Yeni Üyelik
6.
Bölüm

(6) CANAVAR

@annemarie

 

(6) CANAVAR

 

 

🔗

 

 

 

Sana yeminim olsun ki yanında olsam da olmasam da seni yakmak isteyen herkesi yakarım ve o ateşin bir kıvılcımının dahi sana sıçramasına izin vermem.

 

🔗

 

 

 

 

 

Lanet olası bir saattir ondan haberim yoktu. O içeride tedavi oluyordu bende hala kanlı halimle onun evinde, onun salonunda, koltuğunda oturmuş öylece ondan bir haber bekliyordum.

Ona bir şey olsaydı ben şu an MÖB' ün karanlık zindanlarında işkence çekiyor olacaktım. Derin bir nefes aldım, görüntüsü ne gözlerimin önünden gidiyordu ne de zihnimi terk ediyordu.

Kan ilk defa bu kadar rahatsız ediciydi.

 

Ölüm basitti, kalbe saplanan bir kurşun her şeyin sonuydu. Çok tuhaftı. İnsanoğlu yaşamak için bu kadar çabalarken bu kadar kolay ölmeleri.

Başımı koltuğun baş kısmına yasladım üzerime baktım onun ceketi hala üstümdeydi. Kokusu fazla ferahtı ama ne olduğunu daha çözememiştim. Belki de üzerine sinen kan kokusundandı, hem benim hem onun kanı.

Ürperdim.

Vurulduğu an ona üç kişi seslenmişti benle dahil.

"Abi!"

"Efendim!"

Ve,

"Atlas!"

Sesim, seslerimiz asla aklımdan çıkmıyordu. Biri bize kebab getiren genç çocuktu diğeri fazlasıyla işine odaklı cesur bir kadın. İkisinin bir ortak noktası vardı ona bakarken ki gözlerinde oluşan korku.

Derin bir nefes daha aldım nefes almak zordu üstelik kendi ekibimden yaralılar da vardı. Lanet olası bir görev yüzünden darbe almıştım ve bu hiç hoşuma gitmedi, gidemezdi zaten.

Kapı çaldı o genç adam salondan geçti Hole ilerledi ve kapıyı açtı, kapıyı açışını görmedim sadece seslerini duyuyordum.

"Sera!" Çelik'in öfkeli sesi evi inletti.

Adım sesleri fazlaydı. Neden burdalardı bunlar.

Sen çağırdın ya Atlas için.

Doğru, aklımdan çıkmış.

Beş saniye sonra halkalarım ve Yağız salona girdi Doğan koltukaltında bir değnek tutuyordu Çelik'in ise gözünde bandaj vardı hepsi üzerlerindekilerden kurtulmuştu.

Ev iki katlıydı Atlas' ın odası üst kattaydı mutfak amerikan tarzıydı. Salon gri ve siyahın hakim sürdüğü renklerdeydi. Koltuklar griydi ve U şeklinde konumlandırılmıştı ortada büyükçe siyah bir sehpa vardı. Koltukların karşısındaki duvarda büyük bir televizyon ünitesi vardı. Ve kapı ünitenin yanındaydı.

Berbat bir betimlemen var.

Saol, S. Gerçekten aşırı mutlu oldum iltifatın için.

Hepsinin gözleri sırasıyla üstümde oyalandı ve ilk atak Yağız' dan geldi, "Sen nasıl bir kadınsın ya!" bağırarak üzerime yürüdü ne ben yerimden kalktım ne halkalarım ona engel oldu.

Ona muazzam bir kadın olduğumu söylemek istesem de ortam şu an hiç uygun değildi. Dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım, zira her an konuşabilirdim.

"Onun mu kanı bu üzerindekiler! Merak ediyorum rahatladın mı? Ha!" tepki dahi vermedim ta ki, "Senin yüzünden vuruldu sen ve hırsın, saçma ekibinden almak istediğin bir intikam yüzünden o vuruldu!" diyene kadar.

Derince nefes aldım ya da ben öyle sandım, zira nefes alamıyordum. Tam ağzımı açmıştım ki beni bölen bir ses girdi araya, "Eğer bir daha ona sesini yükseltirsen, yükseltirseniz değil ülkeyi tüm dünyayı cehenneminiz yaparım."

Sakin bir o kadar da ölüm kokan sesi ölümcül bir sesizlik bahşetti bize.

Hadi yine iyisin adam kesin bize vurgun.

Araf Atlas Bıçakçı sadece bizim liderimiz bundan ötesi ne bu evrende ne de diğer bütün evrenlerde olur!

Haklı, sadece yanlışı düzeltiyor. Ayrıca benim gibi dünyanın birinci harikası bir - Dur bir dakika şimdi ben onun neyiydim.

Aklım karıştı.

Belki de senin için söyledikleri yüzünden aklın karıştı?

Sus, S.

S, bu sefer haklı. Aklını karıştırıyor, o.

M, sende mi?

Başımı hızla ona çevirdim üstünde siyah kapşonlu sweatshirt altında ise siyah bir eşofman vardı bu sefer gerçekten derin bir nefes aldım ciğerlerim şenlendi, neden böyle oldu bilmiyordum daha önce tanıdığım birçok insan vurulmuştu, ölmüştü tüm bu anlara şahitlik etmiştim, gözlerimin önünde işkence çekmişlerdi uzuvları bedenlerinden koparılan birçok kişi vardı, uzuvlarını tek tek topladıklarım bile vardı. Ama ben, uzun zaman sonra ilk defa bu kadar nefessiz kalmıştım.

Çünkü ona bir şey olursa ilk defa verdiğin en büyük sözü çiğnemiş olacaktın.

Yağız' ia baktım öfkeden boynuna kadar kızarmıştı mavi gözleri ateş saçıyordu Atlas'a baktı bakışlarında kırgınlık vardı. "Ne yani bu kadın yüzünden vuruldun ve sen onu şimdi koruyor musun?" Bariz bir öfke ve sitem taşıyordu. Şimdi empati yapıp öyle düşünme gibi bir hata yapmayacağım onun kırgınlığından bana ne.

İnsanlara olan tutumun göz yaşartıcı.

Zincir, haklı, S. Bizim onları düşünme gibi bir lüksümüz yok herkes ne yaşarsa içinde yaşar ve içinde bitirir.

Yine çok çok haklısın, Z.

 

Yağız'ın sözleri beni öfkelendirdi ne demek beni koruyor. "Ben kimsenin koruması altında değilim haddini bil aksi takdirde sana haddini bildiririm!" Öfkem diriydi ben şu ana kadar kimsenin gölgesinde kalmamıştım, kalmamıştım ki gurur duyduğum bu kadına dönüşmüştüm.

Alayla güldü, üzerime yürüdü tam dibimde bitti ben hala oturuyordum başımı kaldırıp ona baktım ve bana tepeden bakması sinirlerimi bozuyordu ayağa kalkmak için tam hamle yapıyordum ki, "Ayağa kalkma!" Onun öfkeyle sarmalanmış sesi beni durdurdu. "O neden hala bu halde ben sana ne dedim? Onunla ilgilen demedim mi?" sesi ürperticiydi, Yağız alayla güldü, genç çocuk korkuyla yutkundu zira yutkunabilmesi bile iyiydi. "Abi ben diğer olayları halletmek için uğraşıyordum, Yağız abim de yoktu tek başıma onunla ilgilendim. Yenge de bir şey demedi ben de şey -"

Yenge kim lan!

"İlla bir şey mi demeli kan kaybından ölse haber vermez. Ben ona mı dedim kendi kendinle ilgilen diye yoksa sana mı onunla ilgilen dedim!?" sesi şiddetli bir fırtınaya tutulmuş gibiydi, merdivenlerin başındaydı inmemişti lakin sesi tüm evi sallandıracak kadar şiddetliydi. Hayır bağırmıyordu ama bağırsa bu kadar etkili olurdu.

Hepsinin gözü beni buldu ilk konuşan Doğan'dı. "Yaralı mısın?" Umursamazca baktım onlara sanki yaralıyım desem bir şey fark edecekti belki Doğan, Bulut ve Eray üçlüsü biraz takılırladı ama pek önemsediklerini sanmıyordum, "Bir kaç sıyrık ve üstümdeki kanlar bana ait bir de o ite." dedim Yağız'a gönderme olarak. "Bulut," kehribar gözler beni buldu ve yanıma yaklaştı o da kızgındı bana.

Zaten ne zaman bizi anladılar ki.

Cebimden parmağın olduğu delil poşetini çıkardım Atlas içerdeyken kolye ve çipi de cebime koymuştum onları da çıkarıp verdim, "Sana emanet, bir şey olmasın eve gidince bakarsın ve parmağı da buzdolabına koy çürümesin. Eminim mutfakta ki dolapta boş yer vardır." Zoraki bir şekilde baş salladı benimle konuşmuyordu.

Bir de o bana tüm konuşma boyunca o mu demişti, dişlerimi sıktım, "Kusura bakma abi, bir daha olmayacak." Atlas hiçbir tepki vermedi. Çocuk bana doğru yürüdü. "Gel yenge ben sana misafir odasını göstereyim- "

"Kes sesini velet!" bakışlarım Atlas'ı buldu. "Sen kimsin ki bana o diye hitap ediyorsun ayrıca ister kan kaybından ölürüm ister ölmem sana mı kaldı!" bakışlarım bu sefer veleti buldu, "Hele bir daha bana yenge de bak bakalım o dilini nasıl kopartıp köpeklere yem ediyorum, pis velet!"

Korktu ama kırılmıştı da. "Aşk olsun yenge pis velet ne demek kalbimi kırıyorsun." Bak hâlâ yenge diyor ya. Ayağa kalktım kesilen derim sızlıyordu, Yağız'ın alaylı gözleri hâlâ üstümdeydi, "Vah vah, yeni mi rahatsız oldun sen? Dur dur bu yanlış cümleydi, seni ne rahatsız eder ki? Sen insan mıydın ya," gözlerinde saf nefret vardı, baştan ayağa beni süzdü güçsüz durmadım başımı dik tuttum ve devam etti. "Çünkü bir canavardan farkın yok. Kana susamış iğrenç bir canavar."

 

"Yağız kes sesini!" bu sefer gerçekten bağırmıştı, Atlas ama Yağız, onu takmıyordu. "Onlar, senin ekibin ve sen onlara iyi misiniz diye sormadın bile. Acınası bir varlıksın ölüm ve güçten başka bir şey istemeyen bir cana- "

Yağız yediği yumrukla geriye sendeledi, "Sana, ona sesini yükseltmemen gerektiğini söyledim. Sana sus dedim," Sesinde bariz bir tehlike ve tehtid vardı ne zaman yanımıza gelmişti hissetmemiştim bile gölge gibiydi, "Ve sen, sözümü çiğnedin. Ben seni, sizi son kez uyarıyorum. Ona karşı yapılan her yanlışı kendime yapılmış sayacağım ve ona göre cezanızı çekeceksiniz. Ben, bana yapılanı unutmam," Bakışları bana döndü sonra da öfkeyle tutuşan Yağız'a, gözlerinden bir çok mana akıp gitti Yağız'ın gözlerine.

 

"En iyi sen bilirsin Yağız." dedi ve tek tek dolaştırdı gözlerini herkesin üstünde en son bana odaklandı gözlerindeki tehlikeli pırıltılar yok oldu ve onun ela gözlerini tekrardan serbest bıraktı. Çenesini o kadar sıkmıştı ki öfkesi gözlerinde sönmüş olsa bile hala yerini koruyordu, "Bu halinle kalma artık hadi gel." Elini uzattı tutmam için lakin ben onun elini tutmadım.

Neden mi? Çünkü kimse benim halkalarımı tehtid edemezdi. "Sakın bir daha benim olana, bana aitlere tehtidlerini savurma." Ufak bir uyarıydı bu, sıkılmış bir nefes aldı. Ve beni kucağına aldı reflekslerim hızlıydı ama o daha hızlı davranmıştı. "Delirdin mi yaran var senin?" Sol omzundan vurulmuştu sol kolu belime sarılmış sağ kolunu bacaklarımın altından geçirmişti, "Ufak bir sıyrık sadece," benimle birlikte merdivenlere ilerledi, sesimi çıkarmadım zira beynim ağrıdan kıvranıyordu ve ben bugün daha fazla oynayacak gücü kendimde bulamıyordum.

 

"Kaan söyle İdil'e lazım birkaç parça getirsin." Soğuktu sesi eskisi gibi, hatta soğuk demek yanlıştı tamamen hissizdi. Demek veletin adı Kaan'dı ama bence velet daha çok yakışıyordu.

Merdivenler bitince koridorun sonundaki odaya ilerledi dört tane kapı vardı bu koridorda, duvarlarda tablolar asılıydı. Kapı aralıktı muhtemelen bizim seslerimizi duyunca hemen gelmişti odaya girdik ki girmez olsaydık oda baştan sona siyahtı, "Yanlız ben bu odadan çıkmam, ha." Siyahın her tonuna zaafım vardı ve burası siyahın mükemmel dekore edildiği bir odaydı, beni hala bırakmamıştı ve kolları daha da sıklaşmıştı nefesini kulağımın dibinde hissettim. "Sen iste çıkmayız bu odadan." İmalı sözleri ve bu kadar dibimde olması beni yutkundurmuştu.

"Pis sapık, bırak beni." Başımı kaldırıp yüzüne bakamadım fazla dibimdeydi bu yüzden başımı kaldırmadım.

İlerleyip beni yatağın üzerine dikkatlice bıraktı, sanarsın porselen bebeğim(!)

Odaya kısa bir bakış attım, duvarlardan yerdeki döşemelere kadar siyahtı, başımı sola çevirmemle cam bir duvarla ayrılmış beyaz küveti görmem bir oldu.

Hadi canım, felaket bu.

 

 

                                 

                                 🔗

 

 

 

"Çık dışarı burası artık benim odam," güldü. Bence bu adam şizofrendi daha iki saat önce yüzünde mimik dahi yoktu. "Odada kalmamın ne gibi bir sakıncası var merak ediyorum?"

Karşımda dikilmiş duruyordu bende oturmuş ona bakıyordum gözlerim sızlıyordu lensler canımı yakıyordu ama daha ellerimi bile yıkamamıştım. Bu neydi ki günlerce kan içindeki kıyafetlerle gezmiştim daha on yaşındayken ilk kez o kadar fazla kan görmüştüm sonra on ikinci yaşım kanla yıkandı ardından bunu on dördüncü yaşım takip etti fakat şüphesiz on sekizinci yaşım en çok ceset ve kanla yıkanan yaşımdı. Koridorlarda ki ceset yığınları ve kan gölleri.

 

09.09.2018 MÖB kuruluşundan beri tanık olunan ilk büyük isyan.

 

Benim için dönüm noktası olmuştu bu tarih daha on sekiz yaşındayken ve nişanlıyken MÖB isyanını bastımak için neler yapmıştım üstelik korumam gereken canlar varken aylarca ne doğru dürüst uymuştum ne yemek yemiştim aylar sonra aynada gördüğüm kadını tanıyamamıştım verdiğim kilolar yüzünden, iştahım kapanmamıştı her gördüğüm yemekte kan vardı sanki yemeklerden kan kokusu alıyor ve yediğim ne varsa kusuyordum, can sıkıcıydı. Zamanla kan kokusu benim için artık sıradan bir koku gibi olmuştu, lanet gibi geçen aylardan sonra düzeni baştan kurmak zordu üstelik MÖB lideri ölmüştü ve ben MÖB liderinin geçici varisiydim.

 

Sanki o olay biraz daha farklıydı, ha.

Hayır olay böyleydi.

Tabii canım MÖB lideri de Araf Atlas Bıçakçı' nın babası değildi zaten, ha birde sen imzalatmamıştın değil mi geçici varislik anlaşmasını.

Bunlar yapılması gerekenlerdi, S. Araf Atlas Bıçakçı 'yı o kaos ortamına sokamazdık yapacakları ilk şey önce ailesini sonra onu öldürmek olacakken onu tehlikeye atamazdık.

M, sence de geçmişi yanan biri olarak fazla düşünceli değil misin? Ne çabuk unuttun on bir' in lanetini. Bizi zaten çok yakmışlardı ve sonra bizde MÖB lideri uğruna kendimizi yaktık.

 

"Kesin artık!" Bağırmıştım hemde hiç olmaması gerekirken ellerimin üzerindeki ellerle irklidim. Ben ne zaman başımdaki peruğu yere atmıştım da kanlı ellerimi kızıl saçlarıma geçirmiştim başımı ellerimin arasına alıp sarmıştım kendimi, dahası Atlas ne zaman yanıma oturup saçlarımı ellerimden kurtarmaya başlamıştı.

 

"Sakin ol, yanmıyorsun bak ben yanındayım, " Sesi bana güven vermemeliydi, ben kimseye güvenmemeliydim, ellerimi çözdü yavaşça saçlarımdan ve ellerimi hapsetti ellerinin arasına. "Sana yeminim olsun ki yanında olsam da olmasam da seni yakmak isteyen herkesi yakarım ve o ateşin bir kıvılcımının dahi sana sıçramasına izin vermem." Beni kendisine çekip tam sarılacakken ellerimi çekip ondan uzaklaştım, gülümsedim sahtelik bulaşmıştı her bir uzvuma. "Ben yanmaktan korkmuyorum, Bıçakçı ben, yakacaklarımdan şüphe duyuyorum. Çünkü Sera Zincir daha önce çok kez başkalarının ateşinde sınanadı ve emin ol sınandığımdan daha çok sınadım. Ben yakarsam asla durmam." Sesim tamamen hissizdi. Alışılmış bir şeydi. Dudağının kenarı kıvrıldı yarımca, gözlerinde sözlerimden şüphe duymayan bakışlar vardı.

 

"Sera Zincir'in hepsini yok ettiğinden ve edeceğinden şüphem yok, benim korumak istediğim ne Sera Zincir ne de Zincir ben Melodi Zincir'i, Ölüm Meleğini korumaktan bahsediyorum."

 

Kaskatı kesilmek ne demekti işte şimdi anlıyordum bu adam benim hakkımda birçok şey biliyordu bundan artık emindim ve demiştim ya hayatı fazla normaldi ve bu kadar normalliğin içinde kesinlikle bir anormallik olacaktı, Araf Atlas Bıçakçı'yı tanımlayacak şeyi artık bulmuştum o, tehlikeydi.

 

Ve adımın Melodi Sera Zincir olduğu kadar emindim ki beni birçok ateşten koruyacağına yemin eden bu adam beni korusa bile günün sonunda cennet değilde benim cehennemim olacaktı ve ben o gün 'Araf Atlas Bıçakçı, Melodi Sera Zincir' in cehennemi oldu ' sözlerini tekrar edecektim.

 

 

 

                                    🔗

 

 

 

"Sana daha kaç milyon kere söylemeliyim seninle aynı odada kalmam diye!"

Daha önce de söylemiştim değil mi halkalarımın ses tellerini sökmek istiyorum!

"Umay ne olmuş gece senin odanda kaldıysam kıyamet mi koptu, hayır."

Eray yine ve yine rahat durmamıştı. Kapının zil sesini duydum. Dün gece Atlas' ın odasında kalmıştım saatlerce bedenimdeki kanlardan kurtulmak için uğraşmıştım dün gece ve bir ağrı kesici içip uyumuştum Atlas'ın nerde uyuduğunu bilmiyorum diğerlerinin de.

"Zincir, buraya gelmen gerekiyor." Doğan seslenmişti, ses vermedim çünkü yataktan çıkacak halim yoktu. "Uyandığını biliyorum hemen aşağı in sana özel bir paket var."

Hemen doğruldum yataktan. Ne paketi? Ne özeli?

Üzerime baktım beyaz bir sıfır kollu bluz vardı altımda da gri eşofman.

Odadaki banyoya girdim ellerimdeki sargıyı açıp işlerimi hallettim Atlas dün diş fırçasından bir çok kıyafet ve bakım eşyası getirtmişti ve odasına yerleştirmelerini söylemişti evde bir kadın vardı uzun zamandır onunla çalışıyormuş, Atlas'a bu kadar eşyayı ne zaman aldırdığını sorduğumda cevap vermemişti. Dizlerim ve ellerime pansuman yapmıştı ardından beni tek başıma odada bırakıp gitmişti.

Aşağı indiğimde hepsine göz gezdirdim hepsi hazırlanmıştı aralarında ben ve Doğan eşofmanlıydık. Hepsi geldiğimin farkındaydı Yağız ve Umay' ın kin ve nefretle harmalanmış bakışlarını histememek imkansızdı ben omuzlarımı dik tutup onlara doğru ilerledim. Atlas'ın yanında durdum hepsi mutfaktaki ada tezgahının etrafında toplanmıştı ve ortada hasır ipten işlenmiş bir torba vardı çok büyük değildi ama küçükte denemezdi dikkatimi çeken şey torba değilde üzerindeki sol anahtarı ve zincir işlemesiydi.

"Günaydın, Ölüm Meleği."

"Pek gün aymışa benzemiyor ama günaydın Ela gözlü."

Dudağının kenarı kıvrıldı, benden uzundu şuan başım onun çenesinin biraz altındaydı. Üzerime eğildi sıcak nefesi kulağımdaydı, yine. "Rahat uyudun mu? Beni kovunca rahat uyumuşsundur umarım." Alaylı ve imalı sesi beni gülmeye teşvik ediyordu dudaklarımı birbirine bastırdım başımı hafifçe salladım.

"O kadar rahat uyudum ki anlatamam sonuçta gece ansızın beni boğazlayabilirdin, nereden bileyim değil mi? Can güvenliğim oldukça önemli." Başımı çevirip ona baktım hala bana yakındı, onunla ilk tanıştığımız da ışıkları kapatmama izin vermemişti bana 'senin işin belli olmaz bir bakmışım gecenin yarısı beni boğuyor olursun' demişti. O da hatırlamış olacak ki bana baktığında konuşmadı ama gözlerinin sesi fazlasıyla belli oluyordu bakışları 'çok kindarsın' diyordu. Hafif bir öksürük sesiyle çekildim ve kendime geldim Bulut öksürmüştü. "Açsan mı artık, sonuçta ağaç olduk burda. "

Göz devirme Melodi bu çok yanlış, kendimi de telkin ettiğime göre artık bakabilirim pakete. Tezgahın ortasındaki torbayı tutup kendime çektim aldığım kokuya dudaklarım benden bağımsız hareket etti.

"Kan kokusu."

"Kan kokusu."

Atlas'la birlikte dökülmüştü bu kelimeler.

Torbayı sabırsızca açtım içinden iki büyük kovanoz çıktı gördüm şeylerle kahkaha attım evet en sonunda delirmiştim.

"İğrenç, bu her kimse seninle aynı mideyi taşıyor demektir." dedi Umay. Tek kaşım kalktı ve ona baktım bakışlarımın buz gibi olduğundan şüphem yoktu, "Sanırım sen dün gece rahat uyuyamamışsın, neden rahat uyumadın? Oysa ben fazlasıyla rahat uyudum." Gözlerinde öfke ateşi harlandı yine sırıttım. Gözleri kan çanağına dönmüştü beyaz bir teni olduğu için kesinlikle göz altları da morarmıştı ama kapattığı için pek belli olmuyordu.

Ve kavanozun içindekilere gelecek olursak birinde oyulmuş gözler vardı bence nereden baksam on çift göz vardı renk renk bir sürü göz çok güzel görünüyordu.

Bir diğerindeyse bir çift el vardı ve bu eller Dağhan Gündüz'e aitti çünkü sol elin yüzük parmağı yoktu, sırıtmamı engelliyemiyodum hangi aklını sevdiğim böyle yapmıştı acaba diye düşünmek istesem bile kuralları belli olan bu kanlı oyunda pek düşünmeye gerek yoktu ama umarım o değildir aksi takdirde etraf bu sefer sıradan adamların kan ve uzuvları yerine yakınımızdakilerin kan ve uzuvları olacaktı.

Torbanın en altında küçük bir not kağıdı vardı;

Sana dokunan her teni parçalara ayıracağım, güzel azrail. Sana bakan her gözü itinayla oyacağım. Bu bir savaş çağrısı değil, savaş çoktan başladı, dileğim yanımda olman Senorita. Sana ihtiyacı olan bir ailen var.

Tuya hermosa mortal.

-E.

 

Adam bana yürümemişti, uçmuştu. Senorita ispanyol kökenli bir kelimeydi ve anlamı tatlı, küçük ve sevimli anlamlarına geliyordu. Pis adam, insanları nasıl doğradığımı görse böyle der miydi merak ediyorum. Ve son cümle ise, sevgiler güzel ölümlü, demekti adam sanki bana kabul etmemin daha da kolaylaşması için ölümlü yazmıştı. O kadar alışmıştım ki artık ürpermiyordum bile. Derin bir nefes aldım Atlas yanı başımda notu çoktan okumuştu el yazısıyla yazılmamıştı çıktı olarak alınmıştı bu not.

"Ne yazıyor orda? Seni bu kadar donduracak ne vardı orda?" Soru Çelik'ten gelmişti. Notu avcuma aldım her ne kadar parçalara ayırmak istesem de ayırmadım, gülümsedim. " Bu kanlı oyuna katılmak isteyen kanlı bir şövalye."

Artık her şey yeni başlıyordu, MÖB lideri koltuğuna oturacaktı düzen tekrar belirlenecekti kan ve ceset içeren bir oyun başlıyordu.

Atlas sessizdi gözlerimiz buluşunca ikimiz de sessiz bir karar vermiştik. Eğer bu uğurda kan dökülecekse dökülmeliydi. Acımak artık yoktu. Onun gözlerine bakarken, "Hazırlanın bir saatte çıkıyoruz." dedim. Arkama dönüp merdivenlere ilerledim.

      

 

 

 

🔗

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%