Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Kalbim harap olmuş, bedenim yorgun, ruhum ölmüş... Beynim ve kalbim savaş içerisinde. Bir bataklığa düşmüş gibiydim. İlginç olan şu ki ; bir insan düştüğü bataklıktan kurtulmak için çırpınırdı. Oysa ben o bataklığın dibine batmak için çabalıyordum. Üstüm başım çamur değildi. Üstüm başım tükenmişlikti... Keşke çamur olsaydı. O çamuru suyla temizleyebilirdim, tükenmişliği temizlemenin hiçbir çaresi yoktu.

 

Bir aydır bu dört duvar arasındaydım. İçimde bu mapus duvarları gibi soğuk ve renksizdi. Ben niye iyi olmak için çabalamıyordum? İstesem iyi olur muydum? Bu enkazdan beter olmuş kalbim onarılır mıydı? Peki ya ölen ruhum, ölen çocukluğum... Bunlar düzelir miydi?

 

Düşünmek artık fazla baş ağrısı yapıyordu. Bu yüzden kendimi kitaplara vermiştim. En az bir kitap bitiriyordum, bir günde. Eğer huzur diye bir şey varsa ben huzuru kitap okurken buluyordum. Hayatımın geri kalanını bu şekilde devam ettirmeye razıydım.

 

Mehmet Rauf'un kitabında geçen bir söze takılmıştım. "Fakat yaşamak için insana hayat lazımdır, hayal değil..." diyordu. Neredeyse yarım saat bu sayfada kaldım. Tekrar tekrar bu sözü okudum. Evet, insanın yaşama hevesinin olması için, bir çaba sarf etmesi için bir hayatı olması lazımdı. O hayat için çabalardı, yaşardı. Kurduğun hayali gerçekleştirmek içinde bir hayatın olması gerekiyordu. Benim yaşayacak bir hayatım da yoktu, kuracak bir hayalimde...

 

Kitabı masanın üzerine koydum. Kaseti açtım. Biraz şarkı dinlemek istiyordum. 'Diyarbakır Türküsü' çalmaya başladı. Gözlerimi yumdum, kafamı yatağın başına dayadım, şarkıyı söylemeye başladım.

 

"Ey fırtınalı bayır ey mazlum Diyarbakır

Dağlarında kızıl ateş alnında kızıl bakır

 

Çiğdemler solar gibi anneler yanar gibi

Dizlerine döküldüm ağlama Diyarbakır"

 

Türkü bitince,

 

" Zalim Diyarbakır " dedim.

 

" Zalim olan Diyarbakır değil, hayat." Gözümü açtım. Elif Abla'yı kapının önünde beklerken gördüm. Gülümsedi bana. Kaşlarımı çattım.

 

" Ne zamandır oradasın?"

 

" Sen türküyü söylemeye başladığından beri" Masanın yanındaki sandalyeye gidip, oturdu.

 

" Haber verseydin ya "

 

" Sesini dinlemek istedim."

 

" Pişman olmuşsundur." Kafasını sağa sola salladı. Gülümsedi.

 

" Hayır. Sesin çok güzelmiş. Ara ara dinlemek isterim."

 

" Bence istemezsin."

 

" İsterim, isterim. Maşallahın var." Konuyu değiştirmek istedim.

 

" Dışarı çıkma saati mi? "

 

" Evet, kızım. Beraber yürüyelim diye çağırmaya gelmiştim. O güzel sesini duyunca bölmek istemedim. " Yalandan da olsa gülümsemeye çalıştım. Gülmek, gülümsemek nasıldı, nasıl oluyordu artık unutur olmuştum.

 

" Çıkalım o zaman."

 

Üzerime hırkamı giydim. Beraber avluya çıkıp yürümeye başladık. Bir aydır her gün olmasa da beraber bu avluda yürüyorduk. Elif Abla her gün yanıma geliyordu. Ben çoğunlukla dışarı çıkmıyordum. Ara ara Elif Abla'nın zoruyla çıkıyordum. İnsan yüzü görmek istemiyordum. Birkaç defa yine Cemile denen kadın laf atmıştı. Umursamamıştım her seferindede. Korktuğumdan değil, uğraşmak istemediğimdendi. Yoksa ikinci bir cinayetten de yargılanırdım.

 

" Hâlâ uyanmamış mı?" Daldığım düşüncelerden Elif Abla'nın sorusuyla sıyrıldım.

 

" Kim?" Yüzüme baktı. Söyleyip söylememe konusunda kararsız gibiydi. Sonunda dayanamadı, söyledi.

 

" Fırat?" Sıkıntıyla nefes verdim. Konuşmak, düşünmek istemediğim bir konuydu.

 

" Bilmiyorum "

 

" Sizinkiler bahsetmedi mi?"

 

" Hayır, o konuyu açacak bir cesaret bulamıyorlar."

 

Avlunun köşesindeki banka oturduk.

 

" Kızım, beni yanlış anlamanı istemem. Hatta karışmak bana düşmez ama ailene karşı ördüğün duvarları yık artık."

 

" Ben unutamam hiçbir şeyi. Ben burada bu haldeysem onlar yüzünden." Bakışlarını bana çevirip konuşmaya başladı.

 

" Güzel Arjin'im, tamam onların da hataları var ama törenin dediğine yapılacak bir şey yoktur ki. Onların da boyun eğmekten başka çaresi yokmuş. Yoksa isterler miydi senin bu halde olmanı? "

 

" Onları ziyaretçi olarak bile kabul edip, onlarla konuşuyorsam buna şükretsinler. İçimdeki buz erimez hiçbir zaman. "

 

" Sen abini affetmemiş miydin hem? "

 

" Evet, affettim. Ama affettiysem de eskisi gibi olamam. "

 

" Onlar ne olursa olsun senin ailen. O buzu eritmeye çalış. Çabala. Sahipsizlik çok zor, kızım. Bak bana ziyaretime gelen bir tek insan yok. Senin varken kıymetini bil ki kaybetme onları. "

 

O buzu eritmek istemiyordum. Ben bu şekilde yaşamaya alışmıştım bir aydır. Hayatımı böyle de devam ettirecektim. Ben cevap vermeyince Elif Abla bir daha bir şey diyemedi. Orada saat dolana kadar sessizce oturduk. Sonra da vedalaşıp koğuşlarımıza geçtik.

 

Üzerime ağır bir uyku bastırmıştı. Yatağımın içine girdim. Uykuya dalmak üzereyken kapının açılma sesini duydum. Akşam yemeği gelmiş olmalıydı. Yiyecek halim yoktu. Arkamı dönüp bakmadım bile. Kapınında kapanma sesini duyunca uykuma kaldığım yerden devam etmek istedim. Başucumda nefes alıp-verme sesleri duyuyordum sanki. Gaipten sesler duyuyordum galiba. Kendimi uykunun kollarına bıraktığım sırada saçlarımda bir el hissettim. Birisi saçlarımı okşuyordu. Rüya da mıydım? Yoksa gerçek miydi?

 

Hemen gözlerimi açtım. O pis gardiyanın iğrenç sırıtışıyla elleri saçlarımda beni izlediğini fark ettim. Gözlerim kocaman açılmıştı. Hiddetle yerimden fırladım.

 

" Ne yapıyorsun sen? "

 

" Bir güzelliği seyrediyorum "

 

" Çık git buradan!" Üzerime doğru gelmeye başladı.

 

" Bu güzelliği koklamadan gitmem." Geri geri adımlar atmaya başladım. O hâlâ üzerime geliyordu.

 

" Git, yoksa bağırırım!" Güldü.

 

" Bağırsan da kimse duyamaz seni. Herkes yemekte. " Artık geri adım atacak yer kalmamıştı. Duvara yapışmıştım. Bu pislikle de aramda birkaç adımlık mesafe kalmıştı.

 

" Köşeye sıkıştın, hırçın kız "

 

" Derdin ne lan senin? "

 

" Sensin güzelim " Aradaki mesafeyi de kapatmıştı. Resmen kapana kısılmıştım. Pis nefesini üzerimde hissediyordum. İstemsizce korkmaya başlamıştım. Ne yapacaktım ben? İtmeye çalışsam da nafile. Koca cüssesine gücüm yetmemişti.

 

" Bırak beni! " Boynuma doğru üfledi. Kafamı iğrenerek yana çevirdim.

 

" Koklamadan bırakmam dedim."

 

" Sapık mısın lan sen?!"

 

" Asla. Sadece seninde biraz eğlenmeni istiyorum" Kafasını boynuma doğru eğdiği sırada yüzüne bir tokat attım. Bu sefer sinirle baktı bana. Bileğimden sertçe tuttu.

 

" Kızım senin bu ağa kızı artist hallerin burada sökmez. Kocanı da öldürmüşsün artık buradasın ve ben ne zaman ne istersem onu yapacaksın. Anladın mı?" Allah belasını versin. Ne diyordu bu sapık? Beni ne olarak görüyordu.

 

" Sen beni ne sandın lan?!"

 

" Demem o ki artık benim küçük fahişemsin! " Cümlesi biter bitmez konuşmama fırsat vermeden dudağımı öpmeye çalıştı. Midem bulanıyordu. Ben ne hale düşmüştüm. İttirmeye çalışsamda hâlâ öpmek için çabalıyordu. En sonunda bacak arasına sert bir tekme attım. Geriye doğru sendeledi.

 

" Aaah! " Acıyla inliyordu. Yüzüne tükürdüm. Kapıya doğru kaçmaya çalışırken kolumdan tuttu. Beni çekerken masaya çarpmıştım. Masa üzerindekilerle beraber yere yığıldı.

 

" Ulan o*****! Elimden kaçamazsın!" Yere fırlattı beni. Üzerime eğildi. Boynumdan öpmeye başladı.

 

" Bırak beni! " Bırakmıyordu. Aksine daha sert bir şekilde öpüp canımı yakıyordu. Altında kalmıştım. Kıpırdayamıyordum. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Çaresizdim. Nice depremler yaşayan ben, yeni bir darbe daha alıyordum. Kafamı sağa doğru çevirince yere yemek tepsisinden düşmüş olan çatalı gördüm. Elimi uzatıp çatalı aldım ve aldığım gibi bu sapığın omzuna sapladım.

 

" AHHHH!" Bu sefer ki acı çığlığı daha şiddetliydi. Eliyle omzunu tutup, yan tarafa düştü. Ben hızla yerden kalkıp kapıya koştum. Kapı kilitli değildi. Açıp araya koştum ve,

 

" YARDIM EDİN! " diye bağırdım. Hemen koridoru gardiyanlar bastı.

 

" Ne oluyor? " diye bağırdı, birisi. Olduğum yere yığılmıştım. Kadın olan gardiyan yanıma çöküp omzuma elini koydu,

 

" Arjin, ne oldu?" dedi. Yutkundum. Kadının gözlerinin içine baktım.

 

" O, B-bana tecavüz etmeye çalıştı." Şaşkınlık vardı gözlerinin içinde.

 

" Kim?" Bütün gardiyanlar aynı soruyu sormuştu. Cevap vermeye gücüm yoktu. Konuşma duyumu yitirmiş gibiydim.

 

Gardiyanlardan birisi koşarak benim koğuşuma girdi. Diğerleri de peşinden koştu. Çok geçmeden o adi köpeği kollarından tutup odadan çıkardılar. Onu görünce kusma hissine kapıldım. Gözlerimi kapattım. Yanımdaki kadın gardiyan hiddetle ayağa kalktı.

 

" Şerefsiz köpek!" O sapığa önce bir tekme attı, sonra da copunu çıkarıp benim bıçağı sapladığım yere defalarca vurdu. Bir yandan küfürler yağdırıyordu. Acıyla sızlanıyordu. Diğer gardiyanlar onu zar zor durdurdular. O köpeği alıp götürdüler. Yanımda kadın gardiyan ve bir tane erkek gardiyan kalmıştı. Kadın olan sağ kolumdan yavaşça tuttu,

 

" Hadi canım, gel" dedi. Diğer gardiyanda tam sol koluma dokunmuştu ki,

 

"DOKUNMA!" diye bağırdım. Korkuyordum. Kendisini o sapık gardiyan sanmıştım. Bana dokunmasını istemiyordum. Kadın olan anlayışla kafasını salladı. Arkadaşına,

 

" Ben hallederim" dedi. Beni ayağa kaldırdı. Yürümeye başladık, yavaş yavaş. Koğuşa götürdüğünü fark edince geri çekildim.

 

" Gitmek istemiyorum oraya!"

 

" Tamam canım, gel dışarı çıkalım. Biraz hava al."

 

Avluya çıktık. Hava kararmıştı. Gökyüzündeki yıldızlar lamba misali etrafı aydınlatıyordu. Kapının yan tarafındaki banka oturduk. Biz oturduğumuz sırada az önce bana dokunmasına izin vermediğim gardiyan bir şişe su getirdi. Arkadaşına verip tekrar gitti. Suyu bana uzattı,

 

" İç biraz, şoktasın " Birkaç yudum içebilmiştim. Ellerim titriyordu. Suyun yarısı üzerime dökülmüştü. Gardiyan şişeyi elimden aldı. Cebinden peçete çıkarıp yüzümü sildi.

 

" Nasıl oldu? Anlatabilecek misin?" Gözlerimi kapadım. O anlar, bana dokunuşu film sahnesi gibi gözümün önüne geldi. Yüzümde hissettiğim ıslaklıkla gözlerimden yaş aktığını anladım.

 

" B-ben uyurken bana dokunuyordu. Uyanınca daha ileriye gitmeye çalıştı. Direndim-" Yutkundum. Sesli bir hıçkırık çıktı ağzımdan.

 

" Zorla sahip olmaya çalıştı bana. Eğer, o çatal olmasaydı kurtulamazdım. " Acıyan gözlerle bana bakıyordu.

 

" Allah belasını versin. Normalde onun senin koğuşuna girmesi yasaktı. Biz yemekteyken girmiş. Peki-" Sustu. Önce gözlerimin içine baktı. Konuşmasına devam etti.

 

" Bir şey yaptı mı? " Neyi kastettiğini anlamıştım. Kafamı hayır anlamında salladım. Ya yapsaydı? Ben o zaman ne yapardım. Namusumda kirlenseydi artık bedenimde ölürdü.

 

Kadın olmak neden zordu? Her gün kadınların öldürüldüğü, tecavüz-taciz edildiği, fiziksel ve psikolojik şiddet uygulandığı cahil bir toplumdaydık. Biz 21. Yüzyıl kadınıyız diye erkeklerin yaptığı, yapacağı her şeye boyun eğmek zorunda mıydık? Sessiz mi kalmak zorundaydık? Bugün ben bir çatal sayesinde kurtulmuştum. Belki o çatal olmasaydı tecavüze uğradıktan sonra öldürülürdüm. 'Yine Bir Kadın' sloganı ile haberlere çıkardım. Birkaç gün sonra unutulurdum. Bunu yapansa elini kolunu sallayarak gezerdi. Bu rahatlığı gören diğer erkeklerse yine kadınların canını yakardı.

 

Erkeklerin nefsinin kurbanı oluyorduk her seferinde. Kadınız ya bizden kadınsı özellikler bekliyorlardı. Biz de bunu yapmaya mecbur bırakılıyorduk. Aciz, güçsüz görülüyorduk her zaman...

 

Çaresizlik nedir biliyor musunuz? Söyleyeyim. Aşk acısı, yakınını kaybetme acısı değil, bir şeyleri anlatamamak hiç değil. Asıl çaresizlik tecavüze uğradığın gün bir köşeye oturup sessizce ağlamakmış. Bunu fark etmiştim. Ben daha bu zamana kadar yaşadığım travmaları atlatamamış içlerinde kaybolmuştum. Şimdi bunu nasıl atlatacaktım? Bu nasıl geçecekti?

 

"Kadınlar bir melektir, cinsel obje değil!"

Loading...
0%