@annemarie
|
Kurgu fantastik bir evrende geçiyor. Krallıklar entrikalar ve daha birçok şeyle karşılaşacağız. Şu an sadece ilk bölümü paylaşacağım devamı zamanla gelecek...⚔️
KANIN HÜKÜMDARLIĞI
Kendi zihninin içinde, kendisinin kölesi olan herkese.
1 KARGA
Eğer bir tahtta hükmetmek istiyorsan kan dökmelisin. Kan: hükmetmek demekti. Kan döken hükmetmişti bu topraklara.
⚔️
Yirmi bir yıl önce düzen bozuldu halk kanlar içinde kaldı. Sınırlar tekrar çizildi. Antlaşmalar yapıldı, bazı esaretler oldu bazı özgürlükler gibi.
⚔️
Derler ki büyücüler karanlıkla anlaşma yapmış ve herkes bilir ki güç için yapılan her anlaşmada bir kurban verilir.
Onların kurbanı ise: soylarıydı.
Karga, yüzyıllardır bu topraklarda uğursuzluk demekti. Sabah ilk gördüğünüz veya duyduğunuz şey karga ise o gün sizin için lanetlenmiştir der atalarımız. Lakin ben lanetli biri olarak buna inanmıyordum. Bir hafta. Koskoca bir hafta her sabah aynı kargayı gördüm ve şu an yaşıyorum. Atalarımı yalanlamak istemesem de ben şu bir haftada asla ters bir şeyle karşılaşmamıştım. Sadece rüyalarıma giren bir adam vardı. Tıpkı karanlıktan çıkmış kanlı bir prense benziyordu. Karga koluma konduğu zaman kolumda küçük bir çizik açmıştı. Sadece birkaç damla kan akmıştı. Başka da olan bir şey yoktu. "Dediğim gibi majesteleri, bu davete katlımamalıyız," Ah cidden mi? Son bir haftadır gündemimizde aynı konu vardı! Kralın kardeşi olan Haris Ehzer durmadan aynı şeyi söylüyordu. Sıkılmıştım. "Kardeşinize katılıyorum majesteleri. Tehlikeli olabilir! Hem siz hemde velihatınız için, bunu göze alamayız," dedi, kralın sol kolu, sırdaşı ve danışmanı olan Ahlas Mila. Kral onunla kardeşinden daha fazla zaman geçiriyordu. Bence hem kral hemde velihatı için bir problem yoktu. Olaya tamamen tarafsız bakıldığında çok açıktı aslında. Yirmi üç yıl önce Kral Evran'ın saltanatından önce babası krallığı yönettiği zamanda üç krallığın arasında büyük bir savaş başlamıştı iki yıl sürmüştü bu savaş Sergissa halkı ve asilzadeler büyük kayıp vermişti, yani bizler. Kraliçemizi kaybetmiştik. Annemi kaybetmiştim. Daha hiç tanımamıştım oysa. Aynı kayıpları Wenessar ve Moreyus'da vermişti. Moreyus şu an kara büyülerle oluşan bir kalkanla çevrelenmişti krallığa giriş ve çıkış için özel davetli olmalıydınız. Wenessar ise üç krallığın içinde en sağlam kalanıydı. Sınırlarını genişletmişti ve şu anda bu evrenin en güçlü krallığıydı. Bu can sıkıcıydı. Engel olamadığım bir dürtü o krallığı yakıp yıkmamı istiyordu. "Siz ne düşünüyorsunuz prenses?" Ahlas'ın sorusuyla ona baktım, "Ne düşünebilir ki? Annesinin katillerinin verdiği bu davete asla katılmaz öyle değil mi Dalya?" Konuşmama izin vermemişti Haris Ehzer. Gülümsedim, "Majesteleri," dedim onun gözlerinin içine bakarak. "Anlamadım?" dedi, amcam Haris Ehzer. Tekrarladım, "Majesteleri demen gerekiyor, diyorum. Veya prenses de diyebilirsin," Tatlı tatlı tebessüm ettim. Bozulmuştu, "Yanlış anlama ama yarın bir gün bu krallığı yönettiğimde de bana adımla hitap edersen halkımın gözünde nasıl bir konuma düşerim. Bilirsin saygı her şeyden önce gelir. Öyle değil mi, Danışman?" Ahlas, Kralın danışmanı olduğu için ona böyle seslenirdik. Başıyla beni onayladı. Haris ise zorla da olsa tebessüm etti, "Haklısınız majesteleri." Asıl konuya gelmeliydik. Krala baktım. "İzniniz olursa düşüncelerimi paylaşmak isterim?" Düşünceliydi. Mavi gözlerinde fırtınalar vardı lakin yine de bana o şevkatli bakışlarını yolladı, "Elbette prenses. Düşünceleriniz bizim için önemli." Burası Sergissa Kralının toplantı odasıydı. Burada sadece ünvanlar vardı, kan bağı yoktu. Sadece biz değil daha bir çok kişi buradaydı. Baş muhafızdan tutun diğer kale komutanlarına kadar on kişiye yakın insan vardı buradaydı. Tebessüm ettim, "Öncelikle ben davete katılma taraftarıyım. Bu davet daha önce reddettiğimiz davetlerden farklı," masadaki herkesle ufak bir göz teması kurarak devam ettim, "Geçmişte yaşadıklarımız, bizim için ağırdı. Evet ama bugünü de düşünmeliyiz. Tatlı su kaynağımız Wenessar'a bağlı bu yıl da yeni vergi ücretini belirlenecek. Kral Yekta her yıl ya bir mektupla ya da bir elçiyle bunu bize bildiriyor. Bu yıl Wenessar Krallığında bunun için bir görüşme yapabilirsiniz, Kralım." Babam yani Kral Evran bunu düşünüyordu. Anlamıştım. "Prenses, sizce de bir anlaşma için kendi canınızı tehlikeye atmak mantıklı mı?” Bu konuşan sarayın Baş Muhafızı Asaf Sancak'tı.Yirmili yaşlarının sonundaydı. Oldukça dikkat çekici bir adamdı. Koyu yeşil gözleri ve kumral saçlarıyla etkileyiciydi. Gözlerimi ona diktim, "Yapılacak olan şey küçük bir anlaşma değil, Baş Muhafız. Halkımız ve hazinemiz için de oldukça önemli! Öncelikle yıllar sonra Wenessar'a gidişimizin şerefine krala hediyeler götürmeliyiz. Kralla iyi geçinmeliyiz. Sonrasında ilk yapacağımız şey su vergisi hakkında konuşmak olacak," diğerlerine baktım beni pür dikkat dinliyorlardı. "Eğer kral vergiyi yüksek tutarsa biz de her yıl onlarla yaptığımız ticaretin fiyatını artırırız. Sonuçta su pahalanırsa biz de halkımızdan yüksek vergi alacağız ve bunu Wenessar'a ödeyeceğiz. Halkta bu durumda sattıkları ürünlerin fiyatlarını artıracak. Hatta sırf Wenessar'da yetişmiyor diye bizim burada onlar için özel olarak yetiştirdiğimiz şifalı bitkileri de yetiştirmeyi bırakabiliriz." "Bu mümkün değil!" diye karşı çıktı krallığın tarım ve çiftçi kesiminden sorumlu olan büyücü. Adını unutmuştum. "Sebebi nedir?" Bunu da Danışman sormuştu. "Sebebi şu ki; Wenessar için yetiştiriyor olsak da bizim de o bitkilere ihtiyacımız var aynı zamanda biz de onlarla birçok şey üzerine ticaret yapıyoruz!” "Lakin Wenessar'dan almasak da diğer krallıklardan veya küçük başsız eyalet ve kasabalardan da temin edebiliriz. Eminim bizimle ticaret yapacaklardır. Sınır komşumuz diye onlarla ticaret yapıyoruz ve onlar bunun karşılığında bizden yüksek vergiler alıyorsa biz de diğer krallıklarla olan bağlarımızı güçlendiririz. Sadece bu krallıkta bir çok şifalı bitki yetişiyor." Sergissa, Yaz Krallığı olarak da bilinirdi. Şifalı bitkilerimiz özel seralarda yetişirdi. Çoğu sıcak havaya dayanıklıydı, soğuk havalarda yetişmezlerdi. Sergissa Krallığının etrafı dağlarla çevrili olmasına rağmen soğuk hava nadiren görülürdü. Sadece bazı yerlerde soğuk hava görülürdü o da soğukta yetişen besin ihtiyacını karşılıyordu. Onlara bunu açıklamak bile zordu. Yorulmuştum. "Evet diyorum ki oy birliği ile karar verelim! Gitmemiz gerektiğini düşünenler?" Masadaki oy çoğunluğu beni onaylamıştı. Çoğu ellerini kaldırmıştı ama kral sesizce beni izliyordu. "Peki ya güvenliğiniz prenses?" Haris Ehzer durmadan işime çomak sokuyordu. "Doğu tarafında ki yoldan gidersek daha korunaklı olacaktır. Kuzey Kalesinin komutanı bize sınıra kadar eşlik edecek ve devamında Doğu, Batı, Kuzey ve Güney Kalelerinden en iyi ikişer adamla yolumuza devam edeceğiz. Saraydan da on muhafızı limana kadar kendimizle götürelim vardığımızda bir kısmını gemide bırakırız. Kalabalık gidemeyiz bu bir savaş çağrısı olarak adlandırılabilir. Kalelerden gelen muhafızların komutasını da baş muhafız üstlenecek. Böylelikle koruma görevi hallolur." Kral Evran bana onaylayan bakışlar attı. Ayağa kalktı ve bizde peşi sıra ayağa kalktık, "Prensesinizin dediklerini duydunuz," Danışman'a baktı. "Dediklerini bir bir gerçekleştir." Sağ elini yumruk yaparak sol göğüsüne bastırdı, "Emredersiniz Kralım."
⚔️
Yoldaydık. Yirmi yaşındaydım lakin şu ana kadar krallığımdan hiç çıkmamıştım, bu yasaktı. Büyücü ve cadılar beni gördüğü ilk yerde öldürmek istiyorlardı. Ben Dalya Ehzer Sargissa'nın lanetli velihatıydım. Yıllar önceki savaşta annem yani Kraliçe Aden beni dünyaya getirirken ölmüştü. Ben ilk nefesimi almıştım. Kraliçe ise son nefesini vermişti. Onu tanımıyordum sadece babamın anlattığı kadarıyla biliyordum. Ben doğduğumda Moreyus'un kraliçesi tarafından lanetlenmiştim. Kraliçe Leylim Moryus benim lanetimin sahibiydi. Lanet sadece yapılan kişi tarafından kaldırılabilirdi ama kraliçe ölmüştü. Lanetim tüm hayatım boyunca benimle olacaktı. Kraliçe Toprak ve Karanlık Cadı soyundan gelen bir Kara Altın Kan Cadısıydı. Dediklerine göre evrendeki en güçlü cadı oymuş. Karanlıktan geldikleri için onlara cadı derdik. Yaptıkları tek şey yıkımdı. Ve kraliçenin yıkımı benim lanetim olmuştu. İnsanlar bizlere soykırım yapıyorlardı. Evren hep vardı ama çoğu büyücü soykırım yapıldığı zaman kaçarak bu evrene sığınmıştı. Rivayete göre evrenimiz ilk kurulduğunda temel dört elementi simgeleyen güçlü büyücüler tarafından oluşturulmuştu. Hava, Toprak, Su, Ateş. Dört ana element var etmişti evrenimizi. Yıllar boyunca bu evrende değil savaş çıkması en küçük bir tartışma dahi olmamıştı. Ta ki ateş ve toprak elementlerinin büyücüleri, büyülerini karanlıkla yapana kadar. Derler ki büyücüler karanlıkla anlaşma yapmış ve herkes bilir ki güç için yapılan her anlaşmada bir kurban verilir. Onların kurbanı ise: soylarıydı. Soylarını kurban etmişlerdi. Soylarından gelen herkes karanlığa çekilirdi, buna engel olamazlardı. Biz karanlıktan gelenlere Kara Cadı derdik ama bazıları onlara göre daha güçlü olurdu ve onlara da Altın Kan Cadısı derdik. Yarım asır önce birçoğu büyük bir soykırıma uğraşmış ve hepsi yakılarak öldürülmüş. Bu çok canice gözüküyordu lakin onlar kana aç canavarladı. Kan dökmek onların da değişiyle ruhlarına şifa veriyormuş. Meclisin kararına göre çoğu öldürülmüştü. Kalanlar ise kaçmıştı ama bulunup öldürülmüşlerdi. Bilinene göre kalan son Altın Kan Cadısı Kraliçe Leylim Moryus'du onunla birlikte Altın Kan Cadıları tamamen yok olmuştu. Ve bu benim için bir felaketti. Boynumda bir kolye vardı ve kolyede şifalı bitkiler ve büyüden yapılmış bir karışım vardı. Bazen gücüm kontrolünün dışına çıkıyordu ve ben bir canavara benziyordum. Damarlarım kan değilde altın taşıyormuş gibi parlıyordu ve bu acı vericiydi. Son zamanlarda artık yapılan karışımlar da işe yaramıyordu. Benim Altın Kan Cadılarının kanıyla beslenmem gerekiyordu. Gücüm kontrolden çıktığı zaman kolyemin ucundaki sivri bölümü kalbimin üzerine saplıyodum ve büyü kalbime akıp dayanma gücü veriyodu. Eğer Altın Kan Cadılarının kanıyla beslenirsem gücüm daha da kontrol edilir hale gelecekti.
⚔️
Kendi beynimin içinde kendimin kölesiydim ben. Kötü olan her şeyde kendime pay biçerdim. Kötü olan ilk şeyde hepsi benim suçum derdim. Kendime hep hatırlatırdım bunu. Lanetim ruhumla bağlanmıştı, kördüğümdü artık çözülemezdi. Kale komutanları en iyi muhafızlarını göndermişti. At sırtında dikkatlice ilerliyorlardı. Çağ dışı bir toplum değildik. İnsanlarla yüzyıllar önce bir anlaşma yapılmıştı. Silah kullanmak ya da üretmek yasaktı. Sebebi ise: bizim zaten güçlerimizin olması iki ırk arasında eğer bir savaş çıkarsa bize karşı çıkabilecekleri bir şey olmasını istemeleriydi. Sanki silah kullanmazsak da onları yenemezmişiz gibi. Teknolojik çoğu alet yasaktı. Sanki çok gerekliymiş gibi. Çağ dışı değildik ama çağın içinde de değildik. At arabasının küçük penceresinden dışarıyı izledim ilk defa kendi krallığımdan çıkıyordum ve kalbimin ritimleri çok düzensizdi. Kral Evran ise tam karşımda oturuyordu. Bakışlarında fırtınları taşıdığı belliydi, mavi gözleri hırçın bir deniz gibi dalgalıydı. Ne ben konuştum ne de babam konuştu. Birçok kasabayı geçmiştik. Sokakalarda koşuşturan, oyun oynayan çocukları izledim. Çocuklar, masumdu ve katledilemezlerdi. Ben de tahtta hüküm sürdüğümde ve krallığımı yönettiğimde çocukları koruyacaktım. Krallığımızın liman şehrine gelmiştik. Wenessar ile aramızda Varuz Denizi vardı. Krallığa ait büyük gemi limanda bizi bekliyordu. Kapımı baş muhafız açtı. Gülümseyerek bana bakıyordu. "Majesteleri pelerininiz başlığını takın lütfen, halkımız da olsan can güvenliğiniz önemli." Pelerinin başlığını takınca elini tutmam için uzattı, gülümseyerek elimi kılıç kullanmaktan nasır tutmuş elinin içine bıraktım ve indim. Elini tutmak, ki bu Asaf Sancak'ın elini tutmak, beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Yanaklarıma kanın hücum ettiğini biliyordum başlığı biraz daha aşağı çekiştirdin Asaf'ın kısık sesli gülüşünü duydum. Kral Evran da arabadan indi ve yanımda durudu. Üzerinde gri bir takım vardı. Omuzlarını örten lacivert pelerin sayesinde omuzları geniş ve heybetli duruyordu. Ben ise bedenimi saran buz mavisi düz bir elbise giyip omuzlarıma siyah pelerinimi giymiştim. Davet için hazırlığımla gemide bulunan hizmetli kızlar ilgilenecekti. Muhafızların oluşturduğu koruma çemberi sayesinde rahatça gemiye ilerliyorduk. Halkın bir kısmı Wenessar'a gideceğimiz için öfkeliyken diğer kısmı ise anlayışla bu durumu karşılıyordu. Onca kalabalığın sesi içinden bir ses dikkatimi çekmişti. "Yakın şu lânetli cadıyı! Krallığımızın sonu olacak, öldürün şu şırfıntıyı!" Kalbimin parçalara ayrıldığını hissettim. Daha önce bir çok hakaret işitmiştim ve alıştığımı sanmıştım ama hala ilk günkü gibi acıtıyordu. Gözlerimin dolmasını engellemek için dilimi ısırdım. Babam kolumdan tutup hareket etmem için beni çekiştirdi lakin bir adım kımıldamadım. Bir kaç muhafız adama ilerleyip kollarından kavrayınca adam bırakmaları için yalvarmaya başladı. Yönümü kalabalığa çevirdim ve beni istemeyen halkıma bakmaya başladım. Ağzıma kanın metalik tadı dolunca dilimden kanın aktığını ancak o an anladım. Omuzlarımın çökmesine izin vermedim, dik durdum. Sakin kaldım. Babamın, "Dalya ilerle." diyen uyarı dolu sesini duymazdan gelip bir gün hükmedeceğim halkıma bakmaya başladım. Askerler adamı kollarından tutup götürmeye çalışıyorlardı. "Asaf," dedim kısık bir sesle. Hemen yanımda olduğu için beni rahatlıkla duyabiliyordu. "Emredin majesteleri." Sesi sanki ondan şu an bu adamı parçalarına ayırmasını istesem en ufak bir tereddüt kırıntısı göstermeden yapacağını söylüyordu. Ona bakmıyordum, gözlerimi otuzlu yaşların ortasındaki adamdan çekmeden isteğimi söyledim. "Söyle askerlere adamı bıraksınlar." Bunu söylememi beklemiyor olacak ki afalladı. "Majesteleri size hakaret etti ve siz onun canını-" daha fazla konuşmasına izin vermeden buz gibi bir sesle, "Sen benim emirlerimi mi sorguluyorsun muhafız?" dedim. Bakışlarının krala döndüğünü hissettim, babam onaylamış olacak ki muhafızlara adamı bırakmaları için eliyle ufak bir işaret yaptı. Tam yanımdan geçip gidecekti ki, "Sana emir veren kişi kim muhafız?" Katı sesim onu durdurmaya yetmişti. Onunla aramızdaki sınıf farkına pek vurgu yapmazdım ama verdiğim emri kraldan teyit ettirmek istemesi zaten bozulan sinirlerimi daha da etkiliyordu. "Siz emir verdiniz majesteleri." diyen sesi en az benim sesim kadar soğuktu. "Eğer sana bir daha emir verdiğimde bunu bir başkasına teyit ettirme ihtiyacı duyarsan seni temin ederim ki, seni kimsenin yüzüne bakamayacak hale getiririm.” Arkamı dönerek gemiye ilerledim. Kral konuşmamızı duymuştu ve gözlerinde öfke vardı. Öyle bir durumdaydım ki kralın öfkeli bakışları bile umurumda değildi.
|
0% |