@annemarie
|
Keyifli okumalarrr 🤍 🔗
7 EFRAİL
⛓️🩸
Kan dök, sayfalarını kana bula ve tekrar yaz ölümü.
⛓️🩸
Dün gece saat 03:39
Kan dök, sayfalarını kana bula ve tekrar yaz ölümü. O, affetmezdi yapılan hataları ve karşısında masaya bağlanmış adam hata yapmıştı. Sakin ve bir o kadar ürkütücü adımlarla adama yaklaştı. Yüzü ifadesizdi masaya bağlı olan adamın tam baş ucunda bir cellat misali durdu, adama baktı. Adam, Dağhan Gündüz'dü. Bugün o barda fazlasıyla hata yapmıştı örgütünde ki herkeste takılması zorunlu olan kolyesini çaldırmıştı ve kolye sıradan birinde değildi kolye Melodi Zincir' deydi. Geri alınması imkansızdı, işte can sıkıcı olan nokta da buydu kolyenin Zincir'de olması. Adama göre asla imkansız diye bir şey yoktu eğer kolye başkasında olsaydı şimdi o adamı öldürür ve kolyeyi alırdı ama ondaydı onun güzel azrailinde. Dağhan hala baygındı, bakışları deponun içinde dolaştı koskoca depo bugün Dağhan'ın çığlık sesleriyle can bulacaktı. Depoda yirmi iki adam vardı çoğunluk deponun dışında koruma çemberi oluşturmuştu, bakışları diğer bir noktaya takıldı sandalyelere bağlı tam on altı adam. Bügün hepsi öncelikle Dağhan'ın ölümünü izleyecekti ardından onlara biçilen cezaları çekeceklerdi, adamları ondan korkuyordu onun gölgesi bile hepsini titretecek kudrete sahipti. Deponun bir köşesinde üstü örtülerle kaplı iki kafes vardı ve bazen kafeslerden kesik kesik sesler geliyordu. Fazla konuşmazdı sadece gereken yerlerde konuşmayı tercih ederdi. Adamlardan birine baktı adı neydi hatırlamıyordu, umarsamadı. Tek bakışıyla ne dediğini anladı adamı ve hızlı adımlarla yanında bulunan buz parçaları olan su kovasını getirip Dağhan'ın yüzüne dökmek için hazırlandı tam dökecekken efendisinin de ıslanabileceği aklına geldi çekinse de konuştu. "Nuestro Señor ıslanabilisiniz dilerseniz bir kaç adım geri gidin." Efendisinin bakışları onu buldu fazlasıyla boştu gözleri ve bu onu korkunç yapıyordu, yutkundu ama efendisinin sadece gözleri gözüküyordu yüzünü gizleyen siyah bir maske vardı. Maske de seçemediği bir hayvan figürünün damgası vardı. Efendisi sadece iki adım geri çekildi. Adam hemen suyu Dağhan'ın yüzüne döktü Dağhan irkilerek açtı gözlerini depodaki ışık onu rahatsız etmişti gözlerinin ışığa alışması için süre tanıdı kendisine. Onu o bardan Efendisinin adamları çıkarmıştı. Biliyordu Dağhan sonunu fakat yine de yalvaracaktı, kolları ve bacakları zincirlenmişti sırtı soğuk bir masayla temastaydı başını sağ tarafa çevirdi ve gölgesi bile korkması için yeterli olan efendisini görmüştü içinden lanet etti, Zincir denen kadına ne olurdu ki o barda onu öldürseydi de efendisinin eline düşmeseydi. Vücudunu hissetmiyordu lakin sol elinin yüzük parmağının kesildiğinin farkındaydı ve eli sızlıyordu. Yapmakta fazlasıyla geciktiği şeyi yapmaya başladı. "Nuestro Señor, affedin yalvarırım onun tuzağına düştüm." Sesi çatallı ve kısık çıkmıştı zira dilinin bile uyuştuğunun farkındaydı. Karşısında ki adam bugüne kadar kimseyi affetmemişti, onu da affetmeyecekti. "Sana ondan uzak dur demiştim." Sesi boğuk ve hafif aksanlı çıkmıştı, adam zaten Türkiye'de kalmıyordu ihanet onun için fazla hassas olduğu bir konuydu bu yüzden bugün burdaydı, ve sesi tanınmasın diye kullandığı maskelerde özel tasarımdı. Kullandığı tek bir cümleydi fakat altında birçok cümle gizliyordu. "Nuestro Señor, onun, Zincir olduğunu bilmiyordum sıradan bir kadın sanıyordum eğe-" "Konuştukça arkanda bırakacağın ailenden birileri eksilecek ve ben sana bugün hiçbir kadına yaklaşmaman gerektiğinin emrini verdim, sen kim oluyorsun da verdiğim emirleri hiçe sayıyorsun." Efendisinin kurduğu son cümle onu sessizliğe görmüştü zira geride kalanlar hep yanardı ve o ailesinin yanma sebebi olmak istemiyordu. Bakışları az önce yanlarında olan adamı buldu adam aldığı sesiz emirle Dağhan' ın bağlı olduğu masanın yanında bulunan üzerinde türlü işkence malzemeleri bulunan ahşap masanın üzerindeki keskin bıçağı aldı ve efendisine ilerledi, Dağhan susmuş ikinci bir şans için yalvarmıyordu zira son açık ve belliydi: ölüm. Efendileri bıçağı aldı ve Dağhan'ın göğsünde gezdirdi dudakları alacağı zevk için şimdiden kıvrılmıştı lakin diğerleri bunu göremiyordular. "Bana verdiğin zararın farkındasın değil mi? Ölmemesi için çabaladığım kadın şimdi örgütümün bir parçasını yanında taşıyor, bu da onun öldürmem ve öldürmeleri için geçerli bir sebep," Aklına birden Dağhan onun azrailiyle odaya girdiği kesitler dolmuştu, oda da sadece tablolarda değil birçok yerde kamera vardı ve her karesini uzunca izlemişti önünde canı için yalvaran bu adam ona ait olan, ona olan azrailine dokunmuştu. Pis elleri azrailinin beline dolanmıştı lanet gözleri onun olana değmişti. Bu düşüncelerle daha da acımasızlaştı işte şimdi herkesin delicesine korktuğu adama dönüşecek ve ona yalvaran bu adama asla acımayacaktı. Elindeki bıçakla küçük ama bir o kadar da derin olan ilk kesiği attı Dağhan' ın göğüs kafesine. Dağhan'ın dudaklarından kopan acı inleme az önce hissetmediği vücudunu şimdi hissetmeye başladığının kanıtıydı. Dağhan' ın göğüsüne atılan her kesiğin kanıtı Dağhan'ın çığlıklarıydı. Ufak ama bir o kadar da derin olan kesiklerin bu kadar acımasının bir diğer sebebi bıçağın özel tasarım olmasıydı. Efendisi bıçağın sapını ne kadar sıkarsa saptan bıçağın keskin ucuna bir o kadar tuzlu sirke akıyordu Dağhan' ın çığlıkları sandalyelere bağlı olan on altı adama korkuyu sonuna kadar hissetiriyordu. Adamların tek dileği efendilerinin onları hemen öldürmesiydi. Efendileri açtığı her kesikte hastalıklı bir zevk alıyordu. On altı tam on altı derin kesik atmıştı Dağhan'ın göğüsüne, göğsü kan ve ter içinde kalmıştı adamın lakin efendisi duracak gibi değildi bağırmaktan sesi kısılmıştı. Ölüm bu gece onun içindi. Adı Toprak olan adam efendisinin acımasızlığını izliyordu tek bir merhamet kırıntısı dahi duymadan efendisi Dağhan'ın göğüsünü kana bulamıştı, ihanet bu denli ölümcül yollar açıyordu. Bu efendisinin ilk kez ihanet eden birine yaptıkları değildi efendisi daha önce ihanet edenleri de tek tek birbirinden farklı işkencelerle öldürmüştü. Son beş yılda hatırladığı ihanetin zararına göre en hafif işkence iki yıl önceye tekabül ediyordu adam ve ailesi ihanet etmişti efendisi ailedeki tüm erkekleri öldürmüştü tek tek ve ardından ona ihanet eden adama önce ailesindekilerin kanıyla boğmuş ve en sonunda adama o kanları içirmişti durmamış devam etmişti eski zamanlarda işkencelerde kullanılan çivili sopalarla adamın her uzvunu delik teşik etmişti en sonunda adamı çivilerden oluşan bir masaya yatırıp her gün adamın her uzvuna ağırlık koyarak yavaşça ölmesini sağlamıştı. Bunları düşünmek bile onu ürpetmişti.
Efendisinin bakışları onu buldu hemen bir asker misali hazır ola geçti efendisinin bakışları masanın bağlı olduğu düzeneği buldu anlamıştı bu sesiz emiri Dağhan' ın çığlık sesi bu sefer daha da yüksek çıkacaktı. Hızlı adımlarla düzeneğe yaklaştı ve kolu tutu efendisi başıyla hafif bir onay verdi ve Toprak düzeneği çevirmeye başladı düzenek çevrildikçe Dağhan'ın tüm uzuvları geriliyordu. Gösüsündeki kesikler genişliyordu ve Dağhan'ın çığlıkları durmuyordu, göğsündeki kesiklerin nasılda büyüdüğüne baktı Toprak etin dokusu ve kemiklerin çatırtılı sesi depoda yankı yapıyordu.
Toprak durmadan çevirmeye devam etti efendisi için Dağhan'ın çığlıkları terapi gibiydi zihnindeki karmaşa ve sesler bir an olsun susuyordu. Zincirler gerildikçe çevirmekte bir o kadar zor oluyordu eğer biraz daha çevirse Dağhan'ın uzuvları kopacaktı efendisine baktı efendisi sadece sağ elini kaldırdı, bu dur demekti. Durdu. "Kafesleri getirin." Kısa bir cümle ama işkencenin devam edeceğini belli eden bu ses sayesinde anlamıştı. Dağhan bağırmaktan yorulmuştu gözlerinden yaşlar akıyordu artık merhamet bile dilenemiyordu zira başındaki adam bir azrail gibiydi tek bir merhamet kırıntısı dahi yoktu.
Toprak üstü örtülü olan kafeslere ilerledi depodaki korumalar bile merakla o yöne odaklanmıştı. Toprak sakin ve bir o kadar hızlı adımlarla kafeslere ulaştı örtüyü tek bir hamlede kaldırdı ve gördüğü şeyle ayakları yere çivilendi yaşadığı şaşkınlık yüzünden.
Örtünün altından iki kafes çıkmıştı kafeslerden biri boştu ve altıda açıktı bir diğer kafeste ise elleri ve ağızlarında kan olan beş gri fare vardı.
Fareler iriydi ama aç oldukları birbirlerine saldırmalarından belliydi, Toprak yutkunarak elini kafese uzattı, elini uzattığı gibi farelerden tiz bir çığlık yükseldi ve Toprak' ın eline atıldılar. Toprak hızla elini çekti, "Eldiven." dedi efendisi, kafesin yanında olan kalın deriden yapılma olan iki çift eldivenleri ilk kez fark etti hemen eldivenleri taktı diğerlerini ise boş kafesi tuttuğu eliyle tuttu kafesleri aldı ve efendisine ilerledi. Adam bugün duyduğu çığlıklardan her zamanki gibi zevk almamıştı garipti her zamanki gibi hissetmemişti zihnindeki karmaşa biraz olsun duraksamıştı ama tekrar başlamıştı. Toprak kafeslerle yanında durunca biraz olsun kendini topladı ve altı açık olan kafesi Toprak' tan alıp Dağhan' ın göğsüne yerleştirdi masanın üzerindeki deri kemerlerle kafesi sabitledi, Dağhan' dan sadece kesik kesik iniltiler duyuluyordu. Toprak boşta olan bir çift eldiveni de efendisine uzattı efendisi eldivenleri ellerine geçirdi. Boş kafesin kapısını açtı ardından Toprak 'ın tuttuğu fare dolu kafesin kapısını araladı ve aralıktan teker teker fareleri çıkarıp boş kafese koydu. Aç fareler beklemeden Dağhan'ın göğsündeki yarıklara saldırıp daha da derinleştirdiler, kemirdiler. Cezası buydu Dağhan' ın ölene kadar etlerini kemirecekti fareler. Dağhan durmadan çığlık atmaya devam etti. İşte şimdi sıra bağlı on altı adama gelmişti. Cezaları basitti Dağhan'ın gittiğini gördükleri halde rapor etmemişlerdi. Onun güzel azrailini aç kurtlar gibi izlemişlerdi yaptıklarının bedelini gözleri ve dillerinden olarak ödeyeceklerdi. Efendileri hiç durmdan masaya ilerledi ince ama bir o kadar da keskin olan kemik sıyırma bıçağını aldı ve adamlarına ilerledi. On altı adam yalvarsalar da sonlarının ölüm olduğunu bildikleri için sesiz kaldılar. Adam elindeki bıçakla ona en yakın olan adama ilerledi ve tek bir tereddüt kırıntısı hissetmeden bıçağı adamın göz çukuruna sapladı. Ardında kalan sadece acı çığlıklar oldu…
🔗
Bugün; Melodi
Hissizlik insanı öldürebilirdi. Aç bir ruh beslenmezse bedeni terk edebilirdi. Ruhum beni terk etmişti. Tarihi tarihine, saati saatine, saniyesi saniyesine hatırladığım gün ve günler beni cehennem azabı çekmem için zorluyordu. Ruhum paramparça olmuştu lakin bedenim bir asker misali hâlâ ayaktaydı. Zaman aleyhimize işliyordu. Araf Atlas Bıçakçı artık MÖB' ün kanlı koltuğuna oturmalıydı. Bizim için zor olmayacaktı yani en azından şimdilik bu yönde düşünüyordum sesinin kesilmesi gereken bazı kişiler vardı onları da halledersek her şey rayına otururdu. Ben yaklaşık on dokuz saat önce bu kumarın ilk adımını atmıştım geri kalanı ise Atlas' ın kontrolü ve hükmü ile belli olacaktı. Yanımda Atlas vardı. Arabadaydık. On arabalık bir konvoyla MÖB' e giden karanlık yolda ilerliyorduk. Bakışlarımın hedefi Atlas oldu sabah ki olaydan sonra fazlaca sessizdi, düşünüyordu aynı zamanda masada ki üyelerin isimi, masadaki yeri, temsil ettikleri bölge ve ülkeler hakkında bilgiler vardı. Sayfalara umursamazca bakıyordu, umursamadım ben zaten yapmam gerekeni fazlasıyla yapmıştım. Aklımı sabah olanlarla meşgul etmeyi amaçladım. Ne kamera kaydı vardı, ne de adamları gören birileri. Parmak izi gibi gereksiz şeyler yaptırmak için uğraşmadım sessiz bir azrail misali kapıya kadar gelen her kimse parmak izine de dikkat edecek kadar akıllıdır diye düşünüyordum. "Sessizliğin can sıkıcı. Sıkıldım ben!" Evet en sonunda isyan etmiştim. Ağır ve pusulu sesi sakince cevap verdi. "Yağız konuşmaya bayılır." Ve sustu. Cümlenin devamı nerdeydi? Doğru Yağız da burdaydı ön koltukta şoförün yan koltuğunda oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Asla Yağız' la konuşmazdım bana dedikleri hâlâ dün gibi aklımda. Zaten dün demişti. S, sussan mı acaba? Susmasam? Sesi melül ve tatlı bir şekilde kulağımda yankılandı. Tamam susma, S. Harikasın Melodi. Zihninin sesini dinlemen gerkiyor artık. Zihninin sesini dinlemesi için öncelikle senin sesini kesmen gerekiyor, S. Z, yine kaostan besleniyorsun afiyet olsun. Ellerim keskin bir sızı hissettiğim şakaklarımı buldu yorgun değildim ama yıllardır peşimi bırakmayan bir ağrı vardı. Daha iki saat kadar yolumuz vardı. Canım fazla sıkkındı Yağız'la konuşmayacaktım yaptığı hadsizliğin bedelini ona ödetmeyi istesem de Atlas bunun için beni uyarmıştı. Yağız'a yapacağım herhangi bir hatada Atlas MÖB koltuğundan çekilecek ve koltuğu masadaki herhangi birine devredecekti. Elbette buna izin vermezdim lakin şuan seçilebilecek bir varisle uğraşamayacaktım. Efrail denilen adamı bulmalıydım herkes ona Efendim diyordu. O adam başlayacak savaşta beni yanında istemişti ama bilmediği bir şey vardı Melodi Sera Zincir asla çıkarlarının bölünebileceği bir savaşta taraf tutmazdı, bunu o da öğrenecekti.
🔗
Derin bir nefes aldım ya da ben öyle sandım. Aylardan şubat günlerden ayın yedinci günü İstanbul soğuk havası ciğerlerimi neşelendiremiyordu boynumdaki zincir ağır bir yük gibi gerdanıma dolanmıştı. Konu zincir değildi, konu zincire geçirilmiş altın alyanstı. MÖB'ün büyük demir kapısının tam önündeydik az önce ön bahçeye giriş yapmıştık. Hepimiz arabalardan inmiştik bakışlarım Atlas'ı buldu, onun ise ters bakışları gerdanımdaki alyanstaydı. Atlas iki büyük adımda yanıma ulaşmıştı. Baştan ayağa siyah giyinmişti ela gözleri oldukça dikkat çekiyordu geniş ve dik omuzlarıyla oldukça özgüvenliydi. O siyah giyinmişti ben ise baştan ayağa beyazdım topuklu ayakkabılarım bile beyazdı. Ve bilirlerdi ki Melodi Zincir ne zaman beyaz giyinirse o gün mutlaka kan akardı ve ben kanın kızıl tonunu üzerimde görmek istiyordum. Doğan' ın onaylamaz bakışları üzerimdeydi, beyaz giymem herkesi rahatsız etmişti. Üzerimde beyaz mis gibi bir takım vardı neresi kötüydü ki bunun? Atlas'a beyaz giyinmemem konusunda beni uyarması için dil dökmüşlerdi lakin Atlas kimsenin bana karışamayacağını kesin bir dille uyarmasından sonra susmuşlardı. "Hadi başlayalım." dedim. Bakışlarında şeytani bir zevk vardı. Aynı anda ilk adımı attık. Bu bizim bu yoldaki ilk adımımızdı. MÖB' ün karanlık surları arasında ilk adımımız bile sanki kanla atılmış bir imza gibiydi. Güçlü adımlarımız sanki daha önceden çalışılmış gibiydi. Diğerleri ardımızdan gelirken ben ve o dimdik bir şekilde MÖB' ün kapısına gelmiştik. Kapıda bekleyen iki adam vardı geri kalanları çatılar dahil birçok yerde etrafı kontrol ediyorlardı eğer hafızam beni yanıltmıyorsa 250.000 dönümlük bir arsayı kaplıyordu burası. Koskocaman bir ormanın içine yapılmıştı. Adamlar biz görünce üzerimizi aramak için harekete bile geçmediler, iç kapılar bugün yıllar sonra gelen yeni MÖB lideri için açıldı görüş açımıza MÖB'ün geniş girişi girdi. Lider o olacaktı ilk adım onun olmalıydı. Bir adım geri çekilmek istedim, tam geri çekilecektim ki bunu hissetmiş gibi eli belimi buldu ve beni kendine çekti, sıcak nefesi kulağımdaydı, "İlk adım beraber. Ne ardımda duracaksın ne de önümde, sen hep yanımda duracaksın, Ölüm Meleği," tane tane fısıldamıştı bu sözleri kulağıma ve emin olmak için tekrar sordu. "Öyle değil mi?" Bakışlarım önümdeydi, omuzlarım ve başım dikti, o bana öylesine bir soru sormamıştı. O bana, bu savaşta zaferin sonuna kadar yanında durup durmayacağımı sormuştu. Seçimler kaderimizi belirlerdi ve benim seçeceğim yol kaderim olacaktı, dudağımın kenarı kıvrıldı, bakışlarımın esiri ela gözleri oldu. "Yanında durmamı istiyorsun ama bana, bunun için bir sebep vermiyorsun, bunun için bir sebebin olunca bunu bana tekrar sor işte ancak o zaman cevabını alırsın." dedim ve ilk adımı yine aynı anda attık. İlk adımda bile kasvet içimize siniyordu. Bir adım ve daha birçok adım birbirini takip etti. Giriş siyah ve beyazın hakimiyeti altındaydı adım sesleri vardı ve girişte olan onlarca insanın bakışlarının etkisi. Bakışlar ondaydı yeni, genç MÖB liderinde ve o bunları umursamadan etrafa bile öylesine göz gezdirerek asansörlere ilerliyorduk. Araya girmek istemem ama eli hala belinde. Tutuşu bile o kadar silkti ki hissedememiştim bu cehennem büyük bir yerdi ve binlerce insan vardı ve önümüzdeki bir ayın yeni dedikodu manşeti belliydi 'Sera ilk günden MÖB liderini arkasına aldı.' ve daha düşünmek istemediğim birçok iğrenç sözler. Asansörün önünde durduk ve karşı yönden tanıdık bir sima karşımıza çıktı, Rüzgar. Tüm bu cehennemin güvenliğiyle ilgileniyordu, otuz yaşına yeni girmişti. Siyah saçları, kahverengi gözleri, güzel gamzeleri ve keskin yüz hatlarıyla çoğu kadının beğenisini üstüne topluyordu ve bunu o da biliyordu. Beni görünce gülümsedi lakin bakışları belimde ki eli bulunca gözlerinde bir afallama oldu, o da biliyordu bu kadar temastan hoşlanmadığımı. Baştan ayağa beni süzdü beyaz onu afallatmadı o da biliyordu böyle bir günde asla rahat durmayacağımı. Yanımızda durdu ve ilk selamı Atlas' a verdi, "Hoş geldiniz, efendim. Ben Rüzgar buranın güvenliğiyle ilgileniyorum." dedi ve elini Atlas'a uzattı, Atlas ise sakince ona baktı ve, "Kim olduğunu sorduğumu hatırlamıyorum eğer olurda sorarsam cevap verirsin." dedi. Ona baktım, ben daha önce bu adam için kibarlık bilmez dağ ayısı demiştim değil mi işte tekrar söylüyorum, KİBARLIK BİLMEZ DAĞ AYISI! Rüzgar'ın eli havada kaldı bana kısa bir bakış atıp elini geri çekti. Bakışları beni buldu kısaca diyordu ki 'bu soğuk nevale de neyin nesi ‘ ona 'elimizde ancak bu var ' bakışı attım lakin Atlas'ın gözleri üzerimde olduğu için ağzımı açmadım. Doğan asansörlerin düğmesine bastı yan yana tam üç asansör vardı. Asansör açılınca asansöre bindik. Ben, Atlas, Çelik ve Yağız asansördeydik. Kolyemin kilidini açtım alyansı zincirden çıkardım ve tam parmağıma takacaktım ki bakışları bir hançer misali vücuduma saplanan adam yüzünden parmağıma takmadım daha doğrusu takamadım. Alyansı tuşların yanındaki özel bölmeye okuttum ve tekrar boynuma taktım, MÖB' ün girişi yani lider ve üyeler için olan bölümü yedi katlıydı ve eksi üç kat vardı toprağın altında. Arka taraftaki kısmı ise on iki katlıydı. Giriş katın sadece ilk iki katı herkese açıktı ve ben alyansımı okuttuktan sonra üç, dört, beş, altı, yedinci katlar ve eksili katların tuşları yandı normalde tuşlar vardı ama kilitliydi katlara sadece asansör ve gizli merdivenden çıkış vardı. Halkalarımın bile sadece beşinci kata ve eksi ikiye giriş izni vardı. Beşinci katın tuşuna bastım üye toplantıları bu katta oluyordu. Asansör hareket etti. Zihnim beni pusulu bir anıya itmeye çalışıyordu. Burası kocaman sakın yanımdan ayrılma. Günü geldiğinde kimseye ihtiyacın olmadan bu asansörde olacaksın. Şimdi çekinerek baktığın bu adamlar günü gelince senin önünde saygıyla eğilecekler.
Cümleleri zihnimin duvarlarında yankı yapıyordu. Atlas'a baktım bu ses bu cümleler onun babasına aitti. Ona baktığımı hissetmiş gibi bana baktı belindeki eli hafif bir baskı uyguladı kendini hatırlatarak, hayır o elini oynatmamıştı zihnim benimle oynuyordu bir adım atıp ondan uzaklaştım. Asansörün aynasında kendime baktım sağ elimde küçük beyaz bir çanta, beyaz bir takım, gözlerimde hafif siyah tonda mat bir far, dudaklarımda kırmızı mat rujum, ensemden sıkı bir at kuyruğu yaptığım belimi bile geçen kızıl saçlarım, boynumdaki zincir dövmesi ve ağırlığı omuzlarımda olan alyans. Asansörün sesiyle geldiğimizi anladım asansörden ilk inen ben oldum ve ardımdan onlar indi aynı anda diğer asansörlerden de bizimkiler indi. Sola döndüm toplantı odası tüm ihtişamıyla orda duruyordu. Tüm koridorda gezen nöbetçiler vardı ama eskiden yoktu. Atlas'la birlikte komut almış gibi toplantı odasına ilerledik kapıdaki korumalar tüm silahlarımızı almak için bizi durdurdular, saygıyla Atlas'a bakıyorlardı, "Efendim üzerinizdeki eşyaları almalıyız." dedi ve izin beklercesine bana baktı. Başımla onay verdim. Halkalarım ve Yağız üstlerindeki her şeyi korumaların ellerindeki kutulara koydular, Atlas zaten liderdi osilahını bırakamazdı ve bana baktılar eşyaları koymak için çantamı açtım silahım, kırmızı rujum ve telefonumu alıp çantayı kutuya bıraktım. Adamlar hayretle bana baktı, gülümseyerek, "Nerde görülmüş Zincir'in silahını teslim ettiği." dedim. Sağ taraftaki onaylamazcasına başını salladı ve, "Efendim, Hamdi Bey kimseyi silahlı içeri almamamız konusunda bizi uyardı." dedi. Demek topal Hamdi ilk suyu ısınandı, sinirlerine hakim ol Zincir. "O kim ki ben izin verdikten sonra sözümün üzerine söz söyler." dedi Atlas, öfkelenmişti lakin şuan o kadar sakin duruyordu ki. Silahı belime taktım, ruj ve telefonu cebime koydum. Kolyemin kilidini açtım ve alyansı parmağıma taktım. Tenim ürperdi. Kapının yanındaki bölmeye elimi okutmadan hemen önce, "Eray, Doğan kapıda durun diğerleri yapacağı şeyleri biliyor zaten." Kapı ağır bir sesle açıldı ve bizim asıl savaşımız şimdi başlıyordu.
|
0% |