Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Şimdi bir güneş doğsa şu kasvetli havanın üstüne, bir şey değişmez. Yağmur yağdıktan sonra doğan güneşin ardından gökkuşağının çıkması da hayatı güzelleştirmez.

 

Keşke bir icat olsaydı anıları silebilseydik. Parfüm gibi bir şişeye doldurabilseydik. İyi anılar hiç solmasaydı istediğimiz zaman çıkarıp tekrar o anı yaşayabilseydik, kötü anılarımızı da şişeye doldurup en ücra köşelere veya denize fırlatsaydık bir daha hiç hatırlamamak yaşamamak için... İnsanı yoran da geçmişte yaşadığı anıları değil miydi? İnsanoğlunun doğasında unutmak vardır derler fakat insan öyle şeyler yaşar ki o yaşananların tek bir saniyesi unutulmaz.

 

***

 

Duyduğum seslerle gözlerimi yavaş yavaş açtım. Başucumda birileri vardı, ne konuştuklarını tam olarak anlayamıyordum. Bir şeyin üzerinde yatıyordum. Bulunduğum yere bakındım ve bir hastane odasında olduğumu fark ettim. İlk önce ne olduğunu, neden burada olduğumu anlayamadım. Karın bölgemde bir ağrı vardı. Elimi yavaşça ağrıyan yere götürdüm. Midemin alt kısmında bir şey vardı sanki. Boğazımda hissettiğim acı tatla öksürmeye başladım. Öksürdükçe ağrı daha da artıyordu.

 

"Hasta uyandı, doktoru çağır sen" Konuşan kişi yavaşça su içirdi bana. Diğeri de odadan çıkmıştı.

 

"İyi misin?" Su içmek biraz olsun iyi gelmişti. Kafamı evet anlamında salladım.

 

"Ne oldu bana?"

 

"Bıçaklanmıştın buraya getirdiklerinde, ameliyat geçirdin. Bende hemşireyim. Şimdi ameliyatını yapan hoca gelir detaylı bilgi verir durumun hakkında."

 

Tabi ya o kadın, ismi aklıma gelmiyordu. En son yüzümü yıkamak için lavaboya gitmiştim orada bıçaklamıştı beni. Ben orada olanları düşünürken odaya doktor girdi. Az önce bana su içiren hemşire de serumuma ilaç katıyordu.

 

" Merhaba, Arjin " doktor gülümseyerek konuştu. Kafamı sallamakla yetindim.

 

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu, doktor.

 

" Midemin alt tarafında ağrım var, boğazımda değişik bir tat acı var." Doktor dikkatle söylediklerimi dinliyordu. Bense zar zor konuşuyordum.

 

"Maalesef bıçaklanmışsın cezaevinde. Buraya getirildiğinde çok kan kaybetmiştin ve şansına kan grubun da zor bulunuyor. Baya uğraştık bu konuda. Ameliyatta haliyle sıkıntılı geçti iki gündür yoğun bakımdaydın bir saat önce normal odaya alındın. Şuan değerlerin, durumun iyi. İlaçların etkisiyle boğazında yanma olabilir. Ağrılar da birkaç gün içerisinde geçecektir "

 

" Anladım "

 

" Siz yine birkaç gün gözetimimiz altında olacaksınız. Sonrasında duruma göre taburcu edeceğiz " Taburcu edeceğiz... Taburcu olunca yine o cezaevine mi gidecektim? Böyle bir soru sormadım doktora. Benim cevap vermediğimi görünce,

 

" Bir sıkıntı olursa hemşire hanım bana haber verir " dedi. Ardından hemşireye dönüp,

 

" Arjin Hanım'a bir ağrı kesici yapın lütfen" dedi.

 

"Tamam, hocam." Doktor çıkmadan önce yine gülümseyerek,

 

"Geçmiş olsun" dedi ve gitti.

 

Hemşire serum torbasına birkaç ilaç kattıktan sonra bana döndü.

 

"Kuvvetli bir ağrı kesici yaptım. Birazdan ağrın hafifler"

 

"Teşekkür ederim"

 

"İstediğin bir şey var mı?"

 

"Hayır"

 

" Birazdan ailen de seni görmeye gelir. Ama çok fazla durmasınlar hem dinlenmen lazım hem de enfeksiyon kapma riskin var."

 

"Kimseyi görmek istemiyorum." Hemşire önce şaşırdı, sonra kendine gelip cevap verdi.

 

"Anladım, nasıl istersen. O zaman ben şimdi gidiyorum bir şey olursa şu çağrı butonuna basarsın gelirim" Yatağın baş ucundaki çağrı butonunu gösterdi.

 

"Tamam" dedim. Hemşire de gitti.

 

Kimseyi görmek istemiyordum. Belki bencillikti bu ama istemiyordum kimseyle konuşmak, laf dinlemek. Evet, Azat Abimi affettiğimi söylemiştim ama unutamazdım olanları. Eskisi gibi olamazdım, arada bir mesafe olması şarttı. Bu yaşadıklarımın sebebi ailem de olsa eskisi gibi olmayacaktım.

 

Her zaman bir seçim vardır. Ya her şeyi istediğin gibi yapar, mutlu olursun. Ya da başkalarının istediği şeyleri yapar, onlardan ve kendinden nefret edersin. Tam olarak buydu işte. Ben onların istediğini yapmaya mecbur bırakılınca nefret ettim her şeyden. Kendimi yengeç gibi hissediyordum, yengeçler denizde yaşar ama yüzemez. Ben de nefes alabiliyorum ama dünyaya bir türlü ayak uyduramadım sanırım. Yıllardır ruhu ölmüş bedeni yaşayan biriydim. Bedenim de ölmemişti. Bundan sonrası ne olacaktı daha neler yaşayacaktım bilmiyordum.

 

İlaç ağrımı kestiği gibi vücuduma da bir ağırlık çöktürmüştü. Düşüncelerim arasında gözlerimi yumdum. Dünyayla bağlantımı kestim.

 

***

 

Hastaneler en acı yerler... Hastane koridorlarında beklersin, beklemekle zaman geçmez. Fırat'ın ailesi günlerdir hastanede bekliyorlardı. Annesi hastaneden dışarı tek adım atmamıştı. Diğerleri ihtiyaçları için mecburen konağa gitmişlerdi ama anne yüreği bu bir saniye bile ayrılmak istemiyordu. Oğlu yoğun bakımda makinelere bağlı yaşam mücadelesi veriyordu. Ameliyattan hemen sonra yoğun bakıma alınmıştı fakat uyanmamıştı. Ailesi korkuyla bekliyordu. Beklemek en kötüsü değil miydi? Ne olacağını bilmeden bekliyorsun. Net bir haber, bilgi yok. Asıl çaresizlik beklemektir.

 

Camın önünde durmuş, içeride yatan oğlunu izliyordu. İçi sızlıyordu. Kaç defa bayılmış, sinir krizi geçirmişti. Doktorlar dinlenmesini söylüyordu. Onun amacı dinlenmek değildi. Yoğun bakımın önünden ayrılmıyordu. Oğlu uyandığında yanında olduğunu görsün istiyordu.

 

"Anne" Dicle'nin sesini duyunca kafasını yavaşça kafasını kızına çevirdi. Eşi ve küçük kızı gelmişti.

 

"Anne kurban olayım biraz dinlen"

 

"Fırat'ım uyanmadan bana dinlenmek haramdır."

 

"Abim uyanınca seni bu halde görmesin nolur bir şeyler ye en azından"

 

Ünzile Hanım kafasını hayır anlamında salladı. Kafasını çevirip oğlunu izlemeye devam etti.

 

"Uyanacak mı?" diye sordu. Dicle babasına baktı hemen. Yasir Ağa kafasını eğdi, cevap veremedi. Nereden bilsin ki? Onun da içi yanıyordu. Evladını makinelere bağlı görmek canından can alıyordu.

 

"Ben bir doktorun yanına gideyim" dedi, Yasir Ağa. Arkasını dönmüş, gideceği sırada doktor geldi yanlarına.

 

"Doktor Bey" Dicle oturduğu yerden kalkıp hemen doktorun yanına geldi.

 

"Merhaba" Ünzile Hanım da doktorun sesini duyunca yanına yaklaştı.

 

"Oğlum, uyanacak mı?" Doktor sıkıntıyla nefesini verdi.

 

"Hayati tehlikeyi atlattı fakat şuan komada. İlk günler bilerek ilaçlarla uyuttuk. İki gündür ilaç vermediğimiz halde uyanmadı. Bu da komaya girdiği anlamına geliyor."

 

"Ne zaman uyanacak oğlum?" diye sordu, Yasir Ağa.

 

"Bilemiyoruz maalesef. Uyanması bir haftada sürebilir bir ayda ya da -"

 

"Ya da ne?" Doktor lafını bitiremeden korkarak sordu, Ünzile Hanım.

 

"Yıllar sürebilir"

 

"Oyy" Ünzile Hanım üzüntü çığlıklarıyla kendini yere attı. Dicle hemen annesini yerden kaldırmaya çalıştı.

 

"Doktor! Oğlumu iyi edin yoksa bu hastaneyi başınıza yıkarım!" Yasir Ağa doktorun üzerine yürüdü. Doktor geri geri giderek,

 

"Yasir Bey, biz elimizden geleni yaptık fakat şuan beklemekten başka çaremiz yok" dedi. Yasir Ağa sıktığı yumruğunu duvara vurdu,

 

"Allah kahretsin" dedi.

 

"Geçmiş olsun" diyerek yanlarından ayrıldı, doktor. Dicle annesini koltuğa oturtmuştu. İkisi de ağlıyordu.

 

"O kahpe yaşıyor mu?" diye sordu, Ünzile Hanım.

 

"Uyanmış" diye cevapladı, Yasir Ağa.

 

"Oğlumu bu hallere soktu, daha beterini yaşayıp gebersin inşallah" Beddualarına başlamıştı yine, Ünzile Hanım. Yasir Ağa burnundan soluyordu, bir hışımla koşmaya başladı.

 

"Hepsi o kahpe yüzünden. Onu da ben öldüreceğim."

 

"Babaa" Sinirinden, öfkesinden kimseyi duymuyordu.

 

Arjin ve Fırat aynı hastanede yatıyordu. Arjin yoğun bakımın bir alt katındaydı. Yasir Ağa koşarak alt kata indi. Arjin'in ailesi de yattığı odanın önünde oturmuş bekliyorlardı. Yasir Ağa hiçbirini umursamadan belinden silahını çıkarıp hiddetle odanın kapısını açtı.

 

"Hoop" Devran bağırdı.

 

"Ne yapıyorsun sen Yasir Ağa?!" Azat da bağırmıştı. Diğerleri de korkuyla bağırıyordu.

 

Odanın kapısı pat diye açılınca Arjin uykusundan korkuyla sıçradı. Yasir Ağa silahı Arjin'e doğrulttu.

 

"Geberteceğim seni!" Arjin donmuş kalmıştı. Ne tepki vereceğini bilmiyordu.

 

"Oğlumun hayatını mahvettin bende seni mahvedeceğim!"

 

"Vur hadi" Arjin korkusuzca Yasir Ağa'ya bakıyordu. Abileri de Yasir Ağa'nın etrafındaydı. Onun elinden silahı almaya çalışıyorlardı. Yasir Ağa silahı onlara doğrulttu bu seferde.

 

"Yaklaşmayın, sizi de gebertirim!" Yasir Ağa Cüneyt'le göz göze geldi. Silahı ona doğrulttu.

 

"Önce seni geberteceğim, sonra kahpe bacını! İkinizde evlatlarımı benden aldınız!"

 

"Kendine gel, Yasir Ağa!" Azat konuşmuştu. Devran Yasir Ağa'nın üzerine atıldı, Azat kolundan tuttu.

 

"Ulan asıl ben seni öldürürüm!"

 

"Devran, dur!"

 

Yasir Ağa tekrar Arjin'e döndü. Tetiğe basmaya hazırlanıyordu ki arkasından iki güvenlik gelip tuttu. Ani refleksle tetiğe bastı ve kurşun duvara saplandı. Silah sesini duyan Rezan Hanım'lar çığlık atıp içeri koştu.

 

"Kızım!" Devran silah patlar patlamaz kardeşinin yanına koşmuştu. Ona bir şey olmadığını görünce rahatladı, kardeşine sarıldı.

 

"Bu burada bitmedi!" Yasir Ağa güvenlikler onu götürürken, bağırıyordu.

 

Rezan Hanım ağlayarak kızının yanına koşup, sarıldı. Arjin karşılık vermedi.

 

"İyi misin, annem?"

 

"İyiyim" Yasir Ağa'yı elinde silahla karşısında görünce bir an şok olmuştu ama sonra kendine gelmişti. Korkmuyordu ölmekten de hiç kimseden de.

 

"Adi köpek, süründüreceğim onu!" Devran sinirini atamamış, sövüyordu.

 

"Öldü mü o it?" diye sordu, Arjin.

 

"Ölmedi. Komaya girmiş, yoğun bakımda"

 

"Geberir, inşallah" Arjin'in kısık sesle söylediği cümleyi sadece başucundaki Azat Abisi duymuştu. Sessiz kalmayı tercih etti. Kardeşi şuan hastaydı onu kıracak, üzecek bir şey söylemek istemiyordu. Ama biliyordu ki eğer Fırat ölürse kardeşinin hayatı hapishane köşelerinde geçecekti. Ölmezse bir ihtimal hapisten çıkma şansı vardı.

 

Loading...
0%