Yeni Üyelik
4.
Bölüm

İlk Ölüm 4.Bölüm

@anksiyeteliyazar

Silva

Duyduklarıma inanamayarak ona bakarken dilim tutulmuş gibiydi. Konuşmayı geçtim düşünemiyordum bile. Evim...burası gerçekten evim olabilir miydi? Yaşadığım duygu karmaşası boğazıma bir yumru gibi otururken gözlerine bakmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Birkaç saat önce sözleriyle ruhumu paramparça eden adam şimdi de tek tek parçaları birleştiriyordu. Hissettiğim çocuksu sevincin bir tarifi var mıydı emin değildim.

Kapı usulca tıklatıldığında düşüncelerimden sıyrılıp kafamı o tarafa çevirdim. Zahel ayağa kalkıp "gir." dediğinde içeri telaşlı görünen Nowa ve beraberinde yaşlıca bir kadın girdi. Nowa Zahel'i es geçip hızla yanıma yaklaştı ve az önce Zahel'in oturduğu yere oturdu. Gözleri yara bere içindeki bedenimde dolanırken kaşları giderek daha da çatılıyordu. "Lütfen iyi olduğunu söyle." sesindeki endişe notaları tek tek seçilirken rahatlaması için gülümseyerek cevap verdim. "Çok iyiyim merak etme." Az önce duyduklarımdan sonra iyi olmama ihtimalim yoktu. Göz ucuyla Zahel'e baktığımda buluşan bakışlarımız kalbimi tekletti.

"Sadece bir saniye geç kalmış olsaydım bu kadar iyi olmazdı!!!" Zahel'in bıçak kadar keskin sözleri Nowa'nın yüzünde yakıcı bir pişmanlık belirmesine neden olurken ayağa kalkıp Zahel'in önünde durdu. "Hatamın farkındayım ve sonuçlarına da katlanmaya hazırım." "Kesinlikle katlanmanı sağlayacağım." Zahel'in ölümcül sözleri Nowa'nın sessiz kalmasına neden olurken kendimi kötü hissetmeye başladım. Nowa'nın başına her ne gelecekse bu benim yüzümden olacaktı. Onu dinlemeyip doğru şeyi yaptığımı sanarak çekip gittiğim için olacaktı.

"Nowa'nın suçu yok." dedim bakışlarımı Zahel'e çevirerek. "Hayır Silva suçum var. Yanından ayrılmamam gerekiyordu." Nowa'nın dedikleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim. "Ama benim yüzümden ceza almanı istemiyorum." "Senin yüzünden değil, kendi hatası yüzünden ceza alacak." "Merak etme en sevdiği dostunun fazla acı çekmesine izin vermez. Değil mi Zahel?" Nowa alaycı alaycı kolunu Zahel'in omzuna attığında karşılığında ölümcül bir bakış aldı ama umursamadı. "Ahırları bugün tek başına temizleyeceksin." Duydukları karşısında yüzündeki gülümsemesi yavaş yavaş solan Nowa'nın ruhu çekilmiş gibi bir hali vardı. Hala Zahel'in omzunda duran kolunu çektiğinde duydukları gerçek değilmiş gibi onun suratına bakıyordu. Zahel ise istifini bozmadan benimle ilgilenen şifacıyı izlemeye devam ediyordu.

"Yok canım...daha neler." Tereddütle ve gülmeye çalışarak söylediklerine inanmak istiyor gibi bir hali vardı. Suratında sanki korkunç bir kabus yaşıyormuş da uyanmak istiyor gibi bir ifade vardı. "Sabah tek tek kontrol edeceğim." Dedi umursamaz bir tonda. Suratı daha da düşen Nowa gözlerini devirirken omuzlarını silkti. "Bana bunu yaptığına inanamıyorum." Dedi dudaklarını büzerek. Bu alaycı tavırları neşelenmemi sağlıyordu. Muhtemelen Zahel ve Ragaz'ın arasında ortamı neşelendirme görevi Nowa'ya aitti. "Daha fazla konuşursan cezan ikiye katlanır."

Geçen dakikalar boyunca kimseden çıt çıkmamıştı. Şifacı dedikleri yaşlı kadın elinde getirdiği bez çantayı bir süre önce boşaltmış yaralarıma özenle merhemler sürmeye başlamıştı. Kadının yüzü yaşını belli etmek istercesine kırışmış ağaran saçları özenle örülmüştü. Üzerinde uzun kollu yeşil ve beyazın hakim olduğu bir elbise vardı. Eliyle ayağıma dokunduğunda hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Bir süre önce Zahel'in sardığı sargıları çıkarmıştı.

Ayaklarım bedenimin geri kalanına göre daha kötü durumda olmalıydı ki şifacı kadın özenle ve kat kat sarmıştı. İşini bitiren kadın eşyalarını toplayıp geçmiş olsun dileklerini sunduktan sonra bakışlarını benden ayırıp Zahel'e döndü. "Bedenindeki yaralar çok ciddi değil efendim yarın sabaha iyileşmiş olur ama ayaklarının durumu biraz daha kötü. Yine de birkaç güne iyileşeceğini düşünüyorum."

Zahel kadını başıyla onayladıktan sonra kapı çaldı. İçeri Ragaz girerken şifacı kadın dışarı çıktı. "Arama için giden birlikleri geri çektim ve ziyaret için de uygun olan muhafızları belirledim." Zahel Ragaz'la konuşmaya başladığında kendimi bir an için her şeyden soyutlanmış gibi hissettim. Duyduklarıma bir kez daha inanamıyordum. Gerçekten beni aramaları için muhafızları mı göndermişti? Bu sefer kendimi gülümsemekten alamadım ve bunu fark eden Nowa bana sinsi bir bakış attı.

Düşüncelerim kapının sesiyle bölünürken içeri elinde üzerinde dumanlar tüten bir tepsiyle Jieli girdi. Tepsiyi yatağımın karşındaki gardırobun yanında duran aynalı masaya bıraktıktan sonra endişe kırıntılarıyla dolu gözleriyle beni süzmeye başladı. Gördüğü her bir yarada kaşları daha da çatılırken yüzündeki acı dolu ifade artıyor, hissettiğim acının iki katını hissediyor gibi görünüyordu.

"Siz çıkabilirsiniz." Ragaz ve Nowa onu onaylayıp kapıya doğru yönelirken Nowa iyi olduğuma emin olmak ister gibi son kez baktıktan sonra odadan çıktılar. "Jieli Silva'nın önce yemek yemesini sağla ardından giyinmesine yardım et." "Tabi ki Efendi Zahel."

***

Büyük bir iştahla Jiel'nin getirdiği yemekleri silip süpürdükten sonra giyinmeme yardım etmesine izin verdim. Üstüme yapışmak üzere olan gömleğin yerini şimdi uzun siyah renkte askılı bir gecelik almıştı. "Başka bir isteğiniz var mı hanımım?" "Yok Jieli çok teşekkür ederim." "Nasıl oldu da bu hale geldiniz hanımım?" Kısaca olanları anlattığımda Jieli şaşkınlıkla bana bakıyordu.

"Efendi Zahel sizi bulabildiği için çok şanslısınız hanımım. Yürüyen Ağaçlar Ormanı çok tehlikelidir." "Ağaçlar sürekli yer değiştirdiği için mi?" dediğimde gülmeden edemedim ve Jieli de bana katılmadan edemedi. İkimizin gülüşme sesleri odayı doldururken kendime inanamadım. Ölmek üzere olduğum yerden bahsederken gülüyordum resmen.

"Yine de sizi Efendi Zahel'in kucağında gördüğümde nasıl şok olduğumu bilemezsiniz." "Evet bir tanrının kollarında birini görmek çok şaşırtıcı olmalı." Jieli olumsuzca başını sağa sola sallayıp devam etti. "Hayır hanımım öyle değil. Efendi Zahel'in ne kadar kötü durumda olursa olsun hiçbir kadına dokunduğunu görmemiştim." Duyduklarımdan sonra kalbim duracak gibi olurken yüzümde beliren gülümsemeye engel olamadım. Gerçekten Zahel'in dokunduğu ilk kadın olabilir miydim? Bu ihtimal kalbimi gümbürdettiğinde kendime inanamadım. Halimi fark eden Jieli'nin yüzünde de minik, yaramaz bir çocuğu andıran bir tebessüm ve meraklı bir ifade belirmişti.

"Hanımım yoksa..." cümlesinin devamını getirmeyerek merakla bana baktı. Kastettiği şeyi anladığımda köşe bucak bakışlarımı kaçırdım. Yüzünde ki gülümseme daha da büyürken utançtan yerin dibine girmek üzereydim. "İnanamıyorum gerçekten Efendi Zahel'den hoşlandınız mı?" ses tonunda çocuksu bir heyecan ve merak vardı, cevap vermemi istediğini biliyordum ama sessiz kaldım. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Zahel'in üzerimde yarattığı etkiyi inkar etmem mümkün değildi ama bunun ne olduğunu söylemeye kendimi hazır hissetmiyordum. "İnkar etmediniz. O halde cevabımı almış sayılırım."

Yüzünde hala neşeli ve zarif bir gülümseme olan Jieli başka bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sorduktan sonra getirdiği tepsi ve Nowa'nın toz toprak içinde kalmış gömleğini alıp dinlenmemi tembih ederek odadan çıktı. Oldukça tatlı ve naif bir kızdı. Nedense hiç hizmetçiye benzemiyordu. Hoş ve bakımlı görünen bir yüzü zarif bir bedeni ve ölçülü davranışları vardı. Ayrıca diğer hizmetçilerle birebir aynı kıyafetleri de giymiyordu. Pek de hayal ettiğim hizmetçiler gibi değildi. Sessizlikle baş başa kaldığımda az da olsa zonklayan ayaklarıma rağmen yataktan kalkıp sol taraftaki balkona yöneldim. Jieli'nin söyledikleri bir türlü aklımdan çıkmıyor ve düşündükçe kalbimin küt küt atmasına neden oluyordu. Sorusuna hala verecek bir cevabım yoktu, belki de vardı ama henüz bunun için hazır değildim.

Binlerce yıldızla bezenmiş göz kamaştırıcı güzellikteki gökyüzünü izlerken temiz havayı açlıkla soldum. İşte şimdi kendimi yargılamanın tam zamanıydı. Bu gün hayatım tamamen değişirken farkına varmadan yapmamam gereken şeyler yapmış, olmaması gereken tavırlara bürünmüştüm.

O köprüde gözlerime açtığım andan beri tek yaptığım geçmişimin anılarıyla kendime eziyet etmek olmuştu. Kendimi anıları hatırlamaya zorlayarak olan en ufak şey de bile ağlayacakmış gibi olmama neden olmuştum. Oysa böyle yapmazdım, yapmamalıydım. "Tüm acılara rağmen yakaladığı her fırsatta gülen Silva'ya ne oldu?" fısıltım sessizlikte yok olurken derin bir nefes daha aldım.

Ölmek için atladığım o uçurum beni ölüme kavuşturmamış bana büyük bir iyilik yaparak daha da çok arzuladığım bir fırsatı ayaklarıma getirmişti. Şimdi bambaşka bir dünya da bambaşka insanlarla birlikteydim ve anılarla kendime eziyet etmek yerine yakaladığım her fırsatta mutlu olmayı bilmeliydim.

Biliyorum burası da mükemmel bir yer değil. Acı, keder, korku burada da peşimi bırakmayacaktı hatta nereye gidersem gideyim peşimi bırakmayacaklardı çünkü onlar da hayatın bir parçasıydı. Burada farklı olan en önemli şey bana değer verdiklerini hissettiğim insanlardı. Artık yapmam gereken tek şey elime geçen fırsatlarda mutlu olmak ve bana değer verenleri korumaktı. Daha burada ilk günüm olmasına rağmen sanki koca bir ömür geçmiş gibi hissediyordum. Saatler içinde buraya ve tanıdığım insanlara bağlanmıştım. Özellikle de Zahel'e.

Yüzümde rahatlatıcı bir gülümseme belirirken arkamda birinin nefesini hissettim. "Neden yatakta değilsin?" Zahel'in tek bir duygu zerresi dahi beli etmeyen bakışlarıyla karşılaştığımda bir süre cevap veremedim. Kalbim küt küt atarken verecek uygun bir cevap bulmak imkânsıza yakındı. "Biraz temiz hava almak istedim." Zar zor verebildiğim cevaptan sonra Zahel bana doğru ufak bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kısalttı.

Kalbim yeterince hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlanırken yanaklarımın çoktan kızarmaya başladığını hissediyordum. Bu adamın varlığı her defasına vücudumun kontrol dilemez tepkiler vermesine yol açıyordu ve buna bir türlü engel olamıyordum. Gözlerime sanki içlerinde bir şey arıyormuş gibi bakarken birkaç saniye sessiz kaldı. Benim hislerim yüzümden bir kitap gibi okunurken onun suratından bir şey anlamak imkansıza yakındı. Kayıtsızlık nerdeyse suratına yapışmış gibiydi. Yine de derinlerde bir yerlerde çok fazla şey hissettiğini gözlerinde görebiliyordum.

"Köprüde ortaya çıkmadan önce ne yapıyordun?" sorusu nefes almayı bırakmama neden olurken resmen serseme dönmüştüm. Bu hiç beklemediğim bir soruydu ve öylece kalakalmama neden olmuştu. Zahel dimdik duruşuyla sabırla cevap vermemi beklerken gözlerimle umutsuzca etrafı tarıyordum. Bunu nasıl söyleyebilirim ve söylemeli miyim hiç emin değildim. "Soruma cevap ver Silva." Talepkar sesi karşısında ne yapacağımı bilmeyerek iki yanımda yumruklarımı sıktım.

"Ben bir uçurumun kenarında duruyordum ve..." cümlemi tamamlamaya dilim varmıyordu. Oradan atlarken bile bu kadar zorlanmamışken şimdi bunu dile getirmesi öyle zor geliyordu ki. "Duruyordun ve?" köşe bucak kaçırdığım bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde yumruklarımı daha da şiddetle sıkarak cevap verdim. "Oradan atladım."

Zahel geriye doğru bir adım atıp kaşları çatılmış bir halde bana bakarken yumruklarımı sıkmaya devam ediyordum. Kayıtsız ifadesi gitmiş yerini hayal kırıklığı almıştı. Kaşlarını çatmış inanmaz halde beni baştan aşağı süzüyordu. Kendimi bana yakışmayan bir davranışta b ulunmuşum da yargılanıyormuşum gibi hissediyordum. Hissettiğim utanç başımı öne eğme neden olduğunda dudağımın kenarını ısırdım.

"Neden...neden yaptın?" Sesinde anlamlandıramadığım bir şey vardı. Sanki Ölüm Tanrısı ölmek istediğim için bana kızmış gibiydi. Bir süre sessiz kaldım. Kelimeler zihnimde beliriyor lakin dudaklarımın dökülmüyordu bir türlü. "Çünkü kendimi değersiz hissediyordum ve yaşadıklarım katlanılmaz hale gelmişti." Bir çırpıda söylediklerime inanamadım. Bunlar seçilmiş gerçeklerdi, beni buna iten asıl olay bambaşkaydı ama bunu asla dile getiremezdim. Yine de söylediklerim benim için özeldi ve onun karşısında dilimin bir anda çözülmüş olmasına anlam veremiyordum.

Suçlu gözlerimle gözlerine bakarken az önce attığı adımı geri alarak aramızdaki mesafeyi yeniden küçülttü. Hiç beklemediğim bir anda kollarıyla bedenimi sardığında nefesim kesildi. Bedenime dalga dalga sıcaklık yayılırken farkına bile varmadan ellerimi sırtına doladım. Bir eli saçlarımı okşarken kalbim tarif edilemez bir hisle dolup taşıyordu. Benden başka kimsenin sevmediği saçlarımı ilk defa bir başkası özenle okşuyordu. Boğazım düğüm düğüm olurken dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım.

Derin bir nefesle taze ıslanmış toprak gibi olan kokusunu içime çektim ve zamanın tam şu anda durmasını diledim. Hayatım boyunca hissedemediğim ne varsa tam şu anda daha bir gün dür tanıdığım bu adamın kollarında hissediyordum. Kendime inanmakta güçlük çekiyordum. Akıl alır gibi değildi, Zahel'i sadece birkaç saattir tanıyor olmama rağmen sanki onunla bir ömür geçirmişim gibi hissediyordum ve... onu kaybetmekten korkuyordum. Aklım başımdan gitmiş olmalı ve eğer gerçekten öyleyse geri kalan hayatımı böyle geçirmek istiyorum. Yüzümdeki sıcak gülümseme her geçen saniye büyürken dudaklarından dökülen cümle tamamen donup kalmama neden oldu.

"Sen ölecek değil, uğruna ölünecek kadar değerlisin."

***

Zahel'le konuşmamızın üzerinden beş gün geçmişti. O akşam ben tek kelime dahi edemeden yatağa uzanmamı sağlamış sonra da odadan ayrılmıştı. Bense o günden beridir ne yapacağımı bilmez halde odamdan çıkmıyordum, daha doğrusu çıkamıyordum. Yaralarımdan dolayı beş günü Zahel'in emri, Nowa ve Jieli'nin yoğun ısrarları yüzünden odamda geçirmiş yemeklerimi dahi burada yemek zorunda kalmıştım. Zahel o akşamdan sonra bir daha yanıma uğramadı, en azından ben uyuyana kadar. Konuşmamızın ertesi günü tüm gün onu beklemiştim ama gelmemişti. Uykuya ayak diretip geç saatlere kadar beklemeye devam etmeme rağmen gelmemiş ben de uykunun tatlı kollarına yenik düşmüştüm.

Kötü bir kabus gözlerimi açmama neden olduğunda ise arkamda birinin düzenli nefes seslerini işitmiştim. Zahel olduğuna emin olsam da kendi gözlerimle de görmek istiyordum. Gözlerimi hızlıca kapatıp uyuyor gibi yaparak ona doğru dönmüş ve göz ucuyla baktığımda yanı başımda başını geriye doğru yaslayıp gözlerini kapatmış halde duran Zahel'i görmüştüm. O geceden sonraki dört gece de ben uyuduktan sonra yanıma gelmişti. Tabi ben o sıralarda uyuyor gibi yapıyordum. Bir süre sonra ise gerçekten uyuduğumdan tam olarak ne zaman gittiğini bilmesem de uzun bir süre yanımda kaldığını biliyordum. Zahel'in aksine Nowa özellikle de Jieli sık sık yanıma gelmişti.

Neyse ki bu sabah tekrardan gelen şifacı mucizevi bir hızda iyileştiğimi söyleyip sargılarımı çıkarmıştı ve dediği gibi yaralarım mucizevi bir şekilde geride iz bile bırakmadan tamamen iyileşmişti. Kapının çaldığını duyduğumda telaşla ayağa kalktım. Kalbim Zahel'in gelmiş olabileceği ihtimaliyle küt küt atarken içimden kötü bir ses gelmediğini söylüyordu. "Gelebilirsin."

İçeri normal kıyafetlerinin üzerine omuzlarına astığı pelerinle Jieli girdiğinde hayal kırıklığımın sesime yansımasına izin vermemeye çalıştım. "Nasılsınız hanımım?" "Ben iyiyim de sen neden böyle giyindin?" dedim bakışlarımla üzerindeki pelerini işaret ederken. "Bazı şeyler almak için şehre gideceğim o yüzden. Gitmeden önce de bir şey isteyip istemediğinizi sormak için geldim." Jieli'nin cevabı heyecanlanmama neden olurken umut dolu ve yalvaran gözlerle ona yaklaştım.

"Benim de seninle gelmem mümkün mü?" Başını hafifçe önüne eğen Jieli birkaç saniye boyunca sessiz kalırken umudum kırılmıştı bile. "Efendi Zahel onay verirse gidebiliriz hanımım." Aldığım cevaptan neşeyle ellerimi çırpıp soluğu gardırobumun yanında aldım ve içinden Jieli'ninkine benzer ancak lacivert renkte olan kapüşonlu bir pelerinin alıp omuzlarıma sabitledim. "Hanımım önce Efendi Zahel'le konuşsak daha iyi olmaz mıydı?" "Hayır diyeceğini sanmıyorum. Gidelim hadi" Jieli'nin koluna girip itirazlarına rağmen odadan çıktım.

"Zahel'in nerede olduğunu biliyor musun?" Jieli olumsuz anlamda başını sallarken neşeyle koridorda ilerliyorduk. Benim yüzümde nihayet odamdan çıkacak olmanın verdiği bir mutluluk Jieli'nin yüzünde ise her zamanki narin sıcak gülümsemesinin yanında endişeli bir ifade vardı. "Bu arada hanımım bu elbise size çok yakışmış." Önce Jieli'ye ardından üzerimdeki elbiseye baktım.

Buz mavisi elbise üzerimi tamamen sararıyor, etek kısımlarına doğru ise bollaşıyordu. Etek kısmı birkaç kat tülden oluşan elbisenin üzerine dikilmiş mavi tonlarında, kumaştan birkaç çiçek vardı. Ayaklarıma kadar uzanan elbisenin arka tarafında ufak bir kuyruğu vardı. Uzun kolları yoktu ama omuzlarından başlayıp ellerime kadar sarkan tülden birer parçası vardı ve içinde prenses gibi hissetmemi sağlıyordu. "Teşekkür ederim."

"Bakar mısın?" karşıdan elinde bazı malzemelerle yürüyen hizmetçi kız karşımızda durup hafifçe başını eğdi ve ardından yüzüme baktı. "Zahel'in nerede olduğunu biliyor musun acaba?" Hizmetçi kız elindeki sepeti yere bıraktıktan sonra elleriyle anlam veremediğim garip hareketler yapmaya başladı. Benzer bir durumu önceki akşam yemeğimi getiren kızla da yaşamıştım. Jieli'nin nerde olduğunu sorduğumda tıpkı şuan karşımda duran kız gibi anlamını bilmediğim el hareketleri yapmıştı.

"Teşekkür ederiz gidebilirsin." Kız yerdeki sepeti alıp uzaklaştığında şaşkın şaşkın Jieli'ye baktım. "Neden öyle yaptı?" Tekrar yürümeye başladığımızda Jieli sorumu yanıtladı. "Maalesef dilsiz hanımım. İşaret diliyle konuşabiliyor ve dediğine göre Efendi Zahel büyük salonda Efendi Nowa ve Efendi Ragaz'la birlikteymiş." Kızın dilsiz olduğunu öğrenmek kendimi kötü hissetmeme neden olsa da ne yazık ki yapabileceğim bir şey de yoktu.

Merdivenlerden indiğimizde birkaç metre ötede sırtı dönük şekilde Ragaz ve Nowa'yla konuşan Zahel'i görmek bedenimin anında tepki vermesine neden oldu. Kalp atışlarım hızlanırken Nowa ve Ragaz'ın uzaklaşmasını fırsat bilip o tarafa doğru ilerledim ve yine beni yoklamaya karar veren kürek kemiğimdeki acıyı görmezden gelmeye çalıştım.

"Zahel!" Ona adıyla seslendiğimi fark ettiğimde artık her şey için çok geçti. Şuana kadar hiç ona hitap etmek zorunda kalmamıştım ve şimdi de pat diye bir tanrıya adıyla hitap etmiştim. Yürümeye devam eden Nowa ve Ragaz beni duymuş olacaklar ki oldukları yerde durup bana döndüler. Eagaz uygunsuz bir şey yapmışım gibi tek kaşını kaldırmış yargılayıcı bir ifadeyle beni süzüyordu. Nowa ise dudaklarını sıkıca birbirine bastırmış gülememek için kendini kasıp duruyordu. Arkamda kalan Jieli'nin ise yüzünün aldığı şekli ne yazık ki göremiyordum. Gözlerim endişeyle büyürken kendimi en kötüsüne hazırlamaya çalıştım. Zahel bana doğru dönerken nefes almayı tamamen bıraktım.

"Efendim?" aldığım cevap hayatımın şokunu yaşamama neden olurken bir yandan da hiç olmadığım kadar rahatlamamı sağlamıştı. Ragaz'ın az önce çattığı kaşları ince bir çizgi halini almış gizlemeye çalıştığı bir şaşkınlık suratında peyda olmuştu. Gülmemek içinde kendini kasan Nowa'nın ise gözleri nerdeyse yuvalarından çıkacaktı. Şaşkın şaşkın kırpıştırdığı gözleri karşısında bir an için gülmek istesem de kendime engel oldum.

Zahel'in bakışları beni bulduğunda baştan aşağı süzdü. Utançtan yanaklarım alev alev yanmaya başlarken bakışlarımı kaçırıyordum. Üzerinde onunla ilk karşılaştığım zamankine benzer lacivert bir takım ve omuzlarında da aynı renkte bir pelerin. Dik duran omuzları ve daime yukarda tuttuğu başıyla etrafına asalet yayıyordu. Adem elmasının yukarı ve aşağı doğru hareket ettiğini gördüğümde aklımdan gerçek dışı düşünceler geçmeye başladı. Yüzümde bir gülümsemeyle cevap vermeden onu izlediğimi fark ettiğimde hızlıca kendimi toparladım.

"Jieli'liyle birlikte şehre gitmemin bir sakıncası var mı?" Zahel arkamda duran Jieli'ye kısaca baktıktan sonra odağını tekrar bana verdi. "Zaten izin vereceğimi varsayarak mı buraya geldin." Omuzlarımdaki pelerine kısaca baktığında ne diyeceğimi bilemedim. Anlaşılan Jieli haklıydı. Önce onunla konuşmam gerekiyordu. "O halde varsayımının doğru olduğunu söyleyebilirim. Zaten ben de yakınlarda olacağım." Yüzümde yeniden bir tebessüm belirirken yakınlarda olacağım derken neyi kastettiğini sormak üzereydim ki yanımıza yaklaşan ve benden önce davranan bir muhafız sessizce Jieli'nin yanına dönmeme yol açtı. Merak dolu gözlerle konuşmamı bekleyen Jieli dikkatle bana bakıyordu.

"Ben de seninle geliyorum." "Bu çok güzel hanımım. Vakit kaybetmeden çıkalım o halde." Jieli'yle birlikte kapıya doğru ilerlerken Zahel'e soramadığım soruyu ona sormaya karar verdim. "Zahel de mi şehre gelecek?" "Evet hanımım. Efendi Nowa, Efendi Ragaz ve birkaç muhafızla birlikte denetleme için şehirde olacak." Aldığım cevaptan sonra içimi sarmalayan neşeyle birlikte saraydan ayrıldık.

Yaklaşık on beş dakika süren yol boyunca Jieli'yle çeşit çeşit konu hakkında konuşmuş yeni bilgiler edinmiştim. Öğrendiklerimin arasında en çok Wienor'un ortasında yer alan ve tanrıların topraklarından bağımsız olan Karkarum adındaki yer ilgimi çekmişti. Jieli'nin anlattığına göre Karkarum tüm kıtadaki insanlar için açık bir ticaret merkezi niteliği taşıyormuş. İnsanlar burada hem ticaret yapıyor hem de birbirlerini tanıyıp iletişimde kalıyorlarmış.

"Aslında çok uzun zaman önce orası Koruyucular adındaki bir topluluğa aitti ama soyları tükenince büyük ölçüde bir ticaret merkezi haline geldi. Ayrıca gerçekten çok canlı ve cıvıl cıvıl bir yer. Umarım bir gün sizinle de gitme fırsatım olur." "Umarım." Jieli'nin neşeli ruh hali bana da bulaşmıştı. Gülümseyerek cevap verdiğimde çoktan kalabalığın arasına karışmıştık.

Son açıklaması kafamda birkaç soru işareti oluştursa da bu günlük yeterince şey öğrendiğime kanaat getirip sorularımı başka bir güne erteledim. Etrafta onlarca insan farklı amaçlarla yürürken bizim gibi pelerin takan çok fazla kişi olmadığını fark ettim. "Çoğu kişi pelerin takmıyor?" İki yanımızda sıra sıra dizilmiş tezgahların önünde yavaş yavaş ilerlerken bir yandan meraklı gözlerle etrafı inceliyor bir yandan da Jieli'yi dinliyordum.

"Biz saraydan olduğumuzu anlamamaları için takıyoruz. Kimileri mahremiyet için kimileri ise kötü göründüklerini düşündüğü için takıyor, tabi saklanmaya çalışan insanlar da olabilir." Jieli'nin cevabı merakımın birini giderirken bir diğerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu. "Neden saraydan olduğumuzu bilmemeleri gerekiyor." Satış yapmak için ürünlerini coşkuyla tanıtan satıcıların sesleri arasında ilerlemeye devam ederken Jieli kapüşonun altından yüzüme kısa bir bakış atıp cevap verdi. "Bu Efendi Zahel'in emri ve nedeni..."

Jieli cümlesini tamamlayamadan aniden etraftaki tüm sesler kesiliverdi. Hızla etraftaki insanları süzdüğümde hepsinin arkamızda bir noktaya baktığını fark ettim. İnsanlar tek tek başlarını eğerken Jieli'yle birlikte arkamızı döndük. Zahel yanında Nowa, Ragaz ve birkaç muhafızla birlikte bu tarafa doğru geliyordu. Jieli başını usulca eğdiğinde şaşkınlıkla ben de aynısını yaptım ve birkaç saniye sonra tekrar doğrulduk.

Bir heykel gibi dimdik duran Zahel'in yüzünde insanı iliklerine kadar üşütecek soğuk bir ifade vardı, adımları keskin ve kendinden emindi. Ragaz da benzer şekilde dimdik duruyor korkutucu ifadesiyle etrafı inceliyordu. O ikisinin aksine Nowa ise daha rahat yürüyor yüzündeki belli belirsiz sırıtışıyla insanları süzüyordu. Gözleri bizi bulduğunda yüzünde anlamını çözemediğim sıcak bir gülümseme belirdi. Göz ucuyla baktığımda Jieli'nin suratında da benzer bir ifade belirdiğini fark ettim.

Zahel'in gözleri nihayet üzerimde durduğunda kendimi gülümsemekten alamadım. Kalbim hızla çarparken yanağımın içini kemiriyordum. Bir saniye sonra Zahel bakışlarını tekrar önüne çevirip yürümeye başladığında uzaktan onu izlemeye devam ettim. Onun yaklaşmasıyla beraber başını eğen insanlar uzaklaştığında başlarını kaldırıp işlerine devam ediyordu. Halkından aklımın alamayacağı kadar büyük bir saygı ve bağlılık görüyor olmalıydı.

"Hanımım gidelim mi?" Jieli'yi başımla onayladım ve tekrar yürümeye başladık. Etraf alışveriş yapan insanlar, sağda solda neşeyle koşturan çocuklarla doluydu. Şimdiye kadar önünden geçtiğimiz tezgâhlarda ismini bildiğim ve bilmediğim birçok şey görmüştüm. Kimi tezgâhlarda kurutulmuş bitki ve sebzeler varken kimi tezgâhlarda da bazı mutfak eşyaları vardı. İlgiyle incelediğim tezgâhlardan birinde gözüme ilişen takılar duraksamama neden oldu.

"Jieli!" Parmağımla üzerinde çeşit çeşit takının yer aldığı tezgâhı işaret ettim. "Şunlara bakabilir miyiz?" "Tabi. Neden olmasın." Birlikte tezgâhın önüne geldiğimizde güler yüzlü bir adam bizi karşıladı. "Hoş geldiniz. Buyurun lütfen çekinmeden inceleyebilirsiniz. Ürünlerimin hepsi el işçiliğidir." Satıcı ürünlerini coşkuyla anlatırken önümde duran takıları tek tek incelemeye koyuldum.

Gözlerim gümüş renkte bir yüzüğün üzerinde durduğunda Jieli koluma dokundu ve elinde tutuğu küçük bir keseyi cebime koydu. "Hanımım beğendiğiniz bir şey olursa çekinmeden alın. Benim şuradaki tezgâhtan bir şey almam gerekiyor. Hemen dönerim." Jieli'nin işaret ettiği, birkaç metre ötedeki tezgâha baktım. Üzerinde kurutulmuş çeşitli bitkiler vardı. Başımı sallayarak onu onayladığımda aceleci adımlarla o tarafa yöneldi.

Bakışlarımı tekrar tezgâha çevirdim ve az önce gözüme çarpan yüzüğü incelemeye koyuldum. Sağdan ve soldan uzanan iki elin ortasında bir inci duruyordu. İncinin etrafını saran ince bir örgü ve örgünün üzerinde de minik parlak kristaller vardı. Yüzüğü alıp sol elimin işret parmağına taktım ve parmağıma tam oluşunu hayranlıkla izledim. "Elinizdeki gerçek bir inci hanımefendi ve bu hale gelmesi haftalar sürdü." Satıcı gururla ürününden bahsederken fiyatı sordum.

"1000 nat hanımefendi." Aldığım cevap karşısında şaşkın şakın satıcıya bakarken burada alışık olduğum para birimlerini duymayı beklememin saçma olduğunu fark ettim. Elimle Jieli'nin cebime koyduğu keseyi yokladım. İçimden bir ses istesem yüzüğü alabileceğimi söylüyordu ama bu cebimdeki tüm paraya mal olabilirdi ve o Jieli'nin parasıydı. Onu böyle harcamaya hakkım olduğunu hiç sanmıyordum.

Usulca çıkardığım yüzüğü yerine bırakıp satıcıya teşekkür ederek arkamı döndüm. Jieli'nin yanına doğru yürümeye başlamıştım ki duyduklarım duraksamama neden oldu. "Yine gelmiş sözde tanrı bozuntusu!" Sesin geldiği tarafa doğru döndüğümde takı tezgâhının yanındaki tezgâhın arkasında duran iki adamı buldu gözlerim. Bana bakmıyorlardı, bense kulak kesilmiş içimde harlanmaya başlayan öfkeyle onları dinliyordum.

"O lanetli bir canavardan başka bir şey değil. Ona bağlılığımızı hak etmiyor!" adamın adeta tükürerek söylediklerini karşısındaki de onaylarken var gücümle yumruklarımı sıkıyordum. Öfkeden kanım kaynıyor dişlerimi birbirine öyle sert bastırıyordum ki gıcırtı sesi kulaklarıma ulaşıyordu. "Bir de utanmadan buraya gelmiş piç kurusu!"

Duyduklarım karşısında gözüm dönmüş bir halde hızla adamlara doğru ilerledim. Göğsüm körük misali inip kalkarken tezgâhın diğer tarafına geçip tam karşılarında durdum. "Az önce ne dediniz?!" iki adam önce şaşkınlıkla birbirlerine ardından iğrenç bir sırıtışla bana baktılar. Pis bakışları üzerimde arsızca gezinirken suratlarına yumruğu geçirmemek için kendimi çok zor tutuyordum.

"Sözde tanrımız Zahel'le ilgili söylediklerimizi mi diyorsun?" Pis pis sırıtarak cevap veren adam öfkemi ikiye katlamıştı. Zahel'in adını o pis ağzına aldığı için onu parçalarına ayırmak istiyordum. Aşağı yukarı aynı boyda ve benzer yapıda olan adamların suratlarını dağıtmak şuanda en çok istediğim şeydi. Onun hakkında böyle konuşmaları deliye dönmeme neden olumuştu. "Onun hakkında söylediklerinize dikkat edin!" Öfkeyle dişlerimin arasından söylediğim sözler adamların kaşlarını çatmalarına neden oldu.

Konuşmayı diğer adam devralırken onların da öfkelendiğini görebiliyordum. "O adam lanetli bir canavarın teki. Hepimizi felakete sürükleyecek!" "Kes sesini!!" öfkeli adam öne doğru bir adım atıp parmaklarını sertçe koluma doladığında kendimi kaybetmeme çok az kalmıştı. "Bana bak kadın! O adam canavardan başka bir şey değil anladın mı beni!! Sarayında çalıştırdığı hizmetçilerin dilini kesen acımasız bir katil o!! O iğrenç herif şeytanın dölü!!"

Kolumu sertçe çekip kurtarırken var gücümle adama tokat attım. Başı aldığı darbenin etkisiyle yana doğru düşerken diğer adam üzerime doğru yürümekten son anda vazgeçmişti. Bize doğru yaklaşan ayak seslerini duyduğumda adamın baktığı yöne baktım. Zahel yanındaki muhafızlarla bu tarafa doğru geliyordu. Tezgâhın tam önüne geldiğinde durup bana baktı. "Jieli'nin yanına git."

Hala canlı olan öfkemle karşımda duran adamlara son kez bakıp ordan uzaklaştım. Telaşla bana doğru gelen Jieli'yle ortada buluştuğumuzda önce bana sonra da arkama baktı. "Ne oldu hanımım?" "O iki aşağılık herif Zahel hakkında iğrenç şeyler söylüyordu. Ben de dayanamadım." Jieli'nin suratında şok olmuş bir ifade belirirken gözleri kocaman olmuştu. Telaşla koluma girip oradan uzaklaşmamızı sağladığında hala öfkemi yatıştırmaya çabalıyordum.

Bilmediğim sokaklarda ilerlerken öfkem hala canlıydı. O iki aşağılık herifin söyledikleri kafamın içinde yankılanıp duruyordu. Geri dönüp onları öldüresiye dövmemek için derin nefesler alıp veriyordum. "O adamlar o şekilde konuşmaya nasıl cesaret edebiliyorlar?" Jieli bakışlarını kaçırırken derin bir nefes verdi. "Böyle insanlar her yerde vardır hanımım." Verdiği cevap hiç yeterli gelmese de daha fazla üstelememeye karar verdim. Elinde tuttuğu küçük çantayı fark ettiğimde merakla sordum.

"Çantada ne var?" "Çay yapmak ve yemeklerde kullanmak için bazı kurutulmuş bitkiler aldım." "Saray alışverişleriyle sen mi ilgileniyorsun?" Sorum onu şok etmiş gibi bir saniye suratıma baktıktan sonra bir öğretmen edasıyla anlatmaya başladı. "Tabi ki hayır hanımım. Saray için gerekli olan her şeyi almaktan sorumlu olan belirli kişiler ve alınacak şeyler de sadece belirli satıcılardan alınıyor. Ayrıca saraya giren her şey her türlü ihtimale karşı tek tek kontrol ediliyor. Bu çok fazla dikkat gerektiren bir durum o nedenle benim ya da bir başkasının yapması mümkün değil. Bu işlerden sorumlu bir grup çalışan var." Her ihtimale karşı derken neyi kastettiğini sormak üzereydim ama fırsatım olmadı.

"İşte geldik." Jieli beni peşi sıra sürüklerken bir kanadı açık olan ahşap bir kapıdan içeri girdik. Etrafta sayamadığım kadar çok raf ve raflarda da sayamadığım kadar çok kumaş duruyordu. Onlarca renkte ve çeşitte kumaş etrafımızı sararken üzerinde kumaşlar yığılı olan tezgahın arkasından yaşlı bir adam bizi karşıladı. Yüzü hafiften kırışmış saçları nerdeyse tamamen ağarmıştı. "Hoş geldiniz genç hanımlar. Nasıl yardımcı olabilirim?"

Jieli bir anda hızına yetişemediğim kadar çok kumaşı sıralarken meraklı meraklı onu izliyordum. O saymaya devam ederken adam da bir yandan not alıyordu. "Bunların hepsini en geç yarın akşama kadar saraya göndermeniz gerekiyor." "Nasıl isterseniz genç hanım." "Bunca kumaş ne için?" "Sizin için hanımım. Kıyafetiniz yok o nedenle Efendi Zahel kumaş almamı ve saray terzisinin sizin için kıyafet dikmesini emretti."

Ben duyduklarıma inanamazken Jieli yaşlı adamla konuşmaya devam ediyordu. Öfkem tamamen yok olurken yüzümde minik bir tebessüm belirmişti. Kıyafet konusu benim bile aklıma gelmezken o çoktan benim için bunu düşünmüştü. Kalbim hızla atarken vücudumun ısındığını hissediyordum ve aldığım hava yetersiz geliyordu. "Jieli ben seni dışarda bekliyorum." Jieli beni başıyla onayladığında hızlıca dışarı çıktım.

Başıma giren ani bir acı heyecanımı yok ederken düşmemek için duvardan destek aldım. Gözlerimin önündeki dünya dans ederken zemin ayaklarımın altından kayıyor gibi hissediyordum. Sırtımı duvara yaslayıp derin nefesler almaya çalışırken gözlerimi kapattığımda etrafımdaki sesler bir anda yok oluverdi.

"Merhaba Küçük Ruh!" gözlerimi açtığımda kendimi zifiri karanlığın içinde buldum. Endişeyle etrafıma bakarken az önce duyduğum sesin kaynağını arıyordum ama zifiri karanlıkta ayaklarımı bile göremiyordum. "Kimsin sen?" sesim sanki su altındaymışım gibi dağılırken endişe içinde atan kalbime hâkim olamıyordum. Tam karşımda küçücük kırmızı bir ışık belirdiğinde daha iyi görebilmek için gözlerimi kıstım.

Işık topu atan bir kalp gibi genişleyip küçülürken yavaşça etrafımda dönmeye başladı. "Ben senim Küçük Ruh. Senin parçanım ama tanışmamız için henüz erken. Şimdi git ve tanışacağımız o günü bekle." Boğuk ve kalın ses sanki her yerden geliyor gibiydi. Dediklerine hiçbir anlam veremezken etraf aydınlanmaya başladı. Az önce yok olan gürültü tekrar kulaklarıma dolmaya başladığında duvara yaslanmış bir halde öylece duruyordum.

Olduğum yerde öylece beklerken az önce olanların gerçek mi yoksa hayal gücümün bir ürünü olup olmadığını sorguluyordum. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve tekrar açtığımda karşımda küçük bir kız çocuğu gördüm. Kocaman yeşil gözleri, salık bıraktığı uzun kumral saçları, tombul yanakları ve yüzündeki kocaman gülümsemeyle bana bakıyordu.

"Size çiçek hediye edebilir miyim?" dediğinde minik ellerinin arasında duran rengârenk çiçek demetine baktım ve onunla aynı hizaya gelmek için çömeldim. "Ne kadar da tatlısın. Adın ne?" çiçeği almak için elimi uzattığımda yüzümde hissettiğim ani ıslaklık gözlerimi kapatmama neden oldu. Tekrar açtığımda ise dehşet içinde ayağa kalkıp bir adım geri attım.

Az önce kocaman gözlerle bana bakan kız çocuğu şimdi boynuna bir hançer saplanmış, kanlar içinde yerde yatıyordu. Yüzü hızla solarken etrafındaki kan gölü büyüyordu. Dehşet tüm bedenime sinsice yayılırken yanlış görmüş olduğumu umarak başımı sağa doğru çevirdim. Yanlış görmemiştim. Zahel elinde boş bir kınla birkaç metre ötede duruyordu ve boş kında olması gereken hançer küçük kızın boynunda duruyordu.

Zahel onu öldürmüştü.


Hepinize merhaba arkadaşlar. Bölümle ilgili düşencelerinizi yorumlarda belirtir ve oy verirseniz çok sevinirim. Desteğiniz benim için çok önemli. Hepinize neşeli günler diliyorum. :)

Loading...
0%