@anselica
|
1. Bölüm - Anons
*Sanki evrendeki tüm yıldızlar benim bunu dilemem için kaymış gibi hissettim o an.*
Burası Karahan Güzel Sanatlar Koleji, bu koleje gelen öğrenciler müzik ve resim alanlarında büyük gelişmeler kaydetmişler. Kolejin sıkı ve düzenli eğitimi, öğrencilerin büyük başarılar elde etmesini sağlamış. Ama geçen zamanla kolejin hırsı yüzünden eğitim çetinleşmiş. Tabi bu sıkı eğitime birçok öğrenci katlanamamış. Bu yüzden kolej zamanla öğrenci kaybetmiş. Birkaç yıl önce kapatılmış olsa da beş yıl önce tekrardan açıldı. Şimdi ise kolejin durumu itibarı yüzünden kötü. Öğrenci sayısı az ve eğitim hala sert. Kolej imajını iyileştirmek istiyor. Bunun için göze çarpan bir başarı elde etmeli. Kolejin istediği başarıyı elde edebilen tek kişiler yetenekli olan kutsanmış kişiler olacak.
Ben Aden Demirer. Bu kolejde hayatta kalmaya çalışan üçüncü sınıf resim bölümü öğrencisiyim.
Neden mi buradayım. Bu hayatta başarılı olduğum tek şey resim olduğu için.
Telefonumdan yükselen alarm sesiyle gözlerimi açtım. Tavana bakıp birkaç kere gözlerimi kırpıştırdıktan sonra gözlerimi ovaladım. Ardından ayağa kalkmadan alarmı kapatmak için yatağımın yanında duran minik masanın üstündeki telefonumu aldım. Kış ayları uyanmak da bir ayrı zor oluyordu!
Günlerden pazartesi saat yedi... Her zamanki gibi telefonuma gelen hiçbir bildirim yoktu. Telefonu karnımın üstüne koydum ve bakışlarımı tekrar tavana çevirdim. Bir tuval gibi bembeyazdı. Beyaza baktığımda her şeyi görebiliyordum. Sanki beyazın içinde tüm renkler parlıyordu. Beyaz ne kadar sakinleştirici bir renkti. Aynı zamanda akıl yitirici. Ama onun aksine siyah tüm renkleri hapsediyordu. Siyah kendi asilliğinde zifiri karanlığa bürünüyordu. Ah, renkler hakkında sonsuza kadar konuşabilirim. Ama sanırım öyle bir zamanımız yok değil mi? Hem kime konuşacağım, kendi kendime mi? Yok daha neler deli miyim ben!
Esneyerek yataktan çıktım, kolej için hazırlanmaya başladım. Üstüme dolaptan aldığım rastgele bir tişört ve pantolonu giydim. Tek ortak özellikleri siyaha yakın olmalarıydı. Saçlarımı ördüm, birkaç kolye ve bilezik taktım. Üzerime siyah kısa bir ceket giydim çantamı da aldıktan sonra yurt odamdan ayrıldım.
Burada tam olarak dört tane yurt var. Resim ve müzik bölümü için ayrı ayrı kız ve erkek yurtları bulunuyor. Kolejin içerisinde ise üç ayrı bina var. İkisi resim ve müzik fakülteleri diğeri ise ana bina. Ana binanın ne için yapıldığını çok fazla bilmiyoruz. Çok geniş bir alana sahip. Bazen orayı etkinlikler için kullanıyorlarmış. Etkinlikler haricî öğrencilerin bu binaya girmesi yasakmış. Herkes orayı sergi amaçlı yapılan bir bina olarak düşünmeye başladı. Bende öyle düşünüyordum o ana kadar...
Bugünkü dersimiz sanat tarihiydi. O yüzden atölye yerine sınıfta ders işleyecektik. Sınıfa gittiğimde çoktan birkaç kişi gelmişti ve kendi aralarında konuşuyorlardı. Biraz kulak misafiri oldum. Gerçi ben her zaman kulak misafiri olurdum. Kayıp bir çocuktan bahsediyorlardı. Yaklaşık bir ay önce müzik bölümünden bir erkek çocuk kaybolmuştu bahsettikleri oydu. Birinin o çocuğu ana binanın içinde gördüğünden bahsettiler. Ben bu kolejde böyle yaşıyordum. Çevrem vardı ama yoktu da. Görülebilen bir ruh gibiyim resmen! Ben kimseyle o kadar uzun konuşamıyorum. Bunu yapabilecek bir arkadaş bulamıyorum. Gözükebilen bir ruh olmayı seviyorumdur belki de veya ben kendimi soyutlaştırıyorumdur. Ama dahası var.
İstedim. Bir gün... Sadece bir gün istiyorum. Ben ve dışlanan kendim için, kendim olabileceğim sadece bir gün istiyorum. Biliyorum böyle bir istek imkansız. Ama ölümü bir kurtuluş olarak görmekten daha iyidir değil mi? Yaşamak istiyorum. Yaşamak istedim. Bende diğerleri gibi hayattan zevk almak istedim. Çabaladım. Başarılı olmaya çalıştım. Güzel olmaya çalıştım. İnsanlarla konuşmaya, onlarla anlaşmaya çalıştım. Zevk almaya çalıştım. Bu dünyaya gelme amacımı aradım. Biri bana tek bir kelime söylemesiyle tüm çabamı elimden aldı. Ölmem gerektiği söylendi. Bu bazılarınız için çok küçük bir olay gibi gelebilir. Ama düşünceler insanı ele geçirir. Olmadı, o düşünceden kurtulamadım.
Ölüm anlık ve geri dönüşü olmayan bir kaçıştı. İşte ölümü cazip kılan şey bir daha geri dönüşü olmamasıydı. Garip ya ölümü korkunç kılan şey de buydu. Ve ben artık geri dönmek istemiyordum. Bunların hepsini birbirleriyle konuşan insanları izlerken düşündüm. Aslında neredeyse her zaman düşünüyorum. Bana ölmem gerektiği söylendiğinden beri düşünüyorum. Ve uyarıyorum bu bir depresif ergen hikayesi değil okumaya devam edin!
Sınıf arkadaşlarımın yerlerine oturmasıyla birlikte konuşmalar azalmaya başladı. Dersin başlamasına az kalmıştı. Gözlerimi kapattım. İki elimi birleştirip alnıma yasladım. Sanki evrendeki tüm yıldızlar benim bunu dilemem için kaymış gibi hissettim o an.
Beni yaşatan bir ölüm istiyorum.
Derin bir nefes alıp verdikten sonra gözlerimi açtım. Dersin başlamasını beklerken sınıfta genç bir erkek sesi yankılandı. "Burçin Nur Mirza ve Aden Demirer acilen ana binaya gelin!".
Beni bir öğretmen değil de bir çocuk çağırıyordu. Hatta başka birini de çağırıyordu. Hem de ana binaya! Onun orda ne işi var, nasıl girmiş oraya? Bizimle ne işi var!? Onun o kaybolan erkek çocuk olmak ihtimali var mıydı? Üstelik bu çocuk konuşurken sınıftaki kimse susmadı. Yani doğal olarak susmaları gerekirdi, değil mi? Onlar bunu duymamış olamazdı. Ama duysalardı susarlardı hem kesinlikle birkaç kişi adımı duyduklarında dönüp bana bakardı. Bilirsiniz bunu öğretmen size seslendiğinde diğerleri size bakar değil mi? Hah, şizofren mi oldum yanlışlıkla?
Kendi kendime konuşmayı bırakıp ayağa kalktım. Sınıf kapısına doğru ilerlerken sınıftan birkaç kişi konuşmayı kesmiş bana bakıyorlardı. Onlara doğru dönüp "Anonsu duymadınız mı?" diye sordum. "Biz hiçbir şey duymadık. Rüya falan gördün sanırım." dedi içlerinden bir kız. O sırada herkesin bakışlarını üstüme çekmeyi başarmıştım. "Doğru haklı olabilirsiniz." dedim. Bu sefer sınıfa dönüp "Peki Burçin Nur Mirza diye birini tanıyor musunuz?" diye sordum. Ön sıralardan bir erkek "Tam emin değilim ama turuncu kızıl kıvırcık saçlı bir kız. Nöbetçiyken görmüştüm. Burçin diye sesleniyordu öğretmenler. Belki odur." dedi. Teşekkür edip sınıftan çıktım. Eğer bu kız da benim duyduğum şeyi duyduysa ve benim gibi meraklıysa kesin ana binaya gidiyor olması gerek. Belki de çok sorgulamadan ana binaya doğru yola koyulmaya başlamıştır bile! Hatta uyuduğu için anonsu duymamış bile olabilir. Ya bugün okula gelmediyse?
Ne olursa olsun ana binaya gitmeliydim. Kafamdaki sorular anca bu şekilde cevabına ulaşacaktı. Koşar adımlarla kolejden çıktım. Ana binaya doğru koşarken binanın girişinde iki kişi olduğunu fark ettim. Birisi sınıftaki çocuğun anlattığı gibi turuncu kızıl kıvırcık saçlı bir kızdı. Kıyafetleri rengarenkti çok değişik bir tarzı vardı. Diğeri ise sarı düz saçları olan bir erkekti. Ayak uçlarında çantalar duruyordu. Bir dakika, ne?! Bu çocuk bu havada şort mu giymiş?
Bizi çağıran o muydu?
O kimdi?
Biraz uzakta durup onları izledim. Birbirleriyle konuşuyorlardı, sarışın ana binanın kapısını açmaya çalıştı ama başaramadı. Sonra kıvırcık binanın camlarına vurmaya başladı. Sarışın "Kimse yok mu?" diye bağırmaya başladı. O an bizi çağıran kişinin sarışın olmadığını anladım. Bizi çağıran kişiyle sesleri hiç benzemiyordu. Ki o olsaydı öyle bir soru sormazdı, değil mi? Kıvırcık ise cama vurmayı bırakmış etrafa bakınıyordu.
Bizi çağıran çocuğun kim olduğunu merak etmeyi rafa kaldırıp sarışının kim olduğunu merak etmeye başladım. Gerçi kıvırcığın da kim olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim benimle aynı bölümü okuması ve adının Burçin olmasıydı. Daha fazla oyalanmak istemedim. Tam onlara doğru gidecekken omzumda bir el hissettim. Yavaşça arkamı döndüğümde iki erkek çocukla karşılaştım. Elini omzuma koyan çocuğun boyu benden biraz uzundu, kumral saçları omuzlarına kadar uzanıyordu ve kahkülü de vardı, gözleri açık kahverengiydi, sırtında kırmızı bir gitar taşıyordu, üstünde de siyaha yakın bir ceket vardı, gerçi tüm kıyafetleri siyahtı. Onun arkasındaki çocuğun boyu biraz daha uzundu ama aralarında çok fark yoktu. Kısa siyah saçları ve ela gözleri vardı. Onun üstünde gri kapşonlu ve rahat bol bir kot pantolon vardı.
Elini omzuma koyan çocuk "Neden buradasın?" diye sordu. Ardından elini omzumdan çekti. "Biri beni ana binaya çağırdı." dedim sorgulayan bakışlarla. Diğer çocuk "Seni de mi çağırdılar? İyi de biz bir kızı anons ettiklerini duymadık." dedi. İkisi de birbirine baktı. Daha çok şaşırdım, "Bende bir erkeği anons ettiklerini duymadım. Hatta adımız şuradaki kız ile birlikte anons edildi... Yani sanırım..." diyerek kıvırcığı parmağımla gösterdim. Bir süre sadece birbirimize baktık. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. "Sizi kaç kişi çağırdılar?" diye sordum. Gitarı olan çocuk "Üç kişi." dedi. Onlar birbirlerini tanıyor gibiydi. "Oradaki çocuğu tanıyor musunuz?" dedim. İkisi de "Hayır." anlamında başını salladı. Bir süre bakışmamızdan anlaşılacağı üzere kimse mantıklı bir açıklama bulamıyordu. "Ben ve o kız resim bölümündeyiz. Siz de müzik bölümünden gibi duruyorsunuz. Galiba binalar ayrı olduğu için ayrı anonslar yapıldı." dedim. İkisi de kafalarını aşağı yukarı sallayarak beni onayladılar. Grili çocuk "Onların yanına gidelim. Neler oluyormuş anlayalım artık." dedi sert bir şekilde ve onlara doğru yürümeye başladı. Artık bir şeye sinirlenmeye başladığını düşündüm. Bense duraksadım, sonunda neler olacağını bilmeyeceğim işlere bulaşmak istemiyordum. Ama bu artık normal bir anonsun dışına çıkmaya başlamıştı, ah gerçi başından beri normal değildi. Tabi bir yandan merak duygusu tüm vücudumu ele geçiriyordu.
Ben ne yapacağıma karar vermeye çalışırken gitarlı çocuk yürümeye başladı. "Ben Aren, az önce giden bir üst sınıftan arkadaşım Kayra. Senin adın ne?" Soru sorup cevabını almadan yürümeye başladığı için peşinden gitmek zorunda kaldım. Daha doğrusu resmen beni ana binaya gitmeye zorladı denilebilir. Ona yetişip yanında yürümeye başladım. "Aden." Adımı söyledikten sonra hafifçe gülümsedi. "İsimlerimiz benziyormuş." Başımı öne doğru eğip onu onayladım ve ana binaya doğru yürümeye devam ettik.
Tesadüfi bir karşılaşma, tesadüfi bir benzerlik. Hiç arkadaşı olmayan bana bu durum hoş gelmişti. Kalabalığı sevmeyen yalnızlığı seçen bana birden fazla değil miydi bunlar? Belki diğerleriyle de arkadaş olacaktım. Sahi bir arkadaş gurubum olabilir miydi? O sürekli özendiğim doğum günü kutlamaları, buluşmalar, sinemalar... Sahi bunlar olabilir miydi? Evet. Farklı bir evrende farklı bir şekilde tanışmış olsaydık belki olabilirdi Aden, şu anki duruma bakılırsa bir bilinmezliğe doğru sürükleniyoruz.
Kayra bizden önce o ikisinin yanına ulaşmıştı. Onlarla konuştuktan sonra ana binanın kapısına yöneldi, kapıyı açmaya çalıştı ama açamadı. Sonra kapıya tekme attı ve bize döndü. "Aren bu lanet kapı açılmıyor. Buraya gelsen iyi edersin!" Kayra kükredikten sonra koşarak onların yanına gittik. Herkes kapının önünde toplanmıştı. Hızlıca herkese göz gezdirdim. "Başka gelecek insan kaldı mı?" diye söylendi kıvırcık... veya sanırım artık ona Burçin demeliyim. Kollarını önünde birleştirmiş bir Aren'e bir Kayra'ya bakıyordu. Sarışın da Burçin'in yanına gelip yumruk yaptığı eliyle hafifçe omzunu ittirdi. Burçin bakışlarını ona çevirdi. Sonra kollarını indirip "Ben Burçin Nur Mirza, bu da Ahlas Çetinkor sizler kimsiniz?" dedi. Bu sefer konuşan Kayra oldu. "Ben Kayra Korkmaz son sınıfım, o da Aren Çağlar üçüncü sınıf ve şu kızı bilmiyorum." Tüm gözler benim üstümdeydi. Aren'inkiler hariç çünkü hala kapıyla ilgileniyordu. "Ben Aden Demirer üçüncü sınıfım resim bölümündenim, memnun oldum." dedim. Burçin heyecanlanmış gibiydi. Hemen yanıma geldi.
"Hangi sınıftaydın? Neden seni hiç görmedim? Yurtta mı kalıyorsun?..."
Birçok soruyu ardı ardına sıraladı ve hepsine teker teker cevap verdim. Bu sırada erkekler kapıyı açmaya çalışıyordu. Bir yandan da kendi aralarında konuşuyorlardı. Aren bir müzik gurubu kurmak istiyordu. Gitarı gerçekten iyi çalıyor olmalıydı. Ama birkaç eksikleri vardı. Ahlas sadece yetenek sınavını kazandığı için buradaydı. Neredeyse tüm müzik aletlerini çalabildiği konusunda hava atıyordu. Kayra ise baterist olma yolunda ilerliyordu. Burçin de resim öğretmeni olmak için buradaydı, çocukların yaratıcı ve büyüleyici bilinçlerinin olduğunu onlarla bir şeyler yapmaktan zevk aldığını söylemişti. Bense yapabildiğim tek şey resim çizmek olduğu için buradaydım. Geleceğe dair hiçbir planı ve düşüncesi olmayan biriydim. Bu hayaller tekrardan beni onlardan ayrı, onlardan uzak hissettirmeye başlamıştı.
Herkes durulmuştu, kapıyı açamamışlardı, açan da olmamıştı. Kapı kilitli olabilirdi, bunlar bir şaka olabilirdi. Bizi bir çocuk rastgele seçip ismimizi anons etmiş olabilirdi. Pardon olamazdı. Hangi insan sadece bizim duyabileceğimiz bir anons yapabilir ki? Bu anonsu sadece biz duyduk, bu bize özeldi ve bu çok tüyler ürpertici bir olaydı. Uzun bir bekleyişten sonra kapının önünde dikildim. Kapının kolunu sıkıca kavradım ve kapıyı ittirdim. Evet tüm gözler yine benim üstümdeydi. Çünkü kapıyı açmıştım. Evet kapıyı açtın Aden, tebrikler. Peki kapının açılması güzel ama neden ben açtım anlayabilmiş değilim. Ki bunu anlayabilen kimsenin olmadığını düşünüyorum çünkü hepsi ağzını bir karış açmış bir bana bir kapıya bakıyordu. "İçeriye girsek mi?" diye sordum belli belirsiz gülümsememle. Ahlas araya girdi "Kapıyı nasıl açtın kızım yarım saattir uğraşıyoruz biz." dedi. "Nasıl veya neden oldu bilmiyorum ama açıldı işte, girelim içeriye."
Ayy ortamın havası çok garipleşmeye başladı. Ne bu korku filmi falan mı? dedi Burçin fazla neşeli çıkan sesiyle.
İçeriye giren ilk kişi Kayra oldu. Ardından Aren girdi. Sonra Ahlas, Burçin ve ben girdik. İçerisi tahminimden daha büyüktü. Binanın duvarları, tavanları süslenmişti. Camları zaten renkliydi, kristal gibi gözüküyorlardı. Bir üst kata çıkmak için iki tane uzun merdiven vardı. Üst katta da birkaç oda bulunuyordu. Tavanda kocaman bir kristal lamba vardı. Burada tam olarak bir balo salonu havası vardı, tabi bu kadar toz ve kir içinde olmasaydı. Etraf cidden çok tozluydu. Camlar çok kirliydi, neredeyse dışarıyı göremeyecek haldeydik. Düzgün nefes alamamıştık. Hatta birkaçımız içeriye girince öksürmeye başlamıştı.
Ahlas ışıkları açmayı denedi ama olumsuz bir sonuç aldı sonra bana döndü. "Sen denesene bir de belki açılır." dedi. Güldüm, "Ben sihirbaz değilim!" Aren araya girdi "Onun yerine telefonunun ışığını açmaya ne dersin?" dedi Ahlas'a bakarak. Ahlas telefonunun ışığını açtı. Etrafımız birazcık da olsa aydınlanmıştı. Hepimiz salonun içine doğru yürümeye başladık. Ahlas ve Burçin önden gidiyordu, arkasında Kayra ve Aren vardı, ikisinin arasında da ben duruyordum. Salonun ortalarına gelmiştik ki çok büyük bir kapı çarpma sesi geldi, ardından kapı kitlendi. Hepimiz korkuyla arkamızı döndük. Kayra ve Aren öne atılmıştı. Ahlas hızlıca telefonun ışığını kapıya doğru çevirmişti, Burçin onun arkasında duruyordu. Evet kapı kapalıydı. Aren kısa süren bu sessizliği bozdu.
"Bu sefer kapıyı açabileceğini sanmıyorum Aden."
"Sanırım öleceğim Aren." dedim korkarak ve salonu, sadece beşimizin duyduğu bizi çağıran çocuğun sesi doldurdu. Harbiden neredeyiz biz, korku filminden daha korkunç bu şuan!
"Hepiniz buraya bu yüzden geldiniz."
Ardından Kayra da telefonunu çıkarttı ve ışığını açtı.
"O ne demek lan!"
Ahlas'la birlikte etrafı aydınlatmaya çalışıyorlardı daha doğrusu o çocuğu bulmaya çalışıyorlardı. Ama kimse yerinden kıpırdamıyordu. Ahlas ve Burçin birbirlerinin yanından ayrılmamıştı hiç. Bunlar ne ara bu kadar kaynaştı acaba? Aynı şekilde Aren de benden ayrılmıyordu.
"Hepiniz ölmeyi istediniz değil mi? Siz bu yüzden buradasınız. Ya o anı tercih edeceksiniz ya da yaşamaya devam edeceksiniz. Araf'a hoş geldiniz."
Bu herif konuşurken Kayra ve Ahlas onu bulmaya çalıştı ama nafile, bulamadılar. Kayra en sonunda vazgeçip telefonunu kapattı. Ardından Burçin konuşmaya başladı.
"O anıları nereden biliyorsun ki?"
Şaka bir yana buradaki herkes ölmek mi istemişti? Benim gibi düşünen insanlar olmasının beni sevindirmesi gerekiyordu ama bahsettiğimiz konu ölümdü. Biz beş kişi ölümü istemiş kişileriz. Peki bu beş kişi neden ölmeyi istemişti? Sahi bizim gerçekten istediğimiz şeyin adı ölüm müydü?
Erkekler çocuğu bulmaya çalıştı ama hiçbir iz yoktu, kaybolmuştu. Kimse olduğu yerden kıpırdamıyordu. Belki sesimizi birilerine duyurabiliriz umuduyla defalarca bağırdık ancak dışarıdan hiçbir yanıt alamıyorduk. Camlardan çıkabilseydik güzel olurdu ama onlar ulaşamayacağımız bir yükseklikteydi. Hepimizin içini bir korku sarmıştı. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Telefonlarımızdan birilerine ulaşmayı denedik ama nafile. Hani telefonlar da zaten böyle zamanda kullanılamaz ya. En sonunda yorulup yere oturmuştuk. Sol tarafımda Aren vardı. Onun solunda Kayra oturuyordu. Sağımda ise Burçin vardı. Kayra ve Burçin'in arasında da Ahlas oturuyordu.
Başımı yere eğdim "Neden?" diye bir soru çıktı ağzımdan. Çok sessiz söylediğim için net anlaşılmasa da herkes duymuş başlarını bana çevirmişti. Başımı kaldırdım ve tekrar sordum.
"Neden?"
"Ne neden?" diye sordu Burçin.
"Sizi ölümü düşünecek kadar kötü yapan anılarınız.." dedim Burçini'e bakarak.
"Şimdi herkesin hayat hikayesini anlatması gerekecek, küçük şey." dedi Kayra ve devam etti. Ne var azıcık kısaysam ve sen fazla uzunsan! "Birileri bizi bulana dek vakit öldürelim. İlk kim başlıyor?" Herkesin yüzüne baktı. Kimseden ses çıkmayınca derin nefes alıp verdi. "Peki ben anlatıyorum. Olabildiğince özet geçin lütfen." Herkes onu onayladığında konuşmaya başladı.
"Sevdiğim birini kaybettim. Ve bu sanırım benim yüzümden oldu. O zamandan kalma bir pişmanlığım var."
Kayra Aren'in kolunu dürttü. Aren başını Kayra'ya çevirdi.
"Ne ben mi anlatayım şimdi?" dedi sinirle.
"Evet. Seninki de kısa zaten." diyerek umursamaz bir yanıt verdi Kayra.
"Anlatamadığın bir şey tabi kısa olur."
"Boş yapma da söyle."
"Varoluş krizindeyim. Oldu mu?"
"Oldu." deyip bize baktı. Bunu gerçekten anlatmasını isteyip istemediğimizi soruyor gibiydi.
Ahlas, Burçin ve ben onların konuşmasına biraz yabancı kalsak da Aren'in dedikleri üzerine bu olayı fazla kurcalamamaya karar verdik ve olumlu anlamda başımızı salladık.
Sonra Kayra ve Aren bakışlarını Ahlas'ın üzerinde sabitlediler. Sıradaki kişi belirlenmişti. Ahlas hepimize baktıktan sonra gözlerini devirip konuşmaya başladı. "Benden nasıl bir hikaye bekliyorsunuz çok merak ediyorum." dedi. "Aren'inkinden biraz daha uzun sürsün yeter." diye dalga geçti Kayra. Aren ona el hareketi çekmekle yetindi.
Biz o ikiliyi yine kendi hallerine bıraktık. Burçin ile ikimiz gözlerimizi Ahlas'a dikmiştik. Ne diyeceğini gerçekten merak ediyorduk.
"Ben istenmeyen bir çocukmuşum. Yani planlı olmamış. Az çok tahmin edersiniz olanları. Keşke doğmasaydım diye düşünmeye başladım. Ama garip olan şu an o tarz bir istekte bulunmamam yani çocukluktan kalma bir şeydi. Cidden garip." dedi ve biraz güldü.
Burçin birden ayaklanıp Ahlas'ın saçlarını karıştırdı. "Öyle deme sen yanlışlıkla olamayacak kadar güzelsin." dedi ve elini saçlarından çekti.
"Saçı karıştırılacak kişi ben değil de bence sen olmalısın. Saça baksanıza abi! Bir de bana söylüyor güzelsin diye. Bu saç gerçek mi?"
"Daha kaç kere soracaksın gerçek diyorum ya!" deyip gülmeye başladı Burçin. Açıkçası hâlâ gülebilmeleri beni mutlu ediyordu.
"Sende anlat da bende senin saçlarını karıştırayım azıcık." deyince Ahlas, Burçin gözlerini kaçırdı. Bakışları yere kitlendi ve kısık sesle konuştu.
"Sanırım anlatmak zorundayım ha?"
"Kendini ne zaman hazır hissediyorsan o zaman anlat." dedi Ahlas.
"Majör depresyon tanısı konuldu bana. O günden beri bu depresyonla başa çıkmaya çalışıyorum. Biraz zorlu bir süreçti ama atlattım. Ayy çok utandım şu an!" Burçin ellerini yüzüne kapatmıştı.
"Utanılacak ne var kızım herkese olabilir bu." dedi Ahlas sanki onu rahatlatmak istercesine. Bende kafamı sallayarak onu desteklediğimi belirttim. Ardından Burçin ellerini yüzünden çekip beni gösterdi.
"Şimdi senin sıran anlat bakalım." dedi. Açıkçası hikayemin onlara kıyasla çok basit kalacağından korkuyordum veya fazla kısa olacağından. Onları fazla bekletmiş olmalıyım ki Aren bana laf attı.
"Eğer bende varoluş krizindeyim dersen gitarımı kıracağım. Bu kadar benzerlik fazla, kayıp ikizim misin nesin?" Güldüm. Hah! Neredeyse unutuyordum seni. Hikayesi kısa olan sen vardın değil mi? Beni yalnız bırakmadığın için teşekkürler.
"İsim benzerliği yüzünden ikiz olduğumuzu mu düşünüyorsun?"
"Eğer nedenin benimkiyle aynıysa neden olmasın?"
"Maalesef ikiz olamıyoruz, benimki biraz Burçin'inkine benziyor."
"Anlat, böyle hemen sıyrılmak yok, kurtulamazsın."
Ortam benim için biraz daha yumuşamıştı. Anlatmasını istemesi beni dinlemek isteyen birinin oluşu güzel hissettirdi. Diğerlerinin yüzüne baktım. En son Kayra'yla göz göze geldik, hafifçe başını salladı. Derin bir nefes aldım ve her şeyi hızlıca anlatmaya başladım.
"Zorbalığa uğradım. Bir kız ölmem gerektiğini söylemişti. Ailem de pek destek olmadı. O zamandan beri önemli biri olmadığımı ve bu hayatta bir yerim olmadığını düşünüyorum. Sanırım biraz saçma değil mi? Şimdiki aklımla o zamanda olsaydım güçlü olurdum. Kendimi savunamadığım için pişmanım sanırım." deyip ay ışığının yansıdığı camlara baktım. Hava çoktan kararmıştı.
"Zorbalık bazı insanları derinden etkileyebilir. Rahat ol küçük. Artık biz varız." dedi Kayra yüzümü onlara döndüm. Beni az da olsa sakinleştirdi.
"Ne yapacağız? Kimse gelmedi." diye sordum. Bizimkiler cevap vermeden salonu o çocuğun sesi doldurdu.
"Uyku vaktiniz geldi." |
0% |