@apricitass1
|
Hacettepe Üniversitesi, Ankara - 10 Yıl Önce Efnan, çalıştığı lokantadan sabahın erken saatlerinde, saat tam 8’de çıktı. Gözleri uykusuzluktan kızarmış, yorgun bedenini zor taşır haldeydi. 24 saatlik bir mesainin ardından nefes almak bile lüks gibiydi. Ancak kendisine verdiği sözleri tutmak zorundaydı. Ayakları onu hızlıca yurduna götürdü. Üstünü değiştirmeye bile vakti yoktu. Sadece yüzüne soğuk su çarpıp kaymış şalını baştan bağladı ve çantasını kaptığı gibi tekrar dışarı fırladı. Nefes nefese Hacettepe Üniversitesi'nin kampüsüne doğru koşarken, içindeki heyecanla karışık huzursuzluk yeniden nüksetti. Her şey planladığı gibi gitmemişti belki, ama İstanbul’dan kaçıp Ankara’ya gelerek yeni bir hayata başlamayı başarmıştı. Ailesinden habersiz, gizlice yaptığı üniversite tercihiyle Hacettepe Tıp Fakültesi’ni kazanmış, yurda yerleşir yerleşmez İstanbul’daki tüm bağlarını koparmıştı. Tek isteği, geçmişinden uzakta kendine yeni bir sayfa açmaktı. Fakülte binasına vardığında ders çoktan başlamıştı. Koridorda yankılanan ayak sesleri eşliğinde sınıfın kapısına ulaştı ve derin bir nefes aldı. Kapıyı hafifçe aralayıp içeri süzüldü. Sınıftaki herkesin bakışları bir anda ona çevrildi. Hoca, Efnan’a kısa bir an baktı ama dersine devam etti. Efnan, sıraların arasından geçip yerine doğru ilerlerken insanların bakışlarını umursamadı bile fakültede sadece iki tesettürlü vardı biri kendisiydi diğer kızla henüz tanışmamıştı çünkü kız 3. sınıftı. Yerine oturup derin bir nefes alıp not defterini çıkarttı. Not defterinin sayfalarını hızlıca çevirdi, bir yandan da gözleriyle tahtayı tarıyordu. Hoca, anatomi dersine giriş yapmış, kemik yapıları hakkında detaylı bilgiler veriyordu. Efnan, kalemini eline alıp hızlıca not almaya başladı. Ancak gözleri kızarıklıktan ağrıyor, sargılı olan eli acıdan yandığı için konsantre olmakta zorlanıyordu. Dün gece çalıştığı lokantada dikkatsizliği sonucu elini çok kötü yakmıştı ama alışmıştı Efnan artık buna bu yüzden önemsemiyordu bile. Eline tekrar kalemi aldığı an fark etti ki, sınıfta herkesin bakışları hala üzerindeydi. Fısıldaşmalar kulağına çalınsa da hiçbirine kulak asmamaya çalıştı. Efnan, İstanbul’daki hayatından çok farklı bir yerdeydi artık; burada kimseyi tanımıyor, kimse de onu tanımıyordu. Bu yüzden herkesten gizlenebileceği, kimsenin onun geçmişi hakkında sorular sormayacağı bir yer hayal etmişti. Ancak, bu yalnızlık bazen onu da ürkütüyordu. Ailesinden, özellikle annesinden gelen baskılar ve tehditler yüzünden İstanbul’u terk etmişti. “Bir daha geri dönmeyeceğim,” diye içinden tekrar etti. İstanbul'dan Ankara'ya uzanan bu yolculuk, Efnan’ın kendi özgürlüğünü ilan etmesiydi. Dersin ortalarına doğru Efnan’ın göz kapakları ağırlaştı. Uykusuz geçen 24 saatin ardından bedeninin iflas etmemesi mucizeydi. Ama vazgeçmeyecekti, ailesinin onu küçümseyen bakışları aklına geldikçe içindeki mücadele azmi artıyordu. Ders bitiminde sınıftan hızlıca çıktı ve çalıştığı yere gitti. Öğleden sonraki derse kadar orada çalışacak sonra yine gelecekti. Efnan, patronunun hoş geldin dediği lokantaya girerken, yorgun bedeni ve zihinindeki telaşla karışık bir ruh haliyle karşılaştı. "Hoşbulduk," diye cevap verdi, yorgun ama kibar bir şekilde. Öğlene kadar zorlukla çalıştı, her anında vücudunun isyanına rağmen hızla siparişleri hazırlayıp masalara servis yaptı. Akşam yemeği için önceden hazırlanması gereken malzemeleri düzenlemeyi de ihmal etmedi. İçindeki tükenmişlik hissi gitgide arttı, ama buna alışmıştı. Ne de olsa burada, yalnızca kendisi vardı. Öğle molasında patronu, Efnan’a başını sallayarak "Git kızım, yarın akşama kadar gelme, yoruldun artık," dedi. Efnan gözlerini kısıp bir süre düşündü, sonra bir an bile duraksamadan "Tamam," diyerek çıkmaya hazırlandı. Öğle sonrası derse gitmek için kampüse doğru yola çıktı. Efnan, kampüsün geniş bahçesine adım attığında, sonbaharın keskin serinliği yüzüne çarptı. Hızlı adımlarla yürümeye devam ederken gökyüzündeki bulutlar sanki onun ruh haline eşlik edercesine grileşmişti.Derslerin yoğunluğu ve lokantadaki uzun mesailer artık onun için sıradan bir rutine dönüşmüştü. Ancak bu tempoya ne kadar alışmış olsa da, yorgun bedeninin pes etmemesi için sürekli kendine telkinde bulunuyordu. Bahçeyi geçip fakülte binasına yönelmek üzereyken bir ses duydu. Yüksek sesle bağıran, ağlamaklı bir ses… Merakla duraksadı ve sesin geldiği yöne doğru baktı. Kenarda, bir ağacın dibinde, telefonda birine öfkeyle bağıran biri vardı. Adamın yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı; belli ki telefondaki kişiyle hararetli bir tartışma içindeydi. Efnan, içindeki yardım etme dürtüsüne karşı koymaya çalıştı, ama yapamadı. Kendisi de yıllar boyunca sessiz çığlıklar atmış, yardım istemişti. Bunu düşündükçe, çalılıklar arasında kıvrılmış o adamın yalnızlığı ona kendi geçmişini hatırlattı. İçinden bir "off" çekip saate baktı; derse girmesine daha biraz vakti vardı. Hızlı adımlarla adama doğru ilerlemeye başladı. Tam çalıların arasından geçerken, bir anda önünde beliren sert bir cisme çarptı. Şaşkınlıkla başını kaldırdığında, geniş omuzları ve keskin yüz hatlarıyla karşısında duran bir adamla göz göze geldi. Adam, nazik ama sağlam bir şekilde onu durdurmuştu. Efnan dengesini kaybedip neredeyse yere düşecekken, güçlü kollar onu hızla kavrayarak düşmesini engelledi. “Özür dilerim!” diye mırıldandı Efnan, hâlâ ne olduğunu tam kavrayamadan. Yüzü utançla kızarmıştı. Adam hafifçe gülümsedi, gözlerinde Efnan’ı anında rahatsız eden bir sıcaklık vardı. “Sorun değil,” dedi yumuşak ama derin bir sesle. Efnan bir an için ona bakakaldı; o sakin ses tonunda bir şey vardı, içindeki tüm karmaşayı dindiriyormuş gibi. “İyi misin?” diye sordu adam, Efnan’ın şaşkın bakışlarını fark ederek. Efnan, hâlâ yaşadığı anın etkisindeydi. “İyiyim asıl sen iyi misin?"diye yanıtladı, sanki cevap vermesi gereken sorunun cevabını bulamamış gibi. İçindeki hislere karşı koyamıyordu. Onun o tanımadığı yalnızlık duygusunu tanıyordu. Karşısındaki adam cevap vermeyince “Bu böyle olmayacak,” diyerek kararlılıkla adamın elini tuttu ve hızla kantine doğru çekti. Adam itiraz etmeye çalıştıysa da, Efnan’ın kararlılığı karşısında direnemedi. Kantine vardıklarında Efnan, ikisi için bir masa buldu ve adamı oturması için çektiği sandalyeye yönlendirdi. Kendisi de karşısına oturduktan sonra derin bir nefes aldı. “Anlat, ne oldu?” diye sordu gözleriyle adamı incelerken. Karşısındaki adam, derin bir nefes alarak omuzlarını silkti. “Psikolog musun?” diye sordu, gözlerinde merak dolu bir bakışla. Efnan omuzlarını kaldırıp hafif bir gülümsemeyle, “Belki bir gün psikiyatrist olurum, kim bilir? Ama şu an sadece seni dinlemek istiyorum anlat,” dedi. Adamın gözleri kısa bir an parladı, sanki bu cevabı bekliyormuş gibi. Sessizlik anında, ikisi de birbirlerini tanımadıkları halde tuhaf bir yakınlık hissettiler. Fakat henüz bilmedikleri bir geçmiş vardı; birbirlerinden habersiz, yıllar önce kesişmiş yollar... Adam, kafasındaki düşünceleri toparlamaya çalışarak derin bir nefes aldı. Kantin sessizdi ders saati gelmiş kimse yoktu sadece karşısında tanımadığı kız ve kendisi bunun rahatlığıyla "Peki, öyleyse... anlatayım," dedi ve gözlerini kaçırmadan karşısındaki yabancı yüze baktı. Efnan, Alp'in gözlerine dikkatle bakarken onun derin bir nefes aldığını fark etti. Gözleri dolmuştu, ama ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Hayatta en çok istediğim şey asker olmaktı," diye söze başladı adam gözlerini kaçırarak. "İki yıl önce sınava girdim ama gözlerimdeki bozukluk yüzünden elendim. En büyük hayalim, en çok istediğim şey buydu. Tekrar hazırlanmak için bir yıl daha verdim kendime bu sefer başka bir bölüm için. Babamın haberi yoktu, çünkü o sırada gizli görevdeydi. Onu hiç karıştırmadım bu işe. Ama sonra... öğrendi." Efnan, karşısındaki adamın kırgınlığı fark etti. “Ne oldu?” diye sordu nazikçe. Adam, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışarak devam etti. "Babam, askeriyeye girmemi istemiyordu. Hayatım boyunca bana hep 'Sen başka bir şey yap, kendi yolunu çiz' derdi. Sınava girdiğimi öğrenince çıldırdı. Beni desteklemesi gerekirken, başka bir arkadaşımı örnek verip onu savunmaya başladı. 'Bak, o senin yaşında ve şu an nerelerde girebilmiş yapamadığını yapmış'diyerek. Kendi oğlunu desteklemek yerine, başkalarını öne koydu." Adam derin bir nefes aldı, gözleri yere sabitlenmişti. "Ama asıl mesele bu değil," diye devam etti, sesi bir ton daha alçaldı. "Annem... İki yıl önce kansere yakalanmıştı. Zorlu bir tedavi sürecinden geçti ve sonunda atlattık. Ama..." Bir an duraksadı, boğazındaki düğümü yutkunarak çözmeye çalıştı. "Hastalık yeniden nüksetti. Bu sefer çok daha tehlikeli ve... annemin bunu bir kez daha kaldırabileceğinden emin değilim." Efnan’ın içi burkuldu. Karşısındaki adamın çaresizliği, ona kendi geçmişinde yaşadığı yalnızlığı ve kaybetme korkusunu hatırlattı. "Babam sürekli görevden göreve gidiyor," dedi Adam, sesi artık iyice kırılgandı. "Annemin yanında olması gerekirken, bir türlü kalamıyor. Kardeşim daha çok küçük. Bütün sorumluluk benim omuzlarıma bindi ve ne yapacağımı bilmiyorum. Kendimi kaybolmuş gibi hissediyorum." Bu sözlerin ağırlığı kantindeki havayı bir anlığına dondurdu. Efnan, Alp'in içinde bulunduğu çıkmazı çok iyi anlıyordu. Hiç düşünmeden yerinden kalktı, yavaşça Adamın yanına geçti. Onun sessiz gözyaşlarını görünce kalbinin derinliklerinden bir acı hissetti. “Bazen her şey üst üste gelir,” dedi Efnan, sesi bir fısıltı kadar yumuşaktı. Hiç tereddüt etmeden, Adamın yanında diz çöküp ona sıkıca sarıldı. “Ama yalnız değilsin. Bazen, hiç tanımadığın birinin bile desteği fark yaratabilir.” Adam, yabancı kadının bu sıcaklığına şaşırdı ama aynı zamanda büyük bir rahatlama hissetti. Gözlerini kapatıp ona daha da sıkı sarıldı. İçinde biriken tüm duygular, bu anlık yakınlıkta eriyip gitti. “Teşekkür ederim,” diye fısıldadı Adam, Kadının omzunda saklanarak. Efnan, onun sırtını hafifçe okşadı ve sakinleştirici bir sesle, “Her şeyin üstesinden geleceksin. Güçlü olman gereken zamanlar bunlar. Annen ve kardeşin sana ihtiyaç duyuyor,” dedi. Bir süre daha öylece kaldılar; sonra Efnan derin bir nefes alarak geri çekildi. "Gitmem gerek," dedi gülümseyerek. "Ama güçlü birine benziyorsun. Unutma, hayat bazen bitti dediğin yerden tekrar başlar. Allah'a güven, Ona sığın.” Efnan, Alp'e son bir bakış atarak kantinden ayrıldı ve dersine yetişmek için hızla oradan uzaklaştı. Bir Ay Sonra Efnan, yoğun vize haftasının stresini kantinde gidermeye çalışıyordu. Gözleri yorgunluktan kapanmak üzereydi, elindeki kahve fincanını yudumladı. “Yüce rabbim ne güzel sınavların var” diye kendi kendine mırıldandı. Vizeler onu bitkin düşürmüştü, ama pes etmemeye kararlıydı. Son yudumunu içip fincanı bırakırken sınav saatine sadece birkaç dakika kaldığını fark etti. Hızla toparlandı, defterlerini çantasına tıkıştırdı ve kantinden çıkıp sınav salonuna doğru koşmaya başladı. Tam köşeyi döndüğünde, hızla birine çarptı. Çarpışmanın etkisiyle sendeledi, neredeyse düşecekti ama son anda toparladı. Karşısındaki kişi de düşen kitaplarını toplamaya başlamıştı Efnan karşısındaki kişiyi görünce bu adamın bir ay önce kantinde teselli ettiği kişi olduğunu hatırladı. “Pardon!” dedi Efnan, hızlıca toparlanıp yoluna devam etti. Ancak çarpışma sırasında yere düşen bir kitabı fark etti. “Hey, kitabını unuttun!” diye seslendi, ama adam çoktan kalabalığın arasında kaybolmuştu. Efnan kitabı yerden alıp kapağına baktı. Kitabın ismi, ‘İçimizdeki Şeytan'idi. İçinden bir şeyler kıpırdanır gibi oldu, kitabı tanıdık bir duygu ile inceledi. “Nasıl olsa tekrar karşılaşırız,” diye mırıldandı kendi kendine. Kitabı çantasına yerleştirip sınav salonuna doğru koştu.
Alp, Efnan’a dönüp gözlerinin içine bakarak derin bir nefes aldı. Duygularını bastırmakta zorlanıyordu, içindeki fırtına büyüyordu.Nihayet, sesini titrek de olsa duyurdu. "O kişi... O kişi bendim," dedi, her kelimesi birikmiş yılların ağırlığını taşıyor gibiydi. "Konuştuğun, çarpışıp kitabını aldığın kişi... Bütün bu zaman boyunca seni aradım...O kişi bendim, Efnan." Efnan, bir an için donakaldı. İşte yıllardır duygularını bastırmaya çalıştığı, bulmak için her yeri aradığı adam şimdi karşısındaydı. Üstelik, ona karşı bir şeyler hissetmeye başladığı bir anda... Kendisini nasıl hissedeceğini bilemedi, içinde bir kaos vardı. Alp’in sözleri, duygularının üzerine inen ağır bir yük gibi hissediliyordu. Her şey karmaşıklaşmıştı 1 gün sonra Efnan’dan Şalımın ucunu da düzeltip banyodan çıktıktan sonra geri sedyeye oturmuştum bu üç ayda başıma gelenlere inanamıyordum bir abimin olduğunu, yaşadığım ailenin gerçek ailem olmadığını daha nicesi ve en önemlisi yıllarca üniversite yıllarında bir anlığına beslediğim duyguların sahibinin karşıma çıkmasına mı şaşırayım hangisine bilemiyordum. Aslında ilk geldiğim günden beri Alp’i hep o adama benzetiyordum hatta aynısı olduğunu da düşünüyordum ama elimde o kişiye ait hiçbir şey yoktu ve bunu anlayamazdım. Alp bunu söyledikten sonra konuşmamıza devam edecekken o meşhur acil telefonlardan biri çalmış ve Alp hızlıca odadan çıkmıştı ben ise yüzümü yastığa bastırarak bağırmıştım. Kapının açılmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım ve başımı kaldırdım. Gelen kişi Deniz'di. O her zamanki sıcak gülümsemesiyle bana bakıyordu. "Hazır mısın, abiciğim?" diye sordu, neşeli bir ses tonuyla. İçimde kopan fırtınaları bir an olsun bastırmaya çalışarak gülümsedim. "Hazırım, sen hazır mısın damat?" dedim, onu biraz kızdırmak için. Deniz, gülerek başını salladı. "Hazırım, hazırım," dedi kendinden emin bir şekilde. Gözlerimi kısarak onu süzdüm, gerçekten mutlu görünüyordu. Bu anı ona borçluydum belki de. Bana kardeş olduğunu öğrendiğimden beri, hep yanımda olmuştu. Zor zamanlarımda bana destek olmuş, her şeyin yoluna gireceğine inandırmıştı. Şimdi ise kendi mutluluğuna doğru adım atıyordu. Deniz'in koluna girdim ve beraber odadan çıkmaya başladık. Hastane koridorları her zamanki gibi kalabalıktı ama bugün bunların hiçbirini umursamıyordum. Çünkü bugün Deniz ve Zeynep’in nişan günüydü, o yüzden tüm endişelerimi bir kenara bırakmaya kararlıydım. Deniz bir an durup bana döndü. "Önce senin eve gidelim orada giyin bende orada giyineyim" dedi kararlı bir sesle. "Sonra çiçek, çikolatayı alıp geçeceğiz,Derya Kerem’in yanındaymış zaten yola beraber çıkarız tamam mı?" " Tamam" diyerek yürümeye devam ettim. Derya birkaç saat önce beni aramış 'ya Efnan bir şey diyecektim ama sakın kızma ben Kerem’in yanındayım ama bildiğin gibi bir şey yok valla dedi ki bana beraber geçelim istersen bende size yük olmamak için kabul ettim yani' demişti. Ben ise telefonda ona gülmüştüm. Derya’nın bu hallerine artık alışmıştım çok tatlı biriydi hem Kerem’i seviyordu bu belliydi ama korkuları vardı onunda ve ona hak veriyordum zor zamanlar geçirmişti. Arabanın yanına gelmemizle abimin kolundan sıyrılıp arabaya bindim. Deniz ise bagajı açıp birkaç poşet alıp tekrar kapatmıştı. Ön kapıyı açıp poşetleri bana uzattı ve sürücü koltuğuna oturdu. Ben ise poşetleri açmaya çalışıyordum. " Emniyet kemerini tak abiciğim" diyen abimle poşetleri ittirip hızlıca emniyet kemerimi taktım sonrasında abime dönüp " bunlar ne abi" diye sordum Deniz ise arabayı dikkatli bir şekilde sürerken " Sen demedin mi bıktım bu hastanenin tatsız tuzsuz yemeklerinden yemek aldım sana aç ye hadi" dedi. " Ya abi teşekkür ederim" diyerek kırmızı ışıkta duran abimin yanağından öpüp poşeti yırttım ve bismillah diyerek yemeği yemeye başladım. " Nerden döneyim Efnan" diye soran abimle elimle sol işareti yaptım. Yemeğin yarısını yedikten sonra ıslak mendille elimi silip poşetin ağzını kapattım. Abim ise apartmanın önüne gelmişti bile derin bir nefes alıp abime park etmesi gereken yeri gösterdim. Deniz park ettikten sonra " abi dur inme" diyerek poşeti açtım ve yemeğin kalanını uzattım. Deniz ise gülümseyerek iki üç ısırık aldıktan sonra ayrandan da biraz içmişti. " Yeter bana bu kadar bücür gerisini sen bitir" diyip arabadan çıktı. Ben ise hızlıca kalanını bitirip arabadan çıktım ve çöpe poşetleri atarak abimin yanına gittim. Deniz poşetlerimi almış bagajı kapatmıştı. " Abi yardım edeyim ver" diyerek abimin yanına geçtim ama o arabanın anahtarını fırlatıp " Kilitlede gel" demişti. Arabayı kilitledikten sonra çantamdan anahtarı çıkarıp dış kapıyı açtım. Asansöre bindik, kapı kapanırken biraz tereddüt ettim ama abim yanımdaydı. Derin bir nefes alarak, her şeyin doğru olduğunu, artık buraya ait olduğumu kabul ettim. Asansörün her katı geçtikçe, kalbim biraz daha hızla çarpmaya başladı. Nihayet, apartmanın 6. katına geldik. Kapıya doğru ilerledik abimle anahtarı çıkarıp. "Bismillah," dedim ve kapıyı açtım. İçeri adım atarken, birden karşı komşumuz Sevilay Hanım’ın kapısı açıldı. "Kızım, hoş geldin!" dedi, gülümseyerek. Gözlerim doldu, kalbim sıkıştı. Duygularım bir anda kabardı. Hiç beklemediğim anda, Sevilay Teyze’nin sıcak, güven veren sesiyle bir anlık şok geçirdim. Gözlerimden süzülen yaşları tutamadım. Birkaç adımda ona doğru koştum ve sarıldım. Sevilay Teyze, beni buraya taşımamda yardımcı olan tek kişiydi. Ankara'da eğitimimi tamamladıktan sonra İstanbul’a geri gelmiştim ama ailemin evinde kalmak istemiyordum bu yüzden Sevilay teyzeyi aramıştım. O ben 5. sınıftayken dükkanı kapatıp İstanbul'a dönmüştü. Zaten İstanbul’da yaşıyordu. Sonrasında kendi dairesinin boş olduğunu söyleyerek beni almıştı evine. Her zamanki gibi evinin kapılarını açmıştı bana. Ne zaman zorluk çeksem, başım sıkışsa o vardı Hastalandığımda bana bakan oydu. Üniversite zamanı Ankara’da yanında çalışıp para kazanmama yardımcı olan oydu. Ankara'da bıçaklandığım zaman başımda nöbet tutup yaralarımı pansuman eden oydu. Kaza geçirdiğimde tek arayanda oydu. Beni aradığında o kadar mutlu olmuştum ki. Bazen başımı alıp gittiğim için onlardan biri sanmış ama benim kızım illa telefonlarımı açar diyerek aramıştı beni. Hastaneye gelmek istese de kesin bir dille reddetmiştim onu. Sarıldıkça, kendimi biraz daha huzurlu hissettim. Sevilay Teyze, omzumdan sımsıkı tutarak, “Ağlama, kızım. Her şey yoluna girecek, bak görürsün,” dedi. Beyin tümörü olduğunu biliyordu. Her şeyi anlatmıştım ona. Duygularımı bastırmaya çalıştım ama o an, hislerimi tutmak imkansızdı. O kadar çok şey birikmişti ki... Sarılmak, konuşmak, her şeyin bittiğini görmek istiyordum. Ona güvenerek, “Teşekkür ederim,” dedim, ama sesim zor çıkıyordu. Sevilay Teyze, elleriyle yüzümü sıvazladı ve alnımdan öptü. "Ne kadar özlemişim kızımı” dedi. Bunu duymak, o kadar iyi geldi ki… Tekrar sarılarak " Bende seni özledim" dedim. Deniz'e doğru döndüğümde bizi izliyordu. Bana bu zamana kadar nasıl hayata tutundun dediğinde Sevilay Teyzemi anlatmıştım ona o yüzden biliyordu onu. Gözlerimi açıp kapattım ve onun gelmesini istedim. O da gelip Sevilay teyzenin elini öptü ve başına koydu bende geri çekildim ve gözümdeki yaşları sildim. " Benim maviş seni üzmedi dimi teyzem" dedim. Sevilay teyze ise gülerek " Ne üzecek kız kanka olduk biz onunla yemeği bile beraber yiyoruz, hatta dur getireyim" dedi. Gülerek teyzemin gidişini izledim. " Maviş kim?" dedi abim meraklı ifadesiyle ona sarılarak " gelince görürsün" dedim. Sevilay Teyze kediyi yere bırakır bırakmaz, Maviş hızla minik patilerini hareket ettirerek bana doğru koştu. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu ve tüyleri yumuşacık bir bulut gibi görünüyordu. Önce bir an durup bana baktı, ardından patilerini bacaklarıma yerleştirerek yukarı tırmanmaya başladı. Sevilay teyzem bu sevimli manzarayı gülümseyerek izliyordu. "Sanırım seni çok özlemiş," dedi, gözlerinde sıcak bir ifade vardı. Ben de Maviş'i kucağıma aldım ve yumuşacık tüylerini okşarken yüzüme yaklaşıp burnunu sürttü. "Seni çok özledim," dedim fısıldayarak. Maviş, minik miyavlamalarla cevap verdi, sanki her şeyin yolunda olduğuna dair beni teselli etmeye çalışıyordu. O sırada abime mavişi döndürerek "Bu benim Maviş’im. Sevilay Teyzem ona göz kulak oluyordu," dedim. Deniz, kediyi daha yakından incelemek için yanıma geldi. Maviş’in masmavi gözlerine bakarak, "Gerçekten çok tatlıymış. Adını hak ediyor," dedi ve elini uzatıp Maviş’in başını okşadı. Maviş, Deniz’in ilgisinden memnun kalmış gibi miyavladı ve patisini onun eline uzattı. Bu sevimli an, hepimize bir anlığına da olsa yaşadığımız tüm sıkıntıları unutturdu. Maviş'i içeriye bıraktığımda, kedim hızla içeriye doğru koşturdu. Deniz’in kapımızın önüne bıraktığı poşetler aklıma geçince karşı daireye geçip hızlıca poşetlerden mama olanları aldım ve Sevilay Teyze'ye uzattım. Sabah abim gelmeden onu görüntülü arayak neleri alması gerektiğini söylemiştim. “Buyur sultanım, Maviş için getirdik,” dedim hafifçe gülerek. Sevilay Teyze mahcup bir ifadeyle, “Ne gerek vardı kızım" dedi. "Olur mu hiç, sen ona en iyi şekilde baktın," dedim. “Biraz da bizden olsun.” Sevilay Teyze başını sallayıp tatlı bir gülümsemeyle teşekkür etti. “Sağ ol yavrum,” diye ekledi. Sonra Deniz’le birbirimize baktık ve Sevilay Teyze'ye tekrar sarıldım. “Biz artık gidelim. Her şey için çok teşekkür ederiz,” dedim. Deniz de nezaketle eğilerek, “Görüşürüz efendim,” dedi ve elini kalbine götürdü. “Görüşürüz yavrularım, kendinize dikkat edin,” dedi Sevilay Teyze, ardından içeri girdi. Sonunda kendi evime girmiştik ve kapıyı arkamızdan kapattım. Uzun zamandır ilk kez evimdeydim, burası bana ait olan, kendi dünyamdı. Abim, merakla odaları gezerken ben de peşinden gidiyordum. Evin her köşesine şöyle bir göz gezdiriyordu; belli ki her detayını görmek istiyordu. En son çıktığımda, evim darmadağındı, her şey alt üst olmuştu. O gün, başıma bir şey geleceğini hissetmiş gibi Sevilay Teyze’ye yedek anahtarı vermiştim. "Eğer bir şey olursa, kediyi alır mısın?" demiştim. Ama sağ olsun teyzem, sadece kedime bakmakla kalmamış, evimi de toparlamış, her şey yerli yerindeydi. O sırada Deniz, oturma odasına geçti ve koltuğa oturdu. Hemen yanına koştum, heyecanla yanına yerleştim. "Nasıl, beğendin mi evimi?" diye sordum, biraz da merakla. Deniz etrafına bakındı, gülümseyerek "Çok güzel, abim," dedi ve ardından aniden bana sarıldı. Kollarındaki sıcaklık ve samimiyet beni şaşırttı. "Özür dilerim, Efnan," dedi fısıldar gibi, sesi titriyordu. "Bunca zaman seni yalnız bıraktığım için, her şeyle tek başına mücadele etmek zorunda kaldığın için..." Bu sözler yüreğime dokundu ve gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ama içimde biriken onca acıya rağmen, güçlü olmaya çalıştım. Deniz’in kollarından hafifçe sıyrılarak yüzüne baktım. "İyiyim ben, bak buradayım," dedim, titrek bir sesle. "Bu zamana kadar geldim, dayanabildim. Ağlama, lütfen abi." Deniz, bir adım geri çekildi, ama gözyaşları hala yanaklarından süzülüyordu. Elleriyle yüzünü kapattı. Ben ise ellerimi uzatarak onun gözyaşlarını silmeye başladım. “Ben buradayım, yanındayım,” dedim nazikçe. Deniz başını salladı, derin bir nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. “Söz veriyorum, bir daha seni yalnız bırakmayacağım,” dedi kararlı bir şekilde. Gözyaşlarını sildikten sonra yanaklarına küçük bir öpücük kondurdum. “Hadi gel, benim odamı da gör, oraya bakmadın" dedim neşeli bir ses tonuyla, onu biraz da olsa neşelendirmek istiyordum. Abim gülümsedi ve başıyla onaylayarak peşimden geldi. Koridoru geçip odama doğru yürürken, evin sessizliği içime huzur veriyordu. Odamın kapısını açtım ve abime dönerek, “İşte burası,” dedim. Deniz, içeriye adımını attığında etrafına bakındı. Yatağımın üzerindeki renkli yastıklar, duvarlardaki eski fotoğraflar, köşede raftan taşmış kitaplar... Oda, benim tüm yaşanmışlıklarımı barındırıyordu. Her şey yerli yerindeydi, Sevilay Teyzem sağ olsun, burayı da düzenlemişti. Abim, odadaki detayları inceledikten sonra bana dönüp hafifçe gülümsedi. “Ne güzelmiş odan kız” dedi. Bu sözler içimi ısıttı. “Teşekkür ederim, abi,” dedim usulca. “ Deniz, yatağımın kenarına oturdu ve eliyle yanına çağırdı beni. Yanına oturduğumda kolunu omzuma doladı. “Buradayım, artık hiçbir şeyden korkma, tamam mı?” dedi. O an, yıllardır aradığım güven duygusunu hissettim. “Tamam,” dedim fısıldar gibi. Sanki o tek kelimeyle bütün yüklerimden kurtulmuş gibi hissettim. Deniz biraz daha sarıldıktan sonra, elimi bırakmadan bana bakıyordu. Gözlerinde yorgunluk vardı, son zamanlarda yoğunluktan, telaştan ne kadar bitkin düştüğünü görebiliyordum. “Abi, sen uyumadın değil mi?” diye sordum endişeyle. Başını hafifçe salladı. O an aklıma bir şey geldi. Yatağa doğru dönüp yorganı açtım, eliyle ona işaret ettim. “Hadi gel, biraz uyu. Daha akşama çok var, dinlenmen lazım,” dedim tatlı bir ses tonuyla. Deniz önce itiraz etmek ister gibi oldu, ama yorgun bakışları onu ele veriyordu. “Sen ne yapacaksın?” diye sordu, hala tereddütlüydü. Gülümseyerek, “Getirdiğim eşyaları yıkayacağım, akşam giyeceklerimi, senin gömleğini ütüleyeceğim çok işim var çok" dedim. Deniz derin bir nefes aldı ve sonunda yatağa uzandı. Üzerini yorganla örterken bana teşekkür eder gibi baktı. “Tamam yormadan kendini dikkat et” dedi hafifçe gülerek. " Tamam tamam merak etme” dedim, göz kırparak. O yatağa yerleşip uyku pozisyonuna geçtikten sonra bende hızla poşetteki tüm pijamalar ve eşyaları makineye atıp abimin takım elbisesini ütülemeye başladım. |
0% |