@aquilajk_1903
|
Töre adaletten daha güçlüydü onlar için. Bu topraklarda ne benim ne adaletin ne de başkasının sözü geçerdi. Töre her şeyden, herkesten üstündü. Töre öldür mü dedi? Bir saniye bile düşünemeden basar tetiğe öldürürsün. Töre evlen mi dedi? Asla itiraz etme hakkın yoktu. Töre adı üstünde. Senin gözyaşına da bakmazdı, geçmişinede.
Mahkeme bitmişti. Özgür olduğumu düşünmeye bile fırsat vermeden aşiret liderleri ben ve Fırat'ı bir arabaya bindirmiş, bu konağa getirmişlerdi. Jiyan Ağa'nın konağına. Sözünün üstüne söz edilmeyen, dediği şeyin ne pahasına olursa olsun yapıldığı adamın konağına getirmişlerdi.
Tek kelime edememiştim.Tepkisiz, donuk kalmıştım. Arabaya bindirdiklerinde Kozan'ların konağına götürüyorlar sanmıştım. Buraya gelmemize anlam veremiyordum. Ne işimiz vardı bu konakta?
"Burada dikilecek misin?" Duyduğum sesle kendime gelmem bir oldu. Ölmesini dört gözle beklediğim insan yanımda bana sesleniyordu. Konuşmak istemiyordum. Cevap vermeden, konağın merdivenlerinden çıkmaya başladım. Arkamdan o da geldi. Haşim Ağa ve Macit Ağa bizden önce çıkmışlardı. Bir odanın kapısının önünde bekliyorlardı bizi.
"Haydi, Jiyan Ağa bizi bekliyor" Konuşan Haşim Ağa'nın suratına bile bakmadım. İğreniyordum hepsinden. Kapıyı tıklatıp, içeri girdiler. Fırat da peşlerinden girdi. Şuan arkamı dönüp koşarak buradan kaçmak istiyordum. Bir daha buralara geri dönmemek üzere gitmek istiyordum. Aşağıya bakınca koruma ordusunu gördüm. Bunlar varken aklımdan geçenleri yapmama imkan yoktu.
Derin bir nefes aldım. Emin adımlarla içeriye girdim. Jiyan Ağa baş köşede oturuyordu. Haşim Ağa ve Macid Ağa yanına oturmuştu. Fırat da Jiyan Ağa'nın elini öpüyordu. Ben olduğum yerde durdum. Jiyan Ağa dikkatle bana baktı.
"Hoş geldin, Keça mın Arjin" Elini uzattı. Gidip öpmemi bekliyordu. Böyle bir şey yapmak istemiyordum. Bunların kölesi değildim. Her istenileni yapmak zorunda değildim. Bunu anlamalarını istiyordum. Haşim Ağa benim yerimden kıpırdamadığımı görünce uyarıcı bakışlar attı. Onun bakışlarına karşı sert bakışlar attım bende. Mecburen istemeye istemeye gidip Jiyan Ağa'nın elini öptüm.
"Geç hele otur sende" Eliyle karşısını işaret etti oturmam için. Fırat'ın yanına oturmamı istiyordu. Değil o şeytanın yanına oturmak onunla aynı odada bile bulunmak istemiyordum. Aramızda fazlaca mesafe bırakarak oturdum bende. Ağalar tuhaf bakışlar attı bana.
"Keça mın, geçmiş olsun. Allah bir daha mapus dallarına düşürmesin" Kafamı kaldırıp yüzüne bile bakmadım.
"İyi misin? Bir sıkıntı var mı?" Dalga geçer gibi hal hatır soruyordu. Jiyan Ağa'ya dik dik baktım.
"Sizce bir sıkıntı var mıdır, ağam?" Ne demek istediğimi anlamamıştı.
"Geçti, gitti her şey"
"Öyle mi?" Her şey geçip gitmişti. Ne kadar komikti ya? Kim bilir yine aklından neler geçiriyordu? Yine ne hükümler verecekti?
"Şükür Fırat yaşıyor, sen de sağ salim çıktın"
"Çok şükür" Bunu diyen Haşim Ağa'ydı.
"Birkaç gün misafirim olacaksınız ikiniz" Fırat'ın yan taraftan gelen sıkıntılı nefes seslerini duydum. Sanki ben ona çok meraklıydım. Şuan fırsat verseler boğazına yapışır, ölene dek bırakmazdım.
"Ağam biz gidelim mi artık?" Jiyan Ağa bunu soran Macit Ağa'ya döndü.
"Gidebilirsiniz. Beni misafirlerimle baş başa bırakın" İki Ağa da yerinden kalktı. Jiyan Ağa'nın elini öpüp, gittiler.
"Sen nasılsın, Kurê min Fırat?"
"Sağlığınıza duacıyım, ağam" Yalaka köpek.
"Ameliyatınla ilgili bir sıkıntı yok değil mi?"
"Yok şükür, ağam" Dokuz canlıydı. Sapasağlam ayağa kalkmıştı. Boşuna dememişler kötüye bir şey olmaz diye.
Bir süre sessiz sessiz oturduk. Jiyan Ağa elinde tespihiyle bizi izliyordu. Sıkılmaya başlamıştım ki konağın çalışanı olduğunu düşündüğüm bir kadın geldi.
"Ağam, yemek hazır" Jiyan Ağa başıyla onaylayınca kadın odadan çıktı. Jiyan Ağa ayağa kalktı. Biz de kalkıp, onun peşinden yürüdük. Başka bir odaya girdik. Yere sofra kurulmuştu. Önce Jiyan Ağa oturdu.
"Rûne" Fırat hemen oturdu. Benim ayakta olduğumu gören Jiyan Ağa,
"Rûne, Arjin" dedi.
"Aç değilim"
"Önüne sofra kurulduğunda büyüğün sana otur diyorsa oturacaksın" Jiyan Ağa'nın bu sefer sesi biraz sert çıkmıştı. Fırat da sinirli bir yüz ifadesiyle bana baktı. Aynı şekilde bende ona baktım ve oturdum. Jiyan Ağa rahat bir şekilde yemeğini yemeye başladı. Fırat da yemeye başladı. İnşallah yedikleri boğazında kalırdı. Zar zor bir iki kaşık çorba içebildim. Canım hiçbir şey istemiyordu. Midem almıyordu.
Jiyan Ağa sofradan kalkana kadar bizde kalkamadık. Adam doymak bilmemişti.
"Elhamdülillah çok şükür" diyip kalktı. Bizde kalktık. Çalışan kadın sofrayı toplamaya gelince bende eğilip sofranın üzerindeki kirli tabaklardan aldım.
"Ben hallederim" dedi, kadın.
"Mutfak nerede?" Boş boş oturmak istemiyordum. Bir şeyler yapmalıydım. Bu Ağa ve Fırat'ın yanında oturmaktansa iş yapmayı tercih ederdim.
"Siz zahmet etmeyin"
"Yardım etsin, Meryem" Jiyan Ağa'nın sözünü mecbur dinlemişti. Mutfağın yerini bana işaret edince hızla odadan çıktım. Derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Daralmıştım.
Meryem sofrayı toplayıp getirdi. Bende mutfaktaki diğer kadınla bulaşıkları makineye dizdim. İkisi de iş yapmamam konusunda ısrar etmişti ama umursamadım. Sessiz sedasız, konuşmadan mutfağı topladık. Ben bulaşık makinesinin kapağını kapatırken mutfağa korumalardan biri geldi.
"Jiyan Ağa iki kahve istiyor"
"Tamam Hasan Abi. Hemen yapıyorum" dedi, Meryem. Hasan utangaç bir şekilde bana baktı.
"Kahveleri Arjin yapsın, yanımıza gelsin dedi"
"Ya sabır" Sessizce mırıldandım. Hasan mutfaktan çıktı. Meryem cezve, kahve ve fincanları çıkarıp tezgaha koydu. Mecburen kahveyi yapmaya başladım. Acaba zehir var mıydı burada? Kahveye zehir atardım. İkisi de ölürdü. Dünya iki gereksiz insandan kurtulurdu.
"Arjin Hanım" Meryem'in seslenmesiyle hemen ocağa baktım. Kahve taşmıştı. Umursamadan cezvede kalan kahveyi iki fincana bölüştürdüm. Sonra beklemeye başladım. İki kadında bana bakıyordu.
"Ne oldu?"
"Götürmeyecek misiniz, kahveleri?"
"Ben mi götüreceğim?"
"Jiyan Ağa kahveleri yapıp yanına gitmenizi istemiş de" Meryem çekinerek konuşuyordu benimle. Oflayarak tepsiyi elime aldım. Üst kata çıktım. Yanlarında oturmak istemiyordum. Sinirlerime zor hakim oluyordum. Bir yerde patlayacaktım artık. Her şey çok saçma ilerliyordu. Daha sabah cezaevindeyken şimdi neredeydim...
Odanın kapısını tıklama gereğinde bulunmadan açtım. İkisinin bakışları da beni buldu. Fırat beni görünce hemen kafasını eğdi. Meymenetsiz adam, ben ona bakmaya ölüyordum sanki. Jiyan Ağa'nın yanına gittim. Eğilip, tepsiyi uzattım. Fincanı ve suyu alıp yanına koydu.
"Xwezî, keça min" Zıkkım olsun. Diğer fincanı Fırat'a verecek kadar karaktersiz değildim. Tepsiyi odanın ortasına koydum. Köşeye çekilip, oturdum. İki adam da şaşkınlıkla bana bakıyordu. Fırat hemen şaşkınlığını üzerinden attı. Yerinden kalkıp, tepsinin üzerindeki kahvesini aldı. Tekrar oturdu yerine. İçimde bir şeyler beni dürtüyordu. O kahveyi elinden alıp suratına dökmek istiyordum.
"Bir daha böyle bir şeye şahit olmak istemiyorum!" Sesi kızgın çıkan Jiyan Ağa'ya baktım.
"Neye?"
"Kocana saygısızlık yapmayacaksın" Koca diyordu hâlâ. Zaten bozuk olan sinirlerim tepeme çıkmıştı, yine.
"O benim kocam değil!" Fırat bir şeyler mırıldandı. Tam olarak anlayamamıştım ne dediğini.
"Sen ne kadar kabul etmesen de o senin kocandır ve öyle kalacaktır!" Kahvesinden bir yudum aldı. Fincanı yanına bıraktı.
"Artık bu konuya netlik kazandırma zamanı gelmiştir" İkimizin de sessiz kaldığını görünce konuşmasına devam etti,
"Bizler töresi için yaşayan insanlarız. Töre ne derse o olur. Bunu biliyorsunuz" Tekrar kahvesinden içti.
"Töre gereği sizin evlenmenize karar verdik. Ancak bazı şeyler bizim verdiğimiz karara uygun gitmedi" Elimden gelse verdiğiniz kararla birlikte hepinizi yok ederdim. Jiyan Ağa bakışlarını bende sabitledi.
"Biz barış imzalamışken, bu davayı bitirmişken sen kocanı evlendiğin gece vurdun. Ortalık eskisinden daha kötü hale geldi." Bu sefer de Fırat'a baktı.
"Şükür ki Fırat'ın verilmiş sadakası varmış. Yüce Allah yine bize törelerimiz aracılığıyla bir yol gösterdi." Hey Allahım ya! Lanet olası törelerine Allah'ı da karıştırıyordu.
"Siz töreden başka bir şey bilmez misiniz?" Kendimi tutamıyordum, artık. Jiyan Ağa ters ters baktı.
"Bilmeyiz. Yüzyıllardır sadece törenin dediklerini bildik biz. Bundan böyle de bileceğiz." Adamın bir ayağı çukurda, hâlâ töre diyordu. Sabrımı sınıyordu.
"Sen Fırat'ı babanın intikamını almak için vurdun. Lakin senin babanı vuran Fırat değildi, Baran'dı."
"Bunu en iyi bilen benim. Ama o soysuzun kardeşi sonuçta!" Korkmuyordum. Ne töreden, ne bu ağadan!
"Sen fazla cesursun. Ama yaptığın yanlış. Biz bu davayı bitirmişken sen devam ettirmeye çalıştın. Dava devam etseydi bile vurulacak kişi Kozan'lardan değildi!" Son sözünü sesini biraz yükselterek söylemişti.
"Babamı gözlerimin önünde öldüren onlardı. Bu yüzden ölmesi gerekende onlar!" Benim sesim de yüksek çıkmıştı.
"Sen kendi bildiğin doğruya göre hareket ediyorsun!" Jiyan Ağa sinirlenmeye başlamıştı. Doğrular acı gelirdi her zaman.
"Lafı artık uzatmaya gerek yok. Fırat yaşıyor, sen hapisten çıktın. Fırat şikayetçi olmadı. Çünkü, töremiz bunu istedi. Töre der ki ; bir kadın gelin olarak girdiği evden kefeniyle çıkar. Senin yerinde kocanın yeridir bundan sonra. Ölene dek Kozan'ların gelini olacak, o konakta yaşayacaksın!" Bir hışımla yerimden kalktım.
"Asla bu soysuzun karısı olmayacağım!" Fırat da yerinden kalktı. Sinirle bana baktı.
"Bende sana meraklı değilim!"
"O zaman niye şikayetçi olmadın?!"
"Büyüklerimin dediğine boyun eğmekten başka çarem olmadığı için şikayetçi olamadım!"
"Keşke tam alnının ortasından vursaydım da ölseydi!" İkimizde bağırarak konuşuyorduk.
"Elimde olsaydı o hapishane köşelerinde sürünmeni isterdim!"
"YETER!" İkimizin bağırışlarını daha yüksek ve sert bir ses kesti. Jiyan Ağa ayağa kalkmıştı. Bastonuna tutunmuş bize öfkeyle bakıyordu.
"Karşımda böyle bir terbiyesizliği ne hakla yapıyorsunuz siz?!" Fırat kafasını eğerken ben kafamı dik tuttum. Korkmadığımı, onlara boyun eğmediğimi anlamalarını istiyordum.
"Arjin sen çok dik başlısın. Ama bilesin ki bu dik başlılığın anca sana zarar verir!" Öyle mi der gibi baktım. O ise umursamazca konuşmasına devam etti.
"Sen Fırat Ağa'nın karısısın. Bu hiçbir zaman değişmeyecektir. Eğer ki bir daha yanlış bir şeyler yapılırsa bu sefer Diyarbakır da yer yerinden oynar. Aklınızı başınıza alın. Karı-koca olduğunuzu unutmayın sakın!" Ne ben onun karısı olacaktım, ne de o benim kocam olacaktı. İstedikleri kadar konuşsunlar.
"Bu dediklerim bir kulağınızdan girip diğer kulağınızdan çıkmasın! Şimdi Meryem size kalacağınız odanızı gösterecek. Gidin, yatın! Bir daha da karşıma böyle saygısızca gelmeyin!" Son sözünü de söyleyip odadan çıktı. Ne demişti o? Odanız mı demişti? Beni bu İblis'le aynı odada mı yatıracaktı? Beni delirtmeye yemin etmişlerdi. Delirtip komple hepsini öldürmemi istiyorlardı, anlaşılan.
İkimiz de odanın ortasında kalakalmıştık. Dönüp birbirimize bakmıyorduk. Eğer bir kere daha bakarsak biliyorduk, kırıp dökecektik. Geri dönüşü olmayan şeylere sebep olacaktık. Benim kaybedecek bir şeyim yoktu. Korkusuzca her şeyi yapabilecek hale gelmiştim. Kaderimi kendi elleriyle yazmışlardı.
Benim bu hikayede günahım neydi? Ben bir şey yapmamıştım ki. Ben sadece babamın olduğu mutlu bir hayat istemiştim. Benim ki sadece ufak bir dilekti. Bana madem böyle bir hayat reva görülmüştü. Niye babamı gözlerimin önünde benden koparmışlardı? Neden bana bu acı yaşatılmıştı? Her geçen gün içimi kinle, intikamla doldurmama sebep olmuşlardı. Şimdi de karşıma geçmiş "Sen Fırat Kozan'ın karısının" diyorlardı. Bunu kabullenemezdim. Ben bu soyadı taşıyamazdım. Ettiğim yeminlere, içimde beslediğim kine nankörlük yapamazdım. Bildiğim tek şey vardı. Bu sefer bu hikayede yanan ben olmayacaktım.
"Ağam, odanız hazır" Duyduğum bu sesle avuçlarımı sıktım. Fırat bir şey söylemeden gitti. Kapıda duran Meryem çekinerek bana bakıyordu.
"Hanımım, siz de buyurun"
"Ben onunla aynı odada kalmayacağım"
"Jiyan Ağa'mın kesin emridir. İkisi aynı odada kalacaklar, dedi" Sabır çekerek bende çıktım odadan. Meryem'in peşinden bir üst kata çıktım. Arkamdan ayak sesleri duyunca yerimde durdum. Arkama bakınca tiksindiğim insanla karşı karşıya geldim. Onu görünce tekrar önüme döndüm. Meryem bir odanın kapısının önünde durdu. Bize döndü,
"Odanız burası. Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenirsiniz"
"Tamam" İblis konuşmuştu.
"İyi geceler, Ağam" Meryem gidince ben yanımdaki şeytanın yüzüne bile bakmadan sinirle odaya girdim. Kapıyı sertçe kapattım, suratına. Odanın içine girdiğimde kapının açılıp, kapanma sesini duydum.
"İnsan olmayı öğren artık!" Ona doğru döndüm.
"Ben insan olana insan gibi davranıyorum!"
"Belli oluyor!" İkimizde burnumuzdan soluyorduk. İki inatçı keçi gibi karşı karşıya duruyorduk.
"Sen nasıl gurursuz bir insansın ya?"
"Şu laflarına dikkat ederek konuş benimle!"
"Seni vuran kadını nasıl karın olarak kabul edebiliyorsun?!"
"Sana olan hayranlığımdan olmadığını bilebilirsin!"
"Bana hayran olacak son insan bile değilsin sen!"
"Dünyada bir tek kadın sen kalsan sana hayran olmayacağımı bil!" Ellerimle kapıyı işaret ettim.
"Çık git buradan! Seninle aynı odada kalamam!" Cevap vermeden çekti gitti. Yatağın kenarına oturdum. Başımı iki ellerimin arasına aldım. Ne hallere düşmüştüm...
Tekrar kapının açılma sesini duyunca kafamı kaldırıp o yöne baktım. Fırat'ın geldiğini görünce şaşkınlık ve sinirle yerimden kalktım.
"Niye geldin?" Sıkıntıyla nefes verdi. Ensesini kaşıdı.
"Kapıya koruma dikmiş, adam. Sabah olana kadar çıkmak yasak diyor"
"Kahretsin!" Kendime hakim olamadım. Yatağın kenarına tekme attım. Ayağımda hissettiğim acıyla ağzımdan 'ahh' kelimesi istemsizce döküldü. Acıyla yatağa oturdum.
"İnşallah kırılmıştır" Mırıldanarak konuşmuştu ama duymuştum.
"Ben senin kafanı kırmadan gözümün önünden çekil!"
"Bak, kızım benimle emir vererek konuşma!"
"İstediğim gibi konuşurum!" Bir yandan acıyan ayağımı okşuyordum.
"Senin bu dik başlılığın bana sökmez, bunu bilerek hareket et!" Konuşmama fırsat vermeden yatağın kenarında onun için konulmuş olan eşofmanları alıp banyoya girdi. Allah'ın cezası işte! Kaşınıyordu. Şuan bu odada bir silah olsaydı yine düşünmeden vururdum. Ama biliyordum ki Jiyan Ağa önlemini almıştır. Değil silah, bu odada kesici delici alet bile bıraktırmamıştır. Off, bir yandan ayağımı acıtmıştım. Sızlıyordu. Çorabımı çıkartıp bakınca hafiften morardığını gördüm. Lanet olası adam banyodan çıksaydı da girip sıcak suyla ayağıma masaj yapsaydım.
On dakika kadar bekledikten sonra çıktı, banyodan. Suratına bakmadan benim için konulmuş olan gecelikleri alıp, banyoya girdim. Ayağım acıdan aksıyordu. Banyonun kapısını kilitledim. Köşede gördüğüm ufak leğenin içine sıcak su doldurdum. Ayağımı içine koydum. Yere oturup, sıcak suyun içinde masaj yapmaya başladım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama suyun soğuduğunu hissedince yerimden kalktım. Sıcak suyla masaj yapmak iyi gelmişti. Hafif bir ağrı kalmıştı. Üzerime gecelikleri giydim. Siyah uzun bir takım getirmişlerdi, Allah'tan. Kısa bir şey olsaydı asla giymezdim.
Kapının kilidini açtım. Odaya girdim. Fırat yatağın içine girmiş, oturuyordu. Ben ne yapacaktım şimdi? Onun yanına girip uyuyamazdım, asla. Onun yatağına hiçbir zaman girmeyecektim. Elimdeki kıyafetlerimi aynalığın önüne bıraktım. Duvarın önündeki küçük koltuğa oturdum. Dizlerimi karnıma çektim, iki kolumu da dizlerime doladım.
"Sabaha kadar orada öyle mi duracaksın?" Herhalde gidip koynunda yatmamı beklemiyordu.
"Ölsem de seninle aynı yatakta yatmam"
"Böyle bir şeyi bende istemiyorum zaten"
"O zaman sus! Sesini duymak istemiyorum!"
"Elin ayağın rahat dursun. Eğer yine aynı şeyi yapmaya kalkışırsan bu sefer gideceğin yer hastane ya da mezar olur!"
"Elinden geleni ardına koyma!" Yataktan kalktı. Bir an benim yanıma gelecek sandım ki ışığı kapattı. Tekrar yatağa girdi. Bana arkasını dönüp, uyudu. Onu uykusundayken boğsaydım ne olurdu ki? İçim sinirle dolup taşmıştı. Bununla aynı odada aynı havayı solumak bile istemiyordum. Allah'ım bana bir yol göster, lütfen!
Anlamıştım ki geçmişle yaşamak en ağır ruh hastalığıymış. Bu hastalıktan kurtulmak çöl de nehir aramak gibi bir şeydi.
Toz olan hayatımı da duman etmişlerdi. Herkes yaşamak için direnirdi, savaşırdı. Her insan yaşamak isterdi. Lakin bu insanlar yaşamak için bir neden, bir yol bulurdu. Ben küçük yaşta yolumu kaybetmiştim. Bir daha o yolu ne ben bulabilmiştim, ne de başkası göstermişti... Yaşamak için bir çabam, hevesim yoktu.
Bazı geceler vardır. Gözlerin kapalıdır, aklın darmadağın, yorgunsundur ama zihnin uyumana izin vermez. O gecelerin sabahında kendi hayatının kabusundan uyanmak istersin, onu da başaramazsın.
Fırat'tan ;
"Elinden geleni ardına koyma!" Cevap vermek, onun sesini bir saniye daha duymak istemiyordum. Yattığım yataktan kalktım. Işığı kapatınca tekrar yatağa girdim. Dişi Şeytan'a arkamı döndüm.
Uykum vardı. Çok yorgundum ama uyuyamazdım. Ben uyursam yine vurabilirdi, beni. Ya da boğardı. Her şey beklenirdi bu psikopattan. Mecbur uyanık kalacaktım. Ölmekten korkmuyordum. Benim korkum ailemdi. Onların daha fazla acı çekmesini istemiyordum.
Bu kadın benim düşmanımdı. Abimin katilinin kardeşiydi. Bu yetmezmiş gibi beni vuran, haftalarca ölüm ve yaşamla mücadele vermeme sebep olan kişiydi. Karar bana kalsaydı hapishane köşelerinde süründürürdüm onu. Maalesef ki yine kararı veren töre olmuştu. Ah baba, ah! Keşke rahat dursaydın. Bu kadına yaptırdığın şey yüzünden hem Ağa'lığından oldun hem de oğlunun hayatını mahvettin. Artık üzerimde iki yük vardı. Birincisi Ağa'lıktı. İkincisi ve en önemlisi ise bir ruh hastasının kocasıydım.
Umarım bu sefer kendini öldürürdü. Hem beni hem kendini kurtarırdı. Yoksa bir ömür karım olarak kalmasına katlanamazdım.
|
0% |