Yeni Üyelik
6.
Bölüm

(5) KANLI KURŞUN

@annemarie

 

5

 

KANLI KURŞUN

 

🔗

 

 

Ama ben ölmüşüm gibi hissettim.

 

🔗

 

Tamam sakin ol Zincir, sadece kim olduğunu biliyor başak bir şey yok.

Ya halkalarım, hayır onlar da iyiydi, emindim.

Peki ya Ela gözlü?

Toparlan!

Gülümsedim, gözlerime ölümün çoktan bulaştığına eminim.

"Kim ki o?" sırıtarak konuştum, hızla elimdeki iğneyi boynuna sapladım.

"Ah lânet olsun! Pis sürtük!" cümlesinin bitimiyle yüzüme yediğim yumrukla yana doğru sendeledim hemen duvardaki tabloyu alıp kafasına geçirdim. Cam parçaları yüzüne saplandı, kesti.

Lanet başım daha da zonkladı, gözlerim kararıyordu ve bu hiç iyi değildi.

"Gel buraya." diye böğürerek üzerime atıldı, duvar ile arasında olduğum için harketlerim kısıtlıydı, hızla karın boşluğuna yumruğumu geçirdim. İğne sayesinde otuz saniye içinde etkisiz kalacaktı ve on saniye geçmişti, geriye kaldı yirmi.

ÇOK AZ (!)

Bacağıma yediğim tekmeyle dizim camlara battı aynı anda hem kapıdan bir tekme sesi geldi hem de sesi gelen tekmeden daha şiddetlisini sırtıma yedim iki avcum da camlara battı. Bu ufak detayı unutmuştum kapılar gerçekten fazla sağlamdı ve Dağhan'ın içeri girdiğinde kapıyı kitlemişti.

"Sen Zincir olduğuna emin misin? Yoksa çakma mısın?" Alaylı sesi ölüm istiyordu ve bende ona ölümü verecektim.

'Kalk ve tüm kanın kuruyana kadar dövüş' kanlı geçmişimden gelen bu söz beni yaktı, kül etti ve yeniden var etti.

Artık sahne Zincir'in.

Ellerime birer cam parçası aldım, kapıdan gelen sesle dikkati dağılmıştı, sol elimdeki parçayı bacağına sapladım, "Sen Zincir'e diz çöktürdüğünü sanarsın ben, sadece dinlenirim," ayağa kalkıp diğer parçayı da sol omuzuna geçirdim. Acıyla inledi.

Soluk borusuna yumruk attım. Avuçlarım sızladı, kesilmişti. Bacak arasına sağlam bir tekme attım ve sendeledi. İğne ilk beyinini uyuşturacaktı ve beyni uyuşmaya başlamıştı. Karın boşluğuna da ikinci tekmeyi attım ve düştü. Hırsımı alamadan birkaç tekme daha attım ama deşifre olmuştum her an biri gelebilirdi zira kapı zorlanıyordu kim girerdi bilmem ama barda birçok adamım vardı en fazla vücuduma ilk kurşun yaramı alırdım. Dağhan'ın yüzüne baktım bilinci kapanmıştı.

LANET OTUZ SANİYE BİTMİŞTİ!

Tahmini üç dakikam vardı hemen saymaya başladım, bir yandan da yatağın süngerini kaldırdım altındaki silah ve bıçağı alıp Dağhan'ın baş ucuna ilerledim kanlı ellerimle gömleğinin düğmelerini açmaya başladım, Yanılmamıştım boynunda bir kolye vardı hemen kelepçesini açtım ve kolyenin zincirine parmaklarımı doladım ucunda USB bellek vardı. Hemen göğsüme yerleştidim kan olmamasına dikkat ederek. Elimi göğüs kafesinde gezdirdim sağ göğsünün hemen altındaki çıkığı hissettim, bıçağın ucuyla küçük bir yarık açtım ama yeterli değildi biraz daha derin ve büyük bir kesik attım ve küçük çipi de buldum bıçakla almaya çalıştım ama olmadı, son yüz on bir saniyem vardı.

Tırnaklarımla çıkartacaktım. Baş ve işaret parmaklarımın tırnaklarını yaraya soktum etinin dokusu tırnaklarımın arasındaydı zamanım olsaydı tüm derisini yüzerdim hiç kuşkusuz, birkaç denemeden sonra kazıyarak çıkardım baya ince ve ufak bir şeydi onu da alıp önce yere düşen peçeme sarıp göğsüme koydum. Evet şimdi en zevkli kısma geldik ve benim tahmini doksan üç saniyem vardı. Kapıdaki zorlama onbeş saniye önce kesilmişti. Tuhaftı.

Elimdeki bıçağı daha iyi kavrayarak boynuna getirdim, elbette ki son sözlerimi kulağına fısıldamadan onu öldürmeyecektim, "Umarım başka bir evrende de yumuşak derini yüzmek dileğiyle. Ve unutma Zincir'in diz çöktüğünü sandığın yerde asla durma arkana dahi bakma, arkana baktığın an ölürsün. Birçok evrende yine bu şekilde ölmen dileğiyle." Sert bir hamleye tam boğazını kesecekken kapı şiddetle açıldı hızla silahımı alıp kapıya doğrulttum ve ayağa kalktım. Gelen bana ölüm getirecek kişiydi, gelen Araf Atlas Bıçakçı'ydı.

Hızlı adımlarla yanıma geldi durum kontrol yapar gibiydi bakışları ama hem bende hem avımda kan vardı anlaması zordu. "Nereni bu kadar derin kestin de bu kadar kanın aktı?" ters ters baktım ona adamın kellesini alamadım bunlar yüzünden bir türlü!

"Yok yaram falan!"

"Kimi kandırıyorsun, Ölüm Meleği." Lanet kalbim tekledi.

Sakin ol kalbim seni deşmek zorunda bırakma beni.

"Ölüm Meleği mi?" Kanı mı yüzüme vuruyordu, umrumda değildi ben buydum işte kan döken ve aynı zamanda döktüğü kandan zevk alan bir kadın.

"Aklından geçen yargıları unut, Ölüm Meleği. Sana bunun sebebini daha sonra anlatırım bar savaş alanına dönmeden çıkalım şuradan."

Üzerindeki ceketi çıkarıp bana uzattı gözleri bedenimi süzüyordu ancak kötü bir amaçla değildi kanın nereden aktığını bulmak içindi bakışları. Elindeki ceketi üstüme geçirdim önümde durup düğmeleri ilikledi.

"Halkalarım?"

Az da olsa onları merak eder gibi çıkabilirdi sesin!

Seninle tartışmayacağım, S.

"İyiler, hadi artık! " sesi sert çıkmıştı. Kaşlarım çatıldı. "Güzelim hadi ama ölümüz mü çıksın buradan?"

Siktir karşımdaki adam yakın gelecekte ki MÖB lideri olacaktı ve ben onu buraya sokmuştum.

AH KAHRETSİN!

"Hepimizin canı değerli, Ölüm Meleği." sesini uysal tutmaya çalışıyordu zira ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı.

"Olmaz sen çık arka merdivenlerden aşağı in orda adamlarım var sana eşlik etsinler ve git buradan." Gözlerine ateş bulaştı korkunç bir bakışı vardı eğer aynada bende böyle gözler görmesem şüphesiz arkama bakmadan kaçma ihtimalim olabilirdi.

Baskın ve sert sesiyle, "Seni buradan almadan çıkmıyorum hadi bakalım daha ne kadar çocukluk edip hepimizin hayatıyla oynayacaksın."

"Tamam lanet herif,"

"Hadi." Son bir işim vardı.

"Bekle." Kaşları çatıldı, "Ne işin var, almışsın işte alacağın şeyi. Daha fazla burada duramayız.” derin bir nefes aldım, "Öncelikle," diyerek yerde kanlar içindeki Dağhan'ı gösterdim işaret parmağımla ve devam ettim, "Onun kellesini ve yüzük parmağını koparmalıyım. Yoksa kendimi buraya zincirlerim ve sen beni buradan çıkaramazsın, karar senin."

Hızlı adımlarla yanımdan ayrıldı kaşları hala çatıktı vallahi bu adam çabuk kırışacaktı.

Eğilip yerdeki bıçağı aldı. Bana bakarken gözlerinden duygular geçti ama saliselikti, anlayamadım. Dağhan' ın sol yüzük parmağını gözlerimin içine bakarak kesti. Bıçağın kemiğe değerken ki oluşturduğu sesi ufak ama tatmin ediciydi. Ayağa kalktı ve parmağı ve bıçağı bir elinde tutuyordu.

Yanıma gelip. "Yürü artık yoksa yemin ederim tüm yol boyunca kucağımda taşınarak geçirirsin, şakam yok Ölüm Meleği!"

Oflayarak ona baktım, "Eray tozu sana mı verdi?" Konuşmadı başıyla ceketini gösterdi. Elimi iç cebe koyup küçük toz şişesini çıkardım ve Dağhan'ın üzerindeki kanlarım dahil kanımın döküldüğü yerlere serptim tozu. Bu toz tüm kanımı emip saniyler içinde buhar hale getirecekti. Deriye zararı yoktu sadece kanı temizliyordu.

"Tamam artık gidelim ama... Sen bu ayaklarla nasıl yürüyeceksin?"

"Ayaklarımın altında özel bir deri var kesilmiyor yani yürüyebilirim."

"Artık bir sorun kalmadığına göre haydi!"

Dudak büzdüm. "Ama kellesi."

"Sabır kadın." diyerek hızla beni omzuna attı. Oha adam beni omzuna attı. "Bırak beni! İnsan kaçırıyorlar diye bağırırım yoksa. Alo kime diyorum." Omzunda benimle çoktan kapıdan çıkmıştı. İyi ki peruk takmışım yoksa güzelim saçlarım şimdiye yerlerde süpürge olurdu.

"Ya sen hasta mısın? Bırak beni," Ne kadar çırpınsam o bir o kadar sert tutuyordu.

Yetişin kız elimizden gitti demek istesem de bulmuşsun bu yakışıklıyı boşver.

"Midem bulanıyor," Resmen adamın sırtıyla bakışıyordum. "Kimi kandırıyorsun, Ölüm Meleği. Dizlerini bile kesmişsin, bu halinle seni yürütür müyüm ben?"

Yutkundum farkında değildim, dilime geleni geri yolladım, "Bu beni taşıma hakkını sana vermez inşallah omzun çürür, Atlas."

Dediklerimi takmadı bile, koridorun sonundan sağ tarafa yürüdü oradaki koridora saptı, “Hani Ela gözlüydüm ne zaman Atlas'a terfi ettim. Ama sorun yok ikisi de senin sesinden paha biçilemez bir değeri varmış gibi çıkıyor."

Karnımda bir şeyler kıprandı, yanaklarıma sıcaklık hücum etti. "Milletin gözlerini oyduğum için onlara göz renkleriyle seslenirdim, senin de gözlerini oymam yakındır."

"Zamanı ve yeri söyle sadece." Gıcık herif. Başımı kaldırdım ve geçtiğimiz koridora baktım, karartı vardı ve bu kişi ne benim halkalarımdı ne de adamlarım.

Adam bizi fark etti ve silahını doğrulttu, kıpranmadığım için Atlas'ın tutuşu hafifti hareket edersem tutacak kadar da sağlamdı. Elimdeki silahı adama doğrulttum ve çevik bir hareketle kendimi geri çektim işte şimdi onun omzundan değil kucağındaydım, Atlas sanki bunu bekliyordu, adama nişan alıp vurdum Atlas bana döndü gözleri yakından nefes kesiciydi, toparlan.

"Sen nasıl lider olacaksın, bende görmesem tahtalı köye gitmen yakındı." Koridora göz gezdirdi ve bana döndü, "Peki ya fark ettiysem ve senin onu vurmanı beklediysem," kaşlarım çatıldı bu herif yüzünden çabuk kırışacaktım.

"Atma be."

Evet adamı fark etmişti bundan emindim çünkü Atlas'ın algıları fazla iyiydi.

"Seninle tartışmayacağım, Ölüm Meleği. Sana karşı kazanmam imkansız." dedi gözlerim içine bakarak.

Yutkundum ve hemen kucağından indim o da izin verdi ilerledim, ne oluyordu bugün?

"Kaçmaya devam et, Ölüm Meleği." duymamış gibi yapım zira bu adama laf anlatamazdım.

Arkamdan geliyordu dizlerimin sızısı kendini koruyordu aynı zamanda avuç ve dizlerimde aynı haldeydi. Merdivenlere ulaşmıştık sonunda, adamlar dediğim yerdeydi arabanın anahtarını Atlas'a uzattılar. Neden Atlas peki?

Liderleri ya hani.

Doğru, M.

Merdivenlerin bitiminde ağır demir kapı bizim için açık bırakılmıştı. Dışarıya göz gezdirdik kimse yoktu birlikte arabaya ilerledik o şoför koltuğuna bende yanındaki koltuğa geçtim. Arabanın torpido gözünü açtım içinde delil torbaları vardı onları aldım bakışlarımı Atlas'a çevirdim ve poşeti açtım parmağı ve bıçağı poşete bıraktı, poşeti kitledim ve içindeki parmağı incelemeye başladım. Atlas arabayı çalıştırmıştı bile bugün kendi evimde kalmayacaktım tenha bir yer benim için daha iyi olacaktı Atlas da benimle kalabilirdi yani daha karar vermemiştim.

Ara sokaktan geçip ilerledik, "Saat kaç?” konuşma hevesim yoktu sanki tüm yetilerimi kaybetmiştim.

Hala aklım almıyordu nasıl da deşifre olurdum? Bir şey vardı bilmediğim. Bilinmezlikler kötüydü geçmiş ve geleceği karıştırırdı.

"Telefon ceketimin iç cebinde." Sesi huzursuzdu sanki ama hissiz çıktığına da yemin edebilirdim, araba tenha sokaklarda ilerliyordu onun gözleri ise bir saniye bile bana dönmüyordu bu,huzursuz ediciydi.

Ela gözlerinde derin bir karanlık vardı oysa ela harelerinde kahverengi ve yeşil iç içeydi.

Elimi ceketin iç cebine koyup telefonu çıkardım ve açtım saate baktım, asıl ironi o söyleyene kadar telefonu fark dahi edememiştim.

Saat 00:34 geçiyordu. Biz bara yaklaşık saat onbir de girdik buna göre iki buçuk saattir ordaydık nasıl ama? Zaman çok hızlıydı.

Zaman bizim en büyük düşmanımızdı bizi alt etmek için vardı adeta, hiçbirimiz ölümsüz değildik. Tanrı bize kutsal bir kase vermemişti ve biz kutsal kaseden ölümsüzlük şarabını içmemiştik.

Allah'ım bu kız felsefe yapacağım diye bizi çarptıracak sen affet!

"Eray"ları arayacağım şifren ne?" şifresi vardı elbette ki, yani neden olmasındı.

 

"946247." Sesi beni sanki kutuplara götürüyordu neden soğuktu bu denli oysa daha bardayken benimle daha samimi konuşuyordu. Şifresi garipti ama bunu sorgulamayacaktım, bugün formdan düşmüştüm iyice dinlenip ilaç almalıydım.

Hemen Eray'ın numarasını tuşladım ve bekledim birkaç çalıştan sonra açıldı. "Araf?" Oha lan adamın telefon numarasını mı kaydetmişti. Neden kaydetmesin ki bananesi yani.

"Benim, fazla uzatmadan özet geç son durumu."

"Sera," dedi şaşkınlıkla. "Sera! Kızım aklımız çıktı sesini duymadığımızda nerdesin sen söyle çabuk?" tabiri caizse kulağımı halletmişti, salak herif. "Özet geç dedim. Uzatma!" sesim öfkeliydi çünkü içimde geçmek bilmez bir his vardı.

"İyiyiz biz şimdi MÖB'in sağlık tesisindeyiz bizim külübeye geçeceğiz sonra." Bir şey saklıyordu, "Seni ne zamandır tanıyorum ben sesini ses tonunun her zerresini biliyorum. Dökül yoksa bir dilin olmaz yarına!" sert çıkmıştım bir şey vardı ve benden saklanması iyi değildi. Derin nefesler aldı sanki nasıl denir bilmezmiş gibi, "Eray sabırlı biri değilim!" Sesim fazla baskın ve korkunçtu.

"Tek çırpıda söyleyeceğim; Doğan bacağından vuruldu," göğsüme bir yıldırım düştü yaktı ama hızla geçti ufak bir sızı bıraktı sadece. "Ve..." devamı da mı vardı, sessizliğe gömüldüm, "Sanırım, Çelik artık tek gözlü, daha tedavisi bitmedi."

Derin bir nefes aldım, "Eray, eğer o kör olmuşsa gözünü aldırabilirsek onun gözünü al ve bir kavanoza koy ben gelene kadar. Yok eğer alamıyorsak da sen bir şekilde oy ve al."

Atlas bana kısa bir bakış attı gözlerinde şaşkınlık vardı. "Oha Sera! Benden başka bir şey iste oyamam ben o gözü. Hem sen ne yapacaksın o gözü?"

"Baş ucuma koyacağım gerizekalı! Git ve onlarla ilgilen, asalak herif!" Yemin ediyorum ben bu dünyaya fazlayım.

"Dur kapatma Bulut seninle konuşacakmış."

"Sonra." diyip kestirip attım. Aramayı sonlandırdım.

"Bana daha ne kadar bakmayacaksın, merak ediyorum?"

Derin bir nefes aldı ve bana baktı, bakışları aynıydı, hissiz. "Yaralı birine bakmayı sevmem özellikle yaralarını saramıyorsam." Ne kadar ruhsuz baksa da sesinde bir tını vardı henüz çözemediğim giz olarak kalan. Bakışları önüne döndü. Etrafa baktım İstanbul'un tenha sokaklarındaydık bir saate gideceğimiz yere ulaşırdık. Burdan çıktıktan sonra yol sadece ağaçlıktı yani tehlikenin son adımındaydık şu an.

Atlas hiçte küçük olmayan bir küfür savurdu, bakışlarım onu buldu aynaya bakıyordu baktığı yöne baktım. Ben bir essela alırım sizden artık.

Ara sokaklardan sırayla birer araba çıkıp bir konvoy oluşturmaya başlamışlardı.

Atlas gazı körükledi ve ara sokaklara girdi. Arkama dönüp arka koltuğun alt kısmına uzanmaya çalıştım Atlas' ın 'ne yapıyor bu ' adlı bakışlarını görmezden geldim alt kısmı sıkıca tutum avuçlarım sızladı, "Bırak da ben alayım avuçların- " sözünü kestim, "Sen sadece sür." Koltuğun üzerindeki poşete kaydı bakışlarım ama önemsemedim. Avuçlarımı önemsemeden tutup son güçle kaldırdım koltuğu altındaki bebeklere baktım fazlasıyla güzellerdi, bardaki silahı da kullanacaktım kendime iki Atlas'a iki silah adım birkaç tane de şarjör. Önüme döndüm Atlas'a uzattım sağ eliyle iki silah da aldı. Onlar ateş etmeden ben edecektim.

Nerde sportmenlik nerde görgü nerde artık silah sesi, ateşle artık bu geceyi ölmek için gencim!

Göz devirdim. "Camı aç. Artık sabrım taştı tesbih boncuğu gibi sıraya dizeceğim bunları."

Dudağının kenarı kıvrıldı, yarım saattir ilk defa!

Vallahi kıyamet kopacak kaç bence.

Bunlar susar susar şimdi konuşurdu.

“Telefonumu versene” dedi, kaşlarım çatıldı ama çıkarıp verdim.

Camı açtı camdan bedenimin yarısını çıkardım ve arkadaki arabalara döndüm elbette ki camlara ateş etmeyeceğim bu kadar araba peşimizdeyse camlar kuşun geçirmez olabilirdi. Cephane önemli sonuçta, dar sokaklarda tek sıra halindeydiler ve hepsi vazgeçilmez renk olan siyahtı.

Sol elimdeki silahla nişan aldım ve arabanın ön tekerine iki el ateş ettim aynı anda kısık sesle inledim silah elimi zorluyordu, ama önemsizdi MÖB lideri daha önemliydi. Ve arabalar zincirleme kaza yaptı ama akıllı davrananlar da vardı hemen başka yollara saptılar. "Gir artık içeri!" Sert sesiyle çekildim ve ona baktım, "Bana emir verme ya da ver sesinden olmak istiyorsan sorun yok." diyerek omuz silktim

Birkaç sokak ilerledi ama önümüzün kesilmesiyle ani fren yaptı yaklaşık beş dakikadır labirent gibi dolanıyorduk.

Arabadan inmemiz gerekti cama ateş ediyorlardı araba yan bir şekilde durmuştu bu da bize avantajdı kapıdan çıksak bize siper olurdu. "Bekle," dedi Atlas ve arkaya uzandı poşeti alıp bana verdi poşete baktım içinde spor ayakkabı vardı. Ne zaman almıştı ki? Sorgulamadan geçirecektim ki ayağımı tutu cebinden bir mendil çıkardı ve altını sildi kalan cam parçaları yüzünden.

Yanlız sizin etrafınız hiç sarılmadı hatta şu an evde oturuyorsunuz! Ya sabır hızlı olun!

Gelen uyarıyla kendime geldim ayakkabıları hemen giydim.

"Şimdi arabadan çıkıp soldaki sokağa koşacağız evet yaralısın biliyorum ama azıcık sık dişini, Ölüm Meleği. Sonra söz bunların kellerini önüne sereceğim, anlaşıldı mı?"

Çocuk muyum ben lan?

"Şekerde versene az oldu bu." sinirle dik dik baktım ona, sırıttı hemde pis pis, sapıkça. "Ne zaman istersin?" dedi alayla.

Gözlerim dehşetle açıldı ve bağırmaya başladım, "Pis fırsatçı sapık, defol burdan! Utan-" cümlem cama gelen kurşunla kesildi, az bile dayanmışlardı derin bir nefes aldık önce ben inecektim hemen ardımdan o inmeden önce delil poşetini de aldım ve ceketin cebine koydum kapıyı açıp eğilerek çıktım hemen ardımdan o yanımdaki yerini aldı elimi sıkıca tutu ve koşmaya başladık.

"Yalnız bu bizim racona ters nerde görülmüş Zincir'in, kaçtığı!"

"Kaçmıyoruz onları tuzağa çekiyoruz." Nefes nefese daha da hızlandık geçtiğimiz yerlerde de o arabalar vardı ama hepsi kan gölüne dönüşmüştü, durdum ben durunca o da durdu.

Son sözleri aklımı kurcalıyordu. Açıklık getirmeliydi.

"Burda ne olduğunu sen mi açıklarsın yoksa ben burda ya senin kafana sıkarım ya da gelecek olanlar sıkarlar kafamıza, sen seç?" Bu adam nasıl böyleydi normal değildi.

Bir kaç sokak lambası vardı her sokağı aydınlatan.

Ve şansız bahtım o daha ağzını açmadan arabalar bizim etrafımızı sarmıştı silah doğrultmadık ne ben ne o. Ona baktım gözlerinde hastalıklı bir haz vardı neden ama. Gülümsedi tıpkı bir katil gibi.

Arabadan adamlar indi ve etrafımızda bir çember oluşturdular. Biri birkaç adım öne çıktı. "Oo kimleri görüyorum, Bıçakçı ve bir adet kanlı melek." dedi iğrenç sesiyle.

Beni baştan ayağa süzdü bakışları açıkta olan bacaklarımdaydı, sinrilendim, "Sen mi çekersin o gözlerini yoksa ben mi siktire siktire oydurayım o gözlerini? Seçim senin ama bence elime düşme." Adam şaşırdı ama gözlerinde hastalıklı bir ifade vardı güldü seslice, iğrenç sesi sokakta yankı yaptı. "Ah güzel kadın niyetim zaten eline değilde i-," cümlesini tamalayamadan bir el silah duyuldu ben değildim ateş eden, Atlas'tı.

Adamı tam karın boşluğundan vurmuştu, "Sağlam istiyorum bu piçi!" diye bağırdı ama kime ben daha anlayamadan beni tutup bir arabanın arkasına geçti adamlar daha yeni şaşkınlığını atamamışken silah sesleri duyuldu adamlar birer birer öldü, yaralandı bazıları ara sokaklara girip karşılık verdi.

Ne oluyor bu s- küfür yok!

Başımı kaldırıp binaların tepesine baktım, gözlerime şaşkınlık bulaştı tepelerde sayamadığım kadar keskin nişancı vardı.

Toparlan ve ateş et.

Bende silahımı alıp arabanın kenarından ateş etmeye başladım sağ kalanlara, Atlas'a baktım o çoktan başlamıştı ateş etmeye ve asla ıskalamıyordu ve çok se-, "Beni başka zaman süzmene izin vereceğime söz veriyorum ama şimdi değil, Ölüm Meleği. Dikkatimi dağıtıyorsun." Sesinde bariz bir ukalalık vardı, pislik. "Ne süzcem be! Silahı nasıl tutuğuna baktım ne bileyim kalemden başka bir şey tutabileceğine şaşırdım."

"İnandım güzelim, sus."

Ve tam o anda öyle bir şey oldu ki kalbim durdu sandım bir kurşun çıktı bilinmeyen bir silahtan ve o kurşun Araf Atlas Bıçakçı'yı buldu.

Atlas vurulmuştu. Ama ben ölmüşüm gibi hissettim.

 

 

🔗

 

 

Loading...
0%