@apricitass1
|
Efnan, gözyaşlarını daha fazla tutamadan, hıçkırıklarının arasında zorlanarak konuşmaya başladı: " Ben, ben o gece... işten çıkmıştım daha 12. sınıftım sonra geldi dokunmaya çalıştı zorla arabasına bindirdi. Tanımıyordum onu sadece babası babamla yani dayımla ortaktı o geldi mi evde hep kaçardım ondan, yemin ederim ne kadar bağırdıysam da, ne kadar çırpındıysam da kimse duymadı. Sanki herkes o an kör ve sağır olmuştu... Yardım istemek için her şeyimi verdim ama hiçbir şey değişmedi. Kimse gelmedi" Efnan’ın sesi titriyor, nefesi sıklaşıyordu. Sanki her cümlesinde o gecenin ağırlığı daha da üzerini kaplıyor, o anları yeniden yaşıyor gibiydi. Gözleri yerde, hıçkırıkları arasında konuşmaya devam etti: “Bir yere götürdü beni, bilmediğim bir yerdi. Ellerimi bağladı… Ne kadar çırpındıysam, ne kadar yalvardıysam da dinlemedi. Sonra… sonra her şeyi zorla yaptı. Ağladım, bağırdım. Bir gün boyunca o yerde kaldım, o halde… Sessizlik içinde bir tek kendimi dinledim. Bedenimle birlikte ruhum da orada kaldı sanki.” Deniz, Efnan’ın her kelimesiyle boğazında bir düğüm hissetti. Gözleri yaşarmış, ama onun yanında güçlü durmak için çaba sarf ediyordu. Parmaklarını Efnan’ın omzunda sıkıca tuttu, sanki o anın acısını paylaşmak, biraz olsun hafifletmek istiyordu. Efnan derin bir nefes aldı, sesini biraz toparlayarak devam etti: “Sonunda biri buldu beni o evin hizmetlisiymiş o ile kocası hastaneye götürdüler… Ama o gecenin izleri, bıraktığı yara, hiçbir zaman geçmedi. Kimseye söyleyemedim. İçimde bir sır gibi sakladım… Kendi içimde, tek başıma o geceyle yaşamayı öğrendim ama bu yük artık çok ağır geliyor,abi. Bunu taşımak istemiyorum.” Deniz, gözyaşlarını tutmaya çalışsa da dayanamadı. Ellerini Efnan’ın ellerinin üzerine koyarak, kararlı bir sesle konuştu: “Artık yalnız değilsin, Efnan. O geceyi yaşamış olabilirsin ama bundan sonra bu yükü tek başına taşımayacaksın. Ben hep yanındayım ve bunu birlikte aşacağız. Sana yardım edeceğim, kimsenin sana bir daha zarar vermesine izin vermeyeceğim.” Efnan, yaşadığı acıları, yıllardır içinde sakladığı sırları Deniz’in kollarında dökerken yavaşça sakinleşmeye başlamıştı. Kelimeler birer birer tükenmiş, gözyaşları yavaşlamıştı. Gözleri ağırlaşıyor, hıçkırıkları azalıyordu. Efnan, sonunda Deniz’in kollarında güven içinde, kendini daha fazla tutamayıp yavaşça uykuya daldı. Deniz, Efnan’ın gözlerini kapadığını fark ettiğinde, yüzündeki o derin acının izlerini hala görebiliyordu. Bu kadar acıyı tek başına taşımış olması, Deniz’in içinde büyük bir öfke ve koruma arzusu uyandırdı. Efnan’ın başını nazikçe kendi omzuna yaslayarak, onun nefesinin yavaş yavaş düzenli bir ritim aldığını hissetti. Efnan’ın huzur bulmuş hali, Deniz’i de biraz olsun rahatlatmıştı. Efnan uykuya daldıktan sonra Deniz, ona daha sıkı sarıldı ve içinden kendine söz verdi: “Seni yaralayan her şeyle savaşacağım, kimse sana bir daha zarar veremeyecek. Seni koruyacağım" Efnan’ın saçlarını nazikçe okşayarak, orada onunla sabaha kadar kalmaya kararlıydı. Bu an, Deniz için bir dönüm noktasıydı; artık Efnan’ın yükünü tek başına taşımasına izin vermeyecekti. Bir ay sonra… Efnan, Alp, Deniz ve diğerlerinin desteğiyle beynindeki tümör için tedaviyi kabul etmişti. İlk tedavi günü geldiğinde, Efnan biraz gergindi ama Alp’in yanında olduğunu bilmek ona güç veriyordu. Alp, tedavi için gerekli olan serumu hazırlayıp dikkatlice Efnan’ın koluna bağlamak üzereydi. İğneyi cildine hafifçe değdirdiği anda, Efnan istemsizce eline vurdu. “Yavaş! Acıyor!” diye şikayet etti Efnan, gözlerini kapatarak. Alp, kaşlarını hafifçe çatarak ona ters bir bakış attı. “Efnan, dokunmadım bile daha,” dedi şaşkın bir ses tonuyla. Sanki bu anı ikisi de beklemiyordu, ve Alp’in o ciddi hali Efnan’ın yüzünde küçük bir tebessüm oluşturdu. “Yine de acıdı…” diye mırıldandı Efnan, biraz utanmış bir halde. Alp, serumu bağlayıp son kontrollerini yaparken Efnan’a dönüp sakin bir sesle, “Merak etme, iyi olacaksın, sana söz veriyorum,” dedi. Gözlerinde kararlı bir ifade vardı, bu sözleri sadece bir hastaya değil, çok değer verdiği birine veriyormuş gibiydi. Alp, Efnan’a güven verici sözlerini söyledikten sonra Efnan rahatlamış, tedaviye karşı duyduğu gerginlik biraz da olsa hafiflemişti. Bu sırada kapı hafifçe aralandı ve içeri dalgın bir şekilde Kerem girdi. Üzerindeki yorgunluk ve düşünceli hali yüzünden belliydi, görevden yeni dönmüş olmanın izlerini taşıyordu. Odaya girer girmez, Kerem'in gözleri Efnan'a kaydı ve derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Efnan abiciğim, seninle konuşmam gereken bir şey var," dedi, sesi biraz tedirgindi ama bir o kadar da kararlıydı. Efnan ona bakarak hafifçe doğruldu ve kendini toparladı. Kerem’in gözlerindeki ciddiyet, Efnan’ı biraz daha tetikte hissettiriyordu. Alp, onların arasında kısa bir bakış alışverişini görünce kalkmaya hazırlanıp Efnan’a dönerek, “O zaman ben gideyim, siz konuşun,” dedi Ama Efnan, hızlıca Alp’in kolundan tuttu ve gözlerinde hafif bir panikle, “Hayır, gitme. Kal, lütfen,” diye fısıldadı. Alp, bu sözleri duyunca, Efnan’ın yanında kalmaya karar verip, onun yanına oturdu. Bu sırada Deniz’de, Kerem’in çağrısıyla odaya girmiş ve efnanın sedyesine oturup kardeşinin elini tutmuştu. Efnan ne olduğunu anlamayarak abisine bakıyordu. Kerem, derin bir nefes alarak Efnan’a odaklandı. Sözlerine başlamadan önce dikkatlice ona baktı, sanki anlatacaklarının ağırlığını tartmak ister gibiydi. “Efnan,” dedi sakin ama kararlı bir tonla, “babanın, yani dayının ne iş yaptığını biliyor musun?” Efnan, şaşkınlıkla kaşlarını çattı ve başını hafifçe iki yana sallayarak, “Hayır, bilmiyorum… Ne iş yaptığını da aslında pek merak etmedim,” diye yanıtladı. Bu, onun için yeni bir soru işaretiydi ve Kerem’in neden bu konuyu açtığını anlamaya çalışıyordu. Kerem, derin bir nefes alarak, gözlerini Efnan’dan ayırmadan devam etti. “Göreve gittiğimde, sen bana rahatsız olduğun bir konuyu açmıştın, abiciğim. Selim konusu...” Efnan, o ismi duyduğunda, vücudunda bir gerilim oluştu, elleri titremeye başladı. Gözleri yere kayarken, derin bir nefes aldı. Deniz, hemen Efnan’ın yanına eğilerek kulağına fısıldadı: “Sakin ol, abim. Biz buradayız.” Efnan, titreyen ellerini birleştirip derin bir nefes alarak abisinin omzuna başını koydu. Kerem, Efnan’ın gözlerindeki korkuyu fark etti ve cümlesine devam etti: “O gittiğim görevde onu yakaladık, Efnan. Dayınla Selim'in babası ortak işler yapıyormuş. İşleri ise uyuşturucu ve çocuk kaçakçılığı...” Efnan, bu sözlerle birlikte derin bir boşluğa düşmüş gibi hissetti. Gözleri bir an için boş bakışlarla, uzaklara daldı. O an, yıllardır içinden çıkamadığı karanlıkların içine bir adım daha atmış gibiydi. Ellerindeki titreme, tüm vücuduna yayılmaya başlamıştı. Efnan, gözlerini Deniz’in elinden ayırmayarak derin bir nefes aldı. İçinde bulunduğu bu karanlık gerçeği kabul etmek zor olsa da, artık daha fazla kaçamayacağını biliyordu. Her şeyin bir bedeli vardı ve artık o bedeli ödemek zorundaydı. Kerem, Efnan’ın tepkisini gördü ve yavaşça ekledi: “Bunu sana söylemek zor, biliyorum. Ama bu işler artık bizim de güvenliğimizi tehlikeye atıyor. Bunu kimseye söyleme, ama seninle bu konuda konuşmamız gerekti.” Efnan, başını sallayarak, “Anlıyorum,” diye fısıldadı. Gözlerinden süzülen yaşları silmeye çalıştı, ama bu sır, onu her geçen gün biraz daha yıpratıyordu. Efnan, derin bir nefes aldı ve Kerem’e bakarak sormaya cesaret edemediği soruyu nihayet dile getirdi: “Peki… bu yüzden mi ailemden beni kopardılar? Yani... her şeyin arkasında bu mu var?” Kerem, Efnan’ın sorusuyla bir anlık sessizliğe büründü. Gözleri, sorunun ağırlığını taşırken, bir süre ne diyeceğini düşündü. Sonra başını hafifçe eğerek, zorlanarak cevap verdi: “Çok karışık, abiciğim… Bunu anlaman kolay olmayacak. Ailenin sizi korumak için yaptığı şeyler vardı, ama her şeyin iç yüzü, düşündüğünden daha karmaşık.” Efnan, Kerem’in cevabını beklerken, her şeyin bir araya geldiği o anı hissetmeye çalıştı. Gözleri hala titriyor, içindeki fırtınayı sakinleştirmeye çalışıyordu. Efnan, Kerem’e doğru bakarak, sanki içindeki en büyük korkuyu dile getirecekmiş gibi, titrek bir sesle sordu: "Peki, Selim... Ona ne oldu?" Kerem, bir süre sessiz kaldı, sonra derin bir nefes alarak devam etti: "Gittiğimiz yerde onu yakaladık. Korkudan her şeyi öttü bize. O da bu işin içinde, yani... Dayının, babasının işlerini yapıyordu. Ama şimdi o, yakalandı hapiste." Efnan, Kerem’in söylediklerini duyunca bir an için derin bir sessizlik çöktü odaya. Herkes birbirine bakıyor ama kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Efnan, derin bir nefes alarak gözlerini kapattı, sanki yıllardır üzerine çöken o karanlık gölge biraz olsun hafiflemişti. Ama yine de, içinde bir yerlerde Selim’in ve dayısının yaptıklarının ağırlığını hissediyordu. Deniz, Efnan’ın elini sıkıca tuttu. Gözlerinde hafif bir umut ışığı vardı. "Bitti, abiciğim," diye fısıldadı. "Artık korkmana gerek yok. Artık güvendesin biz varız sakin ol." Efnan, Deniz’in bu güven dolu sözleriyle biraz olsun rahatladı ama hala içinde bir huzursuzluk vardı. Sanki geçmişin gölgeleri peşini bırakmıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra Kerem’e döndü. “Yani… Dayımı bulamadınız, değil mi?” Kerem, derin bir iç çekerek Efnan’ın gözlerinin içine baktı. Karşısındaki kırılganlığa rağmen gerçeği saklamamaya kararlıydı. Ağır bir sessizlik çöktü aralarına, odadaki hava adeta buz kesmişti. Kerem, biraz duraksadıktan sonra başını yavaşça salladı. “Evet, bulamadık… Onun peşindeyiz, Efnan. Aslında sana bu yüzden gelmiştim,” dedi Kerem, yüzünde endişeli bir ifade ile. Efnan'ın yutkunması zorlaşmış, nefesi hızlanmıştı. Dayısının nerede olduğunu bilmemek, onu daha da derin bir korkuya sürüklüyordu. Gözlerinde biriken yaşlar, çenesini titretirken dökülmeye başladı. Alp, Efnan’ın bu halini görünce hemen ona yaklaşıp, “Tamam, sakin ol... Derin nefes al,” diyerek onu rahatlatmaya çalıştı. Ama Efnan’ın zihni o kadar karışmıştı ki, durmak bilmeyen düşünceleri onu iyice çaresiz hissettiriyordu. Sonunda, gözyaşları içinde, titreyen sesiyle konuşmaya başladı: “Gülce… O… O buraya çok önceden gelmişti,” dedi hıçkırıklarla boğuşarak. “Kötü kötü laflar edip, babamın yakında geleceğini söyledi. Ama gelmedi... Bilmiyorum, belki yalan söyledi. Gelirse haber veririm. Ama Gülce belki biliyordur. O... O tuhaf konuşuyordu. Bir şey saklıyor gibi. Selim'le bir ilişkisi var yüzünü okumuştum geçenlerde, hamile hem o da Selim’den" dedi. Efnan'ın anlattıklarının ardından, odada derin bir sessizlik oluştu. Herkes birbirine bakıyor, yaşananların şokunu atlatmaya çalışıyordu. Efnan'ın bu yeni bilgisi, olayların daha da karmaşık bir hal almasına neden olmuştu. Odadaki sessizlik, Kerem'in telefonunun ani melodisiyle bozuldu. Kerem telefonu açarak odadan çıkarken Deniz ise aklındaki sorular ile Kerem’le birlikte çıkmıştı.
Kerem telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes alıp yüzünü sıvazladı. İçindeki öfkeyi ve üzüntüyü bastırmaya çalışırken Deniz ona merakla baktı. “N’oldu?” diye sordu Deniz, Kerem'in yüzündeki gerginliği fark ederek. Kerem bir an durakladı, kelimeleri bulmakta zorlanıyordu. Sonunda, gözlerini Deniz’e dikerek ağır bir ses tonuyla cevap verdi: “Alev... ölmüş. Hapishanede.” Deniz bir an durdu, gözlerinde beliren acıyı gizlemeye çalıştı ve sadece başını sallayarak Kerem'in söylediklerini sindirmeye çalıştı. Alev’in ölümü, geçmişin bir kez daha önlerine çıkmasıydı. Bir süre sessizlik oldu. Deniz derin bir nefes aldı, yaşadıklarının ağırlığını hissetti. Sonra Kerem'e dönüp konuşmaya başladı: “Babam her zaman anneme dikkat et derdi. Ama biz annemin tarafını hiç tanımadık. Küçükken annem bana uygun bir dille anlatmıştı, ailesiyle arasının neden kopuk olduğunu…” Kerem, Deniz’in gözlerine bakarak onu dikkatle dinliyordu. Bu hikayeyi duymak, onun için de zordu ama gerçekleri bilmek zorundaydılar. “O zamanlar,” dedi Kerem, gözlerini yere indirerek, “deden elebaşıymış. Büyük bir suç örgütü kurmuş ve bu işi o yönetiyormuş. Sonrasında Ömer amca, dedenle büyük bir operasyonla yüzleşmiş ve onun işini bitirmiş. Deden hapishaneye atılınca, Sare teyzem ile Ömer amcama kin beslemişler.” Kerem bir an duraksadı, bu anlattıkları ne kadar ağır olsa da gerçeği bilmek zorundaydı Deniz. Sesi giderek daha da ağırlaştı: “Deden, o zamanlar oğluna yani dayın Ali'ye ‘Bitiremediğimiz işi tamamlayacaksın. Ömer’in ailesini yıkacaksın' emrini vermiş. O gün... O kaza… Ömer amcamın hatası ya da senin hatan değildi, Deniz. O pis heriflerin planıydı.” Deniz’in gözleri yaşla dolmuştu, ama ağlamamaya çalışıyordu. Kerem’in anlattıkları, geçmişin karanlık noktalarını aydınlatıyordu. Kerem, Deniz’in omzuna elini koyarak onu teselli etmeye çalıştı. “Deniz, o günkü yaşananlar senin veya Ömer amcanın suçu değildi. O kaza önceden planlanmıştı her şeyi nokta noktasına bunu bilmelisin. Onlar Efnan’ı sadece Sare teyzeye yapamadıklarını onun üzerinden gerçekleştirmek istemişler ve başarmışlar da bundan sonra kendini suçlamayı bırak Artık senin bir kardeşin var." Deniz, Kerem'in anlattıklarını sindirmeye çalışırken sessiz kaldı. Sonra Deniz, başını iki yana sallayarak, alçak bir sesle konuştu" “Efnan bunları duymasın. Tedaviye zor ikna ettim zaten.” Kerem, Deniz’in yüzündeki endişeyi fark etti ve kaşlarını çatıp merakla sordu: “Harbi nasıl ikna ettiniz? Efnan inatçıdır, zor kabullenir böyle şeyleri.” Deniz derin bir iç çekti, gözleri hüzünle doldu. “Eğer tedaviyi kabul etmezse, annemle babamın onu asla affetmeyeceği yalanını söyledim ona,” dedi. “O gece rüyasında annemle babamı görmüş… Ertesi sabah ağlayarak Alp’le bana anlattı. 'Beni affetmeyecekler,' diye tekrarlayıp durdu. Sonunda kabul etti.” Kerem bir an düşündü, ardından başını sallayarak Deniz’e baktı. “Yani, onun vicdanını kullanmak zorunda kaldınız, ha? Zor ama gerekli bir yolmuş…” Deniz içindeki suçluluğu gizleyemedi, gözlerini Kerem’den kaçırdı. “Başka türlü kabul etmezdi,” diye mırıldandı. “Efnan, tedavi görmeye inanmak istemiyor, kendi acısıyla başa çıkmayı tercih ediyor. Ama bu onun sağlığını mahvediyor.” Kerem, Deniz’in omzuna hafifçe dokundu. “Doğru olanı yaptınız. Efnan’ın iyileşmesi için gerekirse onu kandırmanız gerekiyorsa, yapacaksınız. Sonuçta onu hayatta tutmak için savaşıyorsunuz.” Deniz, Kerem’in bu sözleriyle biraz da olsa rahatladı. “Evet,” dedi kararlı bir sesle. “Ne pahasına olursa olsun onu koruyacağım. Onların planlarını alt üst edeceğiz, ve Efnan’ı bu karanlıktan çekip çıkaracağız.” Kerem gözlerini Deniz’den ayırmadan başını salladı. Artık sadece geçmişin acı gerçeklerini öğrenmekle kalmamış, geleceğe dair bir yol çizmişlerdi. Geçmişin yaralarını saracak, Efnan’ı yeniden hayata bağlayacaklardı.
Kerem ve Deniz içeri girdiklerinde, Efnan sedyede uzanmış, gözlerini zar zor açık tutuyordu. Kerem, hemen onun yanına gidip sedyenin kenarına oturdu. “Seni çok yorduk bugün, küçük hanım,” diye tatlı bir şekilde takıldı. Efnan hafifçe gülümsedi ve göz kapakları ağırlaşırken, “Çabuk söyle, uykum geldi,” dedi nazlanarak. Kerem derin bir nefes aldı ve gözlerini Efnan’dan kaçırmadan, yumuşak bir ses tonuyla devam etti: “Alev... yani yengen... hapishanede zehirlenerek ölmüş.” Efnan’ın yüzündeki ifade bir an dondu. Gözlerinde ne öfke ne de üzüntü vardı, sadece boş bir bakış. Ardından acı bir tebessümle dudaklarını kıpırdattı, “Allah rahmet eylesin,” dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar hafifti. Sonra, sanki konuşulanları unutmak istercesine elleriyle çarşafını gözlerine kadar çekti. “Aman, hadi gidin artık. Çok uykum var,” diyerek başını yastığa gömdü. Deniz ona yaklaşarak nazikçe alnından öptü. Efnan, çarşafın altında hafifçe kıpırdandı ve uyumaya çalıştı. Kerem ve Deniz, Efnan’ın gerçekten uyuyup uyumadığını kontrol ettikten sonra odadan çıktılar. Koridora çıktıklarında, Kerem derin bir iç çekerek Derya’nın yanına doğru yöneldi. Onu bir aydır görmediğini fark etmişti ve bu onu derinden etkiliyordu. Deniz ise Alp’in yanına döndü. Olan biteni Alp’e anlatması gerektiğini hissediyordu. Bir süre sonra Alp’in yanında buldu kendini. İkisi de hastanenin terasında, serin gece havasında oturuyorlardı. “Kerem ile biraz konuştuk,” dedi Deniz, derin bir nefes alarak. “Annemle babamın ölümü Efnan’ın kaçırılması meğersem her şey bir intikam hikayesiymiş.” Alp, Deniz’in anlattıklarını sessizce dinledi, gözlerinde derin bir düşünce vardı. “ Peki ya Efnan?” diye sordu merakla. Deniz, Efnan’ı düşündü ve başını iki yana salladı. “O bunları bilmiyor, duymaması da en iyisi. Onu tedaviye ikna etmek bile zor oldu... " dedi. Alp, Deniz’in omzuna elini koydu. “Onu korumak için ne gerekiyorsa yapacağız. Bu sırlar sadece bizde kalmalı,” dedi kararlılıkla. Deniz, Alp’e bakarak başını onaylarcasına salladı. Efnan’ı koruyacaklardı, ne olursa olsun.
Kerem, sessizce Derya’nın odasının kapısını araladı. İçerideki ışık loştu ve Derya, masanın başında oturmuş, yorgunluktan bitkin bir halde dosyalara dalmıştı. Kapının açıldığını fark etmemiş gibiydi. Kerem, içeri adımını attığında Derya’nın yorgun sesi duyuldu: “Çıkar mısınız lütfen, şu an meşgulüm...” dedi, gözlerini masadan ayırmadan. Morali cok bozuktu son zamanlarda zaten Kerem’de aramamıştı onu 1 aydır görüşüyorlardı ve evet birbirlerini seviyorlardı. Kerem gülümseyerek kapıyı kapattı ve bir adım daha attı. “Benden de mi çıkmamı istiyorsunuz, Doktor Hanım?” dedi alaycı bir tonda. Derya, tanıdık sesi duyunca bir anda başını hızla çevirdi. Gözleri Kerem’i gördüğünde yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. “Kerem!” diye bağırdı ve yerinden hızla kalktı. Aralarındaki mesafe bir anda kapandı ve Derya, Kerem’e sıkıca sarıldı. Derya, Kerem’i gördüğü an tüm yorgunluğunu unutmuş gibiydi. Gözleri dolmuştu, fakat mutlulukla parlıyordu. Kerem, Derya’yı sıkıca sararken, “Seni çok özledim,” diye fısıldadı. Derya ise başını onun omzuna yaslayarak, “Ben de... Nerelerdeydin?” diye sordu, sesi hafif kırılgan çıkmıştı. Kerem, onun saçlarını okşayarak, “Buralardaydım ama işler biraz karışıktı... Anlatacak çok şey var,” dedi. Derya, Kerem’e sımsıkı sarıldıktan sonra hızla geri çekildi ve mahcup bir ifadeyle yüzünü kapatmaya çalıştı. "Ya Kerem, günaha girdim resmen senin yüzünden ya " dedi, hafif bir panikle. "Efnan görseydi kesin kafamı kırardı bende seninkini dikkatli olalım lütfen" Kerem, bir an duraklayarak, "Tamam, öyle olsun. Bende ani oldu zaten, yapmazdım yoksa, sarılmazdım yani," dedi. Derya, ona anlayışla bakarak, "Biliyorum," diye yanıtladı. Ardından, "Ne zaman geldin? Efnan'ın yanına gittin mi?" diye sordu. Kerem başını sallayarak, "Oradaydım. Bazı bilgileri aktardım ona," dedi. Kerem, Derya'ya dönerken ciddi bir şekilde, "Gülce'yi nerede bulabiliriz?" diye sordu. Derya hafifçe düşündü, "Bugün izinli, yarın da izinli sanırım, niye, ne oldu?" diye yanıtladı. Kerem, Derya'yı nazikçe koltuğa oturtarak, "Fazla detaya inmeden anlatacağım, tamam mı güzelim?" dedi. Derya ise başını sallayarak onayladı. Kerem, söylediklerinin ardından bir sessizlik oldu. Derya derin bir nefes alarak, "Of, Kerem, niye iki gün önce söylemiyorsun ki? İzin vermezdim kadına," dedi, yüzündeki hayal kırıklığı belli oluyordu. Kerem, onu rahatlatmaya çalışarak, "Olsun güzelim, benim gelir, eninde sonunda," dedi. "Sıkıntı yok." Derya, gözlerini kısmış bir şekilde Kerem'e bakarak, "Umarım öyle olur," dedi, ama yine de içindeki huzursuzluk silinmemişti. Derya, koltuğundan kalkarak sandalyesine geri oturdu, bağdaş kurarak rahat bir pozisyon aldı. Kerem, Derya'nın hareketlerini izledi, ama Derya başını kaldırıp, "Ne ya, çalışamıyorum öbür türlü," dedi. Kerem gülerek, "Tamam tamam bir şey demedim canım," diyerek koltuğuna yaslanıp uzandı. Derya, gülerek, "İşim var, sende ne yapıyorsan yap" diyerek bilgisayarına yöneldi ve Efnan için yaptığı araştırmaya devam etti. O an Kerem’in yüzündeki gülümseme daha da yayılmıştı sonrasında gözleri daha fazla dayanamarak kapanmıştı. Derya biraz çalıştıktan sonra gözleri Kerem’e takılmıştı oturduğu sandalyeden kalkıp yanına doğru gittiğinde Kerem’in uyuduğunu fark etti sonrasında gözlerini hemen Kerem’den çekerek telefonunu eline alarak Zeynep'e Efnan’ın odasında buluşulması gerektiğini yazdı sonrasında kenardaki pikeyi Kerem’in üstüne ona değmeden örttü, ona bir not bırakarak kapının ikinci anahtarını notun yanına koydu. İkisinin aynı ortamda böyle bulunması uygun değildi. Bilgisayarını, telefonunu ve anahtarını alarak odadan çıkıp odayı kilitleyerek Efnan’ın yanına doğru yol aldı. |
0% |