Yeni Üyelik
10.
Bölüm

❄️Şeytanın İşareti

@anksiyeteliyazar

Keyifli okumalar arkadaşlar. Oy vermeyi unutmayın :)

Silva

Valeria sözleriyle kalbimde koca bir yara açarken işittiklerime inanmayı reddediyordum. Bu mümkün olamazdı, Zahel’in bir eşi olmazdı. Boğazım düğümlenirken nefes almayı bırakmıştım. Kalbim yüzüme tokat misali çarpan gerçeğin altında ezilirken zar zor konuşabildim. “Bu…bu da ne demek?” İkisi de suratıma mahcup bir ifadeyle bakarken Jieli’nin de bunu bildiğini ama ancak daha yeni hatırladığını karmaşık yüz ifadesinden anlayabiliyordum.

İkisi de sessizce bakışları önlerinde beklerken benim için zaman donmuştu. Hiçbir şey göremiyor hiçbir şey işitemiyordum. Kafamın içinde Valeria’nın sözleri sayısız kez yankılanırken tüm ruhum acı içinde kıvranıyordu. Nasıl olabilirdi, hayatım boyunca ilk kez kalbimi ısıtan adam nasıl bir başkasına ait olabilirdi? Tam da ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamışken bu duyduklarım haksızlık değil miydi?

“Şey…Silva eşi henüz ortaya çıkmadı.” Sözleri tekrar gerçekliğe dönmemi sağlarken buğulanmış gözlerimi ona diktim. Bu kız kafamı bir ip yumağı gibi karıştırıyordu. “Ben dediklerinden bir şey anlamıyorum.” dedim sitemle. Jieli epey üzgün görünüyordu. Ten rengi solmuş dudakları düz bir çizgi halini alırken gözlerindeki neşe uçup gitmişti. Valeria ise ikileme düşmüş gibi görünüyordu. Konuşup konuşmamanın kararsızlığını yaşarken uzun bir sessizlik oluştu. “Şöyle ki Silva kader tanrıların eşlerini daha onlar doğmadan belirler ve onları birbirine mühürler. Eşler birbirleriyle karşılaştıkları ilk anda da vücutlarında mühürleri belirir. Tanrı Zahel’in mühürlüsü henüz ortaya çıkmadı ama çıkacaktır.”

Duyduklarımı idrak etsem de inanmak istemiyordum. Lanet olası kader Zahel için zaten bir eş seçtiyse neden ona karşı hisler beslememe izin vermişti ki? Başımı yana doğru çevirip kızlara fark ettirmeden dolan gözlerimi sildim. “Peki bu bir zorunluluk mu? Yani…başka biriyle birlikte olma ihtimali yok mu?” Ektiğim küçük umut tohumları filizlenmeye hazır bekliyordu. Duymak istediğim tek şey böyle bir ihtimalin olduğuydu ama kızlar mahcup bir ifadeyle tekrar birbirlerine baktıklarında umut tohumlarım toprağın altında can verdi.

“Mühür eşlerin birbirinden fazla uzak kalmasına izin vermiyor Silva. Eşler birbirinden uzak kaldıkça mühür onlara fiziksel ve ruhsal olarak işkence ediyor ve en büyük işkenceyi de tanrılar görüyor. Bir tanrı eşinden haddinden fazla uzak durduğu takdirde mühür onu deliliğe sürüklüyor.” Valeria’nın açıklaması içimdeki umudu en ufak parçasına kadar yok ederken kavrulan kalbim hayatı boyunca çekmediği kadar büyük bir ızdırap çekiyordu.

Boğazıma oturan yumruyu geçirebilmek umuduyla yutkunduğumda bir kez daha yıkıldığımı hissettim. Hayat bana darbeyi bir kez daha en zayıf noktamdan vurmuş yıkılışımı zevkle izlemişti. Geçen gecenin hatıraları gözümün önünde belirirken bakışlarım saçlarıma kaydı. Hayatım boyunca ilk defa benden başka biri saçlarımı sevmişti ama o bana değil başkasına aitti, başka bir kadına. Benim değildi ve asla olamayacaktı.

Bir an her şeyden çok sevdiğim saçlarımı yolmak istedim. Kopan her bir saç telimle Zahel zihnimden silinsin istedim ama elim varmadı. Yüreğimi acıdan kıvranırken bile Zahel’i unutmamı istemiyordu. Beynim Zahel’i unutmamı fısıldarken kalbim aksi için deli gibi çırpınıyordu. İlk kez birine karşı böyle hissetmiş ve bu hiç bitmesin istemiştim ama anlaşılan çok şey istemiştim.

“Hanımım iyi misiniz?” Dolan gözlerimi hızla kırpıştırırken konuşmak istedim ama boğazıma yerleşen yumru izin vermedi. Başımı aşağı yukarı sallayıp iyi olmasam da iyi olduğumu ifade ettiğimde derin bir nefes aldım. “Üzgünüm hanımım ben bunu tamamen unutmuşum.” “Önemli değil?” diye fısıldadım ama kahretsin ki önemliydi, hem de her şeyden daha önemliydi. “Gerçekten Tanrı Zahel’e karşı bir şeyler hissediyorsan hislerin daha da büyümeden bundan vazgeçsen iyi olur Silva.” Valeria’nın sözleri karşısında başımla onaylamaktan başka bir şey gelmedi elimden.

Büyümeden demişti ama artık çok geç olduğunun farkında bile değildi. Ben çoktan Zahel’i kalbimin derinliklerine yerleştirmiş ona karşı olan hislerime bir isim vermeye hazırlanmıştım ama artık bir önemi kalmamıştı. Hissettiğim şey ne olursa olsun artık bir önemi yoktu. Zahel başka birine aitken hislerime bir isim vermek neyi değiştirirdi ki?

Gözlerimden yaşlar akacağını hissettiğim anda kızlara arkamı döndüm. Sıkıca kapattığım gözlerimden yaşlar süzülürken kimse fark etmesin diye kapüşonumu düzelttim. Ellerimle yanaklarımı kurulayıp gözlerimi açtığımda karşılaştığım manzara kalbime bir mızrak gibi saplandı. Zahel her zamanki asalet dolu görüntüsüyle metrelerce ötede duruyor ve beni inceliyordu.

Gözlerini görmek gözlerimin dolmasına neden olurken ağlamamak için kendimi sıkabildiğim kadar sıkıtım. Gece kadar karanlık olan gözleri, saçlarımı okşayan elleri ve her şeyiyle o bir başkasına aitti. İçimdeki sızı şiddetlenirken sol kürek kemiğimde baş gösteren sızı yüzümün buruşmasına neden oldu. Omzumu usulca oynatırken gözlerimin önünde gerçekleşen senaryo dehşete düşmeme neden oldu.

Elinde tuttuğu kovayla Zahel’e doğru yaklaşan bir adam aralarında kısa bir mesafe kala durmuş tuttuğu kovayı üzerine doğru savurmuştu. Baştan aşağı çamurlu suyla kaplanmış Zahel’i şaşkınlıktan açılan ağzımı elimle kapatarak izlerken etraftaki herkesin de şok içinde bir kenara çekilip ortada duran Zahel’i izlediğini fark ettim. Olan şeye anlam veremeyerek kaşlarım çatılırken adamın elinde kovayla olduğu yerde durduğunu fark ettim. Yüzünde iğrenç bir ifadeyle Zahel’i izliyordu.

Elinde bir kovayla gelen başka bir adamı gördüğümde Zahel’e doğru koşmaya başladım. Aramızda birkaç metre mesafe kaldığında Zahel’in başından aşağı dökülen çamurlu su olduğum yerde donakalmama neden oldu, yetişememiştim. Başımı çevirip yüzlerindeki iğrenç sırıtışla toplanan gruba baktım. Bu yaptıklarına inanamıyordum. İçimde alev alan öfkem yumruklarımı sıkmama neden olurken onlar iğrenç bir sırıtışla Zahel’e ben de öfkeyle onlara bakıyordum.

Grubun içinde bir kadının elindeki kovaya yeltendiğini gördüğümde aramızdaki mesafeyi kapatıp Zahel’in önüne geçtim. Sırtımı ona dönerken içimdeki koruma dürtüsüyle kollarımı aşağıdan yana doğru açtım. Kadın gelişimle elindeki kovayı bırakırken bağırışlar yükselmeye başladı. “Canavar.” “Şeytanın dölü.” “Canavar.” “Canavar” bağırışlar giderek yükselirken içimdeki öfke de dalga dalga artıyordu. İçimden hepsini parçalara ayırmak Zahel’e hakaret eden ağızlarına asit dökmek geçiyordu.

“Keskin sesinizi!!!!” hayatımda hiç bağırmadığım kadar yüksek sesle bağırdığımda etrafta ölüm sessizliği oluştu. Hepsinin yüzünde şaşkınlık vardı, ne yapacaklarını bilmez halde birbirlerine bakıyorlardı. Şimdi etrafımız şehirdeki tüm insanlarla çevrilmişti. Bir kısım bize nefret dolu gözlerle bakarken bir kısım sessiz sedasız ve kınayan bakışlarla Zahel’e hakaretler yağdıran gruba bakıyordu. Resmen koca bir şehir ikiye bölünmüş gibi duruyordu. Bir yarısı Zahel’e nefret kusarken diğer yarısı olması gerektiği gibi ona saygıyla yaklaşıyordu. Ensemde Zahel’in nefesini hissettiğimde kalbimin ritmi bozulsa da istifimi bozmadım. “Karışma Silva.” “Sen de sus!” dedim kısık ama sert çıkan sesimle. Belki bunu yapmamalıydım ama yapmıştım işte.

Kalabalıkta bir uğultu baş göstermeye başladığında gür çıkan sesimle susmalarını sağladım. “Aşevinde yemek yemiş olanlar ellerini kaldırsın!” dediğimde herkes tereddütle birbirine bakmaya başladı. İlk eller Zahel’e bağlılık gösteren insanlar arasından yükseldi. Havadaki ellerin sayısı her geçen saniye artarken iğrenerek bize bakan guruptan cılız bir adamın eli hava kalktı. Kısa boylu olan adam yaşlı ve sağlıksız görünüyordu, gözleri içine çökmüş yüzü buruşmuştu. Birkaç saniye başka kimse elini kaldırmadı ama nihayetinde yaşlı adama tereddütle bakan insanlar birer birer ellerini kaldırmaya başladı. Nerdeyse hepsinin eli havaya kalktığında midemin bulandığını hissetim. İğrenç yaratıklar.

“O aşevini Tanrı Zahel’in yaptırdığını bilerek orada yemek yemiş olmanıza rağmen hiç utanmadan nasıl böyle davranma cesareti gösterebiliyorsunuz?!!” başta sessiz kalan grubun içinden Zahel’in üzerine çamurlu su atan adam bir adım öne çıkıp midem bulandıran ifadesiyle bakışlarını üzerime dikip işaret parmağını öne doğru uzattı.

“Yaptıkları bir tanrı olarak zaten yapmakla yükümlü olduğu şeyler. Sırf bunları yaptı diye bir şeytana bağlılık gösterecek değiliz!” dedi adeta tükürürcesine, bense kulaklarıma inanmadım. Yaptıkları resmen nankörlüktü. Tamam, tüm bunlar Zahel’in yapmakla yükümlü olduğu şeyler olabilirdi ama sonuçta o tüm görevlerini layıkıyla yerine getirirken insanların böyle mide bulandırıcı bir tutum sergilemeleri iğrençti. Asıl şeytan kendileriyken Zahel’e şeytan diyen dillerini kökünden sökmek istiyordum. Öfke tüm benliğimi ele geçirdiğinde konuşmak için ağzımı açacaktım ki üzerimize doğru hızla gelen taşı fark ettiğimde susup kaldım.

Her şey bir anda olup biterken kendimi Zahel’in kollarının arasında buldum. Sırtını üzerimize taş yağdıran insanlara çevirmiş benim için adeta bir canlı kalkan olmuştu. Şok olmuş bir ifadeyle ona bakarken yüzündeki kayıtsızlık beni delirtiyordu. Sırtına çarpan taşların sesini duyuyordum ama Zahel’in yüzünde en ufak bir mimik bile oynamıyordu. Acıtıyor olmalıydı ama o bunu mükemmel bir şekilde gizliyordu.

Dakikalarca Zahel’n kolları arasında kaldıktan sonra nihayet geri çekildiğinde neler olduğunu anlamak için etrafa baktım. Muhafızlar üzerimize taş yağdıran grubu bir çember şeklinde aralarına almış üzerlerime mızrak doğrultmuşlardı. Hepsinin yüzünde korku dolu bir ifade vardı. Ölmek istemiyorlardı ama bunu sonuna kadar hak ediyorlardı. Bakışlarımı Zahel’e çevirdim. Aynı kayıtsız ifadesiyle az önce üzerimize taşlar yağdıran insanlara bakıyordu.

“Bırakın gitsinler.” dediğinde hayatımın en büyük şokunu yaşadım. Muhafızlar geri çekildiğinde hepsi küçük fareler gibi kaçışmaya başladı. İnanmaz gözlerle Zahel’e bakarken bir anda parmaklarını bileğime dolayıp beni peşinden sürükledi. O önde hızla ilerlerken ben de arkasından sürükleniyordum. Diğerlerine nazaran tenha bir ara sokağa geldiğimizde bileğimi bırakıp kaşlarını çatarak suratıma baktı. “Onlar benim halkım Silva. Bir daha sakın karışma!” keskin ses tonu iliklerime kadar işlerken öfkem daha da artmıştı.

“Onlar senin halkın falan değil. Onlar bir avuç nankör yaratık!!” dedim bağıra bağıra. Artık kendimi tutacak gücüm kalmamıştı. O insanlardan nefret ediyor Zahel’i ise bir türlü anlayamıyordum. “Kendince nedenleri var.” dediğinde resmen gözüm dönmüştü. “Nedenleri umurumda bile değil!!! Sana böyle davranmalarına izin vermeyeceğim!!” Bir kez daha bağıra bağıra söylediklerim Zahel’in kaşlarının daha da çatılmasına neden olurken sinirlendiğini görebiliyordum.

“Halkımla aramda olanlara karışmaya hakkın yok!!” dedi buz gibi bir sesle. Kalbimin aldığı darbe öfkemin yok olmasına neden olurken üşüdüğümü hissettim. Öylece donup kaldım. Sözlerinin soğukluğu ruhumu dondururken bakışlarım önüme düştü. Lanet olsun ki haklıydı. Kim oluyordum da böyle bir şeye karşımaya kalkıyordum ki? Bu duruma karışmak için hiçbir sıfatım yoktu ama kalbime de engel olamıyordum işte. Zahel’e yapılanlar öfkeden gözümün dönmesine neden oluyordu.

“Bunu bir daha yapma!” dedi aynı soğuk ses tonuyla. Arkasını dönüp uzaklaşmaya başladığında bir anda içimdekileri söyleyiverdim. “Halkın seni öldürmek için planlar yapıp üzerine taş yağdırırken nasıl böyle kayıtsız kalabiliyorsun?” olduğu yerde durdu ama cevap vermedi. Arkasından bakarken içim cız ediyordu. Biliyordum, ona canavar denmesi çok canını yakıyordu ama anlayamıyordum canı yanmasına rağmen neden hiçbir şey yapmıyordu.

Tekrar yürümeye başladığında sağ gözümden taşan sıcak bir damla yanağımdan kayarak çeneme doğru ilerledi. “Doğru mu?” dedim. Sesim kısık ve acı dolu çıkmıştı. “Mühürlünü mü bekliyorsun?” Bunu sadece sormak bile canımı öyle çok yakmıştı ki… Valeria’nın böyle bir konuda yalan söylemek için hiçbir sebebinin olmadığını biliyordum, anlattıklarının doğru olduğunu da içten içe biliyordum ama ondan duymadan içimin rahat etmeyeceğinin de farkındaydım. Zira ondan duymadığım sürece her daim umut etmeye devam edecektim. Cevap vermeliydi, cevap vermeliydi ki ben de içimdeki umudu kökünden söküp atabileyim.

Ağır ağır bana doğru döndüğünde gözlerimin içine baktı. Yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu, bunu öğrendiğim için şaşırmış mıydı? Suratında şaşkınlığa dair en ufak bir belirti yoktu. Her zamanki kadar soğuk ve hiç olmadığı kadar sıcak bakıyordu buğulanan gözlerime. “Doğru.” dedi dümdüz bir sesle ve ben o an paramparça olduğumu hissettim. Ruhumun çektiği ızdırabın tarifi yoktu, göz yaşlarım gözlerimi hiç bu kadar yakmamış kalbim hiç bu kadar acımamıştı.

Bir an sendelediğimde Zahel bana doğru bir adım attı ama sonra olduğu yerde durdu. Hızla gözlerimi kırpıştırırken dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Çenem zangır zangır titriyor peşi sıra akmayı bekleyen göz yaşlarımı görüşümü bulanıklaştırıyordu. Ruhum cayır cayır yanarken öfke damarlarımdaki kanı fokurdatıyordu. Madem bir eşi vardı ne diye bana yakınlık göstermişti?

Yumruklarımı sıkıp hızlı adımlarla üzerine doğru yürüdüm. Aramızda uygun bir mesafe kaldığında durup bir hışımla sağ elimdeki yüzüğü çekip çıkardım. Bana aldığı yüzüğü ilk kez bu sabah neşeyle takmıştım ve daha birkaç saat geçmeden varlığından rahatsız olmuştum. Bir eşi olmasına rağmen bana yakınlık gösterip yarı yolda kalmama neden olan bu adama dair en ufak bir şey bile taşımak istemiyordum üzerimde.

Bileğini tutup kendime doğru çektim ve yüzüğü avucuna bıraktım. “Mühürlün geldiğinde ona verirsin.” dedim kızgınlıkla. Tek kelime etmedi, yüzündeki donuk ifade bile değişmedi. Gitmek üzere arkamı döndüğümde zihnimde beliren bir hatıra duraksamama neden olduğunda arkamı dönmeden konuştum. “Bu arada bugün Nowa’yla konuştuğumda ona kalmak istediğimi söylemiştim ama fikrimi değiştirdim. En kısa sürede buradan gitmek istiyorum.” Her şeye rağmen kalmak, Zahel’e yakın olma isteğimi kalbimin derinlerine gömdüm.

Adım attığım anda kolumda hissettiğim parmaklar öfkemi ikiye katladı. “Bırak!!” diye sertçe çıkışıp kolumu hızlıca çekip kurtardım. Zahel bir anda önüme geçtiğinde nihayet yüzünde bir şaşkınlık emaresi yakalayabildim. Kaşları çatılmış dişlerini sıktığı için yüz hatları gerilmişti. “Hiçbir yere gidemezsin!!” dedi itiraz kabul etmeyeceğini açıkça belli eden ses tonuyla. Sözleri öfkemi bir çığ gibi büyüttü. Beklediği bir kadın olduğu gerçeğine rağmen bana yakınlık gösterip duygularımla oynamıştı ve hala gitmeme izin vermeyeceğini söylüyordu. Karakterinden şüphe etmiyordum ama neden böyle davrandığını da anlayamıyordum. Gelişini kim bilir ne kadar süredir beklediği kadına ansızın ortaya çıkan biri için ihanet etmezdi.

“Bana karışmaya hakkın yok!!” dedim birkaç dakika önce söyledikleri aklıma geldiğinde ve devam ettim. “Kim oluyorsun da bana karışıyorsun ki?!” Yutkundu, bunu önce yukarı ardından aşağı doğru kayan âdem elmasından anladım. Şimdi yüz hatları daha da gerilmişti. “Hakkım var!!” dedi irkilmeme neden olan ses tonuyla ve bu sinirimi daha da arttırdı. Son sorumu görmezden geldiği gibi bir de bana karışabileceğini söylüyordu.

“Kim oluyorsun ki?!!” kızgınlıkla sorumu yineledim ve uzun, rahatsız edici bir sessizlik oluştu. Zahel’in bakışları önüne düşerken yüzündeki gergin ve sinirli ifade de yok olmuştu. “En kısa zamanda buradan gitmek istiyorum.” dedim hayal kırıklığı içinde. “Üzgünüm.” Bir fısıltı gibi çıkan sesine karşılık yüzüm şaşkın bir hal aldı. Yıldızlı bir gökyüzünü andıran gözleri elalarıma tuhaf bir ifadeyle bakarken devam etti. “Gitmene izin veremem.” “Neden?!” haykırışım ıssız sokakta sayamayacağım kadar çok kez yankılandı. “Korkuyorum.” dedi ve karşılık vermeme müsaade etmeden hızla çekip gitti. Sesi öyle kısık çıkmıştı ki duyduğumun şeyin gerçek mi yoksa hayal ürün mü olduğunu anlayamıyordum.

Dakikalarca bomboş sokakta öylece beklerken gözyaşlarımın akmasına izin verdim. “Hanımım!” arkamdan gelen sesi duyduğumda hızlıca yanaklarımı kurulayıp sese doğru döndüm. Valeria ve Jieli koşar adımlarla yanıma geldiklerinde telaşla beni baştan aşağı süzdüler. “Neden öyle bir şey yaptın Silva?” az önce olanları kastediyordu, oysa bana günler geçmiş gibi geliyordu. Ruhsuz gözlerle Valeria’ya bakarken verecek uygun bir cevap aradım.

“Ben…Zahel’e öyle davranmalarına katlanamadım.” dedim tek düze bir sesle. Gözyaşlarım gözlerimi zorlarken kendimi zar zor tutabiliyordum. Bir eşi olduğunu öğrenmeme rağmen ona öyle davranılmasına yüreğim el vermemişti işte. Gerçekler yüreğimi dağlasa da hissettiklerime engel olamıyordum. “Uyarmak için geç kaldım değil mi? Sen çoktan ona âşık oldun.” Cevap veremedim, sadece sustum. Artık önemi yoktu, artık hiçbir şeyin önemi yoktu gözümde. Benim için sadece Zahel vardı ama o da bir başkası içindi.

***

Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda ihtişamla parlayan ayla karşılaştım. Neredeyse gece yarısı olmasına rağmen hâla bahçenin ıssız bir köşesinde öylece dolanıyordum. Kafamın içinde sayamayacağım kadar çok düşünce gezinirken odama gitmek istemiyordum. Aklım hâla bugün olanlardaydı. Zahel’in üzerine taş yağdıran insanları hatırladıkça yumruklarımı sıkıyor hepsini yaptıklarına pişman etmek istiyordum ve Zahel’in söyledikleri bile böyle hissetmeme engel olamıyordu. Hakkım olsun olmasın ona böyle davranılması hoşuma gitmiyordu.

Sıkıntılı bir nefes verirken ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Zahel’i düşünmekten bir türlü kendimi alamıyor diğer yandan Valeria’nın söylediklerini unutamıyordum. Onun bir başkasına ait olduğu fikrini hala kabullenemiyordum. Üzüleceğimi bilsem de içten içe umut etmekten de kendimi alamıyordum bir türlü. Belki mühürlüsü hiç ortaya çıkmaz ve o bana karşı benim ona hissettiklerimi hisseder diye hüzünle hayal kuruyordum. Asla gerçek olmayacağını bilsem de hayali bile mutlu olmama yetiyordu. Ben de böyle bir aptaldım işte, her şeyin farkında olup da hayal etmekten vazgeçemeyen bir aptal.

Valeria haklıydı, ben çoktan ona âşık olmuştum ve karşılıksız aşkım beni şimdiden cehennem ateşine atmıştı. Zahel’den uzak durmam gerekiyordu, kendimi ona daha fazla kaptırmamalıydım ama lanet olsun ki kalbim buna şiddetle karşı çıkıyordu. Kızgındım, benden böyle bir gerçeği sakladığı ve onu sevmeme izin verip bana böylesi bir acı yaşattığı için ama aptal kalbime de söz geçmiyordu işte. Adını duymak bile heyecanlanmama neden olurken ondan uzak durmayı nasıl başaracaktım.

Gitmem gerekiyordu, geldiğim yere olmasa bile bu saraydan ve Zahel’den uzak bir yere gitmem gerekiyordu. Bunun düşüncesi dahi kalbimi kırarken nasıl çekip gidecektim bilmiyordum ama gitmeliydim. Zahel’i bir daha görmemek canımı yakacaktı ama görmek daha da çok yakacaktı. Onun başka bir kadını beklediğini ve o kadının bir gün gelip onu alacağını bilerek nasıl kalabilirdim burada.

“Sakın sesini çıkarma!” beklemediğim bir anda boğazıma dayanan hançer korkudan yutkunmama neden olurken hareket edemiyordum. “Şimdi uslu olmanı sağlayalım Küçük Hanım.” Duyduğum sesle eş zamanlı olarak başımda hissettiğim keskin acı sendelememe neden olurken zemin ayaklarımın altıdan kaymaya görüşüm bulanıklaşmaya başladı.

***

Başımın arkasında hissettiğim keskin acı yüzümü buruşturmama neden olurken ağrıyan gözlerim sanki birbirine kenetlenmiş gibi açılmak bilmiyordu. Birbirini kovalayan dakikalarla birlikte azalan ağrı usulca gözlerimi açmama izin verdiğinde gördüğüm ilk şey bulanık renkler oldu. Geçen birkaç dakikayla birlikte görüşüm netleştiğinde kendimi terk edilmiş gibi görünen ahşap bir kulübenin içinde buldum.

Sol tarafımda usul usul yanan bir şömine vardı. Genel olarak etrafımı görmemi sağlayan o olsa da sağ taraftaki koca pencereden süzülen ay ışığının da epeyce katkısı vardı. Yanan odunların çıtırtısının yükseldiği odada yığılı birkaç tahta parçasının oluşturduğu küçük tümsekler, nerdeyse her köşede olan örümcek ağları ve örümceklerden başka bir şey yoktu.

Bulanık bilincime rağmen ayağa kalkmak için yeltendiğimde sadece bir iki santim hareket edebildim. Bakışlarım üzerime kayarken farkındalık bilincimi ok misali yararak geçti. Sandalyeye sıkı sıkıya bağlanmıştım. Bacaklarımı ve kollarımı belki kurtarabilirim umuduyla oynatsam da istediğim sonucu elde edemedim. Kollarım, bacaklarım ve belimden kalın bir iple sandalyeye sıkı sıkıya bağlanmıştım.

Tamamen kendime geldiğimde zihnimi dolduran anılar silsilesi telaşlanmama neden oldu. Biri boğazıma bir hançer dayayıp beni bayıltmıştı. Lanet olsun. Olağanca gücümle iplerden kurtulmak için debelenmeye başladım. Korkunun keskin bıçakları zihnimi yara yara ilerlerken geçen her saniye umudumu kırıyordu.

“Boşuna uğraşıyorsun Küçük Hanım.” Debelenmeyi bırakıp başımı sağa doğru çevirdiğimde gıcırdayarak açılan kapı görüş alanıma girdi. Ay ışığı kapı eşiğine düştüğünde karanlık bir silüet belirdi. Uzun boylu bir adam kapının tam önünde duruyordu, karanlıktan yüzünü tam olarak seçemiyordum. “Benden ne istiyorsun?” diye tısladım kapıyı ardından kapatırken. “Demek direkt konuya girelim diyorsun.” Adım adım yaklaşırken sesindeki alaycılığı seçebiliyordum.

“Şimdilik senden istediğim tek şey uslu durman.” Karşıma geçtiğinde nihayet seçebildiğim yüzü kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Yüzünde sadece dudaklarını açıkta bırakan tanıdık gri renkte metal bir maske vardı. Dalgalı uzun saçları nerdeyse omzuna kadar uzanıyordu. “Sen!!” tükürürcesine söylediğim şey dudaklarında bir sırıtış belirmesine neden olduğunda dişlerimi birbirine bastırdım.

“İlk karşılaşmamızdan beri seninle baş başa kalmayı iple çekiyordum Silva.” Öfkeyle karışık tiksintiyle yüzümü buruşturdum. “Seni geberteceğim!!” yerimden kalkmak için öfkeyle debelendim ama hiçbir işe yaramadı. İpler o kadar sıkıydı ki geçtiği yerler etime baskı uyguluyor canımın yanmasına neden oluyordu. İğrenç sırıtışıyla çömeldiğinde yumruklarımı sıktım. “Benim seni öldürme ihtimalim daha yüksek gibi görünüyor Küçük Hanım.” Belimdeki iplerin izin verdiği ölçüde önüne doğru eğilip suratına tükürdüm. Dudaklarındaki sırıtış hızla solarken elinin tersiyle yüzündeki maskeyi silip ayağa kalktı.

“Bu seferlik bu yaptığını görmezden geleceğim.” dedi memnuniyetsiz bir sesle. “Şimdi sana bir teklif sunacağım. Eğer kabul edersen iplerini çözeceğim ve gitmene izin vereceğim.” Öfkeli ifadem yerini korumaya devam ederken bilmiş bir tavırla sordum. “Ya kabul etmezsem?” Usul usul arkama geçip ellerini omzuma yerleştirdi ve kulağıma doğru eğildi. “Yine de gitmene izin vereceğim.” dedi ancak bu cümlenin bir aması vardı ve o bu amanın ne olduğunu açıklamadı.

Tekrar önüme geçtiğinde ellerini sandalyenin kollarına dayayıp suratıma doğru yaklaştı. “Zahel’e karşı hislerin olduğunu biliyorum ve onun yerine benimle birlikte olmanı istiyorum.” Kendimi tutamayarak bir kahkaha patlattım. İstifini bozmayan maskeli adam sabırla bir cevap vermemi bekledi. “Zahel’le birlikte olabileceğimi sana düşündüren ne?” dedim. Anlaşılan hiçbir şeyden haberi olmayan cahilin tekiydi. “Sana onunla birlikte olamayacağını düşündüren ne?” soruma aynı soruyla karşılık verdiğinde gözlerimi devirdim. Dişlerimi birbirine kenetlerken cevap verdim. “Beklediği bir mühürlüsü olduğunu bilmeyecek kadar cahilsin anlaşılan.”

Dudakları keyifle iki yana kıvrılan adam suratını suratıma biraz daha yaklaştırdığında iğrenerek kafamı geri çektim. “O halde benim ol.” dedi tutku dolu bir sesle. Yükselen mide bulantımı bastırmaya çabalarken öfkeyle tısladım. “Asla!!” “Neden?” diye sordu çıkışımdan hiç etkilenmemmiş gibi dururken. Sorusunun bariz bir cevabı varken sessiz kalmaktan başka bir şey gelmedi elimden.

“Tahmin ettiğinden daha yakışıklı olduğuma eminim. Beklediğim bir mühürlüm falan da yok ve en önemlisi senden bir şeyler saklamam.” Son cümlesini özellikle üstüne basa basa söylemişti. Zahel’in mühür konusunu benden saklamasına dem vuruyordu. “Asla!!” dedim dişlerimin arasından. Bir adım geri çekilip kahverengi gözlerini üzerime dikti. “Beklediğimden daha aptalsın.” dedi iğneleyici bir tonda.

“Şimdi asıl işimize dönebiliriz.” Belinden bir hançer çıkardığında sertçe yutkundum. Alaycı gülümsemesi tekrar dudaklarına yerleşirken yanıma yaklaştı. Elbisemin kolunu hızlı bir hamleyle kestiğinde kumaş parçası bir saniye içinde zeminle buluştu.

Omzumdan itibaren açılan kolumu dikkatle inceledikten sonra diğer koluma yöneldi. Aynı şeyi tekrarladığında çaresizce onu izlemekten başka bir şey yapamadım. Önüme geçip çömeldiğinde gözlerim dehşetle büyüdü. “Sakın dokunma bana!!!” Sesim tüm odayı doldururken var gücümle kollarımı kurtarmaya çalıştım. “Merak etme Küçük Hanım mahremiyet sınırlarını aşmak gibi bir niyetim yok.” “Bu içimi hiç de rahatlatmadı.” “Sence bu umurumda mı?”

Eli eteğimin ucunu yakaladığında kalbim küt küt atmaya başladı. Yukarı doğru toplanan eteğim her saniye korkunç hislerimin artmasına neden olurken dizlerime kadar geldiğinde durdu. Açılan bacaklarımı dikkatle inceleyip eteği bıraktığında rahat bir nefes verdim. Fokur fokur kanımın kaynamasına neden olan öfkem bir çığ gibi büyüse de elimden bir şey gelmiyordu. Ne maskeli adamı pataklayabiliyor ne de buradan kurtulabiliyordum.

Arkama geçip saçlarımı sağ omzuma attığında dokunuşu midemin kalkmasına neden oldu. “Dokunma bana!!” bağırışlarım odanın içinde dağılırken dokunmaması için başımı çılgınca hareket ettiriyordum. “Boşuna debelenme ve bağırma. Burada seni kimse duyamaz.” Bir eliyle elbisemi kavradığını hissettiğimde eş zamanlı olarak bir kumaş yırtılma sesi kulaklarımı doldurdu. Elbisemi kesmişti.

Açıkta kalan sol omzum bir an ürpermeme neden olurken alaycı sesi kulaklarımı doldurdu. “Zahel’e bir hediye bırakalım mı?” söylediği şeye anlam vermeye uğraşırken açıkta bıraktığı tenimde keskin bir acı hissettim. Acılı çığlığım dudaklarımın arasından sıyrılırken tenim cayır cayır yanıyordu. Kürek kemiğimde hissettiğim ıslaklık sırtımda ilerlerken çığlım daha da büyüyordu. “Sanırım bu güzel bir hediye olacak.”

Tekrar önüme geçtiğinde acıya rağmen öfke dolu ifademle suratına baktım. “Bakalım şeytan tanrı senin için gelecek mi?” Zahel’den bahsettiğini biliyordum ve bu öfkemi daha da şiddetlendiriyordu. Beni tutan ipler olmasaydı kesinlikle gizlediği suratını parçalardım. “Bakıyorum da onun şeytan olduğunu söylemem seni sinirlendirdi.” “Yemin ederim seni ölmek için yalvaracak hale getireceğim!!”

“Neden? Sevgili Zahel’ine şeytan dedim diye mi?” “Kes sesini!! Kes sesini!!” sıktığı çenesinden sinirlendiğini belli olurken bir hışımla üzerime eğilip ellerini kollarımın üzerine yerleştirdi ve sıkmaya başladı. Acıya rağmen dişlerimi sıkarken gözlerinin içine bakıyordum. “Yoksa?” tereddütte düşmüş gibi usulca geri çekildiğinde kollarımdaki acı azaldı.

“Bilmiyorsun öyle değil mi?” dedi şaşırdığı her halinden belli olurken. Hala canlı olan öfkeme rağmen içimdeki merak duygusu uyanmıştı bile. Bu herif neyden bahsediyordu? Dudaklarındaki şeytani gülümseme tekrar belirirken bakışları hala üzerimdeydi. “Işık ve Karanlığın Efsanesini duymuş muydun Küçük Hanım?” zihnimde cevap verip vermemeyi düşünürken maskeli adam cevabımı bekleme gereği duymadan devam etti.

“Kesinlikle duymuşsun. Peki?” dedi odanın içinde yavaş adımlarla volta atmaya başlarken. “Sevgili Zahel’inin ensesindeki işareti gördün mü?” Zahel’in gizliyor olmasına rağmen bu adamın işareti nerden bildiği sorusu kaşlarımın çatılmasına neden oldu. “Demek onu da gördün. Peki işaretin ne anlama geldiğini sana anlattı mı?” anlatmadı ama bunu ona söylemedim. Saçmalıkları burnumdan solumama neden oluyordu. “Tam tahmin ettiğim gibi. O canavar her zamanki gibi gerçekte ne olduğunu kabul etmiyor.”

Dişlerinin arasından tükürürcesine söyledikleri delirmeme neden olacaktı. Önüne gelen herkesin Zahel’e hakaretler yağdırması aklımı kaçırmama neden olmak üzereydi. “O işaret efsanedeki Şeytan Kralın işareti.” Şaşkınlık tüm bedenimi ele geçirirken şüpheyle gözlerimi üzerinde gezdirdim. Bu…mümkün değil.

“İnanmadın mı? İnanıp inanmaman umurumda bile değil ama bir düşün neden işareti gizlemeye çalışıyor, kendi halkı hatta kendi ailesi neden ondan nefret ediyor?” bedenim buz kesmiş zihnimse tam bir enkaza dönmüştü. Uzun süredir zihnimi kurcalayan sorunun cevabını şimdi almıştım ama hiç almamış olmayı diliyordum çünkü bazen acı gerçeklerdense bilinmezlik daha güvenli olabiliyordu.

“O Şeytan Kral’ın işaretiyle doğdu. O lanetli bir canavar!!” “Kes sesini!!!” reddetmek istercesine nerdeyse kulak zarımı yırtacak kadar yüksek çıkan sesimle bağırdım. Nefesim kesilip gözlerimi açtığımda maskeli adamı birkaç metre ötede yerde yatar halde gördüm. Canı yanıyormuş gibi yavaşça ayağa kalkarken yumruklarımı sıktım. Bana sanki ilk defa gördüğü bir şeymişim gibi bakarken ben de ona öfke dolu suratımla bakıyordum.

“Seninle işim bitti.” dedi üzerini çırparken “Şimdilik.” Cebinden yeşil bir ışıkla uğursuzca parıldayan bir taş çıkardığında yüzümdeki öfke yerini şaşkınlık ve tedirginliğe bıraktı. “Anlaşılan Oator Taşının ne olduğunu biliyorsun. Sevgili Zahel’in daha kapıdan girmeden bu taşı ve etkilerini hissetmeye başlayacak.” Parmaklarının arasında duran taşla keyifle oynarken tiz bir kahkaha attı ve devam etti.

“Benim asıl merak ettiğimse Oator taşının varlığına rağmen arkasın da ne olduğunu bilmediği bu kapıdan içeri girip girmeyeceği.” Uğursuz bakışlarının taştan ayırıp tekrar bana çevirdiğinde yumruklarımı sıktım. “Ne dersin, kapının ardında senin olma ihtimalin Zahel’in içeri girmesi için yeterli olur mu?”

Sessiz kaldım, zira cevabı ben de biliyor değildim. Benim için risk almasını gerektirecek hiçbir sebep yoktu, ben onun için hiçbir şey ifade etmiyordum. Ansızın ortaya çıkan bir yabancıdan başka bir şey değildim. Gelmeyecekti.

Gelmezdi.

Benim için risk almazdı.

Maskeli adam elinde tuttuğu oator taşını kenarda duran tahta yığının arasına yerleştirirken ruhsuz bakışlarla onu seyrettim. “Tekrar görüşene kadar hoşça kal Silva.” Kapı gıcırdayarak kapandığında omuzlarım düştü. Öğrendiklerimi sindirmeye çalışırken kafamın içi savaş alanına dönmüştü. Maskeli adamın anlattıkları…doğru gibiydi.

Yalan söylemesi için bir sebep yok gibi duruyordu ve anlattıkları benim bir türlü dolduramadığım boşlukları dolduruyordu. İnsanların Zahel’e şeytan demesi gerçekten taşıdığı işaret yüzünden olabilir miydi? Sessizlik uzayıp giderken etrafıma bakınmaya başladım. Buradan bir an önce kurtulmam gerekiyordu ama ortalıkta işe yarar hiçbir şey yoktu. Gözlerim sönmek üzere olan şömineye iliştiğinde derin bir nefes aldım.

Tüm bedenimi kullanarak sandalyeyi sağa doğru hareket ettirmeye başladım. Her hareketimle sandalye santim santim yana doğru kayarken alnımda biriken ter damlacıkları yanaklarımdan aşağı doğru süzülüyordu. Sanırım bedenimi güçlendirmemi sağladığı için Nowa’ya teşekkür etmem gerekiyordu. Beni saatlerce koşturup kilolarca ağırlığı taşıtması şu an oldukça işime yarıyordu.

Şömineye istediğim kadar yaklaştığımda derin bir nefes alıp ağırlığımı yana doğru verdim. Bir saniye bile sürmeyen düşüşüm sert zemine çarpmamla sonuçlandığında darbenin etkisiyle tüm vücuduma keskin bir sızı yayıldı. Bir saniye nefeslenmek için durduğumda közlere epeyce yakın olan ve giderek ısınan kolumu görmezden gelmeye çalıştım. Sol elimi az ötedeki yarısı yanmış oduna doğru uzatırken közlerle kolum arasında birkaç santim olduğu gerçeğini görmezden gelemeye çalışıyordum.

Parmak uçlarım sıcak odun parçasına değdiğinde üzerine baskı uygulayıp elimle geriye doğru çektim. Odun tutabileceğim bir mesafeye geldiğinde avucumun içine aldım. Koluma değdirmemeye çalışarak köz olmuş tarafını bileğimi geriye doğru bükerek ipin üzerini yerleştirdim. Artık tek yapmam gereken beklemekti. Kalın ipin üzerinde kızıl bir ışık adım adım ilerlerken daha hızlı olması için dua ediyordum.

Yarım saatten uzun bir süre geçtikten sonra nihayet ip koptuğunda yüzümde heyecanlı bir gülümseme belirdi. Hızlıca şöminenin önünden kolumu çekip diğer kolumu çözdüm. Birkaç dakika içinde beni tutan tüm iplerden kurtulmuş ve ayağa kalkmıştım. Elimi alev alev yanan sol omzuma götürdüğümde kızıla boyanan parmaklarımla karşılaştım. Adi herif

Yerinden sökülen kapı hızla birkaç metre öteye düştüğünde çığlık attım. “Silva!” duyduğum ses rahatlamamı sağlarken yüzümde beliren gülümsemeye engel olamadım. Kapının eşiğinde beliren adama şok olmuş bir ifadeyle baktım. Maskeli adamın sözleri aklıma geldiğinde kalbime bir ağrı saplandı. Sadece burada olabileceğim ihtimaliyle oator taşının varlığını görmezden gelip içeri girmeyi mi seçmişti? Ama neden? Benim için riske girmesini gerektirecek bir sebep yoktu.

Bana doğru koştuğunu gördüğümde kısacık bir an için olsun her şeyi boş vermek istedim, ona doğru koştum. Aramızda birkaç santim kala devreye giren mantığım beni durdurdu, sarılmak için açtığım kollarımı usulca indirdim. Bıraktığım mesafeyi tek adımıyla kapatıp kollarını sırtıma doladığında nefesim kesildi.

Ne kadar sürdüğünü bilmediğim sarılışı usulca geri çekilerek sonlandırdığında zaman tam şu anda dursun istedim, Zahel’in kolları bendimden hiç ayrılmasın istedim ama…olmadı. Aramızdaki mesafe tekrar ortaya çıktığında kanımla boyanmış eline bakıyordu. “Bunu sana kim yaptı?!” ölümcül bir soğukluk yayan sesi bir an ürpermeme neden oldu. Kaşları çatılmış sıktığı çenesi yüzünden yüz hatları daha belirgin hale gelmişti. “Maskeli adam.” diye cevap verdim sesimi mümkün olduğunca sakin çıkarmaya çalışarak.

Yumruklarını öyle bir kuvvetle sıktı ki parmak boğumları bembeyaz kesildi ve bir an sonra kendimi kucağında buldum. Daha tepki vermeye fırsat bulamamışken çoktan kulübeden çıkmıştık. “Kendim yürüyebilirim.” dedim kucağından inmek için debelenirken. “Biliyorum.” dedi tek düze bir sesle ve hareket etmemem için tutuşunu sıklaştırdı. Bundan ne anlamam gerektiğini anlamamıştım. Şaşkın şaşkın gözlerimi kırpıştırıp suratına bakarken tepkisiz kaldım.

Kendimizi bir ağacın yanında duran siyah bir atın yanında bulduğumuzda tutuşunu gevşetip yavaşça yere inmemi sağladı. Arkama geçip maskeli adamın kestiği elbisemin parçasını kenara çektiğinde tüm vücuduma bir ürperti yayıldı. “Siktir!!” diye fısıldadı dişlerinin arasından. “O şerefsizi geberteceğim!!” bir an için kulaklarıma inanamadım. Halkı ona hakaretler yağdırıp öldürmeye çalışırken sakin kalan adam şimdi öfkeden köpürüyordu.

“Çok tutarsızsın!” dedim sinirimi gizlemeyerek. “İnsanlar seni taş yağmuruna tutarken sakin kalıyorsun ama şimdi…” cümlemi tamamlamadan sustum. Yanlış bir şey söyleme ihtimalime karşı kendimi tuttum. Gündüz söyledikleri aklıma geldiğinde ise ağzımı açtığıma pişman oldum. Halkımla aramda olanlara karışmaya hakkın yok.

Sıcak avucunu yaramın üzerinde hissettiğim anda gözlerim büyüdü. “Yapma!” dedim kendimi çekmeye çalışarak ama kolunu karnıma dolayıp hareket etmeme engel oldu. Beklemediğim bir anda bedenlerimizin birbirine temas etmiş olması kalakalmama neden olurken kalbim deli gibi çarpıyordu. Bacaklarım bacaklarına, sırtım göğsüne, kalçam kasıklarına temas ediyor ve bunun yanlışlığı cayır cayır yanmama sebep oluyordu. O bana yasakken ona bu kadar yakın olmamalıydım, bana bu kadar yakın olmamalıydı. Bu günahı işlememeliydik.

Sol omzum müthiş bir acıyı tüm bedenime yayarken bacaklarımın arasındaki sızı zihnimde uygunsuz düşüncelerin belirmesine neden oluyordu. Dokunuşu tüm bedenimi yakıyordu ve ben onun da benimle aynı ateşte yanmasını her şeyden çok istiyordum. Kendimi ona daha da bastırma isteği hızla büyürken kendi içimde akıl almaz bir savaş veriyordum.

Tanrı Zahel’in zaten bir eşi var. Valeria’nın sözleri kafamın içinde uğursuzca belirirken içimdeki ateş usul usul söndü. Zihnimde dönen düşünceleri hızla uzaklaştırırken kendimi az da olsa öne çektim. Ona dokunmaya hakkım yoktu. Beklediği, beklemek zorunda olduğu biri varken bunu yapamazdım.

“İyi misin?” “İyiyim.” dedim tutuşunu gevşetmesine fırsat bilerek ondan uzaklaşırken. “Bunu neden yaptın?! Ya yine…” zihnimde canlanan acı verici anılar susmama neden oldu. “Yine aynı duruma düşecek olsam da umurumda değil.” Sözleri nefesimi keserken olduğum yerde donup kaldım. Oator taşına rağmen o kulübeye girmişti ve şimdi de sonucunu umursamadan yaramı iyileştirmişti. Bu davranışları delirmeme neden oluyordu. Beklediği bir eşi olmasına ve benim de bunu öğrenmiş olmama rağmen hala ne diye böyle davranarak benim bir çıkmaza girmeme neden oluyordu?

Kalbim sızlarken içimdeki umudun tüm köklerini söküp attım. Eğer zaten beklediği bir eşi olmasaydı tüm bu olanlardan sonra onun da kalbinde benim için hisler beslediğini düşünebilirdim. Dolan gözlerimi görmesin diye arkamı döndüm. “Yine de bunu yapmana gerek yoktu. Bir daha yapma.” “Böyle bir söz veremem.” Aramızdaki sessizlik uzayıp giderken öylece duruyorduk.

Az ötemde duran ata bakarken hızlıca gözlerimi sildim. Gecenin karanlığında siyah tüyleri varlığını gizlerken orda olduğunu kanıtlayan tek şey parıldayan gözleriydi. “Bin hadi.” dediğinde sertçe yutkundum. “Hayır, yürürüm.” Tenimin tenine temas etmesini istemiyordum. “Kendin binmezsen seni ben bindiririm.” Yeniden kucağında olmak istemediğimden sessizce atın üzerine yerleştiğimde o da arkamda yerini aldı. Hafif sarsıntılı ilerleyişimiz beni öylesine zorluyordu ki.

Bana bu kadar yakınken, tenini tenimde hissedebiliyorken kendimi ondan uzak tutmaya çalışmak tüm hayatım boyunca karşılaştığım en büyük zorluktu. Ona dokunmak, kollarının arasında olmak, tenini hissetmek için her şeyimi verebilirdim. Ona çok yakındım ama bir o kadar da uzaktım, bizim aramızda imkansızlıklar vardı. Onu ne kadar seversem seveyim sevgime asla bir karşılık bulamayacaktım.

Dolan gözlerimi usulca kapattığımda yanaklarımdan yaşlar süzüldü. Derin bir nefes alırken halimi fark etmemesini umarak aklımdaki soruyu sormaya karar verdim. “O adam…” duraksadım ve vazgeçtim. Ona zaten işareti bir kez sormuştum ama anlatmak istememişti. Şimdi de anlatacağını sanmıyordum. “Ne anlattı?” dedi her zamanki duygusuz ses tonuyla.

“Ensendeki işaretin ne anlama geldiğini.” İliklerime kadar donmama neden olan bir sessizlik oluştu. Doğru olmasını istemiyordum, doğru olması mümkün olamazdı. Bu adam Şeytan Kral’ın işaretini taşıyor olamazdı. “Şeytan Kral’ın işareti.” dedi aynı ses tonuyla. Vücudum kaskatı kesilirken umutlarım küle dönüştü. Gerçekten de şeytan kralın işaretini taşıyordu.

“Bedenin de taşıdığın hiçbir işaret seni şeytan yapmaz.” dedim kararlılıkla ve sırtıma değen göğsünün gerildiğini hissettim. Ne olursa olsun, hangi işareti taşırsa taşısın bu adam bir şeytan olamazdı, belki de şeytan olmaya en uzak kişiydi o. “Ama bir şeytana dönüşebilirim ya da daha da kötüsü şeytanın ruhunu taşıyor olabilirim.” Sesi kayıtsız gibi çıksa da içten içe bunun onu mahvettiğini biliyordum. Sırf o saçma işaret yüzünden babası ona işkence etmiş halkı onu öldürmeye çalışmış onu bir canavar olarak nitelendirmişti. Neler hissettiğini tahmin bile edemiyordum.

“Dönüşmeyeceksin ne şimdi ne de gelecekte.” Bunu öyle inanarak söyledim ki inancım ses tonumda bile hissediliyordu. “İşaret neden var bilmiyorum ama şeytanın ruhunu falan taşımıyorsun.” “Kendini kandırma.” dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. Gerçekten bir şeytan olduğuna inanıyor muydu? Bunu ona inandırmışlar mıydı? “Ben bencil bir adamım. Söz konusu istediğim şey olduğunda şeytana dönüşmek umurumda olmaz!”

Duyduklarıma inanamazken şaşkınlıktan gözlerim kocaman olmuştu. Zahel’in bunları söylediğine inanamıyordum. “Asla bir şeytan olmayacaksın!” sanki bunu sağlayacak olan benmişim gibi söyledim bunu. Zahel bir anda dizginlere asılıp durmamızı sağladığında başımı çevirip ona baktım. “Ortaya çıkın!” dudaklarından dökülen sözcüklere anlam veremezken neye baktığını görmek için önüme döndüm.

“Semûm Ateşi’nin Efendisine selam olsun.” Tam karşımızda duran kapüşonlu üç kişi vardı. Üzerlerindeki siyah pelerin bedenlerini saklıyor kapüşonları yüzlerini gizliyordu ve bu kadar yakın olmasalardı onları fark etmem pek mümkün olmazdı. At huysuzca yerinde kıpırdanmaya başladığında Zahel dizginleri sıkıca tuttu. “Ne olduklarını biliyorsun.” Kulağıma fısıldadığı tekinsiz sözcükler bir an ürpermeme neden olurken kalbim zihnimdeki tahmin yüzünden korkuyla çarpmaya başladı.

Daha iyi görebilmek için eğildim. Kapüşonlarının altında gizledikleri yüzleri yoktu, sadece siyah bir duman vardı. Nasıl bildiğimi bile bilmiyordum ama bunlar “şeytanlar” diye fısıldadım. “Gidin!” emriyle birlikte şeytanlar arkalarında ince siyah bir duman bırakarak yok olduklarında kaskatı kesilmiştim.

“Evet Silva onlar şeytanlar ve bana itaat ediyorlar.”

Buraya kadar gelen herkese teşekkür ediyorum ve bölümü sevdiğinizi umuyorum. Düşüncelerinizi yorum olarak belirtmeyi unutmayın. 🥰

Loading...
0%