Yeni Üyelik
14.
Bölüm

❄️Mühür Bağı

@anksiyeteliyazar

Herkese merhaba. Bölüm normalde pazartesi gelecekti ama derslerimden dolayı bu güne kaldı. Kusuruma bakmayın.Oy verip yorum yapmayı unutmayın. Keyifli okumalar.

Silva

Ne kadar zamandır burada olduğumu bilmesem de en azından birkaç saat geçtiğini biliyordum. Düşünmek için saatlerim olmuştu ama hala doğru dürüst bir şey anlayabilmiş değildim. Tek bildiğim bardağa zehir falan koymadığım ve tepsiyi o hizmetçi kızdan aldığımdı. Almamalıydım, Jieli'yi dinlemem ve uslu uslu oturmam gerekiyordu. Lanet olsun! Ne diye susup kalmıştım ki? Zorla buraya getirilirken bağırmam bir şey yapmadığımı haykırmam gerekiyordu. Zahel'e kötü söz söylenmesine dahi katlanamazken nasıl onu zehirlemek isteyebilirdim ki? İnsan sevdiğinin canına kast etmeyi geçtim canın yanmasına dahi müsaade edebilir miydi? Ben yapmazdım, yapmadım da. Başkasına ait olduğunu bile bile sevmekten bir an olsun vazgeçmediğim adamı zehirlemedim.

Taş zeminden kalkıp belki birileri vardır umuduyla tekrar yaklaşabildiğim kadar parmaklıklara yaklaştım. Soğuk tüylerimi ürpertirken birkaç meşalenin zar zor aydınlattığı yere diktim gözlerimi. Sarayın epeyce altında bir yerdeydim. Burası yukarısıyla aynı güzelliği taşımıyordu, adeta bir taşın içine oyulmuş gibiydi. Pencere yoktu, hoş olmayan bir nem ve küf kokusu burnumu sızlatıyordu. Yan yana dizilmiş yaklaşık on zindandan birinde tek başıma duruyordum. Buraya girmeden önce durduğumuz yerin farklı kollara ayrıldığını görmüştüm. Anlaşılan zindanların yer aldığı oda ya da her ne diyorlarsa onlardan birindeydim.

Düşünmeden edememiştim, acaba zindanlarda benden başkaları da var mıydı? Olmalıydı. Şu an olmasa bile illaki birileri olmuş olmalıydı aksi halde sarayın altında bunca zindan olmazdı. Birilerinin, özellikle de tehlikeli birilerinin zindanlarda olabileceği düşüncesi kanımın çekilmesine neden oldu. Ben burada yaşıyordum, burası benim evimdi -yani şimdilik- ve evimin altında birilerinin kilitli olabileceği düşüncesi tüylerimi ürpertiyordu.

Yine de buraya getirilişimi hatırladığımda birinin buradan çıkmasının o kadar da kolay olmadığını fark etmiştim. Kaç tane muhafızı ve kapıyı geçtiğimizi sayamamıştım bile. Duvarlara yerleştirilmiş parlayan kristaller de dikkatimden kaçmamıştı. İşlevlerini tam olarak bilmesem de süs olarak yerleştirilmediklerinin farkındaydım. Başımı arkama çevirdiğimde duvara sabitlenmiş kalın zincirlere ilişti gözlerim. Ucundaki prangalar ayak bileklerime takılmış, buradan çıkmayı geçtim parmaklıklara yaklaşmama bile izin vermiyordu.

Kurtulmak için çabalamadım, zira bu zincirleri kırmayacağımın gayet farkındaydım. Bir halkası bile neredeyse üç parmağım kalınlığındayken boşa çabalamak istemiyordum. Diğer yandan kırabilecek kadar kuvvetli olsam da bunların basit zincirler olduğunu sanmıyordum. Normal görünüyorlardı, soğuk ve metaliksi ama içimden bir şey çekiyorlardı. Sanki yaşam enerjim ayak bileklerime doğru çekilip zincirlere doluyordu. Bunlar basit bir insanı değil gücü olanları tutmak için yapılmıştı. Birkaç gün öncesi olmuş olsaydı bunların benim için gereksiz olduğunu düşünürdüm. Lakin normal bir insan olmadığımı öğrenmiştim. Ne olduğumu bilmesem de herhangi bir gücüm olmasa da zincirler benim için gerekliydi. Muhafızlar ise muhtemelen işlerini riske atmak istememişti.

Ne olduğumu hala bilmiyordum, öğrenmeye de zamanım olmamıştı zaten. Merakım bir anda kendimi burada bulmama sebep olmuştu. Merak kediyi öldürür derler. Neyse ki ölmemiştim, henüz. Kimse yoktu, bu tüyler ürpertici yerde benden başka nefes alan yoktu ve bağırmak da işe yaramıyordu. Ya burası ses geçirmezdi ya da dışarıda nöbet tutan muhafızlar beni görmezden geliyordu. İki ihtimalde de beklemekten başka çarem yoktu. Ellerimle saçlarımı çekiştirirken tekrar taş zemine oturdum. Soğuk tüylerimi diken diken ederken daha ne kadar burada kalacağımı merak ediyorum.

Zindanın dışındaki meşaleler burayı aydınlatmaya yetmiyordu ve karanlık sinsice zihnime sızıp geçmişimin acı verici hatıralarını gözlerimin önüne seriyordu. Yapayalnız, karanlık bir odada kilitli olmak, aynı şeyi yine yaşamak göğsümü sıkıştırıyordu. Sanki birazdan celladım gelecek ve tüm kemiklerimi teker teker kıracak gibi hissediyordum. Daha derin nefesler almaya çalışırken bir yandan da kendimi telkin ediyordum. Sakin ol, sakin olmalısın. Burası ora değil. O gelmeyecek, onlar gelmeyecek.

"Hey sen!!" işittiğim tok ses bir an irkilmeme neden olsa da çığlık atmamayı başardım. Başımı parmaklıklara doğru çevirdiğimde meşalelerin izin verdiği ölçüde gelen kişiye baktım ve bir an hayal görüp görmediğimi sorguladım. Ragaz. Bir hışımla yerimden kalkıp parmaklıklara doğru koşmaya başladım. Varlığını unuttuğum prangalar parmaklıklara varmadan beni sertçe durdurduğunda bir anlığına afalladım. "Ragaz." dedim umut dolu bir sesle. Hatıraların arasında boğulmadan buradan çıkmak istiyordum.

"Birazdan sorgu için seni alacaklar." dedi kin dolu bir sesle. Beni tanımadığını düşünüyordum ki yüzümdeki peçeyi hala çıkarmadığımı fark ettim. "Benim, Silva." dedim peçeyi yırtarcasına çıkarırken. Yüzümü gördüğü an gözlerinde bir şaşkınlık parıltısı belirdi ama bu bir saniye bile sürmedi. Her zamanki soğuk ifadesiyle kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Konuş!" dedi emredercesine.

"Benim zehirden falan haberim yok Ragaz. Ben...ben sadece diğer tanrıları merak etmiştim. Tepsiyi hizmetçi kızlardan birinden aldım ama yemin ederim zehir falan koymadım." Dedim telaş ve tedirginlikle. Bana inanması lazımdı. Lütfen bana inan. "Hizmetçi kızı tarif et bana!" gözlerimi kırpıştırırken bana inanıp inanmadığını anlamaya çalışıyordum. Telaşla düşünmeye başladım, kızın nasıl göründüğünü hatırlamam gerekiyordu.

"Uzun kahverengi saçları vardı, benden kısaydı ve biraz kiloluydu, bir de saçında yeşil bir kurdele vardı." Hatırladığım her şeyi bir bir sıralarken Ragaz hiç tepki vermemişti. "Tamam." deyip arkasını döndüğünde telaşla öne adım atmaya çalıştım ama lanet prangalar izin vermedi. "Bekle!" durdu, tekrar bana döndü. "Beni çıkarmayacak mısın?" dedim titreyen sesimle. "Şu an diğer tanrılar durumu tartışıyor. En az bir saat daha buradasın. O zamana kadar gidip önce o hizmetçiyi bulacağım daha sonra da Zahel'e durumu anlatacağım. Şimdilik sakince bekle." Açıklaması umut vaat edici olsa da burada kalma fikri hiç hoşuma gitmemişti.

Tekrar arkasını döndüğünde sessizce fısıldadım. "Bana inanıyor musun?" Şu anda birinin bana inanmasına her şeyden çok ihtiyacım vardı. Ragaz, onun pek bana inanacağını sanmasam da sormuştum işte. Duraksadı ama bana dönmedi. "İnanıyorum." Hızlı adımlarla çıkıp giderken arkasından öylece bakakaldım. Boğazıma kılıç dayamış olan adamın şu an bana inanıyor olmasına ben inanamıyordum. İçimdeki umut yeniden filizlenirken sırtımı taş duvara yasladım. Ragaz'ın dediğine göre bir saat daha dişimi sıkmam gerekiyordu.

Yere çöküp eteğimin uçlarını yukarı doğru kıvırdım. Kolumdan daha kalın olan prangalar bileğimi sıkmıyor olsa da bana işkence ediyordu. İçimden bir şeyleri söküp alıyor boğuluyor gibi hissetmeme neden oluyordu. Bu işkenceye daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyordum. Lütfen çabuk ol Ragaz. Aldığım nefesler ciğerlerimi yakmaya başlarken çığlık atmamak için dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Damarlarım patlayacak gibi hissediyordum ve bu bir anda olmuştu. Saatlerdir burada olmama rağmen hiç böyle hissetmemiştim.

Tüm benliğimin kavrulduğunu hissederken göğsüm körük misali inip kalkıyordu. Dişlerimi birbirine öyle sert bastırıyordum ki gıcırtı seslerinin zindanda yankılandığına yemin edebilirdim. Elimi güçlükle göğsüme bastırdığımda kumaşı avuçladım. Ansızın alnımda baş gösteren acı tüm bedenimin şiddetle sarsılmasına neden olurken gözlerim kocaman olmuştu. Resmen biri alnıma köz basıyordu. Daha fazla dayanamadım. "Aaaaaaaa!!!" Attığım çığlık defalarca yankılanırken bedenimi saran işkence de yok olmuştu.

Nefes nefese kalmış halde başımı duvara yasladığımda tiz bir çınlama sesi kulaklarımı doldurdu. Birkaç dakika kendime gelmek için bekledikten sonra baygın bakışlarımı sesin geldiği yere çevirdim. Bileğimdeki pranga parçalara ayrılmış öylece yerde duruyordu. Gözlerim fal taşı gibi olurken hemen diğer bileğimi kontrol ettim. İki pranga da parçalanmıştı. Gözlerime inanamaz bir halde ayağa kalkarken ağır, metal kapının açılma sesini duydum. Daha bir saat olmamıştı.

İki muhafız zindanın kapısını açarken donakalmış vaziyette onları seyrettim. Daha Ragaz gideli yarım saat bile olmamıştı. Yanıma yaklaşan muhafızlardan biri koluma girerken diğeri de prangaları açmak için eğildi ama umduğu şeyle karşılaşmadığında yüzü şaşkınlıkla buruştu. "Prangalar kırılmış." dedi böyle bir şeyin mümkün olabileceğine inanamıyormuş gibi bir ifadeyle diğer muhafıza bakarken. "Nasıl olur?" dedi koluma giren muhafız aynı şok olmuş ifadeyle. Avucunu açıp pranganın kırık parçalarını gösterdiğinde ise kaşları çatıldı. "Gidelim hadi!" İkisi de koluma girip nerdeyse sürüklercesine beni zindandan çıkardılar.

Pek nazik davranmıyorlardı, gerçi bunu anlayabiliyordum. Sonuçta Zahel'i zehirlemeye çalıştığımı düşünüyorlardı. Yarı aydınlık kasvetli koridorlarda ilerlerken aklım Ragaz'daydı. Acaba kızı bulabilmiş miydi ya da en azından Zahel'le konuşmuş muydu? Telaş kalp atışlarımı hızlandırırken kendimi sakin kalmaya zorluyordum. Zahel bana inanırdı. Gerçekten inanır mıydı? İnansa bile beni başıma geleceklerden kurtarabilir miydi? O bana zarar vermek istemese bile işin içinde diğer dört tanrı da vardı.

Yarı aydınlık ve kasvetli koridorları arşınlarken sol tarafımdaki kapıya ilişti gözlerim. Geçtiğimiz diğer koridorların duvarlarında birden fazla kapı varken bu duvarda sadece bir kapı vardı ve diğerlerinden farklı görünüyordu. Zindanlara açılan tüm kapılar dümdüz metalken bu kapının üzerinde çeşitli kabartmalar vardı. Epeyce ağır bir görünüme sahip olan kapının tahmin ettiğimden daha kalın olduğuna emindim. Ardında ne olduğunu bilmiyordum ama oradan yayılan garip ve tarif edilemez bir şeyi hissedebiliyordum. Hızla ilerleyen muhafızlar kapının görüş alanımdan çıkmasına neden olurken kapıldığım tuhaf hissiyat başımı çevirmeme neden oldu. Birkaç saniye daha görüş alanımda kalan kapı köşeyi dönmemizle yok olduğunda başımı tekrar önüme çevirdim.

O kapı...zindana getirilirken onu görmemiştim. O an dikkatimden kaçmış olması olası bir ihtimal olsa da görmediğime emindim. Anında düşünceli bir ifadeye bürünürken geçtiğimiz koridoru dikkatle taramaya başladım. Şu ana kadar gördüklerimden pek bir farkı yok gibi duruyordu, muhtemelen buradaki koridorların çoğu birbirinin aynısıydı ama burası...burası farklı gibiydi. Dikkatle muhafızların beni zindana götürdükleri anı düşünmeye başladım. Birçok dolambaçlı koridordan geçtiğimizden başka doğru dürüst bir şey hatırlayamıyor olsam da yolun bu kadar uzun sürmediğine ve o kapıyı görmediğime de emindim.

Şüphe iyiden iyiye içime yerleşirken göz ucuyla sağımdaki sonra da solumdaki muhafıza baktım. Üzerlerinde görmeye alışık olduğum zırhları, başlarında miğferleri ve suratlarında da ciddi ifadeleri vardı. Giderek artan nem ve küf kokusu midemi bulandırırken şimdiye kadar başka muhafızlarla karşılaşmamış olmamız dikkatimi çekti. Oysa getirilirken gördüğüm nöbetçilerin sayısı epeyce fazlaydı. Burada kesinlikle garip bir şeyler dönüyordu.

Aşağı doğru uzanan taştan basamakların önüne geldiğimizde sağ ve solumdaki muhafızlara uzun kuşkulu bir bakış attım. Evet merdivenleri kullanmamız gerekiyordu ama aşağı inmek için değil yukarı çıkmak için. "Neler oluyor?" diyerek çıkıştığımda muhafızların yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirdi. Kolumu tutan ellerinin baskısını canıma yakacak kadar arttırırken aşağı inemem için ittirdiler. "Çeneni kapa ve yürü!!" Sırtımdan iteklenirken direniyor, kurtulmak için debeleniyordum ama nafile, iki güçlü muhafıza karşı pek şansım yok gibi görünüyordu. "Ne yapıyorsunuz? Bırakın beni!!"

Bağırışlarım koridorlarda uzun uzun yankılansa da duyan olduğunu sanmıyordum. Çırpınışlarıma şiddetle karşı koyan muhafızlar beni peşlerinden sürüklüyor sorularımı umursamıyorlardı. "Aşağıda bir geçit olduğuna emin misin?" diye sordu sol tarafımdaki muhafız kolumu daha da sıkarken. "Eminim. Efendi Aeros'la uzun bir süre burada kaldığımda keşfetmiştim." Büyük bir şok dalgası ağzımın açık kalmasına neden olurken debelenmeyi ve çırpınmayı bıraktım. Bunlar Zahel'in değil Hava Tanrısının muhafızlarıydı. İyi de benden ne istiyorlardı?

"İşte böyle, uslu dur." Solumdaki muhafızın sözlerine karşılık vermedim. Kurtulma şansım pek yüksek görünmüyordu ama en azından uysal davranarak bir şeyler öğrenmeyi başarabilirdim. Sakin sakin son basmağı da indiğimizde karşımızda başka bir koridor belirdi. İki insanın yan yana yürüyemeyeceği kadar dar olan ve diğerlerine benzemeyen koridor muhtemelen muhafızların bahsettiği geçit olmalıydı. Muhafızlar kılıçlarını kınlarından çıkardığında istemsizce yutkundum. Biri önüme geçip geçitte ilerlemeye başladığında diğeri de peşinden yürümem için sırtımdan itekledi.

İstemeye istemeye de olsa yürümeye başladığımda bir yandan da nasıl kurtulacağımı ve muhafızlardan istediğim bilgileri nasıl alabileceğimi düşünmeye başladım. "Tanrınız bunu uzun zamandır planlıyordu sanırım." dedim bir şeyler söylemelerini umarak. Önümdeki muhafız garip bir şekilde homurdandıktan sonra "Saçmalama kadın. Varlığından bile yeni haberimiz oldu." dedi. Aldığım cevap yeniden düşüncelere dalmama neden oldu. Varlığımdan bile yeni haberdar oldularsa benden ne istiyorlardı?

"İçeri nasıl girdiniz?!" dedim sularına gitmeyi umursamayarak. Arkamdaki muhafızın alaycı sırıtışını duyduğumda başımı geriye doğru çevirdim. "Çok basit. Tüm nöbetçileri bayıltıp dikkat çekmemek için kıyafetlerini aldık." "İmkânsız!" dedim inanamayarak. Sadece ikisi benim olduğum zindana gelene kadar onca muhafızı tek tek ve olaysız bir şekilde bayıltmış olamazdı. "Bayılmaları için uyku tozundan yararlanmış olabiliriz tabi." Suratım öfkeyle buruşurken muhafıza saldırmak istedim ama tehditkâr biçimde uzattığı kılıcı duraksamama neden oldu. "Önüne dön! Sesini kes ve yürümeye devam et!!"

"Benden ne istiyorsunuz?!!" çıkışmama karşılık muhafız kılıcının ucunu karnıma bastırdı. "Önüne dön dedim!!" tehdidine karşılık yüzümdeki öfkeli ifadeyi korusam da önüme dönüp yürümeye devam ettim. Bakışlarım parmağımdaki boşluk yüzüğüne kaydığında düşünmeye başladım. İçindeki kılıcı alıp karşı koymayı deneyebilirdim ama dar geçitte ve iki kişiye karşı şansım ne kadar yüksek olurdu kestiremediğimden bunu dışarı çıktığımızda uygulamaya karar verdim.

Küf kokusu burnumun direğini sızlatırken yürümek de giderek güç bir hal almaya başlamıştı. Geçit sanki biraz daha daralmıştı ya da ben öyle hissediyordum ama yolun giderek berbat bir hal almaya başladığı kesindi. Adım başına karşıma tümsekler, çukurlar çıkıyor ve sendeleme sebep oluyordu. Öndeki muhafız elinde meşale tuttuğundan ben ve arkamdaki muhafız kadar yürümekte zorlanmasa da arada tümseklere takılıyor ve küfürler savuruyordu. Meşalenin aydınlattığı geçitte gezinen örümceklerin gölgeleri duvarda devasa şekilde beliriyor yutkunmama neden oluyordu. Yetmezmiş gibi zaman zaman vücuduma ve suratıma örümcek ağları yapışıyor tüylerimin diken diken olmasına, tiksintiyle suratımın buruşmasına neden oluyordu.

"Sonunda." Başımı uzatıp baktığımda karşımızda küçük ama epey sağlam görünen metal bir kapının belirdiğini fark ettim. Birkaç saniye süren gürültünün ardından kapı açıldığında görmeyi beklediğim aydınlıkla karşılaşmadım. Kaşımızda yukarı doğru uzanan ve pek de sağlam görünmeyen tahta merdivenler vardı. Muhafız tek tek merdivenleri çıkmaya başladığında sırtımda hissettiğim kılıç yüzünden ben de onu takip etmek zorunda kaldım. Yirmi kadar basamağı her an çökebilir korkusuyla tırmandıktan sonra önümdeki muhafızın durması benimde durmama neden oldu. Başımı uzatıp baktığımda tepemizde ahşap bir kapak olduğunu gördüm.

Muhafız kısa bir çabayla kapağı açtığında içeri süzülen ay ışığı rahat bir nefes almamı sağladı. Dışarı adım attığım anda muhafızlar yine sıkıca kolumu yapıştılar. Nerede olduğumu anlamak için etrafa bakarken buradan sarayın görülebildiğini fark ettim. Ormanın girişi olduğunu tahmin ettiğim ağaçlık ve tenha bir alanda duruyorduk. Etrafta hayvan seslerinden başka ses yoktu, güzelliğiyle göz kamaştıran ay, ışığıyla etrafı bir nebze de olsa aydınlatıyor içimi biraz da olsa rahatlatıyordu. İçinde bulunduğumuz ağaçlık alanda ayak sesleri işittiğimde yüzünü kapüşonlu bir pelerinle gizleyen biri ağaçların arasından süzülüp yanımıza yaklaştı. Yüzünü göremiyordum, kim olduğu ya da neye benzediğine dair fikir sahibi olmamı sağlayacak en ufak bir şey yoktu. Lakin üzerinden yayılan hissiyat onun da Valeria gibi bir büyücü olduğunu anlamamı sağladı. Muhafızlar gelişene anormal bir tepki göstermediğinden birbirlerini tanıdıklarını ya da en azından amaçlarının aynı olduğunu anladım.

"Hemen portalı açsan iyi olur. Her an yokluğunu fark edebilirler." Büyücüden cevap gelmedi, anlaşılan pek konuşkan değildi. Gözlerimle hızla etrafı tararken planımı uygulama vaktinin geldiğini anladım. İlk olarak saraydakilere burada olduğumu haber vermem gerekiyordu. Zira karşımdaki üç kişiyle başa çıkıp çıkmayacağımı kestiremiyordum. Valeria ile enerjim hakkında kitapları araştırdığımız esnada bana Maiya dilinde ışık demeyi öğretmişti. Normal bir insan söylediğinde hiçbir işe yaramayan kelime büyücüler söylediğinde ortaya büyük bir güç çıkarıyordu. İnsan ya da büyücü olmayan biri söylediğinde ise ortaya küçük bir ışık gösterisi çıkıyordu. İşte bunu yerimi haber vermek için kullanacaktım.

Beklenmedik bir anda Maiya dilinde ışık diye bağırdığımda sesim tüm ormanda yankılanırken bedenimden çıkan ışık huzmeleri bir fişek misali göğe yükselmeye başladı. Şaşkınlıkla ışıkları seyreden muhafızların tutuşları gevşediğinde fırsatı kullanıp keskin bir hamleyle kollarımı kurtarıp olabildiğince uzaklaştım. Onlar daha ne olduğunu anlamadan boşluk yüzüğümdeki kılıcımı kapıp çektim. Şimdi üçe karşı tektim ve önce şu büyücüyü halletmem gerekiyordu. Şaşkınlıklarını atan muhafızlar üzerime doğru koşmaya başladıklarında derin bir nefes alıp ben de onlara doğru koşmaya başladım. Aramızdaki mesafe istediğim kadar daraldığından deli gibi çarpan kalbime rağmen tek dizimi büküp aralarındaki boşluktan kaydım.

Ayağa kalkıp koşarak büyücüye doğru ilerlemeye başladığımda bir şeyler fısıldadığını duydum. Kahretsin! Büyüsünü tamamlamadan ona engel olmalıydım. Arkamda muhafızların adım sesleri yankılanırken yeterince yaklaştığım büyücün karnına yatay şekilde boylu boyunca bir kesik attım. Kıvranarak yere yığılan büyücü acı içinde inliyordu, neyse ki artık büyü yapamayacaktı, en azından öyle olmasını umuyordum. Adım sesleri iyice yaklaştığında arkamı dönüp kılıcımı kaldırdım. Havada çarpışan kılıçların sesi yankılanırken iki taraf da oldukça inatçıydı. Kılıcımla iki kılıcı birden zapt edebiliyor olsam da bunun çok uzun süreceğini sanmıyordum.

Etrafta birden fazla ayak sesi yükselmeye başladığında muhafızlar tedirginlikle birbirine baktı. Tüm kuvvetlerini uygulayıp beni geri püskürterek yere düşmemi sağladıktan sonra koşarak büyücüye yaklaştılar. Ben yerden kalkmak için uğraşırken onlar büyücünün kollarına girip ormanda kayboldular. Yere düşen kılıcımı alıp yüzüğümün içine koyduğumda alnımda biriken terleri silip rahat bir nefes aldım.

❄️❄️❄️

Bir asır gibi gelen yol sonlandığında kendimi devasa büyüklükte bir salonda dizlerimin üzerine çöktürülmüş vaziyette buldum. Muhafızlar geldiklerinde onlara durumu izah etmiştim. Bir kısmı kaçanları aramak için giderken kalanlar sorgulama için beni saraya getirmişti. Öne eğdiğim başımı kaldırmadan göz ucuyla etrafı inceledim. Burası büyük salondaki yukarı çıkmayı sağlayan merdivenlerin arasında kalan odaydı. Daha önce hiç girmediğim yerlerden biriydi. Devasa odanın tavanı göz kamaştıran bir işçiliğe sahip olmakla birlikte epey yüksekti de. Sağ ve sol tarafta belli aralıkla dizilmiş üzerinde gümüş rengin hâkim olduğu oymalar ve kabartmalar bulunan uzun kolonlar duruyordu. Odaya hâkim olan ana rengin beyaz olmasına karşın işlikte kullanılan gümüş ve altın renkler göz kamaştırıcı bir güzellik sunuyordu.

Sol taraftaki kolonların ardında kalan kısımda uzun, ahşap bir masa duruyordu. Masanın etrafı yine ahşaptan yapılma ancak mor renk döşemeleri olan ve gösterişli bir görüntü sunan sandalyelerle çevrilmişti. Tam karşımda yaklaşık üç metre genişliğinde birkaç basamak yükseliyordu. Basamakların üzerindeki geniş alanda ihtişamlı bir koltuk duruyordu. Burası taht odası olmalıydı ve koltuk diyerek nitelendirdiğim şey de taht olmalıydı. Taht üzerinde bulunduğu zeminden ayrı bir parça değildi, sanki devasa bir kaya incelikle oyularak bu hale getirilmiş gibi duruyordu. Standart bir oturma alanı sunmasına karşın sırt kısmı epeyce geniş ve yüksekti. Siyah renkli bir döşemeye sahipti ancak sırt kısmındaki oymalar ve kabartmaların üzerine yerleştirilmiş mor renkli kristaller vardı.

Basamakların kenarında duran beş tanrıya ilişti gözlerim. Üçü sakin görünse de hava tanrısından yayılan öfke neredeyse somut bir şekilde hissediliyordu. Gerilen çenesinden dişlerini sıktığını anlayabiliyordum. Her an üzerime atlayacak gibi duruyordu. Zahel'se getirildiğim andan beri hiç benden tarafa bakmamıştı, gerçi baksa da başımın eğik olmasından ve kafamdaki pelerinin başlığından dolayı yüzümü tam olarak göremezdi. Kıstığı gözleri diğer tanrıların üzerinde geziniyordu. Salonun sol tarafında dizilmiş on kadar muhafız vardı. İkisi Zahel'in muhafızlarındandı, bunu çoğunlukla siyahın hâkim olduğu kıyafetlerinden anlayabilmiştim ama geri kalan sekizi yabancıydı. Sanırım diğer tanrılara eşlik eden muhafızlardı.

Ragaz ortalarda görünmüyordu ve bu beni daha çok geriyordu. Yanımızdan geçip giden kişi bir an heyecanlanmama neden olsa da Nowa olduğunu fark ettiğimde heyecanım yok oldu. Diğer muhafızların yanında kusuruz bir duruşla yerini alırken onu izliyordum. Gözlerimiz buluştuğunda gözleri fal taşına döndü. Ağzı şaşkınlıkla aralanırken nerdeyse hayatının şokunu yaşıyor gibi görünüyordu.

Aniden gri tonlarında giyinmiş iki muhafıza yaklaşan hava tanrısı nerdeyse ışık hızında muhafızın belindeki kılıcı alıp üzerime doğru gelmeye başladı. Dehşet içinde başımı kaldırıp Zahel'e baktım. Gözlerimiz buluştuğu anda Nowa'nınkinden bile büyük bir şaşkınlıkla kaşları çatıldı. Her şey müthiş bir hızla gerçekleşirken kılıcını kaldırmış üzerime doğru gelen hava tanrısına çevirdim bakışlarımı. Kılıcı üzerime doğru kaldırdığında korkudan donup kaldım. Gözlerimi sıkıca kapatırken kendimi olası darbeye hazırladım.

Rahatsız edici bir hışırtı sesi kuklalarımı doldurduğunda yutkunarak gözlerimi açtım. Hava tanrısının üzerime indirmek için kaldırdığı kılıcı yarı yolda Zahel eliyle durdurmuştu. Beni kesmek üzere havalanan kılıcı Zahel bedeniyle durdurmuştu. Dehşetle elinden damlayan kanlara bakarken ayağa kalkmak istedim ama iki yanımda duran muhafızlar omzuma bastırıp engel oldu. "Ne yaptığını sanıyorsun Zahel?!" Hava tanrısı resmen öfke kusuyordu. "Ona dokunmayacaksın!!" dedi, sesi kulağa açık bir tehdit gibi geliyordu. Hava tanrısı kılıcını çekip öfkeyle kaşlarını çatarken Zahel yana doğru bıraktığı elini yumruk haline getirmişti. Deli gibi kanıyordu, sevdiğim adam benim yüzümden kanıyordu.

Parmaklarının arasından süzülen kanlar damla damla mermer zemine düşerken şimdiden bir göl oluşmaya başlamıştı bile. Sebebi bendim bu kan gölünün, sebebi bendim sevdiğim adamın yaralanmasının. Onu zehirlememiştim. Lakin yaralanmasına sebep olmuştum işte. Kendime daha da çok kızdım. Saçma sapan merakıma ket vuramamıştım ve merakım beni öldürmemiş, ancak sevdiğim adamın yara almasına sebep olmuştu. Yüreğim tarifsiz bir acıyla sancırken yerin dibine girmeyi diledim. Zira Zahel'in bedeninde sevdiği ya da sevdiğini düşündüğüm insanlar tarafından açılan yaralara bir de ben yenisini eklemiştim. Üstelik o yaralara sebep olanlardan tüm benliğimle nefret ederken.

Olayın etkisini ustalıkla üzerinden atan tanrılar hızla yanımıza yaklaştı. Roan ve su tanrısı hala sakin görünürken toprak tanrısında öfke seziyordum. "Bu da ne demek oluyor Zahel?" ses Toprak Tanrısı Silas'a aitti ama Zahel ona dönüp bakmamıştı bile. "Hiç kimse ona dokunmayacak!" dedi kışı andıran buz gibi sesiyle. "Bu kadın suikastçının ta kendisi olabilir, ya da ona yardım ediyor olabilir. Birkaç saat önce seni zehirlemeye çalıştığını unuttun mu?" Hava tanrısının ağzından çıkan her yeni kelimede şaşkınlığım daha da büyüyordu. Beni suikastçı mı sanıyorlardı? Durum benim düşündüğümden çok daha vahimdi. Zahel bana inansa bile diğer tanrılar özellikle de öfkeden kudurmuş olan hava tanrısı asla inanmazdı. Sanırım kendi elleriyle canımı almak istiyordu. Muhafızlarının beni kaçırmak istemesinin nedenini şimdi anlıyordum. Konuşsam mı diye düşünürken ortamdaki elle tutulur gerginlik endişemi ikiye katlıyordu. Ağzımı açsam tanrılar üzerime yürüyecek gibi hissediyordum.

Zahel'den ses çıkmadı. Hala iki yanında yumruklarını sıkıyordu. "Yoksa suikastçıyı mı koruyorsun?" dedi hava tanrısı tahminin doğru olup olmadığını anlamaya çalışırken. Zahel'in verdiği cevapsa tüm salonun havasını dondurdu. "Karımı koruyorum!" Karımı koruyorum...karımı koruyorum. Sesi kafamda binlerce kez yankılanırken tüm salona ölüm sessizliği çökmüştü. "Kadınıma dokunanı kendi ölüm fermanını imzalamış sayarım!!"

Gözlerim nerdeyse yerlerini terk edecek hale gelirken beynim duyduklarıma inanmıyor kalbimse çılgına dönmüşçesine çarpıyordu. Kaskatı kesildim, belki de hayatımın en büyük şokunu yaşıyordum. Hava tanrısı geriye doğru bir adım atarken yüzündeki öfkesi hala canlı duruyordu. "Yalan söylüyorsun!" dedi kendinden emin bir ifadeyle. Salondaki herkesin bakışları hava tanrısı ve Zahel arasında mekik dokurken herkes nefesini tutmuş Zahel'in konuşmasını bekliyordu ama...tek kelime etmedi.

Sıktığı yumruklarını açıp ellerini önüne doğru götürdü. Sırtı bana dönük olduğundan ne yaptığını göremesem de diğer tanrıların merakla onu izlediğini görebiliyordum. Ceketini ve gömleğini aşağı doğru sıyırdığında tenini açığa çıkardı. Bakışlarım sol kürek kemiğine kaydığında daha önce görmediğim bir şey gördüm. Siyah renkte birbirine geçmiş iki halka sembolünün etrafında yıldızları andıran minik mor noktacıklar duruyordu. Bunu o gün nasıl fark etmediğimi düşünürken bana dönen Zahel'in bakışları nefesimi kesti.

"Eğer doğru söylüyorsan ondaki mührü de görmek istiyorum!" Yani bu mühürdü. Ceketinin düğmelerini tek tek ilikledikten sonra kanla kaplanmamış olan elini bana doğru uzattı. Titreyen elimi avucunca yerleştirip usulca ayağa kalktığımda kusuruz duruşuyla sol tarafıma geçti. Kıstığı bakışları hava tanrısının üzerindeydi. "Sırf sen ikna ol diye karımın bedenini görmene izin verir miyim sanıyorsun?! Benim kadınımı kendi karınla karıştırma gafletinde bulunma sakın!!" karım. Bunu demesi bu kan dondurucu ortamda bile içimde çiçekler açmasını sağlıyordu. Ama öte yandan uyanan öfkeme de engel olamıyordum.

"O halde kızı korumak için yalan söylediğini düşüneceğim." dedi yırtıcı ifadesiyle. "Aeros Zahel'in mührüne bağlılığını herkes biliyor. Hiçbir konuda mührüyle ilgili yalan söylemez!" itiraz içeren ses su tanrısına aitti. "Nolan'ı katılıyorum Aeros." Toprak tanrısı da desteğini sunduğunda hava tanrısı tereddüt etse de istifini bozmadı. "Şahsen ben size katılmıyorum." Sen burnunu sokmasan olmazdı Roan.

Öfkem giderek artarken kalbim şiddetle çarpıyor dişlerimi birbirine bastırmaktan kendimi alamıyordum. Bunca zaman benden gerçeği saklamıştı. Önce beklediği bir mühürlüsü olduğu gerçeğini sonra da o mühürlünün ben olduğum gerçeğini saklamıştı. Zihnimde şehirde yaptığımız konuşmanın hatırları canlanırken yumruklarımı sıktım. O gün bana mühürlüsünün ben olduğumu söyleyebilirdi ama yapmamıştı, böylesine önemli bir gerçeği benden saklayıp acı çekmeme göz yummuştu.

"Gösterebilirim." dedim sadece Zahel'in duyacağı ama kızgınlığımı da açıkça belli eden bir tonda. Başını olumsuz anlamda salladı. "Göstereceğim Zahel. Diğer tanrıların içinde seni kötü bir duruma sokmama neden olma!" dedim her kelimenin üstüne basa basa. Eğer gerçekten onun mühürlüsüysem bunu onlara ve kendime ispatlayacak ve Zahel'in bana engel olmasına müsaade etmeyecektim. "Umurumda değil!" dedi dişlerinin arasından. Ona kızgın olmama rağmen ben bile itibarını düşünüyorken o umurunda olmadığını söylüyordu. "Eğer..." sesinde yine açık bir tehdit vardı ancak bu seferki hedefi bendim. "Mührünü gösterirsen bu odadaki herkesin gözlerini oymak zorunda kalırım!"

Yutkundum, zira Zahel şu an hiç olmadığı kadar tekinsiz görünüyordu. Dişlerimi sıkıca birbirine bastırırken öfkemden sırf ona inat olsun diye elimi sol omzuma atıp hizmetçiden alıp omuzlarımda sabitlediğim pelerini çözdüm. "Yapma!" dedi Zahel gözlerinden ateş saçarken ama umursamadım. Benden gerçekleri saklayıp acı çekmeme izin veren adamı dinleyecek değildim. Elbisemin askısını omuzumdan aşağı doğru kaydırmaya başladığımda bir saniye içinde aramızdaki mesafeyi kapatan Zahel kollarını bedenime doladı.

Sıcak nefesini boynumda hissederken gözlerimi sıkıca yumdum. Kalbim üzerime binen duyguların ağırlığı altında ezilirken ne hissettiğimi anlayamıyordum. Zahel'in başka bir kadına ait olduğu düşüncesiyle acı çektikten sonra aslında o kadının ben olduğumu öğrendiğim için mutlu mu olmalıydım? Yoksa benden tüm bunları sakladığı için ona kızmalı mıydım? Şu an kızgındım, hem de çok kızgındım.

Sağ omzumdan aşağı doğru sarkan pelerini yakalayıp omuzlarımı örttükten sonra geri çekildiğinde ateş saçan gözlerimi gözlerine sabitledim. "Önümden çekil!" dedim kızgınlıkla. Başını usulca iki yana sallarken "Yapma." dedi bir kez daha. "Yapma ki en azından mahremini koruyabileyim." Bedenim kaskatı kesilirken sivri bir ok kalbimi delip geçti. Gözlerindeki yakarışı görebiliyordum, omuzumdaki ellerinin titrediğini hissedebiliyordum ve anlayamıyordum en azından ne manaya geliyordu? Kalbim acıyla kıvranıyor öfkem usul usul yok oluyordu. Kendime bir kez daha kızdım, ona bir kez daha yenik düşüyordum işte. Lakin bundan memnun olmadığımı da söyleyemezdim. Zahel için ölebilir, öldürebilir, yenebilir ve yenilebilirdim. Benim için en güzel yenilgi ise ona karşı yenilmek olurdu.

"Ben görmelerini sağlayabilirim." Bu ses Valeria'ya aitti. Önce Zahel'i ardından diğer tanrıları selamlayıp bize döndü. "Efendim izin verirseniz diğer tanrıların mühür bağınızı görmesini sağlayabilirim." Zahel ellerini omuzlarımdan çekip onayla başını salladığında herkes nefesini tutmuş Valeria'yı izliyordu. Başındaki kapüşonu iyice önüne doğru çekip tam karşımıza geçti. Ellerinin göğsümüzün üzerine getirdi, dokunmuyordu. Gözlerini kapattığında anlamadığım bir şeyler fısıldamaya başladı.

Dudaklarından dökülen her sözcükte kürek kemiğimdeki sızı artıyor yumruklarımı sıkmama neden oluyordu. Herkes pür dikkat bizi izlerken sol göğsümden ışık iplikleri çıkmaya başladı. Başımı yana çevirdiğimde Zahel'in de sol göğsünden aynı ipliklerin çıktığını gördüm. Lakin benim aksime Zahel canı yanıyor gibi durmuyordu. Kusursuz bir duruşla gözlerini üzerime sabitlemiş gözlerimin içine bakıyordu. Parıldayan ipler havada yüzüyormuşçasına birbirlerine doğru ilerliyordu. Nefesimi tutmuş bu büyüleyici olayı izlerken iplikler ortada buluştu. Valeria geri çekildiğinde göğüslerimizden çıkıp birbirine bağlanan ipliklere büyülenmiş gibi bakıyordum.

Beyaz bir ışıkla parıldayan ipler sıkı sıkıya birbirine kenetlenmişti. Ben gerçekten de onun mühürlüsüydüm. "Kim olduğu umurumda değil! O suikastçı olabilir!" Valeria'nın açığa çıkardığı mühür bağı yok olduğunda hava tanrısının kızgın bakışlarını üzerimde hissettim. "Karıma dokunmayı aklından bile geçirme Aeros!!" "Efendim!" bir Ragaz'a bir de kolundan tutup getirdiği hizmetçi kıza bakarken yüzümdeki gülümsemeye engel olmadım. Ragaz hızlı bir selam verdiğinde herkesin bakışları benden ona yönelmişti.

"Bu kadını gizlice kaçmaya çalışırken yakaladım. İçeceğinize zehri kendisinin kattığını itiraf etti." Açıklaması rahat bir soluk almamı sağlarken hizmetçi kız birden yere yatıp ağlayarak bir şeyler söylemeye başladı. "Yalvarırım affedin efendim. Lütfen...lütfen beni bağışlayın. Yemin...yemin ederim isteyerek yapmadım." Kadın korku dolu sesiyle yalvarırken öfkesi dinmek bilmeyen hava tanrısı bu sefer onun üzerine yürüdü. Sertçe omzundan tutup doğrulmasını sağladığında yaşlı gözlerine ateş saçan gözlerini dikti.

"Konuş!!" dedi kükreyerek. "Efendim ben...beni tehdit etti." Kız ağlıyor, hıçkırıklarının arasından zar zor konuşuyordu ama hava tanrısı en ufak bir merhamet belirtisi bile göstermiyordu. "Kim tehdit etti!!!" "Ben...ben bilmiyorum. Yü..yüzünü gizliyordu. Efendi Zahel'in içeceğine zehir koymamı istedi. Yapmazsam ailemi öldüreceğini söyledi." Hava tanrısı kızı bir çuval gibi kenara iterken resmen öfke saçıyordu. "Götürün onu!" Zahel'in emriyle birkaç dakika öncesine kadar beni tutan muhafızlar salya sümük ağlayan kızı alıp götürdü.

Salon tüyler ürpertici bir sessizliğe bürünürken herkes birbirine bakıyordu. "Sanırım toplantıyı sonlandırmamız gerekiyor." Öfkeli hava tanrısı bir fişek gibi salondan ayrılırken muhafızları da peşinden gitti. Diğer tanrılar ve muhafızları da birer birer yanımızdan geçerken Roan'ın alaycı bakışıyla karşılaştım. "Umuyorum bir dahaki gelişim düğün töreniniz için olur." diyerek sıcak bir gülümseme sunan Su Tanrısına zor da olsa aynı şekilde karşılık verdim. Zahel'in omzuna dostane bir şekilde vurduktan sonra salondan ayrılmasıyla yeniden sessizliğe gömüldük.

Nowa afallamış halde karşımıza dikildiğinde inanamıyormuş gibi bir bana bir Zahel'e bakıp duruyor ama tek kelime edemiyordu. "Sakın ağzını açayım deme Nowa!" Zahel'in ikazı boşunaydı. Zaten ağzını açabilecek gibi durmuyordum, tıpkı benim gibi. Kalbim gümbür gümbür çarparken yanımda duran adama bakıyordum. Korkunç bir ihtimal zihnimin duvarlarını hunharca yumruklarken yutkundum. Ansızın peyda olan habis düşünceler kafamın içinde yüzlerce gölge misali uğursuz bir dansla kıvrılırken ruhum buz kesti. Hayır, bu doğru olamaz.

Bu mühür...hissettiğim her şeyin sebebi o olabilir miydi? Kalbime koca bir balyozun indiğini hissettiğimde nefesim kesildi. Zahel'e karşı olan hislerimin sebebi mühür olabilir miydi? Onu sevmemi sağlayan şey mühür müydü? Belki de mühür eşlerin birbirini sevmesini sağlıyordu. Her ne kadar bunun doğru olmamasını umsam da içimdeki uğursuz bir ses doğru olduğunu söylüyordu. Aksi halde daha ilk görüşte ona karşı hisler beslemeye başlamış olmam mümkün olmazdı, ona böylesine derinden bağlanmam mümkün olmazdı. Ama olmalıydı işte, olmak zorundaydı. Bu hisler benimdi, yüreğimin derinlerinden doğmuş kısacık bir zamanda kollarını ruhuma saran bu hisler benim olmalıydı, mühür yaratmış olmamalıydı.

Hayal kırıklığının keskin parçaları etimi doğrarken dişlerimi birbirine kenetledim. Farkındalık canımı öyle çok yakmış, öfkemi öyle çok arttırmıştı ki kontrolümü kaybetmek üzereydim. Öfke kanımı fokurdatmaya başladığında hiçbir şeyi umursamadan arkamı dönüp koşmaya başladım. Hızlı adımlarla merdivenleri tırmanırken arkamdan gelen Zahel'i ve söylediklerini görmezden geldim. Onu görmek istemiyordum, onunla konuşmak istemiyordum.

Odamın kapısını açıp aynı hızla kapatırken son anda Zahel'in yüzüyle karşılaşsam da umursamadan kapıyı kilitleyip yere çöktüm. Sırtımı kapıya yaslayıp dizlerimi kendime doğru çekerken ellerimle yüzümü kapattım. Ne yapacağımı ne düşüneceğimi ve ne hissedeceğimi bilmiyordum. Gözlerim dolmaya başlarken sesini duydum. "Silva!" "Git buradan!!" diye çıkıştım. Bir yanım onu içeri almak isterken diğer yanım yüzünü bile görmek istemiyordu. İşte ona karşı olan hislerim beni bu hale getiriyordu. Onun yüzünden göz yaşı dökerken bile başımı göğsüne yaslamak saçlarımı okşadığını hissederken hüngür hüngür ağlamak istiyordum. Ağrıyan kalbim kapıyı açıp kendimi kollarına atmam için yakarırken kendime mâni olmak sandığımdan güçtü.

"Açıklamama izin ver." "Şimdi mi aklın başına geldi?!!" dedim bağırarak. "Seninle konuşmam lazım." dediğinde sormaya korktuğum o soruyu sordum. "Neden? Yoksa mühür kalbinde benim için hisler beslemene mi neden oldu?" bu sorunun cevabını hem merak ediyor hem de duymaktan korkuyordum. Göğsüm sıkıştı, boğazıma koca bir yumru oturdu ve yanaklarımdan yaşlar süzüldü. Lütfen...lütfen diye içimden sayıklamaya başladım. Sadece lütfen diyor gerisini getiremiyordum. Zira ne duymak istediğimden emin değildim.

"Hayır." Aldığım dümdüz cevap acı içinde gülmeme neden oldu. Ellerimle yanaklarımdaki ıslaklığı kurularken parçalara ayrılan kalbim sızladı. "O halde bu aptal mühür bir tek bana mı işliyor?" dedim gülerek. Aklımı kaybetmek üzere olduğumu hissediyordum. "Beni içeri alırsan açıklayabilirim." "Senden nefret ediyorum." dedim. Bu bir yalandı, belki de hayatımda söylediğim en büyük yalandı ama anlamadığım bu yalanı kime söylediğimdi, ona mı yoksa kendime mi? "Keşke en başında nefret etseydin." Bir an yanlış duyduğumu sandım. Hayır, yanlış duyduğumu düşünmek istedim. Zira Zahel'in bu sözleri sarf etmiş olmasına inanmam mümkün değildi. Bir şaşkınlık dalgası göz yaşlarımın duraksamasına neden olurken sertçe yutkundum. Şaşkınlık ve hayal kırıklığı dolu bir sesle "mühürlünün senden nefret etmesini mi istiyorsun?" dedim.

Bu sefer sessizlik uğursuz biçimde uzadı. Gitmediğini biliyordum, kapının diğer tarafından gelen düzensiz soluk seslerini işitiyordum. Lakin cevap vermiyordu, belki de söyleyecek uygun sözler arıyordu. Bense ne duyacağımı bilmez halde kafamı kapıya yaslamış öylece duruyordum. "Saçının tek teline zarar gelsin istemiyorum Kar Tanesi." Çoktan cevap vermeyeceğini kabullenmediğim esnada aldığım cevap afallamama neden olurken kafamın içinde zelzele ansızının kesildi. Ne verdiği yanıtın manasını çözebildim ne de bana Kar Tanesi demesinin nedenini anlayabildim. Çöle dönen kalbiminse işittiklerini uzun zamandır beklediği yağmur olarak kabul edip canlanmasına engel olamadım.

Sonrasında uzun bir sessizlik oluştu. Dakikalar birbirini kovalayıp saatlere dönüşürken gözlerimden peşi sıra yaşlar süzülmeye devam ediyordu. Zahel ise hala kapının diğer tarafında bekliyor ancak tek kelime etmiyordu. Nefes seslerini duyabiliyordum ve varlığını hissetmek daha çok canımın yanmasına neden oluyordu. Ellerimi usulca yüzümden çekerken kalbim korkuyla çarpmaya başladı.

Bir anda zihnimin kapıları ardından çıkıp gelen hatıra kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Senin gerçeğin bu Silva Sideras. Kafamın içinde yankılanan ses kanımın çekilmesine neden olurken kalbim gümbürdemeye başlamıştı. Zehirlendiğim zaman rüyamda duyduğum o ses bana Silva Sideras demişti, bu Zahel'in soyadıydı. Farkındalık telaşa kapılmama neden olurken gördüğüm şeyin bir rüya olup olmadığını sorgulamaya başladım. O zamanlar mühürden benim bile haberim yokken o ses nereden biliyordu? Sesin kime ya da neye ait olduğu büyük bir soru işaretiyken gerçekten aklımı kaybettiğimi düşünmeye başladım.

Elimi usulca sol omzuma atarken soluklarım hızlanmıştı. Artık rahat bıraktığım göz yaşlarım yanaklarımdan süzülmeye devam ederken son enerji kırıntımla ayağa kalkıp aynanın karşısına geçtim. Elbisemin askısını indirip sol kürek kemiğimi açtığımda gözlerimin önüne serilen mührüme buruk bir gülümsemeyle baktı. Birbirine geçmiş iki siyah halka ve etrafına serpiştirilmiş mor renkteki minik yıldızlar, tıpkı Zahel'inki gibi. Bunca zaman bunu nasıl fark edemediğimi sorgularken gözlerimi mührümden ayıramıyordum.

Nedenini anlayamasam da birçok kez sızlamıştı mührüm. Oysa ben bir yerime bir şey olduğunda koşa koşa aynanın karşısına geçer ne olduğuna bakardım. Lakin bir kez olsun sızlayan kürek kemiğime açıp da bakmamıştım. Belki de bu diyara geldiğimden beri kafamın haddinden fazla şeyle dolup taşmasındandı bilmiyorum. Ama durum buydu işte, mührümü şu ana dek fark edememiştim.

Nahoş bir olay neticesinde olsa de varlığını nihayet fark ettiğim mührüm Zahel'e olan kızgınlığıma rağmen yüzümde bir tebessüm oluşturdu. Lanetler okuduğum kaderim beni Zahel'e bağlamıştı ve bu belki de kaderin bana en büyük hediyesiydi. Öyle olmasını, bu noktadan sonra işlerin daha da beter bir hal almamasını tüm içtenliğimle umut ettim. Yarın ne olacaktı bilmiyordum. Zahel'e kızgındım. Lakin elbet öfkem yatışacaktı, asıl soru ondan sonra ne olacağıydı. Mühür bağı Zahel'le nasıl bir ilişkinin içine sokacaktı bizi? Mutlu olabilecek miydik? Ya da mecburi bir birlikteliğimiz mi olacaktı? İkinci ihtimal en kötü kabusumdan bile korkunçtu.

Farkında olduğumdan daha uzun bir süre boyunca mührümü inceledikten sonra ağır adımlarla ilerleyip kendimi yatağa bıraktım. Gözlerimi usulca kapatırken tüm bunların bir rüya olmasını dilemek istedim ama onu bile yapamadım. Mühür yüzünden ya da değil, Zahel'in bir rüyadan ibaret olmasına yüreğim şiddetle karşı çıkıyordu.

Tuhaf bir tıkırtı sesi gözlerimi açmama neden olduğunda doğrulup etrafa bakınmaya başladım. Bir ses duyduğuma emindim ama her şey normal görünüyordu. Ne kadardır uyuduğumdan emin değildim ama hala karanlık olan odadan anladığım kadarıyla birkaç saat olmuştu. Başımı usulca kapıya doğru çevirdim. Zahel'in hala orda olup olmadığını merak ederek yataktan kalktığımda balkon kapısının aralık olduğunu fark ettim. Korku yavaş yavaş kendini göstermeye başlarken kapıya doğru yürüdüm. Bir an tereddüt etsem de kapıyı aralayıp balkona göz gezdirdim. Her şey normal görünüyordu. Rahat bir nefes verip kapıyı kapattığımda ağzıma ve burnuma bir şey bastırıldı. Arkamdan beni tutan kişiden kurtulmak için debelenirken gözlerimin önünü kararmaya başladı.

"Zahel!"

 

Loading...
0%