Yeni Üyelik
19.
Bölüm
@apricitass1

Gece yarısıydı, dışarıda esen hafif bir rüzgar Alp'in camına vuruyordu. Derin bir uykudayken, aniden gördüğü rüya onu adeta nefes nefese bırakarak uyandırdı. Göğsüne ağır bir taş oturmuş gibi hissetti; sanki kalbi hızlıca atıyor, odanın içinde yankılanıyordu. Bir an için derin bir nefes alıp yatakta doğruldu, elleriyle yüzünü ovuşturdu, ama kalbindeki o sıkıntı hiç geçmedi. Rüyasında Efnan'ı kanlar içinde, acı içinde çırpınırken görmüştü. Her yer karanlıktı, tek gördüğü Efnan’ın bıçak darbeleriyle yere düşüşüydü. O an hissettiği korkuyu daha önce hiç yaşamamıştı.

Alp yatağından kalktı, kalbindeki huzursuzluk daha da artıyordu. Hızla annesi Sevda Hanım’ın odasına doğru ilerledi. Kapının önünde durup derin bir nefes aldı, ama yüreği bu şekilde rahatlamıyordu. Hafifçe kapıyı tıklatarak içeri girdi.

"Anne?" diye seslendi, sesi titriyordu. Sevda Hanım, Alp'in bu saatte odasında olduğunu görünce endişelendi, hemen gözlerini açıp doğruldu.

"Alp, oğlum, ne oldu? Saat çok geç..." dedi, yüzündeki merak ve endişe ifadesiyle.

Alp, annesinin gözlerine baktı ve dudakları titreyerek konuşmaya başladı. "Anne... Rüyamda... Rüyamda Efnan’ı gördüm," dedi, sesi hâlâ titriyordu.

Sevda Hanım iyice doğrulup yanına oturdu, Alp'in omzuna hafifçe dokunarak, “Ne gördün oğlum, anlat bana,” dedi.

Alp, rüyasındaki görüntüleri hatırlamaktan çekinircesine yutkundu. "Efnan... Kanlar içindeydi. Birileri onu bıçaklıyordu. Yere düştüğünü gördüm... O acı dolu gözlerle bana bakıyordu, anne. Sanki yardım istiyordu ama ben ona ulaşamıyordum..."

Sevda Hanım, oğlunun bu kadar etkilenmesine şaşırmıştı. Bir an için ona sıkıca sarıldı, sakinleştirmeye çalıştı. “Alp, bu sadece bir rüya... Belki son zamanlarda yaşadıkların seni böyle etkiledi, biliyorum, zor günler geçiriyoruz,” diyerek teselli etmeye çalıştı.

Ama Alp’in kalbindeki sıkıntı geçmiyordu. “Anne, bu sadece bir rüya değildi... Sanki gerçekmiş gibi hissettim,” dedi usulca. Sevda Hanım da Alp'in endişesini paylaşır gibi derin bir nefes aldı ve oğlunu bir kez daha sakinleştirmek için omzuna sarıldı.

Sevda Hanım, oğlunun yüzündeki tereddütü fark edince elini onun elinin üzerine koydu, ona destek vermek ister gibi sımsıkı tuttu.

"Oğlum," dedi yumuşak bir sesle, "Sen, Efnan’ı seviyor olabilir misin acaba?"

Alp derin bir nefes alarak başını iki yana salladı, ama gözlerindeki o belirsizlik her şeyi ele veriyordu. "Bilmiyorum, anne…" dedi alçak bir sesle. "Hani anlatmıştım ya sana, fakültede vardı bir kız… Ona karşı bir şeyler hissetmiştim. Ona aşık olmuştum. Efnan, o kıza çok benziyor ve Efnan bu hastaneye geldiğinden beri rüyalarımda o kızı değil de Efnan’ı görüyorum"

Sevda Hanım hafifçe gülümsedi, oğlunun kalbindeki eski yaraları yeniden hatırladığını görebiliyordu. “O zamanlar sizin fakültede iki tane tesettürlü kız vardı, değil mi oğlum? Ama Efnan… O da bir doktor. Belki de kader, seni onunla yeniden bir araya getiriyor.”

Alp’in zihninde bir şeyler dank etti sanki. O an, yıllarca içinde biriktiğini bilmediği bir özlemin, belki de yarım kalan bir sevdanın yeniden canlandığını hissetti. Ama yine de itiraf etmek onun için zor geliyordu. Sevda Hanım, oğlunun bu suskunluğuna karşı şefkatle baktı.

"Bak oğlum," dedi Sevda Hanım, "O kıza karşı yıllarca içinde biriktirdiğin o özlemi Efnan’la tamamlamayı hiç düşündün mü? İçinde yanan o eski hasreti söndür, ona açıl. Belki de bu rüyalar, sana söyleyemediklerini anlatman için bir işarettir. Git ve ona hissettiklerini anlat, ne kaybedersin ki?"

Alp, annesinin bu sözleri karşısında derin bir nefes aldı, sanki içinde biriken tüm karmaşayı gidermiş gibi hissetti. Kafasını kaldırıp annesine baktığında gözlerinde bir parıltı vardı. Rüyası, kalbindeki o sessiz gerçeği ortaya çıkarmıştı.

Sabah olduğunda Alp, içinde hâlâ bir huzursuzluk ve tereddütle Efnan’ın odasına yöneldi. Rüyasının etkisi hâlâ üzerinde asılı duruyordu, içindeki karmaşayı çözmek ister gibi Efnan’la konuşmayı düşündü. Kapıyı aralayarak odaya adım attığında Efnan, yatağında oturmuş bir kitap okuyordu. Başını kaldırıp Alp’i görünce hafif bir tebessümle, "Hoş geldin," dedi.

Alp ise bu sıcak karşılama karşısında bile tepkisiz kaldı. Sanki zihni başka bir yerde, başka düşüncelerle doluydu. Sessizce rutin işlerini yapmaya koyuldu. Ancak Efnan’ın bakışları altında, aklında dönüp duran bir soruyu artık daha fazla tutamadı. Bir an tereddütle ona dönüp, "Efnan… Sen hangi üniversitede okudun?" diye sordu.

Efnan, sorunun gelişiyle hafif bir şaşkınlık yaşasa da sakince, "Hacettepe," diye yanıtladı. Alp, başını sallayarak bir süre düşündü, ardından gözlerini ona tekrar dikti ve bir soru daha sordu: "O zamanlar… tesettürlü müydün?"

Efnan, bu soruya da biraz duraksayarak "Evet," diye cevap verdi. İçinde, Alp’in bu sorularının ardında ne yattığını anlamaya çalışan bir merak belirdi. Ama Alp, hiçbir şey demeden, tek kelime etmeden serumu bağlayarak odadan çıkıp gitti.

Alp’in bu tepkisizliği Efnan’ı çileden çıkarmıştı. Kalbindeki karmaşa, hayal kırıklığına dönüştü. Elindeki kitabı sinirle kapıya doğru fırlattı, "Öküze bak!" diye homurdandı. Tam o sırada kapıdan içeriye giren Kerem, başına gelen bu ani darbe karşısında şaşırıp kaldı; kitap yüzüne çarpmıştı.

Bir an ne olduğunu anlamaya çalışarak kitabı eline alıp baktı, ardından gözlerini Efnan’a dikti. Hafifçe gülümseyerek, “Bana mı fırlattın yoksa Alp’e mi?” dedi.

Efnan sinirle derin bir nefes alırken, "Tabii ki Alp’e! Ama yanlış hedefi vurdu galiba," diye çıkıştı. Kerem, Efnan’ın bu öfkesinin nedenini anlamaya çalışarak ona yaklaştı. "Anlat bakalım, Alp sana ne yaptı da kitaplar fırlatıyorsun?"

Efnan, Kerem’in yüzündeki düşünceli ifadeyi fark ederek konuşmaya başladı "Peki sen? Ne yaptın Derya ablayla, konuştun mu?" diye sordu, gözlerinde hafif bir merakla.

Kerem, derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. "Konuşamadım," dedi kısık bir sesle. "İki gün sonra göreve gideceğim, ne diyeceğimi de nasıl anlatacağımı da bilmiyorum. Bazen insan ne kadar hazırlıklı olsa da bazı şeyleri söylemek zor geliyor," diye ekledi, gözlerini yere dikerek.

Efnan, onun bu tereddütlü halini görünce bir an için ona destek olmak istedi. "Ama abi, bak… Belki de gitmeden önce ne hissettiğini ona söylemen iyi olur. Sonra keşke desin istemezsin, değil mi?" dedi, etrafa bakarak.

Kerem hafifçe gülümsedi, Efnan’ın bu cesaret verici tavrından etkilenmişti. "Haklısın," dedi. "Ama işte… Asıl mesele ne diyeceğim değil de, nasıl söyleyeceğim. Bazı şeyleri ifade etmek, görevden daha zor geliyor," diye itiraf etti.

Efnan, abisinin bu içten itirafı karşısında başını hafifçe eğdi. "Bence kalbinden geleni söyle, gerisi gelir," diyerek ona içten bir gülümseme gönderdi.

Kerem, Efnan’ın bu sözlerini düşündü ve içindeki belirsizlikle yüzleşmeye karar verdi. “Belki de haklısın,” dedi, ama gözlerinde hâlâ bir tereddüt vardı. Efnan’a son bir bakış attıktan sonra, “Tamam, deneyeceğim,” dedi ve odadan çıkmaya karar verdi.

Kapıyı açıp dışarıya adım attığında, zihninde Efnan’ın cesaret verici sözleri yankılanıyordu. Gözlerini sabahın ilk ışıklarıyla doldurmuş koridora çevirdi ve biraz daha kendine güvenerek ilerlemeye başladı. Kendi içsel yolculuğuna başlamanın vakti gelmişti.

Efnan, Kerem’in odadan çıkışını izlerken gülümsedi. İçinde bir sıcaklık hissediyordu. Kerem onun ikinci abisi olmuştu.

Efnan, Kerem’in tanıdık geldiğini biliyordu. Hatta geçenlerde Kerem’i hastanenin bahçesinde otururken görmüş yanına giderek onunla konuşmuştu.

Biliyor musun,” demişti bankın köşesine oturarak. "Seni tanıdığımda sanki yıllardır biliyormuşum gibi hissediyorum.”

Kerem, bu sözlere gülümseyerek yanıt vermişti: “Ben seni zaten tanıyorum. Küçükken bizim mahalledeydin. Bizimkiler, sana ‘Çeçen Kızı’ derdi, Barış Manço’nun o şarkısından. Ama sen bu anıyı hatırlamıyor musun?”

Efnan, Kerem’in bu anıyı paylaştığında yüzünde beliren ifadeyi hatırladı. Ne yazık ki, kullandığı ilaçlar ve çocukken kafasına aldığı darbeler nedeniyle pek çok şeyi unutmuştu. Hatırlamadığı için içten bir burukluk hissetti. Bazen, geçmişine dair bu tür parçalarla karşılaştığında, onları hayalinde bir yere koymaya çalışıyor ama başaramıyordu.

Efnan ise başını sağa sola sallayarak " Hayır hatırlamıyorum" dedi. Kerem ise Efnan'a gülerek " İyi küçük hanım bundan sonra hatırlarsın cünkü bende senin abinim" demişti

Efnan aklına gelenlerle gülümseyerek Kerem’in masaya bıraktıgı kitap kapağını sinirle açtı ve kaldıgı yerden okumaya devam etti.

 

Kerem, Derya’nın odasına adım attığında, içindeki gerginlik bir an için yok oldu. "Merhaba, doktor hanım," dedi, gülümseyerek.

Derya, hafif bir tebessümle karşılık verdi. "Hoş geldin, Kerem"

Kerem, konuyu hemen açmak istiyordu. "Müsait miydin?" diye sordu.

Derya, hafifçe başını salladı. "Müsaitim, ama çabuk ol, uygun değil böyle," diyerek hatırlattı.

Kerem, derin bir nefes alarak, "Seninle bir şey konuşmam gerek," dedi, içindeki heyecanı bastırmaya çalışarak.

Derya, ilgisini artırarak, "Konuşalım" diye yanıtladı.

Kerem, içindeki sıkıntıyı daha fazla tutamayıp, " iki gün sonra göreve gideceğim ama senle görüşmeden gitmek istemedim. Biliyorum, kısa zaman oldu ama..." diyerek sözüne devam etti.

Derya, Kerem’in gözlerindeki ciddiyeti görünce merakla ona baktı. "Ama ne?" diye sordu, sabırsızlıkla.

Kerem, kelimelerini seçerek, "Sadece seninle konuşmak ve hissettiklerimi paylaşmak istiyorum. Burada kalacağım süre zarfında seni tanıma şansı buldum, ama bu kısa süre içinde bir şeylerin değiştiğini hissediyorum. İçimdeki karışıklığı çözmeden buradan gitmek istemiyorum," dedi.

Kerem’in sözleri odanın içinde yankılanırken, Derya şaşkın bir ifadeyle ona baktı. "Benle mi?" dedi, anlamakta zorluk çekerek.

Kerem, başını onaylar şekilde salladı. "Evet, evet... Nasip olursa seninle konuşmak istiyorum," dedi, içindeki kararsızlığı bir kenara bırakmaya çalışarak.

Derya, kafasını eğerek düşündü. "Ama... bilmiyorum. Benim düşünmem gerek," diyerek tereddütle yanıtladı.

Kerem, bu durumu anlar gibi görünerek, "Tabii, düşün. Zamanı var," dedi ve birkaç şey daha ekleyerek odadan çıktı. Derya, Kerem’in ardında kapının kapanmasıyla derin bir nefes aldı, kafasındaki düşünceler karışıyordu.

Kerem’in hisleriyle ilgili olan bu konuşma, Derya’yı iyice düşündürmüştü. Hemen Efnan’ın yanına koştu. Efnan, odasında kitap okurken Derya’nın telaşla içeri girdiğini görünce şaşırdı.

"Ne oldu, Derya? Neden bu kadar heyecanlısın?" diye sordu.

Derya, nefes nefese kalmıştı. "Kerem’le konuştum," dedi hızlıca. "Sadece hissettiklerini paylaşmak istediğini söyledi. Beni tanıma şansı bulduğunu ve buradan gitmeden içindeki karışıklığı çözmek istediğini anlattı."

Efnan, Derya’nın gözlerindeki ifadeyi görünce merakla devam etti. "Ve sen ne dedin?"

Derya, kafasını iki yana sallayarak, "Bilmiyorum, ona 'düşünmem gerek' dedim. Ama içinde ne hissettiğini bilmediğim için zorlandım. Bu durum beni düşündürüyor," diye yanıtladı.

Efnan, Derya'nın bu duygusal karmaşasını anlıyor aynı zamanda gülmemek için kendini zor tutuyordu. Derya hiçbir zaman sevilmeyen bir insan olmuştu çevresinde aslında iyi bir insandı sadece insanlar kördü Efnan’a göre ona dönerek elini tuttu. "Düşüncelerini netleştirmek için zamana ihtiyacın var, belki de ona içten bir şekilde hislerini anlatmalısın. Kendini hazır hissettiğinde konuşmak iyi bir fikir olabilir," dedi, ona cesaret vermek için.

Derya, Efnan’ın tavsiyesini dikkate alarak düşünmeye başladı. "Sen var ya işini hakkıyla yapıyorsun gel öpeyim" diyip Efnan'ın yanaklarından öptü.

" Ay tamam dur devam edeceğim konuşmama" dedi gülümseyerek, "Hayat bazen beklenmedik sürprizler sunar. Kendine güven, onun seni sevmesine izin ver " dedi. Derya Efnan'ın sevmediği gibi tekrardan yanaklarından sulu sulu öperek odadan çıktı.

 

Zeynep ile Deniz, kantinde yan yana oturmuş, sıcak bir kahve eşliğinde sohbet ediyorlardı. Zeynep, yüzünde bir gülümseme ile Deniz'e döndü ve “Babam dört günlük görevdeydi, biliyorsun. Bu sabah geldi, annem ona bizi söylemiş,” dedi.

Deniz merakla sordu, “Ee, noldu sonra?”

Zeynep, hafif bir gülümseme ile devam etti, “İkimizi kabul etmiş, ama sana kızgın. ‘Niye o gün gelip benimle konuşmadı?’ demiş. Ama yine de kabul etmiş.”

Deniz, Zeynep’in bu sözleri karşısında rahat bir nefes aldı. “Şükür yarabbim! Dört gündür öldüm kızım,” dedi gülerek.

Zeynep, Deniz’e dönerken ciddileşti. “Deniz, Efnan’ın tedavisi başlayacak değil mi?” diye sordu.

Deniz, düşünceli bir şekilde başını salladı. “Evet, başlayacak,” dedi.

Zeynep, heyecanla “Deniz, ben bir şey düşündüm,” dedi. Deniz, merakla “Söyle güzelim,” diye teşvik etti.

Zeynep, biraz tereddütle “Biz annemlere söylesek, Efnan tedavi olup iyileştikten sonra yapsak olmaz mı?” diye önerdi.

Deniz, Zeynep’in elini nazikçe tutarak, “Ben de bunu düşündüm, bir tanem. Ama Efnan kabul etmiyor,” diye yanıtladı.

Tam o sırada Alp, yanlarına doğru yürüyerek geldi ve ikisinin arasına bir sandalyeyi çekip oturdu. “Deniz, uzak dur kardeşimden,” dedi.

Deniz, Alp’in yüzündeki düşünceli hali görünce “Noldu Alp?” diye sordu. “Karadeniz’de gemiler batmış,” diyerek devam ettirdi.

Alp, Zeynep’e döndü ve “Efnan’ın yanına gitsene. Biz de birazdan geleceğiz zaten,” dedi.

Zeynep, başını sallayarak “Tamam, hemen gidiyorum,” dedi. Ardından kalkıp kantinin kapısından dışarı çıktı.

Deniz, Zeynep’in arkasından bakarken, Alp “Rüya gördüm yine,” dedi.

Deniz merakla “Ne rüyası?” diye sordu.

Alp ise her şeyi başından anlattı. Deniz zaten fakültedeki kızı biliyordu. Alp’in bulmak için yıllarca uğraştığını ama bulamadığını en iyi o biliyordu. " Alp, ilk başta ihtimal vermedim ama öbürsü Rana diye bir kızdı ve onun nişanlısı vardı zaten geriye Efnan kalıyor." dedi.

Alp ise yüzünü sıvazlayarak " bilmiyorum abi bilmiyorum" dedi sonrasında yerinden kalktı.

Deniz' de onunla kalkarak koridorda yürümeye başladılar. " Ama eğer Efnan olsaydı buraya geldiğinde tanırdık hepimiz gerci hoş ben Efnan’ı kardeşim olduğu halde yıllarca gözümün önünde tanımadım ama sen aşıktın kıza" dedi.

Sonrasında aklına gelenle Alp’e dönerek " Eğer Efnan’sa ve hala ona karşı bir şey hissediyorsan seni öldürürüm Alp efendi" dedi. Alp ise " kes lan zevzek Efnan’a dua et sen verir miydim yoksa kardeşimi sana" dedi. Sonrasında beraber Efnan'ın odasına girdiler.

Alp ve Deniz, Efnan’ın odasına adım attıklarında, içeride Zeynep’in Efnan ile konuştuğunu gördüler. Zeynep ikilinin gelmesiyle geriye çekildi daha sonrasında telefonun calmasıyla dışarıya çıktı. Deniz kardeşinin yanına oturdu ve elini nazikçe tuttu. “Efnan, artık tedavi sürecine başlamamız gerek. Beynindeki tümör için cerrahi bir müdahale yapılacak,” diye başladı. “Bu işlem, tümörün büyüklüğüne ve konumuna bağlı olarak değişiyor, ama en önemlisi senin sağlığın. İyi bir sonuç almayı umuyoruz.”

Efnan, endişeyle Deniz’e baktı. “Sonrasında ne olacak?” dedi.

Deniz, elini sıkıca tutarak, “Cerrahiden sonra, radyoterapi ve kemoterapi gibi destekleyici tedaviler alacaksın. Bu süreç zorlayıcı olabilir ama biz hep yanında olacağız." dedi.

Efnan, Deniz’in elinden kendi elini çekerek gözlerini kaçırdı. “Abi, özür dilerim ama ben o süreci yapamam,” dedi sesi titreyerek.

Sonrasında ise " Zaten sizin bu konuyu açmanızı bekliyordum ben istemiyorum tedavi olmak" diyerek konuşmasını devam ettirdi.

Deniz, Efnan’ın kararlı bakışını görünce derin bir nefes aldı. “Efnan, bu hayat meselesi. Tedavi olmadan iyileşmen mümkün değil. Senin için en iyisi bu." dedi ama Efnan’ın gözlerindeki korku azalmadı.

Efnan, başını öne eğdi. “Ama ben yorgun hissetmek istemiyorum. Aciz bir insan gibi sürekli bir şeyler yapmadan yorgun argın olmak istemiyorum abi, şımarık de istediğini de ama ben bu tedaviyi istemiyorum ,” dedi.

Deniz, Efnan’a doğru yaklaşmaya çalıştı ama Efnan hemen araya girdi. “Tamam, çıkabilir misiniz? Yalnız kalmak istiyorum,” dedi, yüzündeki endişe ve öfke arasında gidip gelen bir ifadeyle.

Deniz, Efnan’ın gözlerindeki kararlılığı görünce yüreği burkuldu. “Üzgünüm Efnan ben seni yıllar sonra bulmuşken bunu bana yapma” dedi ama Efnan’ın gözleri yine de kararlıydı.

Alp, Deniz’in omzuna hafifçe dokundu. “Hadi çıkalım, belki biraz yalnız kalması iyi olur,” dedi. Deniz başını eğdi ve Efnan’a son bir kez baktı ve Alp ile birlikte odadan çıktılar.

Kapının kapanmasıyla Efnan derin bir nefes aldı. Yalnız kaldığında, düşünceler içinde kayboldu; tedaviye karşı koymakla hayatı kurtarma arzusu arasında gidip geliyordu.

 

 

Loading...
0%