Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Ne de zormuş başa çıkmak

Yokluğunla kucaklaşmak

Kime sorarsan, seni andım

"Bitti", dedim

Gitti, hâlimden anlar sandım

 

Haklı belki

Herkes kendi derdinde ya

Bir ben mi varım bu dünyada?

 

 

Elif Abla'nın verdiği kasetten şarkı dinliyordum. Saat gecenin kim bilir kaçıydı. Gecenin ve benim üç arkadaşım vardı; yalnızlık, sessizlik ve hafiften çalan bir müzik.

 

"Bir kapı kapanır, başkası açılır" derler ya hani, ben kapısı olmayan bir yerde sıkışıp kalmıştım. Bu sıkıştığım yerden kurtulmanın bir çözümü de yoktu. 18 sene önce sıkışıp kalmıştım. Ne kendim kurtulmak için çaba sarf etmiştim, ne de başkası kurtarabilmişti...

 

İçimdeki intikam, kin duyguları her geçen gün daha da artmıştı. Bedenimin bile kaldıramayacağı kadar büyük ve ağır yükler taşıyordum ruhumda. Ruhum da bu ağırlığın üstesinden gelememiş, ölmüştü. Hiçbir şey üzmüyordu beni, hiçbir şey hissedemiyordum, kısacası bir hiçliğin girdabındaydım.

 

Belki de babam gözlerimin önünde öldürülmeseydi bu kadar koymazdı bana. Adalet miydi küçücük yaşta böyle bir travma yaşamam? Ya da küçük bir çocuğun babasız büyümesi, elinden tutup okula götürecek, düştüğü zaman kaldıracak bir babası olmaması adalet miydi?

 

Kasette Ahmet Kaya'nın ' Nereden Bileceksiniz' şarkısı çalmaya başlamıştı. Sözleri beni anlatıyordu, sanki. Gözlerimi kapatıp şarkıyı söylemeye başladım.

 

" Bir fidandım derildim

Fırtınaydım duruldum

Yoruldum, çok yoruldum

Siz benim neler çektiğimi

Nereden bileceksiniz "

 

" Siz benim neler çektiğimi nereden bileceksiniz?"

 

Gardiyanın sesiyle gözlerimi açtım.

 

" Uyan hadi "

 

" Ne oldu? " Eliyle masayı işaret etti.

 

" Kahvaltın geldi. Çabuk ye. Hastaneye gideceksin. Dikişlerin alınacakmış. "

 

Cevap vermeyip yerimden kalktım. Sinir oluyordum bu gardiyana. Her seferinde bir imada bulunup canımı sıkıyordu. Terliğimi giyip lavaboya geçtim. Allah'tan koğuşun içinde lavabo ve banyo vardı. Yoksa her seferinde bu gardiyanlarla uğraşamazdım.

 

Arkamdan duyduğum kapı sesiyle gardiyanın gittiğini anladım. Elimi yüzümü yıkadım. Kafamı kaldırınca aynadaki yansımama baktım bir süre. Çökmüştüm, tek kelimeyle.

 

İştahım yoktu ama mecbur bir şeyler atıştırdım. Sonra tekrar yatağıma yarı oturur halde uzandım. Devran Abim okuma kitaplarımı getirmişti. Günümü kitaplarla ve şarkıyla geçiriyordum. Önceki hâlimden bir farkı yoktu. Tek fark, bu sefer dört duvar arasına mahkum bir halde okuyordum. Umrumda mıydı? Hayır.

 

Kitabı okumaya daldığım sırada yine o uyuz gardiyan girdi, koğuşa. Bir de kapıyı pat diye açmaları yok mu... Deliriyordum.

 

" Seni bekliyorum, niye çağırmıyorsun? " Dik dik suratına baktım.

 

" Çağırmam mı lazımdı? " Dişlerini sıkarak konuştu,

 

" Artistliğin burada bize sökmez, ağa kızı. Ayağını denk al!" Yerimden kalktım. Yanına doğru yürüdüm. Tam önünde durup gözlerinin içine baktım.

 

" Almazsam ne olur, gardiyan bey? Yoksa sende mi şişlersin beni? "

 

" Sen dua et kadınsın. Yoksa sana ne yapacağımı bilirdim ben! "

 

" Yapma ya? Ne yapardın? " Sertçe kolumdan tuttu.

 

" Belanı benden bulma, yürü! " Sürekleyerek götürmeye çalışıyordu. Kolumu kurtardım elinden.

 

" Bırak lan! Adam olmayı öğren önce sen! "

 

" Adamlığı senden mi öğreneceğiz katil! " Katil diyerek hitap etmesi bir an afallamama neden olmuştu. O da fark etmişti ki,

 

" Ne oldu? Zoruna mı gitti katil demem?" dedi. Hemen toparladım kendimi. Bu seferde ben onun kolunu sertçe tuttum.

 

" Bir daha benle uğraşırsan inan ölümün benim elimden olur!" Bağırarak söylemiştim. Bu halim onu korkutmuş olmalıydı. Gözlerinden korktuğunu anlayabiliyordum. Hızla kolunu çekti,

 

" Delisin sen!" diyerek bağırdı. Seslerimizi duyan diğer gardiyanlar koğuşa gelmişlerdi.

 

" Ne oluyor burada? " Bunu soran bana iyi davranan kadın gardiyandı. Az önce ki gardiyan sinirle çıktı. Çıkarken de,

 

" O deliyi burada barındırmayacağım!" diye bağırıyordu. Koğuştaki diğer gardiyanlara bakarak cevap verdim bende.

 

" Size de söylüyorum yeminim olsun eğer bir daha bana tek bir laf dahi ederse ölümü benim elimden olur! "

 

O kadın gardiyan hariç diğerleri şaşkınlıkla ve söylenerek gittiler. Birinin,

 

" Bu kızın psikolojik desteğe ihtiyacı var" dediğini duymuştum. Burnumdan soluyordum. Önce delirtiyorlardı, sonra da deli diyorlardı.

 

" Sakin ol sen "

 

" Gardiyan olmuş ama adam olamamış it! "

 

" Tamam Arjin. Uzatma artık, bir daha o gelmez senin koğuşuna." Kadına baktım.

 

" Bir zahmet. Yoksa buradan cesedi çıkar. " Kafasını sağa sola salladı.

 

" Hadi, gel. Jandarmalar dışarıda bekliyor seni. " Şaşırarak tekrar baktım.

 

" Neden? "

 

" Dikişlerinin alınması için hastaneye gitmen gerekiyor. "

 

" Revirde alamıyorlar mı?"

 

" Alabiliyorlar ama kontrolün de varmış. Oyalanma hadi, üzerine bir şey al."

 

Üzerime bir hırka giydim. Gardiyanla beraber koğuştan çıktık. Kapının önüne gelince ellerime kelepçe de takıldı. Kaçmaya niyetim vardı sanki. Kapıda iki jandarma koluma girdi. Mahkum aracına bindirdiler. Bir saatlik yolun sonunda hastaneye gelmiştik. Araçtan inince hastane kapısının önünde Abilerimi gördüm. Sıkıntıyla bekliyorlardı orada. Beni ilk fark eden Cüneyt Abim olmuştu.

 

" Geldi " dediğini duydum. Diğer abilerimle beraber yanıma geldiler. Devran Abim sarılmaya yeltenmişti ki,

 

" Yasak! " diyerek onu engelledi, jandarmalar. Jandarmalara öfkeli bakışlar attığını gördüm. İçinden kesin küfürleri saydırıyordur.

 

" İyi misin canımın içi?" Soran Azat Abimdi.

 

" İyiyim."

 

" Bir sıkıntı falan yok değil mi? " Devran Abimin sorusuna kafamı hayır anlamında salladım.

 

" Hastaneye geleceğini az önce avukattan haber aldık. Apar topar geldik. Annemlere de haber veremedik. "dedi, Cüneyt Abim.

 

" Önemi yok. " Gerçekten de bir önemi yoktu benim için.

 

Jandarmalar daha fazla bekletmeden içeriye götürdü beni. Doktor önce muayene etti. Sonra dikişlerimi aldı.

 

" Durumun gayet iyi, Arjin. Şimdi birkaç ilaç yazacağım onları da kullanacaksın. Bir ay sonra da kontrole geleceksin."

 

" Tamam "

 

Jandarmalarla beraber doktor odasından çıktık. Abimler kapının önünde bekliyordu. Onları içeri almamışlardı. Çıktığımızı görünce merakla yanıma yaklaştılar.

 

" Ne dedi doktor? "

 

" Nasılmışsın? "

 

" Bir sıkıntı yokmuş değil mi ? " Üçü de sırayla ben cevap veremeden sorularını sormuştu.

 

" Bir sıkıntı yok. Dikişler de alındı." Üçü de rahatlamış görünüyordu.

 

" Çok şükür." Bunu da aynı anda söylemişlerdi.

 

" Bir şeye ihtiyacın var mı, abim? "

 

" Hayır. "

 

" Canının çektiği bir şey var mı? "

 

" Hayır, yok."

 

" Sana Çiğ köfte yaptırayım mı, gülüm?"

 

" Gerek yok, canım istemiyor." Devran Abime cevap verdiğim sırada karşımızda bize doğru yürüyen Yasir Kozan'la göz göze geldim. Beni görünce önce yerinde birkaç saniye durdu. Tiksindirici, ölümcül bakışlar attı. Aynı şekilde bende karşılık vermiştim.

 

" Bu kadar yeterli, gitmemiz lazım!" Jandarmaların uyarması ile yürüme başladık. Biz yürüyünce Yasir Kozan da yürümeye başladı. Yanımızdan geçerken bana ters bakışlar attığını hissediyordum. Ben bakmamıştım.

 

" Şunu gebertmemek için kendimi zor tutuyorum! " Devran Abimin söylediğini duymuştum.

 

" Dur oğlum, bulaşma şuna" Cüneyt Abim de uyarmıştı.

 

***

 

 

Yasir Ağa yoğun bakımın camından içeride yatan oğlunu izliyordu. Buraya her gelişinde, oğlunu bu halde gördüğü her an içinden bir şeyler kopup gidiyordu. Dayanamıyordu artık. 17 gün olmuştu. Oğlu uyanmamıştı. Her yanı makinelere bağlanmış öylece yatıyordu orada. Bir babanın yüreği dayanır mıydı evladını bu halde görmeye? Dayanamıyordu işte. Kendini bırakamıyordu da. Karısı, kızları onlarda perişan haldeydi. Kendisi onların yanında güçlü durmak zorundaydı. Başka çaresi yoktu.

 

" Ey Yüce Rabbim! Sen kimseyi bu kapının önünde çaresiz bırakma!" Yumruğunu sıkmış cama ritim tutar gibi vuruyordu. Gözlerinden de yavaş yavaş yaşlar akmaya başlamıştı.

 

" Uyan kalk be artık, oğlum! Uyan kurbanın olayım!" Yere çöktü. Ağlaması daha da şiddetlenmişti. Kafasını kollarının arasına aldı.

 

" Allahım! Nolur beni bir evlat acısıyla daha sınama!"

 

***

 

Ünzile Hanım salonda koltukta uyuyordu. Günlerce yoğun bakım kapısında oğlunun uyanmasını beklemişti. Ne bir şey yemiş içmişti, ne de uyumuştu. Sadece ağlayarak beklemişti. En sonunda da hastalanmıştı. Zar zor evine getirmişlerdi. Ayrılmak istemiyordu oğlunun yanından. Yüreği el vermiyordu oğlunu orada bırakmaya. Uyandığı ilk an yanında annesini görsün istiyordu.

 

Dicle elinde yemek tepsisi ile salona girdi. Tepsiyi sehpanın üzerine koydu. Uyuyan annesinin yanına oturup,yavaşça alnını okşadı.

 

" Anne " Ünzile Hanım duymamıştı.

 

" Anne " Yine duymayınca yavaşça koluna vurdu.

 

" Anne " Ünzile Hanım korkuyla sıçradı.

 

" Oğlum!" Dicle de korkmuştu, annesinin bu şekilde uyanmasından.

 

" Anne, benim. Sakin ol"

 

" Oğlumdan haber mi var yoksa?" Dicle sıkıntıyla nefes verdi.

 

" Hayır, anne. Yemek getirdim sana bir şeyler ye, ilacını içmen lazım."

 

Ünzile Hanım kafasını tekrar yastığa koydu.

 

" Canım istemiyor bir şey"

 

" Yemen lazım anne"

 

" Dicle git başımdan "

 

Dicle annesini umursamadan yemek tepsisinin olduğu sehpayı yanına yaklaştırdı.

 

" Hadi anne kalk "

 

" Yemeyeceğim dedim, götür şunları!"

 

" Tamam ben yedireyim, sen kaldır kafanı" Dicle inat ediyordu.

 

" Dicle, sen arsız mısın? Yemeyeceğim diyorum anla!" Dicle'nin de sabrı tükenmek üzereydi.

 

" Anne, toparlanman için yemen lazım!" Ünzile Hanım hiddetle yerinden kalkıp yemek tepsisine elinin tersiyle vurdu. Tepsi büyük bir gürültüyle yere düştü. Üzerindekiler etrafa saçıldı. Dicle de korkuyla yerinden kalkmıştı.

 

" Oğlum ölüm kalım savaşı verirken benim boğazımdan bir yudum su bile geçmez!" Dicle en sonunda dayanamayıp patlamıştı.

 

" Bir tek sen mi üzülüyorsun, anne! Bizi de görmüyor musun? Hepimiz perişanız, sadece sen değil! Ablam küçücük çocuğuna bile bakamıyor üzüntüsünden. Babam desen koskocaman adam çökmüş kalmış. Ben kendimi anlatmıyorum bile! Ama biz yine de senin için güçlü durmaya çalışıyoruz. Sen iyi ol diye çabalıyoruz. Senin yaptığına bak! Hepimizi görmezden geliyorsun. Kendini soyutluyorsun resmen. Biraz kendine gel artık! " Dicle bağırarak söylemişti. Konuşurken de göz yaşları akmaya başlamıştı.

 

Annesi kızının söyledikleri karşısında afallamış, yerinde kalakalmıştı. Dicle onun ne söyleyeceğini dinlemeden sinirle salondan çıktı. Kapıdan çıktığında babasının hızla salona doğru geldiğini gördü. Yasir Ağa kızını görünce,

 

" Dicle, ne oluyor? Sesin dışarıdan duyuluyor." Dicle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Yere çöktü.

 

" Baba dayanamıyorum artık!" Yasir Ağa da kızının yanına çöktü. Onu kollarının arasına alıp, sarıldı.

 

" Abim yaşayacak mı korkusuyla geçiyor her anım. Bir yandan annem iyi olsun diye çabalıyorum. O kendini salmış-" Sözünün devamını getiremeden tekrar hıçkırdı. Yasir Ağa gözlerini yumdu, yutkundu.

 

" Şşş, koyverme kendini ceylan gözlüm. Geçecek hepsi"

 

Ünzile Hanım gözyaşları içinde salon kapısından kızını ve kocasını izliyordu. Onun da ayakta duracak gücü yoktu. Kapıya yaslandı, yere çöktü.

 

"Mutsuzluk güldürülebilir, mutluluk ağlatılabilir ama çaresizlik çaresizliktir. Hiçbir şeye dönüşemez..."

 

Loading...
0%