadar zamanımız olduğu umurumda bile değildi, hemen şimdi konuşmak istiyordum.

Uzun koridordu aşıp sağa döndüm. Hızlı adımlarla ilerlerken yanımdan adeta koşarak geçen birkaç hizmetçi dikkatimi çekse de yoluma devam ettim. Tekrar sağa döndüğümde karşımdaki koridorda Zahel'in odasına girip çıkan sayısız şifacıyı fark ettim. Korku usul usul kalbimin etrafını sararken koşmaya başladım. Yarı aralık kapının önüne geldiğimde gözümden akmaya hazır olan yaşlara zar zor hâkim olabiliyordum. Hayır...hayır lütfen ona bir şey olmasın.

Şifacı bir erkek elinde içinde çeşitli ilaçların olduğu bir tepsiyle koşar adımlarla odadan çıktığında açılan kapıdan içeriye bir adım attım. Birkaç metre ötemde Nowa ve Ragaz endişeli ifadeleriyle karşılarında duran yatağa bakıyordu. Kalbim boğazımda atarken baktıkları yöne doğru başımı çevirdim.

Zahel gözleri kapalı yarı çıplak halde yatakta uzanıyordu. Başındaki sayısız şifacı onunla ilgilenirken titreyen adımlarla Nowa ve Ragaz'ın yanına yaklaştım. "Ne...ne oldu?" ağlamaklı çıkan sesim titriyordu. Sağ gözümden bir damla yaş yuvarlanırken Nowa'nın bakışlarını üzerimde hissettim. "Bir gasadu onu ısırmış." dediğinde baştan aşağı Zahel'i inceledim. Sağ omzundaki diş izlerini fark ettiğimde gözlerimin önünde bir sahne belirdi. O meydanda ona haber vermek için geldiğimde kendini bana siper etmişti. Beni korumak için yaralanmıştı.

Gözlerimden yaşlar süzülürken buraya geldiğim ilk gün benimle ilgilen yaşlı şifacı bize doğru yaklaştı. "Efendim zehrin şimdiye kadar atılmış olması lazımdı ama Tanrı Zahel uyanmıyor ve..." bir saniye duraksayan kadın başını mahcup bir ifadeyle önüne eğdi ve cümlesini tamamladı. "Ne yazık ki nedenini bilmiyoruz." "Ben biliyorum!!" sertçe çıkışan Ragaz'ın öldürücü bakışları suratıma sabitlendiğinde şaşkın şakın ona baktım.

Bir anda üzerime doğru bir adım atıp hızla çektiği kılıcını boynuma dayadığında başımı geriye doğru atıp dehşet içinde öfke dolu gözlerine baktım. Herkes şok olmuş halde bize bakarken Ragaz konuşmasını sürdürdü. "Senin yüzünden!" ürkütücü bir sesle dişlerinin arasından söylediği sözler kanımı dondururken ne demek istediğini anlamıyordum.

"Ragaz kes şunu!" "Neden?!! Zahel o çocuğu ve suçsuz yere kendi muhafızlarının önünde onu aşağılayan bu kadını kurtardığı için bu halde değil mi?!!" Nefret dolu bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmazken duyduklarımı idrak edemiyordum. "Zahel bu yaptığını öğrendiğinde hiç iyi şeyler olmayacak." "Kendine geldiği sürece hiçbir şey umurumda değil!" Boynumda ki kılıcın baskısını biraz daha arttırırken Nowa endişeli gözlerle bize bakıyordu.

Soğuk metal cildimi yakarken aklım karmakarışık olmuştu. "Eğer ona bir şey olursa senin canını alan ben olurum!!" Kılıcı çektiği hızla kınına sokarken keskin adımlarla kapıya doğru yürümeye başladı. "Valeria'yı çağıracağım." Gözlerimden yaşlar süzülürken çekingen adımlarla Zahel'e doğru yaklaştım. Yatağın kenarına oturduğumda odada sadece Zahel, Nowa ve ben kalmıştık. Yatakta uyuyor gibi yatan Zahel'e bakışlarımı kitlerken içimi kemiren soruyu sordum.

"Ne demek istiyordu?" "Silva şu an hiç sırası değil." dediğinde hızla ona doğru döndüm. Yüzünde bariz bir kararsızlık vardı. "Lütfen söyle Nowa. Ragaz ne demek istedi?" Sıkıntılı bir nefes veren Nowa ellerini saçlarının arasından geçirirken odanın içinde volta atmaya başlamıştı. Gözleri benim dışımda her yere bakıyor sessiz kalmakta ısrar ediyordu. Dakikalar birbirini kovalarken hala gözlerimi dikmiş Nowa'nın bir cevap vermesini bekliyordum. Nihayet volta atmayı bırakıp derin bir nefes aldığında kendimi duyacaklarıma hazırlamaya çalıştım.

"O yaşlı domuz panzehri vermeyi ve fincana ne kattığını söylemeyi reddedince Zahel o çocuğu kurtardığı gibi tanrısal enerjisiyle seni de kurtardı. Ancak Ölüm Tanrısı olarak bu yaptığı onun ilahi doğasına aykırı olduğundan bu onu zayıf düşürdü ve gasadu zehri de durumu daha da kötüleştirdi. Bu yüzünden uyanamıyor." Duyduklarım kalbime bir balyoz gibi inerken suçluluk duygusu zehrini yavaş yavaş vücuduma salıyordu. "Ya suçsuz yere derken?" zar zor sorduğum sorudan sonra kararsızlıkla bana baksa da anlatmaya başladı.

"Dünyamızda şeytanlar var Silva. İnsanların ruhlarını çalan, onları öldürüp bedenlerini ele geçiren. O gün Zahel'in öldürdüğü çocuk bir şeytandı."

Lanet olsun. Bunca zaman onu haksız yere suçlamış herkesin içinde söylememen gereken şeyler söylemiştim ve şimdi o benim yüzümden bu haldeydi. "Gitme Zahel." Diye fısıldadım boğuk çıkan sesimle.

"Lütfen beni bırakma."

Herkese merhaba. Bölümü nasıl buldunuz? Düşünceleriniz neler yorumlarda belirtirseniz sevinirim. Ayrıca oy verip takip etmeyi de unutmayın. 🥰🥰🥰

 

Loading...
0%