Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Yine hastane koridorları... Yine çaresiz bekleyen Ünzile Hanım... Akşama kadar yoğun bakımın önünde beklemekten usanmayan, inancını yitirmeyen ama bir yandan korkuyla bekleyen bir anne. Biricik Oğlu, Fırat'ı uyanacak mıydı? Yüce Allah oğlunu ona bağışlayacak mıydı? Diğer oğlunu aldığı gibi onu da mı alacaktı yoksa?

 

Dicle elinde çay tepsisi ile annesinin yanına yaklaştı. Annesi geldiğini fark etmemişti. Dicle,

 

" Anne " diye seslendi. Kafasını çevirip kızına baktı.

 

" Çay getirmiştim " İçmek istemiyordu, boğazından hiçbir şey geçmiyordu fakat geçen gün kızının o halini görünce kendine kızmıştı. Hiç olmazsa onlar için güçlü durmaya çalışacaktı.

 

Kafasıyla onayladı. Tepsideki çaylardan birini aldı. Arkasını dönüp sandalyeye oturdu. Dicle de bir süre abisini izledi, yoğun bakım camından. Sonra o da annesinin yanına oturdu. Sessizce çaylarını yudumlamaya başladılar.

 

Çaylar bitince Dicle kağıt bardakları tepsiye koydu.

 

" Tepsiyi kantine indireyim "

 

" Tamam kızım " Dicle gideceği sırada doktor geldi. Olduğu yerde durdu. Ünzile Hanım da yerinden heyecanla kalktı.

 

" Yasir Bey yok muydu? " diye sordu, doktor.

 

" Birazdan gelir " diye yanıtladı, Dicle.

 

" Bir şey mi oldu, doktor bey? " Merakla sordu, Ünzile Hanım. Doktor sıkıntıyla nefes verdi. Çenesini kaşıdı.

 

" Öncelikle sakin kalmanızı rica edeceğim " Bu sözlerinden kötü bir şey duyacaklarını hissetmişlerdi. Ünzile Hanım elini kalbine götürdü.

 

" Söyle doktor! " Doktor söylemesi gereken şeyi söylemekte zorlanıyor gibi duruyordu. Huzursuz bir hali vardı.

 

" Biliyorsunuz, bugün 35 gün oldu. Fırat hâlâ uyanmadı " Ne Ünzile Hanım'a bakabiliyordu, ne de Dicle'ye. Onlarla göz göze gelmemeye çalışıyordu. Gözlerinin içindeki çaresizliği, üzüntüyü görmeye çekiniyordu.

 

" Profesörlerimizle birkaç saat önce bir heyet topladık. Fırat'ın durumu hakkında konuştuk "

 

" Oğlum uyanacak mı ?" Ünzile Hanım korkarak sorduğu soruya gelecek cevabı da korkuyla bekliyordu.

 

" Bunları duymak sizin için ne kadar zorsa inanın söylemek de benim için en az o kadar zor "

 

" Doktor lafı geveleme söyle! "

 

" Fırat'ın uyanmasına dair artık hiçbir umudumuz kalmadı "

 

" Ne?!" Dicle'nin ağzından çıkan bu kelimeyle beraber elindeki tepsi yere düştü. Ünzile Hanım diğer eliyle duvara tutundu.

 

" Ne diyorsun sen, doktor?! "

 

" Zaten şuan makineler sayesinde yaşıyor. Eğer siz de isterseniz- " Anne-kız da merak ve korkuyla doktora baktı. Doktorun lafını Dicle kesti.

 

" Biz de istersek ne? "

 

" Fişi çekelim istiyoruz. Bu şekilde siz de bekleyerek acı çekiyorsunuz "

 

" Ne diyorsun sen, doktor?! " Ünzile Hanım artık ayakta durmaya dayanamadı. Yere yığıldı. Doktor ve Dicle hemen kaldırıp sandalyeye oturttu.

 

" Oğlumu öldürelim mi istiyorsunuz siz! " Ünzile Hanım hem ağlıyordu, hem bağırıyordu.

 

" Halinizi anlıyorum-"

 

" Anlıyorsunuz ha! Siz de oğlunuzun uyanmasını günlerce yoğun bakım önünde çaresizce beklediniz mi?!"

 

Doktor ne diyeceğini bilememişti. Haklıydı, kadıncağız. O acıyı yaşamayan anlamazdı. Nasrettin Hoca'nın dediği gibi " Eşekten düşenin halinden eşekten düşen anlardı. "

 

" Yasir Bey gelince, odama gelin. Daha sakin bir şekilde konuşalım. "

 

Doktor son cümlesini de söyleyip gitmişti. Anne-kız orada çölün ortasında susuz kalmış bedevi gibi kalmıştı.

 

***

 

Hayat bazen sizi öyle bir noktaya getirir ki 'Bittim' dersiniz, 'Artık bittim.' Ne yapacağınızı bilemezsiniz, ne hissettiğinizi bilmezsiniz. Oturursunuz bir yere, bırakırsınız kendinizi.

 

Gözünüzden bir damla yaş gelemeyecek kadar bitiksinizdir. Sanki, ruhunuz vücudunuzdan çıkıp gidecekmiş gibi nefes alamazsınız, ağlayamazsınız, düşünemezsiniz. Hatta yerinizden kıpırdayamazsınız bile. Kendinizi öylece bir hiçliğe bırakırsınız...

 

Yatağa uzanmış yine boş boş tavanı izliyordum. Bu tavandan bir farkım yoktu. Tavan gibi boş, soğuktum. Kendimi bir hiçliğe bırakmış, tüm hislerimi, kısacası her şeyimi kaybetmiştim. Gözlerimi yumdum, uykunun kollarına bırakmak istedim kendimi. Unutmak, düşünmemek için uyumak gerekiyordu.

 

" Arjin " Elif Abla'nın sesini duyunca gözlerimi açtım. Başucuma gelmişti. Şefkatle bakıyordu yine.

 

" Efendim "

 

" Yavrum sana bir şeyler hazırladım, kalk da ye "

 

" Canım istemiyor " Kolumdan tuttu. İstemsizce korktum, kolumu geri çektim. O da anlamıştı, halimi. Mahcup bir şekilde baktı yüzüme.

 

" Özür dilerim, kızım " Yattığım yerden kalktım. Oturdum, yatağa.

 

" Sorun değil. İstemsizce korktum bir an "

 

" Normal olarak " Bir şey diyemedim. Ayağa kalktım.

 

" Yüzümü yıkayım. Rahatlarım biraz" dedim. Elif Abla kafasıyla onayladı. Lavaboya gittim. O olaydan sonra beni genel bir koğuşa vermişlerdi. Cemile'lerin koğuşuna vermemişlerdi, yine bir olay olur diye. Elif Abla ile aram iyi olduğu için onu da beni verdikleri koğuşa vermişlerdi. Müjgan gardiyan, müdürle konuşmuş bu durumu. Bana burada destek olacak sadece Elif Abla vardı. O da kırmamış, kabul etmiş. İki gündür başımdan ayrılmıyordu. Tıpkı bir anne şefkatiyle yaklaşıyordu bana.

 

Yüzümü yıkayınca aynaya baktım. Aynada gördüğüm kişi ben olamazdım. Bu kadar mı kötü durumdaydım ben? Solmuş, bitmiştim. Yazın ortasında kurumuş bir ağaç gibi kalmıştım.

 

Lavabodan çıktığım sıra koğuşun kapısı açıldı. Gardiyan,

 

" Arjin KOZAN" diye seslendi. Yüzüne bakmadan, yatağıma doğru ilerledim.

 

" Buyur " dedim.

 

" Ziyaretçin var "

 

" Kimseyle görüşmek istemiyorum " Tek kelime edecek dermanım yoktu. Kimseyi görmek, konuşmak istemiyordum.

 

" Acilmiş. Gelmen gerekiyor!" Acil mi? Yine ne olmuştu? Bu dertlerimin üstüne yine hangi dert eklenecekti?

 

Konuşmadan gardiyanla ziyaretçi odasına gittim. Kapıyı açtı. Ben girince arkamdan kapattı. Kafamı kaldırınca sandalyeye yayılarak oturmuş olan Devran Abimi gördüm. Beni görünce yerinden kalkıp yanıma geldi. Sımsıkı sarıldı. Tepki veremiyordum. Bana dokununca istemsizce irkildim.

 

" Bacım " Ona sarılmadığımı fark edince geriye doğru çekildi. Dikkatle yüzüme baktı.

 

" Canımın içi? İyi misin? " Yaşananlardan haberleri olmamalıydı. Elimden geldiğince belli etmemeye çalışmalıydım.

 

" Evet, iyiyim. Sen nasılsın? " Gözlerinin içine bakmamaya çalışıyordum. Sandalyeye oturdum. Bir süre olduğu yerde kalıp dikkatle beni süzdü.

 

" İyi olmadığını biliyorum " Karşımdaki sandalyeye oturdu. Neyi kastediyordu? Burada oluşumdu, büyük ihtimalle.

 

" İyiyim. Dert etmiyorum dört duvar arasında olmayı "

 

" Ben dert ediyorum "

 

" Alışsanız iyi olur "

 

" Ömrünün sonuna kadar burada kalmayacaksın, Arjin! " Bu sefer cesaretimi topladım. Gözlerinin içine baktım.

 

" Abi, ben katilim. Adaletin yerini bulması için de cezamı çekmem gerekiyor "

 

" Sen katil değilsin. En azından bu resmiyette geçmiyor henüz "

 

" Anlamadım? "

 

" Fırat daha komada. Ölmedi, eğer ölürse o zaman katil olacaksın " Ne can varmış bunda da? Bir türlü ölmedi.

 

" İnşallah, geberir "

 

" Geberse de yaşasa da seni buradan çıkaracağız "

 

" Uğraşmayın, ben halimden memnunum " Şaşırarak baktı.

 

" Memnun musun? "

 

" Evet "

 

" Anlıyorum. Bana anlatmak istediğin bir şey var mı? " Kaşının birini kaldırdı, meraklı bakışlara büründü.

 

" Ne gibi? "

 

" Bilmem. Mesela gardiyanlarla ilgili bir sıkıntı yaşıyor musun? " Bu da ne demekti şimdi? Birden huzursuzlandım. Her şey normalmiş gibi davranmak zorundaydım.

 

" Yok "

 

" Emin misin? " Huzursuzca yerimde kıpırdanıyordum.

 

" Eminim" Hızla elini masaya vurdu. Yerinden kalktı ve bağırarak konuşmaya başladı.

 

" KIZIM KİMİ KANDIRIYORSUN? HER ŞEYDEN HABERİM VAR!" Allah kahretmesin! Öğrenmişti. Korkmuştum birden böyle tepki verdiği için.

 

" Anlamıyorum abi, neyden haberin var?" Hâlâ saf ayağına yatıyordum.

 

" O ADİ YAVŞAĞIN SANA YAPTIKLARINDAN HABERİM VAR!" İnkar etmeye gerek yoktu, artık. Diyecek bir şeyim de yoktu. O anlar yine gözümde canlanmaya başlamıştı. Tüylerim diken diken oldu. Buz gibi hissediyordum kendimi.

 

" CEZAEVİ MÜDÜRÜ ARAYIP SÖYLEMESE HABERİM OLMAYACAK! " Odanın içinde dört dönüyordu. Gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki. Az önce ki sakin halinden eser kalmamıştı. Hızla bana döndü.

 

" KIZIM İNSAN ARAYIP HABER VERMEZ Mİ BÖYLE BİR ŞEYİ?!" Nasıl söyleyebilirdim? Arayıp çok basit bir şeymiş gibi 'Gardiyan bana tecavüz etti' mi diyecektim? Kollarımı masaya koydum. Kafamı iki elimin arasına aldım.

 

" Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirdim."

 

" Allahım bana sabır ver! Geldim ağzını arıyorum. Belki söyler diye bekliyorum. Yok hâlâ söylemiyor!"

 

Bir süre ben olduğum yerde öylece kaldım. Abim odanın içinde elinde tespihiyle yürüyüp durdu. Sonunda dayanamayıp yanıma geldi. Eliyle yavaşça saçlarımı okşadı. Yine o anı yaşıyor gibiydim. Korkuyla kendimi geriye çektim. Şaşkınca baktı, abim. Yanıma çöktü.

 

" Özür dilerim, bağırdığım için" Ben konuşmayınca o konuşmasına devam etti.

 

" Duyunca deliye döndüm. Bizimkilere anlatmadım. Bir de bu haberle yıkılsınlar istemedim. Koşarak buraya geldim. Müdür iyi olduğunu söyledi ama görmek istedim." İyi miydim?

 

" Gerçekten iyi miyim? " Abime bakarak sordum bu soruyu. Acıyla baktı, yüzüme. Kafasını sağa sola salladı.

 

" Değilsin. Hissediyorum. Kendime lanet okuyorum seni buralara düşürdüğümüz için " Acaba diğerleri de böyle düşünüyor muydu?

 

" Senin kendine kızmana gerek yok. Elinden geleni yaptın" Zaten bir Devran Abim yanımda durmuştu. Töreye karşı gelmişti. Ama dinleyen olmamıştı...

 

" O köpeği süründüreceğim. Ölmekten beter hale getireceğim " O sapık gardiyandan bahsediyordu.

 

" Lütfen bir şey yapma. Bir de senin başına bela çıkmasın"

 

" Sence bu umrumda mı? Kızım korkudan ne hâle gelmişsin. Titriyorsun, sana dokunduğum an korkuyorsun. Seni bu hâle getiren şerefsiz elini kolunu sallayarak gezecek mi?"

 

" Onun cezasını adalet verecek." Sinirle güldü. Ayağa kalktı.

 

" Adalet mi? Ulan bu ülkenin adaletinin amk. Adamı iki gün nezarette tutup salmışlar dışarı! " Hayretle baktım. Bu duyduklarım gerçek olmasın lütfen.

 

" Hayır, böyle bir şey olamaz! "

 

" Maalesef, bacım. Sende onu yaraladığın için ceza vermemişler puşta! "

 

" Ya ne yapsaydım? Orada o çatal olmasaydı - " Devamını getiremedim. Dilim varmadı. Ağlamaya başladım. Adalet bu muydu? Adaleti temsil eden kişiler yataklarında nasıl rahat uyuyabiliyordu? Anlayamıyordum.

 

" Şşş tamam canımın içi. Merak etme. Madem cezasını devlet vermedi, ben vereceğim " Yanıma geldi. Sarılmak istedi ama tepkimden çekiniyordu. Şuan en çok ihtiyacım olan şey güvendiğim, sevdiğim birisinin omzunda ağlamaktı. Sarıldım abime. Hıçkıra hıçkıra ağladım.

 

***

 

Çaresiz Kozan Ailesi doktor odasının kapısının önüne gelmişti. İçeriye girmeye korkuyorlardı. Dicle babasına doktorun söylediklerini anlatınca Yasir Ağa küplere binmişti. Sonra gelini Rojda ve büyük kızı Nujin de gelmişti. Hepsi ağlıyordu. Fırat'ın ölümü dillerinden dökülecek birkaç cümleye bağlıydı artık. Yasir Ağa eşine döndü.

 

" Hadi girelim içeri, hanım" Nujin kapıya doğru bir adım attı.

 

" Biz de gelelim baba" Yasir Ağa elini dur anlamında kaldırdı.

 

" Dur hele kızım. Biz ananla girip konuşalım. Kalabalık etmeyelim." Nujin istemeden de olsa kafasını salladı.

 

Yasir Ağa ve Ünzile Hanım kapıyı tıklatıp, odaya girdi. Doktor masasında oturmuş, bilgisayardan bir şeye bakıyordu. Onların geldiğini görünce ayağa kalktı.

 

" Hoş geldiniz " Yasir Ağa ile el sıkıştılar.

 

" Hoş bulduk, Doktor"

 

" Buyurun, oturun " Yasir Ağa ve Ünzile Hanım masanın yanındaki iki sandalyeye oturdular. Doktor da kendi yerine oturdu. Bir süre sıkıntılı bir sessizlik odaya hakim oldu. Kimse konuşmuyordu. Yasir Ağa bu sessizliğe son verdi.

 

" Eşimle ve kızımla bir şey konuşmuşsunuz "

 

" Evet "

 

" Hiç mi çaresi yok? Yurt dışından falan doktor getirsek, iyi etmezler mi oğlumu?" Çaresiz bir baba, oğlu iyi olsun diye canını bile verirdi. Doktor hüzünle Yasir Ağa'ya baktı.

 

" Maalesef efendim, Fırat'ın durumu artık doktorluk değil. Kendisinin uyanması gerekiyor ki bu da artık imkansızdan da öte bir şey. " Ünzile Hanım'ın gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Bir oğlu daha göz göre göre töre uğruna canından olmuştu.

 

" Niye imkansız, doktor? Uyanma şansı hiç mi yok?! " Doktor kafasını hayır anlamında sağa sola salladı.

 

" Normalde bu zamana kadar uyanması lazımdı. Fakat bir ayı geçmesine rağmen hâlâ uyanmadı. Yakın zamanda eğer makinelerin fişini çekmezsek kalbi kendiliğinden duracak "

 

" Oyy, ben ölem! " Ünzile Hanım'ın sesi tüm odada yankı yaptı.

 

" Biliyorum sizler için çok zor bir karar. Evladınız sonuçta. Ama böyle siz de acı çekiyorsunuz. Onun bedeni de acı çekiyor "

 

" Doktor, belki bir ümit vardır! " Ümit etmekten başka ne yapabilirdi ki Yasir Ağa.

 

" Maalesef, Yasir Bey. Hiçbir umut yok "

 

Uzun süren bir konuşmanın ardından karı-koca doktorun yanından çıkmıştı. Sanki o odaya yıllar önce girmiş, şimdi çıkabilmişlerdi. Çökmüşlerdi. On yaş daha fazla yaşlanmışlardı. Ünzile Hanım ayakta zor duruyordu. Kızları hemen yanlarına koşup, kollarına girdi. Rojda da kayınpederine hüzünle baktı.

 

" Baba?" Tek kelimesiyle ne demek, ne sormak istediği anlaşılıyordu. Yasir Ağa hiçbirinin yüzüne bakamıyordu. O ki ne olursa olsun, karşısında kim olursa olsun asla kafasını eğmeyen dimdik duran adamdı. Ama şimdi kafasını eğmiş, yere bakıyordu. Kafasını kaldırmaya gücü yoktu.

 

" Hepimiz sırayla yanına gireceğiz. Son kez göreceğiz " Bu cümleleri kurmak tüm bedensel acılardan daha acı vericiydi, onun için.

 

Kimse bir şey diyemedi. Sessiz sessiz gözyaşı döktüler. Yasir Ağa onlardan önce yoğun bakıma gitti. Son kez oğluna dokundu, öptü kokladı evladını. Bir evladını daha ondan alıyorlardı. Bu acıya nasıl dayanacaktı? Bu acının da bir ilacı var mıydı?

 

Hepsi sırayla Fırat'ın yanına girdi. Ağlayarak, yıkılmış bir vaziyette geri çıktılar. Ünzile Hanım'ı oradan çıkarmak çok zor olmuştu. Kopamamıştı, oğlundan. Anneydi, sonuçta. Hangi anne evladından kopabilirdi ki?

 

En sona Dicle kalmıştı. Şimdi o abisinin yanına giriyordu. Gözünden yaşlar sel gibi akıyordu. Abisi hareketsiz bir şekilde yatıyordu. Vücudunun her yerine bir kablo bağlıydı. En acısı da onu şuan hayatta tutan o kablolardı. Biraz sonra tek fiş çekilecek, hayatına son verilecekti. İnsanoğlunun hayatı bu kadar basit bitebiliyordu.

 

Abisinin yanına yaklaştı. Elini tuttu yavaşça. Buz gibiydi. Acaba üşüdüğünü hissedebiliyor muydu?

 

" Artık başıma bir şey geldiğinde beni kim koruyacak abi?" Gözyaşları içinde cümleleri ağzından dökülmeye başlamıştı. Bir eliyle abisinin elini tutuyordu. Diğer eliyle de abisinin alınını okşuyordu.

 

" Kim bana sahip çıkacak? " Gözyaşları abisinin eline dökülüyordu.

 

" Hani bana küçükken çatıdan düştüğümde demiştin ya 'ben her düştüğün zaman yanında olacağım, Dicle'm.' Söz vermiştin bana... Şimdi neden gidiyorsun? " Ağzından bir hıçkırık kaçmıştı.

 

" Dicle, Fırat'sız ne yapacak bundan sonra?"

 

Her sorusu cevapsızdı. Daha fazla kalmaya gücü yoktu. Oturduğu yerden kalktı. Abisinin alnına derin bir öpücük kondurdu. Tuttuğu elini öptü.

 

" Seni çok seviyorum abim, elveda..."

 

Arkasını döndü. Bir adım attı ki duyduğu sesle yerinde kalakaldı.

 

" Dicle "

 

Loading...
0%