@anksiyeteliyazar
|
Silva Karşımıza geçmiş elleri arkada bağlı halde sırıtan adama ateş saçan gözlerle bakıyordum. Suratına taktığı metal maske sadece gözleri ve ağzını açıkta bırakmış kalan yüz hatlarını özenle gizlemişti. Nerdeyse omuzlarına kadar gelen saçları ıslanmış kıyafetleri üzerine yapışmıştı. Kahverengi bir gömlek, siyah pantolon ve omuzlarına sabitlediği pelerinden başka bir şey yoktu üzerinde. Yine de sanki asil biriymiş gibi kusursuz bir duruş sergiliyor küçümseyici bir ifadeyle bizi baştan aşağı süzmekten geri durmuyordu. Göz ucuyla Zahel’e baktığımda yüz ifadesinin değişmemiş olduğunu görsem de gerilen çenesinden dişlerini sıktığını anlayabilmiştim. “Küçük, dostane bir ziyaret yapayım demiştim ama anlaşılan gelişim seni pek memnun etmedi Zahel.” Gözlerini Zahel’e dikmiş dudakları alaycı bir sırıtışla kıvrılmıştı. Hoşnutsuz bir ifadeye bürünen Zahel iki yanında yumruklarını sıkmış yırtıcı bakışlarını maskeli adama sabitlemişti. Zahel’in mi yoksa benim mi daha öfkeli olduğum bir tartışma konusuyken adamın konuşması resmen tepemden dumanlar yükselmesine neden olmuştu. Sesindeki bariz küçümseme ve alay sinirlerimi iyiden iyiye zıplatmıştı. Yetmezmiş gibi bir de ona sanki Ölüm Tanrısı değil de sıradan bir insanmış gibi hitap etmesi zıvanadan çıkmama sebep olmuştu. Aklımı başımdan alan öfkeme yenik düşüp maskeli adama doğru yeltendiğimde Zahel’in koluma doladığı parmakları olduğum yerde kalmama neden oldu. Onun da en az benim kadar öfkeli olduğunu biliyordum ama bana nazaran daha sakin ve aklı başında görünüyordu. Gözlerime sabitlediği gözleri öfkemi büyük ölçüde alıp götürürken sakin bir nefes verdim. Tiz bir kahkaha sesi kulaklarımızı doldurduğunda başımızı tekrar maskeli adama çevirdik. “Küçük Hanım epey asabi çıktı.” Alaycı ses tonu öfkemi yeniden alevlendirirken bu sefer Zahel’in de kaşları çatılmıştı. Öne doğru bir hamle yaptığı esnada maskeli adam arkasında birleştirdiği elini öne doğru uzattı. Zahel olduğu yerde kalırken adamın baş ve işaret parmağı arasında tuttuğu taşa şaşkınlıkla bakıyordum. Avuç içi büyüklüğünde olan taş yeşil bir ışıkla uğursuzca parıldıyordu. Ne olduğundan kesin olarak emin olmasam da tanrıların gücünü engelleyen taşlardan biri olduğunu tahmin ediyordum. “Sanırım sen Oator taşından pek hoşlanmadın ha, Zahel.” “Ne istiyorsun?” Zahel’in tehditkâr ses tonu adamı hiç etkilememiş olacak ki parmaklarının arasında tuttuğu taşı avucunun içine alıp kollarını tekrar arkasında birleştirdi ve mide bulandırıcı bir kahkaha daha attı. “Az önce de dediğim gibi dostane bir ziyaret yapmak istedim. Tabi bir de…” duraksadı, dudaklarındaki alaycı sırıtışla bakışlarını üzerime çevirdi. Gözleri beni baştan aşağı süzerken midemin bulandığını hissettim. “Küçük Hanımla yüz yüze tanışmak istedim.” ağzından sinsi bir şekilde dökülen sözcükler yüzümü buruşturmama neden oldu. Zahel yana doğru attığı tek bir adımla maskeli adamla arama girdiğinde görüş açımı geniş omuzları doldurdu. “Ona dokunmaya cüret et ve neler olacağını gör!!” Bütün öfkem bir an da toz olup uçarken işittiklerimin şaşkınlığını yaşıyordum. Göğsüm şiddetle inip kalkarken suratımda beliren şaşkın gülüşe engel olamadım. “Bu beni pek korkutmadı.” aynı alaycı ve umursamaz ses tonu. Bu adam birilerini nasıl sinirlendireceğin çok iyi biliyor olmalıydı. “Ama anlaşılan ona dokunabileceğimin düşüncesi bile seni korkutmaya yetti.” Sessizlik. Zahel bir karşılık vermemişti ve yüzünü de göremediğimden ne düşündüğünü bilmiyordum. Kafamın içinde dönen tahminler suratımın garip bir hal almasına neden olurken kalbimin hızlanmasına engel olamadım. Maskeli adam söylediklerinde haklı olabilir miydi? “Artık gitsem iyi olur. Seninle tanıştığıma sevindim Küçük Hanım.” Zahel’in arkasından çıkıp uzaklaşan adama kaşlarımı çatarak baktım. “Gitmesine izin mi vereceksin?” Yüzünde ne olduğunu çözemediğim garip bir ifade belirdi. “Oator taşı elindeyken ona yaklaşamam.” Suratım anlamadığımı belli eden bir ifadeyle buruşurken göz ucuyla uzaklaşamaya devam eden adama baktım. Zahel neden peşinden gitmiyordu anlamıyordum. “O halde onu ben durdururum.” Adamın peşinden koşmak için adım attığım anda Zahel kolumu tutup beni sertçe kendine çekti. Göğsüm göğsüne temas ederken şok olmuş halde suratına bakıyordum. Parmakları hala kolumdaydı ve gitmemem için sıkı sıkıya tutuyordu. Her defasında kolumdan tutup gitmeme engel olmasına engel olmalıydım artık. “Kendini tehlikeye atmana izin verir miyim sanıyorsun?” *** İçeri Jieli, Valeria ve tanımadığım orta yaşlı bir kadın girdiğinde bakışlarımı tek tek üzerlerinde gezdirdim. “Dün söylemiştim. Şimdi kahvaltıdan önce terzi ölçülerinizi alabilir.” Zahel’in benim için elbise diktirme emri verdiğini hatırlamak gülümsememe neden olurken bunu gizlemeye çalışıyordum. Kadın tatlı bir gülümseme sunup getirdiği malzemeleri tek tek yatağın üzerine bıraktıktan sonra bana doğru yaklaştı. Kadının zarif bir duruşu ve yaşına göre hoş görünen bir yüzü vardı. Özenle topladığı saçlarını ensesinde zarif bir topuz haline getirmişti. Terzi ölçülerimi almaya başladığında Jieli ve Valeria bir kenara geçmiş beni izlerlerken ben de gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum. “Şehirde Işık Festivali için hazırlıklar yavaştan başlamış olmalı. Gitmek ister misiniz?” Valeria’nın teklifini Jieli hoş bir gülümseme eşliğinde onaylarken neyden bahsettiğini bilmediğim için sessiz kalmıştım. “Gelmeyi kabul edersen festivalin neyle ilgili olduğunu da anlatırım.” Bu seferki sözleri sadece benim içindi. “Tamam, o halde ben de geliyorum.” Teklifi ben de kabul ettiğimde ikisi de kısaca gülümsedi. Kollarımı kaldırmış terzinin işini bitirmesini beklerken bir anda kaşınmaya başlayan burnum yüzümü buruşturmama neden olurken hızla havadaki kollarımı indirip ellerimle ağzımı kapattım. “Bunu al.” Valeria’nın uzattığı mendili alıp burnumu silerken teşekkür etmeyi de ihmal etmemiştim. “Hanımım hasta mı oldunuz?” Jieli telaşlı bir ifadeyle cevabımı beklerken başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. “Dün yağmurda biraz fazla kaldım ondan olmalı.” Açıklamamdan pek tatmin olmamış gibi görünen Jieli’nin suratındaki ifade değişmemişti. “Ben yine de bir şifacı çağırayım.” “Hayır, hayır. Gerek yok, ben iyiyim. Sadece bir hapşırık.” “O halde bir bitki çayı yapayım. İyi gelir.” Ben daha cevap vermeden odadan çıktığında arkasından öylece bakakaldım. “Siz devam edin lütfen.” Kenara çekilmiş bekleyen terzi yeniden karşıma geçip kaldığı yerden ölçüleri almaya devam etti. Birkaç dakika sonra kollarımı kaldırmış sessiz sessiz ölçülerin alınmasını beklerken aniden gürültüyle açılan kapı irkilmeme neden oldu. Valeria oturduğu yerden kalkarken terzi kadın da hemen geri çekildi. Zahel kapının eşiğinden hızlı adımlarla bana doğru yaklaşırken terzi kadın ve Valeria selam vermek için başlarını eğmişlerdi, bense gözlerimi kırpıştırarak bana doğru gelen Zahel’e bakmaktan kendimi alamıyordum. İki elini omuzlarıma yerleştirdiğinde önce bir omzumdaki eline, sonra diğerine ve en sonda yüzüne baktım. “Hasta mısın?” dedi başını hafifçe öne eğerken. Boyu benden uzun olduğu için benim başımı kaldırmam gerekirken onun başını eğmesi gerekiyordu. Tek kaşım havaya kalkarken başımı usulca sağa sola salladım. “İyi olduğuna emin misin?” “Evet.” “Hanımım!” Jieli’nin sesiyle birlikte Zahel ellerini omuzlarımdan çekip kenara çekildi. Şaşkın görünen Jieli kısaca başını eğdikten sonra elinde tuttuğu tepsiyi komodine bıraktı. Zahel odadaki herkesi şöyle bir süzdükten sonra son bir kez daha suratıma bakıp tek kelime etmede odadan çıktığında gözlerim anında Jieli’yi buldu. “Ona ne söyledin?” “Hiçbir şey. Sadece üşütmüş olabileceğinizi söyledim.” O halde Zahel sadece küçük bir ihtimal yüzünde mi telaşla odama dalmıştı? Kalbim hiçbir şeyi umursamadan küçük bir kuş gibi çırpınırken suratımda donuk bir ifade belirdi. Geçen gece bana aklımı başımdan alan bir sıcaklık gösterdikten sonra sabahına buz gibi hissettirmişti. Şimdi ise yine aynı sıcaklığı hissetme neden oluyordu. Böyle davranarak ne yapmaya çalışıyordu ki? Garip düşünceler zihnimi doldurmaya başlarken bu konuyu uygun bir zamanda Zahel’le konuşmaya karar verdim. Şimdilik o uygun zamanın ne zaman olacağına dair en ufak bir fikrim yoktu. Zaten Zahel’in karşısına geçtiğimde ne diyebilirdim ki? Nihayet terzi işini bitirip odadan çıktığında kızlara oturmalarını söyledim. İkisi yatağın kenarına otururken Valeria başındaki kapüşonu çıkarmıştı. Pufumu yatağın kenarına getirip oturduğumda meraklı gözlerle onları incelemeye başladım. “Anlatın bakalım siz bu saraya nasıl geldiniz?” Artık burada tanıdığım ve yakınlık kurduğum insanlar hakkında bir şeyler öğrenmenin zamanı gelmişti. “İlk ben başlayabilirim.” Jieli’yle birlikte bakışlarımız Valeria’ya kayarken kulak kesilmiş onu dinliyordum. “Sen bilmediğin için söylüyorum Silva sayıları az da olsa bazı küçük büyücü toplulukları var. Ben buraya gelmeden önce ateş diyarında yaşıyordum. Biz büyücülerin daha bir bebekken güçleri ortaya çıkar ama benimkiler çıkmamıştı.” Bir an duraksadığında ikimizi de kısaca süzüp anlatmaya devam etti. “Yaşım ilerlemesine rağmen güçlerim bir türlü ortaya çıkmadı ve diğer büyücüler beni yanlarında istemedi.” Sözleri şaşkına dönmeme neden olurken pek de şaşırmış görünmeyen Jieli’nin bu hikâyeyi zaten bildiğini fark ettim. “Gidecek yerim olmadığından sokakta kalıyordum. Tanrı Zahel Ateş Tanrı’sının sarayındaki toplantı için geldiği günlerden birinde benimle karşılaştı ve beni yanına aldı. Burada yeni bir hayata başladım ve güçlerim de bir süre sonra ortaya çıktı.” “Peki ya ailen? Onlar böyle bir şeye nasıl izin verdi?” sorumla birlikte suratından bir karaltı geçen Valeria’nın bakışları önüne düştü. “Ailemi tanımıyorum. Hayattalar mı yoksa öldüler mi bilmiyorum. Kendimi bildim bileli o büyücülerin arasındaydım.” Anlayışla gülümserken elimi birbirine kenetlediği ellerinin üzerine yerleştirdim. Aileler her zaman evlatların en büyük yarası olmak zorunda mıydı? Gülümsememe gülümseyerek karşılık verdiğinde elimi usulca çektim. Sokaklarda yaşadığı günlerde neler yaşadığını sadece tahmin edebilirdim ama neyse ki Zahel ona yardım etmişti. Bunu öğrenmek ona karşı duyduğum tuhaf hislerin daha da büyümesine neden olurken bakışlarımı bu sefer de Jieli’ye çevirdim. “Sıra sende.” dedim sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak. Gözlerini bir süreliğine kaçıran Jieli anlatmaya başladığında pür dikkat onu dinliyordum. “Şey…ben küçük bir çocukken bir ormanda gözlerimi açtığımda kendimi Efendi Zahel’in yanında buldum. Uyandığımda adım dışında hiçbir şey hatırlamıyordum ve Efendi Zahel beni yanında saraya getirdi.” Hafızasıyla ilgili sorun kaşlarımın çatılmasına neden olurken bu hikâyeyi de ilk kez duyanın ben olduğunu fark ettim. Anlaşılan burada kimse hakkında bir şey bilmeyen tek kişi bendim. “Burada istediğim gibi yaşayabileceğimi söyledi ama büyüdükçe iyiliğinin karşılığını vermeye karar verdim. Sarayda çalışmak istediğimi söyledim. Başta kabul etmedi ama ısrarlarım sonucunda bazı işlerde yardımcı olmamı kabul edebileceğini ancak asla bir hizmetçi sıfatında olmayacağımı söyledi.” İşte şimdi Jieli’nin saraydaki işlerle ilgilenmesine rağmen diğer hizmetçiler gibi görünmemesinin nedeni açıklığa kavuşmuştu. “Biliyor musun, seni daha ilk gördüğüm anda diğer hizmetçiler gibi olmadığını anlamıştım. Konuşmaların, davranışların ve görünüşün bir hizmetçiye göre fazla zarifti.” Yüzünde muazzam bir gülümseme beliren Jieli “Teşekkür ederim hanımım.” dedikten sonra konuşmasına devam etti. “Ayrıca Efendi Zahel bana kendi hayat enerjisinin de küçük bir kısmını verdi.” “Nasıl yani?” dedim kaşlarım merakla çatılırken. “Bahsettiğim bu olay nerdeyse yüzyıl önceydi hanımım.” dediğinde gözlerim şaşkınlıktan kocaman olmuştu. “Efendi Zahel yirmi beş yaşıma geldiğimde bana kendi yaşam enerjisinden verip ömrümün uzamasını sağladı.” Şaşkınlığım bariz ortadayken gözlerim Valeria’yı buldu. “Hayır biz büyücülerin ömrü zaten uzundur.” dediğinde kocaman olmuş gözlerimle duyduklarımı sindirmeye çalışıyordum. “Peki ya Nowa ve Ragaz?” onların da ömrü uzatıldı mı diye düşünürken soruma Jieli cevap verdi. “Bildiğim kadarıyla Efendi Ragaz saraya benden iki yıl sonra gelmiş. Efendi Nowa ise ben geldiğim esnada zaten saraydaymış ama o zamanlar muhafız olmak için eğitim gördüğünden onu ve Efendi Ragaz’ı yirmi beş yaşıma kadar hiç görmedim. Üçümüz de sarayda büyüdük ancak yetişkin olana dek birbirimizi görmedik. Efendi Zahel Efendi Ragaz’la bana aynı zamanda yaşam enerjisinden verdi.” Anlatmayı bitirdiğinde yüzünde bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Uzun yaşam meselesini idrak etmiş olsam da aklımda hala soru işaretleri vardı. “Ya Nowa?” Jieli sadece kendisi ve Ragaz’dan bahsetmişti. O halde Nowa’nın uzun ömrünün sırrı neydi? “Nowa’nın babası bir büyücü.” Soruma yanıt veren Valeria oldu. Bakışlarım ona doğru kayarken dikkatle dinlemeye devam ettim. “Bildiğim kadarıyla babası büyücü olmaktan ziyade muhafız olmakla ilgiliydi. Uzun yıllar boyunca Tanrı Zahel’e hizmet etmiş. Nowa’nın uzun yaşamı babasından kaynaklanıyor.” diyerek açıkladığında içimdeki merak kıvılcımları daha da büyüdü. Bir soruya cevap bulduğumda hemen bir yenisi peyda oluyordu. “Yani Nowa büyü yapabiliyor mu?” “Hayır, annesi normal bir insan olduğundan Nowa’nın içinde büyü gücü yok. Yani o uzun ömürlü normal bir insan.” Duyduklarımı sindirmek için birkaç dakika sessiz kaldım. Kafamda beliren onlarca sorunun arasından biri sıyrılıp kendini ortaya attığında gözlerim Jieli’yi buldu. “Peki ya ailen?” birkaç saniye sessiz kalan Jieli ifadesini bozmadan cevap verdi. “Onları hatırlamıyorum. Efendi Zahel uzun bir süre araştırdı ama ailemden kimseyi bulamadı.” Hala gülümsüyordu ama bu konunun içinde bir burukluk oluşturduğunu hissedebiliyordum. “Ya sen Silva?” gerginlikle bakışlarımı Valeria’ya çevirdim. Onlardan hayat hikâyelerini anlatmalarını isteyip de kendiminkini saklayamazdım. “Ben…” cümlemin devamını getirmeden önce duraksadım. Onlara güveniyor ve arkadaşım olarak görüyordum ama başıma gelenlerin her detayını sesli olarak dile getirmeye kendimi hazır hissetmiyordum. “Ailemle sorunlar yaşıyordum. Bir gün dayanamadım ve bir uçurumun kenarına gidip intihar etmeye çalıştım ama gözlerimi açtığımda kendimi Ruhlar Köprüsü’nde buldum.” İntihar etmeye çalıştığımı duymak ikisinin de yüzünde şok olmuş ve acı dolu bir ifade belirmesine neden olurken biraz da olsa rahatlamaları için genişçe gülümsedim. “Orada Nowa’yla karşılaştım. Bana gömleğini vermek istediğinde de kafasını yardım.” Bu anı benim bir yandan suçluluk duymama bir yandan da Valeria’yla birlikte kıkırdamama neden olmuştu. Jieli’nin yüzünde beliren ve gizlemeye çalıştığı ifadeyse gözümden kaçmamıştı. Nowa’nın canı yandığı için üzülmüştü anlaşılan. Ona imalı bir bakış attığımda köşe bucak bakışlarını kaçırdı. “Neyse sonra da beni buraya getirdi.” “Nowa’nın kafasının yarılmış olması seni üzdü mü Jieli?” Valeria’nin sorusuyla birlikte ikimiz de bakışlarımızı kulaklarına kadar kızaran Jieli’ye çevirdik. Gözleri şaşkınlıkla büyümüş yanakları al al olmuştu. “Şey…hayır üzmedi. Yani üzdü ama kim olsa üzülürdüm.” Bunları söylerken özenle gözlerini kaçırıyor gerginlik içinde parmaklarıyla oynayıp duruyordu. “Yani şimdi sana Nowa’nın hoşlandığı bir kadın olduğunu söylesem umursamazsın.” dediğim anda ışık hızında başını kaldıran Jieli kocaman olmuş ve inkâr eden gözlerle suratıma bakıyordu. Valeria’nın kıkırtılarına eşlik etmek istesem de kendimi tuttum. “Şaka yapıyorum.” Epeyce utanan Jieli bir hışımla ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerlerken arkasını dönmeden konuştu. “Kahvaltı çoktan hazır olmuştur.” “Ondan hoşlanıyor.” dedi Valeria yüzünde tuhaf bir gülümsemeyle. “Bence ona aşık.” dediğimde ikimiz de gülmeye başladık. “Nowa ve Jieli. Umarım Nowa onu delirtmez.” İkimiz gülüşmeler eşliğinde odadan çıkmak üzereyken aniden duraksadım. “Bir dakika bekler misin?” Ne olduğunu anlamayan Valeria’nın cevap vermesini beklemeden hızlıca yatağımın yanındaki komodini önüne geldim. Çekmeceyi açıp Jieli’nin günler önce bıraktığı keseyi alıp içindeki yüzüğü çıkardım. Keseyi eski yerine koyup çekmeceyi kapattıktan sonra ayağa kalkıp yüzüğü işaret parmağıma taktım ve Valeria’nın yanına döndüm. Merdivenlerden indiğimde Zahel Nowa ve Ragaz’ın çoktan kahvaltıya başladıklarını gördüm. Ben Nowa’nın bir yanına otururken Jieli de çoktan diğer yanına oturmuştu. Valeria ise Ragaz’ın yanına oturmayı seçmişti. Cesaretine hayran kalmamak elde değildi. Masada onca boş yer varken tek kelime bile etmeden düşmanlarına korku salacak bir görüntüye sahip olan Ragaz’ın yanına oturmak büyük cesaret gerektiriyordu ya da Valeria keçileri kaçırmıştı, belki de …. Hayır, böyle bir şeyin olduğunu sanmıyordum. Sessiz sessiz kahvaltımı ederken şehre gitme konusunu Zahel’e sormaya karar verdim. Amacım ondan izin almak olmasa da habersiz iş de yapmak istemiyordum. “Jieli ve Valeria’yla şehre gitmem sorun olur mu?” mümkün mertebe sakin çıkmasını sağladığım sesimle birlikte sorduğum sorudan sonra Zahel bakışlarını bana çevirdi. “Burası senin evin. Girip çıkarken benden izin alman gerekmiyor.” Sözleri içimin kıpır kıpır olmasına neden olurken halimi fark etmesini istemediğim için başımla onaylayıp hızlıca önüme döndüm. Benim evim. Bunu bana ikinci söyleyişiydi ve ilk seferden bu yana geçen sürede burayı gerçekten evim olarak görmeye başlamıştım. Yirmi iki yılımın geçtiği o dört duvar bana bir gün olsun yuva olamamışken bu saray ve bu insanlar bir anda evim olmuş, bana yıllarca hissetmediğim o aile sıcaklığını hissettirmişti. “Bu arada…” bakışlarımı yeniden Zahel’e çevirdim, bana bu sarayı yuva gibi hissettiren adama. Anlaşılan onu tek duyan bendim ya da öyle olması için sesini özellikle alçaltmıştı. “Sen parmağına takana kadar güzel olduğunu düşünmüyordum.” Bir parmağımdaki yüzüğe bir de Zahel’e bakarken kızaran yanaklarımı kimsenin, özellikle de onun fark etmemesini umdum. Kahvaltımı etmeye devam ederken başımı sağ tarafıma çevirdiğimde yüzü kıpkırmızı olmuş Jieli’yi fark etmemem mümkün olmadı. Nowa her zamankinden farklı olarak çıt çıkarmadan yemeğini yiyor, kafasını bile kaldırmıyordu. Konuşmaktan yemek yiyemeyen adamda bugün bir haller vardı. Bu tuhaf davranışını yanında Jieli’nin olmasına yorsam da tam olarak emin olamıyordum. Jieli de Nowa gibi yemeğine odaklanmıştı ama arada attığı kaçamak bakışları yakalayabiliyordum. Göz ucuyla Valeria’ya baktığımda onun da durumu fark edip sırıttığını gördüm. Artık hiç şüphem yoktu, Jieli kesinlikle Nowa’ya âşık olmuştu. Peki ya Nowa? Meraklı bakışlarım onun üzerinde gezerken normalden farklı davransa da gayet sakin görünüyordu. Umarım tek gecelik ilişkileri tercih eden beş para etmez tiplerden değildir. Bu olasılık bana oldukça muhtemel gelse de şimdilik önyargılı davranmamalı her konuda fazlasıyla rahat olan bu adama dikkat etmeli Jieli’yi üzmesine izin vermemeliydim. “Neden öyle bakıyorsun?” Nowa’nın şaşkın bir ifadeyle sorduğu soru tüm gözlerin üzerimde toplanmasına neden olurken hızlıca kendimi toplardım. “Nasıl bakıyormuşum ki?” “Gırtlağıma yapışmak istiyor gibi.” dediğinde hızlıca önüme döndüm. Anlaşılan umduğum kadar normal görünememiştim onu incelerken. “Hayır…ben…. sadece dalmışım.” Cevabımdan tatmin olmayan Nowa kıstığı gözleriyle birkaç saniye beni süzüp önüne döndü. Sakin sakin önümdekileri yerken kulağımda hissettiğim sıcak hava nerdeyse lokmamın boğazımda kalmasına neden oluyordu. “Sence Valeria onca yer varken neden oraya oturmayı seçti?” Başımı usulca sağ tarafa çevirip ağzıma girecek kadar yaklaşan Nowa’nın kafasına kaşlarımı çatarak baktım. Bana değil, karşımızda oturan Ragaz ve Valeria ikilisine bakıyordu. Ben de onunla aynı noktaya çevirdim bakışlarımı. Ragaz her zamanki ifadesi ve tavrıyla yemek yiyordu, Valeria da gayet normal görünüyordu. Dirseğimi Nowa’nın koluna geçirdiğimde sanki çok acımış gibi yüzünü buruşturarak suratıma baktı. “Ne yapıyorsun ya? Acıdı.” Dudağını sarkıtıp fısıldayarak söylediklerine karşılık gözlerimi kısıp ben de fısıldadım. “Sen önce kendi aşk hayatınla ilgilen.” Gözleri kocaman olan Nowa dilini kedi yutmuş gibi suspus olurken önüne döndü. Yok canım daha neler. Bakışlarım şüpheyle Valeria’nın üzerinde gezinirken anormal bir tepki arıyordum ama yoktu. Valeria her zamanki kadar sakin ve ölçülü görünüyordu. Ragaz ise… ondan garip bir davranış beklemek samanlıkta iğne aramak gibi bir şey olsa gerek, hele ki duyguları yüzünde garip davranmasını beklemek saçmalıktı. Bir an duyguları var mı diye düşünmekten kendimi alamadım. Nowa kesinlikle keçileri kaçırmış olmalıydı. *** Güneş tam tepeye ulaştığında çoktan şehre ulaşmıştık. Bahsettikleri festival için gerçekten de hazırlıklar başlamıştı. Tüm şehir yavaş yavaş süslenemeye başlamış etrafa güneş battığında yakılmak üzere mumlar yerleştirilmiş gösteriler için alanlar kurulmaya başlanmıştı. Buraya geldiğim ilk seferin aksine insanlar epeyce neşeli görünüyordu. Herkes tatlı bir telaş içinde koşuştururken çocuklar da sağda solda çeşitli oyunlar oynuyordu. Rengârenk süslenmiş sokaklarda etrafı incelemeye devam ederken Valeria bahsettiği efsaneyi anlatmaya başlamıştı. “Bundan binlerce yıl önceki Ölüm Tanrısının doymak bilmez bir güç açlığı vardı. Güce karşı olan bu açlığı bir süre sonra onu deliliğe sürüklediğinde o zamanlar zayıf düşmüş olan Şeytan Kral onun ruhunu ve bedenini ele geçirdi. Zaten tüm şeytanlar Şeytan Kralın emrindeyken bir de üstüne bazı canavarları da kontrolü altına alınca durdurulamaz oldu. Onun varlığı dünyamıza ölümler, felaketler ve karanlık getirdi.” Umduğumun aksine pek hoş olmayan efsanenin başında yüzümde hoşnutsuz bir ifade belirirken Valeria anlatmaya devam etti. “Şeytan Kralın hüküm sürdüğü uzun yıllar tam bir kaos yarattı ve bu noktada Koruyucular devreye girdi.” “Bekle bu daha önce bahsettiğin Koruyucular mı?” Valeria başındaki kapüşonun altında kısa bir bakış atıp başını belli belirsiz aşağı yukarı salladı. “Evet onlar. Koruyucular uzun zaman boyunca Şeytan Kral’ı yenmenin yollarını aradılar ve nihayetinde büyük bir savaş gerçekleşti. Bütün Koruyucular ve tanrılar bir araya gelip tarihimizin en büyük savaşını verdiler. Bu Işık ve Karanlığın Savaşıydı.” Küçük bir çocuk koşarken yanlışlıkla Valeria’ya çarpınca hikâyesi bir süreliğine duraksadı. Çocuk kısaca özür dileyip geldiği gibi koşarak uzaklaşırken hikâye kaldığı yerden devam etti. “Savaş çok şiddetli olsa da Şeytan Kral’ı yok etmeyi başardılar ve bu başarı her yıl Işık Festivali olarak tüm kıtada kutlanmaya başladı. Ama her savaşta olduğu gibi bu savaşın da ciddi sonuçları oldu.” Kaşlarım merakla çatılırken bakışlarımı Valeria’dan ayırmıyordum. “Ne oldu?” “Ciddi kayıpların yanı sıra Koruyucuların büyük bir kısmı savaş esnasında öldü ve bu birkaç bin yıl içinde soylarının tükenmesine neden oldu.” “İyi de soyları nasıl tükenebilir ki?” “Koruyucular kutsal ve çok güçlüler Silva. Tanrıları yargılayabilen hatta onları cezalandırabilen kişiler. Bu güçlerini düzeni korumak için kullandıklarından sadece kendi içlerinde ya da güçlü bir tanrıyla birliktelik kurarlar. Sıradan ya da zayıf biriyle kurulan birliktelikler doğan çocuğun zayıf olmasına neden olur ve zayıf bir koruyucu görevinde başarılı olamaz. Bu yüzden soyları tükendi. Onlara dair geriye kalan tek şey Işık Konseyi.” “Işık Konseyi ne oluyor?” “Bu da başka bir zamanın hikayesi olsun.” Valeria’nın cevabı içimde inanılmaz bir merak duygusu uyandırırken sokaklarda gezinmeye devam ediyorduk. Her yerde çeşitli hediyelik eşyalar satılıyordu. Jieli ve Valeria’nın isteği üzerine bazı hediyelikleri incelesek de henüz bir şey almamışlardı. Yürüyüşümüz artık beni yormaya başladığında ilerlediğimiz sokakta karşıma çıkan mantar şeklindeki taşlardan birine kendimi bıraktım. “Hanımım ne yapıyorsunuz? Hemen kalkın oradan!” Jieli’nin telaşla söyledikleri şaşkın şakın gözlerimi kırpıştırmama neden olurken oturduğum yerden kalktım. “Ne oldu?” “Bu taşlar sizin oturmanız için değil.” Aldığım cevaptan sonra duruma anlam veremeyerek bir Jieli’ye bir de yan yana dizilmiş mantar şeklindeki yüksek taşlara baktım. “Nasıl yani?” “Bakın hanımım bunlara misafir taşı deniyor. Buradaki her taş şehirdeki bir evi temsil ediyor.” diye anlatmaya başladığında dediklerinden bir şey anlamıyor olsam da merakla onu dinliyordum. “Bu taşlara yardıma ihtiyacı olan insanlar gelip oturur ve oturduğu taş hangi evi temsil ediyorsa o evde bir gece ağırlanır. Bakın şuradaki muhafızı görüyor musunuz?” dediğinde başımı işaret ettiği yöne çevirdim. Birkaç metre ötede bir muhafız duruyor ve bizim olduğum tarafı izliyordu. Üzerinde, görmeye artık aşina olduğum metal zırh, başında da yine metal bir miğfer vardı. Belinde asılı olan kılıcına ek olarak elinde de uzunca bir mızrak tutuyordu. “O muhafız taşlara oturan insanları taşların temsil ettiği evlere götürüyor.” “İnsanlar yabancıları evine almayı kabul ediyor mu ki?” “Evler gönüllü ve durumu iyi olan insanlar arasından belirleniyor.” dediğinde yüzümde sıcak bir gülümseme belirdi. “Bu çok güzel bir uygulama.” “Tabi ki öyle. Sonuçta Tanrı Zahel’in yaptığı bir şey.” Sözleri bakışlarımın Valeria’ya dönmesine neden olurken yüzümdeki şaşkınlığı gizleyemiyordum bile. “Bunu Zahel mi yaptı?” “Tabi ki. Bu taşlardan krallığın nerdeyse her yerinde var. Ayrıca bunun dışında yaptığı şeyler de var. Göstermemizi ister misin?” Şaşkınlık ve heyecan karışımı bir ifadeyle onu onayladığımdan tekrardan yürümeye koyulduk. Yürüdüğümüz sokakta belli aralıklarla yan yana dizilmiş evler ve birkaç dükkân vardı. Yapıların çoğu gayet sağlam görünse de birkaç tanesi yıpranmaktan kurtulamamıştı. Birkaç dakika sonra kendimizi bahçesinde ahşap masalarla dolu olan bir binanın önünde bulduk. Bacasından dumanlar yükselen yerin içinden gürültüler yükseliyor burnuma pek aşina olmadığım hoş kokular geliyordu. Ahşap çit çevirerek oluşturulmuş olan bahçedeki masalarda oturan insanlar iştahla yemek yiyordu. İki kanadı da açılmış olan devasa kapının önündeki uzun kuyruğa her geçen dakika yeni insanlar eklenirken içerinden de insanlar elinde tepsilerle çıkıyor buldukları boş yerlere oturuyorlardı. Sanırım burası restoran gibi bir şeydi, tabi buraya özgü şekilde. “Burası aşevi hanımım. Efendi Zahel burayı başta ihtiyacı olanlar olmak üzere insanlar karnını doyurabilsin diye yaptırdı. Bir terslik olmadığı sürece burada her akşam yemek pişiyor.” Jieli’nin açıklaması içimi ısıtırken Zahel’e karşı içimde sıcacık bir şeyler uyanıyordu. O kesinlikle sandığımdan daha güzel bir kalbe sahipti. “Hadi gidelim.” Tekrar yürümeye başladığımızda bu sefer de kendimi yine bahçeli ama iki katlı olan bir binanın önünde buldum. Bahçedeki çimlerde birçok çocuk oynuyor neşeli kahkahaları kulağıma çalınıyor ve yüzümde bir tebessüm belirmesine neden oluyordu. Ne olduğunu tam olarak çözemediğim bir oyun oynayan çocukları az öteden birkaç yetişkin seyrediyordu. “Burası da çocuk evi. Ailesi olmayan ya da ailesi tarafından kötü muamele gören çocuklar buraya alınıyor ve burada her türlü gereksinimleri karşılanıyor.” Valeria’nın açıklaması hem ısıtmış hem de burkmuştu. Zahel’in babasının onun bedeninde bıraktığı izler kafamda belirirken boğazım düğümlendi. Onu ailesinin işkencesinden kurtaran olmamıştı ama o büyümüş ve kendisiyle benzer durumda olan çocukları kurtarmıştı. Onunla yaralarımız ortaktı, ikimiz de aynı yerden yaralanmıştık. “Zahel’in ailesine ne olduğunu biliyor musunuz?” sorumla birlikte ikisinin bakışları da bana dönerken cevap veren Jieli oldu. “Maalesef bilmiyoruz ve bunu kendisine sormanız daha iyi olur.” Aldığım cevap tatmin edici olmasa da sessiz kaldım. Bir gün, bir gün kesinlikle ailesine ne olduğunu öğrenecektim. “Heyy!!” duyduğum ses tekrar gerçekliğe dönmemi sağladığında başımı kaldırıp sesin geldiği yöne baktım. Çocuk evinin tek kanadı açık olan kapısından dışarı süzülen Nowa hızlı adımlarla yanımıza doğru geliyordu. “Seni gördüğüme sevindim Silva.” Yüzümdeki ifade tuhaf bir hal alırken bakışlarımı sağ tarafıma kaydırdım. Gözlerini yere dikmiş olan Jieli fark ettirmemeye de çalışsa da bozulmuştu anlaşılan. Durumu fark eden Nowa’nın suratında telaşlı bir ifade belirirken ne yapacağını bilmez bir halde elini ensesine attı. “Şey…yani hepinizi gördüğüme sevindim demek istemiştim.” Durumu kurtarma çabası pek işe yaramadığında neşeli ifadesi anında soldu. Buz mavisi gözleri ona bakmayan Jieli’nin üzerinde dolanırken omuzları düşüverdi. “Silva konuşmamız gereken bir konu vardı.” Konuşalım der gibi bir bakış atarken kollarımı göğsümün altında kavuşturdum. “Şöyle geçelim istersen.” Başıyla işaret ettiği noktaya baktıktan sonra şüpheyle gözlerimi kıssam da işaret ettiği yöne doğru yürümeye başladım. Benimle Jieli ve Valeria’nın duymasını istemeyeceği ne konuşmak istiyor olabilirdi ki? Kızlardan bizi duyamayacakları kadar uzaklaştığımızda başımı çevirip onlara baktım. Bu mesafeden başındaki kapüşon yüzünden Valeria’nın yüzü seçilmiyordu. Jieli ise gözlerini yere dikmiş öylece bekliyordu. “Eee ne koşmak istiyordun?” “Bize geldiğin yeri hiç anlatmadın.” Dümdüz ve ciddiyetle sarf ettiği sözler üzerimde soğu su etkisi yaratırken kaskatı kesildim. “Ruhlar Köprüsünden geçmediğine göre ölü değilsin. O halde evine dönmek istersin diye düşündük.” Düşündük. Başka kim böyle düşünüyordu ki? “Düşündük derken?” “Ben, Ragaz ve Zahel.” Kalbime koca bir ok saplanırken nefesim kesildi. Zahel gitmemi mi istiyordu? “Aslına bakarsan Zahel bu fikre pek sıcak bakmıyor. Biz evine gitmek isteyebileceğini düşünüyoruz ama adam resmen seni burada zorla tutmak istiyor.” “Gitmemi istemiyor mu?” dedim titreyen sesimle. Az önce hissettiğim hayal kırıklığı tamamen yok olurken yerini hoş bir sıcaklığa bıraktı. “Ben Zahel seni nerdeyse bağlayacak diyorum sen ne soruyorsun. Ayrıca hiçbirimiz gitmeni istemiyoruz. Gerçi Ragaz bunu dile getirmedi ama olsun.” Kimsenin bağlamasına gerek yoktu, gitmeyi ben de istemiyordum. “İyi o zaman. Zaten benim de gitmek gibi bir planım yok.” Beni intihara sürükleyen o yere dönmektense Ruhlar Köprüsünden geçmeyi tercih ederdim. Uzun bir soluk veren Nowa yüzüne her zamanki sırıtışını yerleştirdi. “Seni hiçbir şeye zorlamak istemediğimden sormuştum ama madem sen de gitmek istemiyorsun bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatabiliriz.” dediğinde onayla başımı salladım. Gitmek için döndüğünde kendime engel olamayıp kolundan tuttum. Şüpheci bir tavırla tekrar bana döndüğünde kolunu bırakıp merak ettiğim o soruyu sordum. “Cevap vermek zorunda değilsin ama hayatında biri var mı?” Eğer hayatında bir kadın varsa ya da başka bir kadına karşı hisler besliyorsa Jieli’nin karşılıksız bir sevgiyle ömrünü geçirmesine göz yumamazdım. Suratındaki çocuksu sırıtışın yerini özlem dolu minik bir tebessüm alırken başını Valeria ve Jieli’in olduğu tarafa çevirip cevap verdi. “Hayatımda biri yok ama olmasını her şeyden çok istediğim biri var.” “Belki o da seninle aynı şeyi istiyordur.” dediğimde bana döndü. Gözleri sinsi bir tavırla kısılırken “Ne o, çöpçatanlık mı yapıyorsun?” dedi. Gözlerimi devirmeme engel olamazken elimi yumruk yapıp omuzuna geçirdim. Acıtacak kadar sert vurmadığımı bildiğim halde eliyle omzunu ovalayıp dudağını sarkıttı. “Bu iki etti. Canıma kastın mı var?” Bir kez daha gözlerimi devirip kızların yanına döndüm. Birkaç sokaktan geçtikten sonra yeniden artmaya başlayan tezgâhları incelerken bir yandan da Nowa’nın sorusunu düşünüp duruyordum. Şimdilik geldiğim yerle ilgili bir şey anlatmam gerekmemişti ama içimden bir ses eninde sonunda olanları öğreneceklerini söylüyordu. Beni en çok korkutansa Zahel’in ne tepki vereceğini kestiremiyor olmamdı. Beni suçlar mıydı, yoksa yaptığım şeyi yapmaya mecbur kaldığımı anlar mıydı? Belki de onun öğrenmesini beklemek ya da öğrenmemesini ummak yerine her şeyi kendim anlatmalıydım. Yirmi iki yıllık hayatımın nasıl cehennem gibi geçtiğini, kocaman dünyada nasıl yapayalnız kaldığımı ve ailem sıfatını taşıyan insanları. Tozlu raflara kaldırdığım anılar teker teker zihnimin duvarları arasından bana işkence etmeye başladıklarında dişlerimi sıkıca birbirine bastırdım. Derin bir nefes alırken tüm anılarımı birer birer kilitli kutuların içine bir daha gün yüzüne çıkmamalarını umarak yerleştirdim. “Hanımım dilek feneri almak ister misiniz?” Jieli’nin işaret ettiği tezgâha göz ucuyla baktığımda renkli renkli dilek fenerlerine olan ilginin epey yoğun olduğunu fark ettim. “Dilek mi dileyeceğiz?” “Tam olarak öyle değil. Her yıl Işık Festivalinde birbirini seven çiftler ya da sevdiği biri olan insanlar bir dilek feneri yakıp dilek diler ve İakabos Nehri’nin kenarından gökyüzüne bırakırlar.” Jieli’nin neşeli açıklamasını dinlediğimde benden çok kendisinin bir fener almak istediği gözümden kaçmadı. “Ama festival gününe daha zaman var değil mi?” “Olsun hanımım. Alır festival gününe kadar saklarız.” Jieli’nin sabırsız tavrı neşelenmemi sağlarken Valeria’nın gözlerini tuhaf bir ifadeyle üzerime diktiğini fark ettim. “Silva sevdiğin biri mi var?” Beklenmedik soruya verecek uygun bir cevap ararken benim yerime epeyce heyecanlı görünen Jieli bir çırpıda cevap verdi. “Evet sanırım hanımım Efendi Zahel’e karşı bir şeyler hissediyor.” Onun neşeli cevabı Valeria’nın yüzünde bir karaltı belirmesine neden olurken gözleri kocaman olmuş kaşları çatılmıştı. Yüzünde beliren garip ifadeye bir anlam veremezken sabırla konuşmasını bekliyordum. “Bunu yapmamalısın Silva. Tanrı Zahel’in zaten bir eşi var.” Sözleri kafamın içinde onlarca kez yankılanırken yüzümdeki gülümseme hiç var olmamış gibi yok olup gitti. Onun zaten bir eşi var. Buraya kadar gelen herkese teşekkür ediyorum ve bölümü sevdiğinizi umuyorum. Düşüncelerinizi yorum olarak belirtmeyi oy veriip takip etmeyi unutmayın. 🥰 |
0% |