@aquilajk_1903
|
Fırat'tan ;
Üç gündür Jiyan Ağa'nın konağındaydık. Şükür bugün gitmemize izin vermişti. Zehir gibi, cehennem gibi üç gün geçirmiştim. Hele geceleri dişi şeytanla aynı odada kalmak işkenceydi. Gereğinden fazla dik başlı, inatçıydı. Bununla baş etmek zordu. Daha ne zamana kadar buna katlanacaktım bilmiyordum. Bildiğim tek şey bir ömrü onunla geçiremeyeceğimdi.
"Karın sana emanet, Fırat Ağa. Onu herkesten koruyacağına, kimsenin onu ezmeyeceğine söz ver!" Jiyan Ağa bunları söylerken ailemi kast ediyordu. Açık açık söylemiyordu ama anladığımı da biliyordu.
"Kimsenin beni ezmeye gücü yetmez!" Ya sabır! Her şeye atlayacak, bir yorum yapacaktı illa. Bu kadının ölümü benim elimden olmaz, umarım. Ters ters baktım. O da aynı bakışları bana gönderdi. Jiyan Ağa'ya dönüp,
"Söz, Ağam" dedim. Ben Jiyan Ağa'nın elini öptükten sonra Arjin de öptü. Zoraki öptüğünü belli ediyordu. Üç gün boyunca Jiyan Ağa'yı da deli etmişti. Adam fazla belli etmiyordu ama sinirlendiği her halinden belli oluyordu.
"Yüce Allah yardımcınız olsun. Evliliğinize huzur, mutluluk versin" O dediğin hiçbir zaman olmayacak, Ağam.
Jiyan Ağa'ya veda ettikten sonra konaktan çıktık. Ben arabanın şoför koltuğuna otururken onun hâlâ dışarıda beklediğini gördüm. Amacı beni delirtmekti.
"Ne bekliyorsun, binsene!"
"Bana emir verme!"
"Sende verdirme o zaman!" Arabaya bir tekme savurdu. Gerilmeye başlamıştım, artık. Şeytana uyup arabayı üzerine sürecektim.
"Arjin!" Jiyan Ağa'nın sesini duymuştum. O kafasını sesin geldiği yöne çevirirken bende kafamı eğip baktım. Jiyan Ağa yukarıdan bize bakıyordu.
"Bin arabaya, evinize gidin!" Arjin cevap vermeden sertçe arka kapıyı açtı. Arka koltuğa oturdu. Yanıma oturmasını bende istemezdim.
"Allah'ın cezası" Sessizce mırıldandığını duydum. Bana dediğini biliyordum. Cevap vermeye lüzum yoktu. Tartışmaya girmek, sesini duymak istemiyordum.
Sessizlik içinde bizim konağa doğru ilerledik. Böyle bir kader yaşanır mıydı? Benim ne günahım vardı böyle bir kadere kurban etmişlerdi beni? Bu kadınla karı-koca olmaktansa ölmeyi tercih ederdim. Allah'ım bir yol göster, beni bu kaderden, bu kadından kurtar.
Şiyar Ağa'ların geldiği gün Jiyan Ağa yine öğütlerde bulunmuştu. Neymiş zamanla birbirimizi sevecekmişiz, birbirimize alışacakmışız. Kulağa nasıl da komik geliyordu? Benim kalbim başkası için atarken Arjin denen şeytanı sevmezdim, sevemezdim.
Konağın önüne geldiğimizde arabayı durdurdum. Arkadaki şeytanın suratına bakmadan arabadan indim. Kapının önüne geldiğimde,
"Hoş geldiniz, Ağam" dedi, korumalar.
"Hoş bulduk" Arjin'i yanımda göremeyince arkamı döndüm. Beni sinirden deliye çevirmek istiyordu bu kadın. Arabanın içindeydi, hâlâ. Kafamı sinirle sağa sola salladım. İhtiyacım olan en önemli şey sabırdı. Hızlı ve sert bir şekilde arabanın kapısını açtım.
"Davet mi bekliyorsun?!" Sesim sert ve gür çıkmıştı. Ne yüzüme baktı, ne de cevap verdi. Bu halleri daha fazla sinirlenmeme sebep oluyordu.
"Beni delirtmeden, in şu arabadan!" Bu sefer kafasını yavaşça bana doğru çevirdi. Bir kadın bu kadar sert bir yüz ifadesine sahip olur muydu? O sert yüz ifadesindeki bakışlar ateşten farksızdı. Sanki o bakışlarla herkesi yakıp küle çevirmek istiyordu.
"O konağa girmeyeceğim!"
"Sabrımı mı sınıyorsun?"
"Kendini bu kadar önemseme!"
"İyi, git o zaman Jiyan Ağa'ya söyle bu konağa girmek istemediğini!"
"Seninde, Jiyan Ağa'nın da canı cehenneme!" Diğer kapıyı açıp arabadan indi. İnatçılığının Jiyan Ağa'ya sökmeyeceğini çok iyi biliyordu.
Tekrar konağın kapısına doğru ilerledim. Ayak seslerinden arkamdan geldiğini anladım. Korumalar kapıyı açtı. Konağın içine girdik. Bizimkiler terasta dikilmiş, bize bakıyorlardı.
"Bunun ne işi var?!" Babamın sert sesi konakta yankılandı. Babama hâlâ kızgındım. Ben bir şey diyemeden araya annem girdi.
"O kadın seni öldürmeye çalıştı. Niye bu konağa getirdin?" Hatırlatmana gerek yok, annem. Biliyorum, az daha beni öldürüyordu. Benim kararım önemsense hapisten çıkmasına izin vermezdim. Ne yazık ki töreye boyun eğmem gerekti. Bu olayı da netliğe kavuşturmam, yeni olaylar çıkmasına engel olmam lazımdı. Bıraksam hepsi Arjin'i şuracıkta gebertirdi. Bunu çok isterdim ancak Jiyan Ağa'ya söz vermiştim. Mecburen bu tarz şeylerin yaşanmasına müsaade etmemem lazımdı. Üstüne bir de Ağa'lık verilmişti. İşim zordu.
"Arjin benim karım! Bundan sonra benim yanımda, bu konakta yaşayacak!"
Arjin'den ;
"Arjin benim karım! Bundan sonra benim yanımda, bu konakta yaşayacak!"
Hayır, hayır. Yanlış duydum, ben. O bana karım diyemezdi.
"Ne dediğini sanıyorsun sen?" Sesimi sadece o duymuştu.
"Sus!" Bana bakmadan konuşmuştu. Hadsiz adam! Burnumdan solumaya başlamıştım, yine.
"Bu kansızı bu konağa gelin olarak sokman için cesedimi çiğnemen lazım!"
"Baba, sen hiç konuşma!" Babasına niye bağırdığını anlamamıştım ama umrumda da değildi.
"Sizin gibi şeytanların mabedinde yaşamayı bende istemiyorum zaten!" Bu sefer bağırarak konuşmuştum.
"O zaman defol git!" Sinsi sinsi bize bakan Rojda konuşmuştu. Öne doğru atıldım. Konuşacağım sırada Fırat kolumdan tuttu.
"Dokunma bana!" Hiç umursamadan kolumu tutmaya devam etti.
"ARJİN KOZAN BENİM KARIM. ARTIK TEK BİR KELİME DUYMAK İSTEMİYORUM. BU DURUMA ALIŞIN!" Ne diyordu ya bu iblis? Ne demek karım? Ne demek alışın? Yarım bıraktığım işi tamamlamamı mı istiyordu? Hızlı bir şekilde kolumu elinden çektim. Karşısına geçtim.
"Ne dediğini sanıyorsun sen?"
"Arjin sus, lütfen!" Dişlerini sıkarak konuşmuştu. O dişleri yerlere dökmek istiyordum.
Bir şey dememe fırsat vermeden kolumdan tutup merdivenlere yöneldi. Elinden kurtulmak istiyordum ancak şuan itiraz etmemem, bir şey dememem gerektiğini hissediyordum. Ne olmuştu, niye böyle davranıyordu? Eğer biraz daha bana bu saçmalığı açıklamazsa ortalığı birbirine katacaktım.
İkinci kata kadar çıktık. Merdivenlerin karşısındaki odaya getirdi beni. Kapıyı kapatırken tuttuğu kolumu bıraktı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!" Artık kendime hakim olamıyordum.
"Bir şeyi de sorgulamasan ölür müsün?"
"Seni öldürürüm!"
"Yapmayacağın şey değil!" Bunu bilmesi iyiydi. Odanın ortasına yürüdü. Ben hâlâ olduğum yerde duruyordum. Bana döndü ve,
"Bu odayı hatırladın mı?" diye sordu. Ne saçmalıyordu, yine?
"Şeytanların mabedindeki bir oda olduğunu biliyorum sadece!" Öfkeli bakışları üzerimdeydi.
"Beni öldürmeye çalıştığın oda burası!" Sert ve net çıkmıştı sesi.
"Üzgünüm öldüremediğim için!"
"Eğer bu davranışlarına devam edersen aynı şeyi burada bende sana yaparım. Tek fark ben öldürürüm!" Sinirlerim yine zirveye ulaşmıştı. Üzerine yürüdüm. Aramızda birkaç adımlık mesafe kaldı.
"Denesene hadi!" Yüz kasları gerilmeye başlamıştı.
"Beni zorlama!" Şuan mevzu bu değildi. Aşağıda söylediklerini konuşmak istiyordum. Bunu daha sonra yine tartışırdık.
"Sen aşağıda neler söyledin? Bana karım deme hakkını sana kim veriyor ha?!"
"Mecburiyetten öyle söyledim. Ayrıca resmiyette ve dinen karımsın. Bunu o keçi inatlı beynine sok!"
"Ben senin karın değilim, olmayacağım da!"
"Olmanı isteyen de yok! Ben Jiyan Ağa'ya söz verdiğim için öyle davrandım!"
"Bir daha sakın bana karım deme. Yemin olsun ki o zaman sakin kalmam!" Az önceki sert yüz ifadesi alaycı hale geldi.
"Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın" Eee! Çok olmuştu artık! Elimi kaldırdım. Tam tokat atacaktım ki havada olan elimi sertçe tuttu. Yine sert yüz ifadesine büründü.
"Bir daha sakın, sakın bunu yapma!" Elimi sanki bir şeyi yere atar gibi bıraktı. Hiddetle çıktı, gitti.
Bu hayata geldiğim güne lanet olsun. Neydi bu çektiklerim? Neydi bu yaşananlar? Zaten soluk olan hayatım iki ay içerisinde berbat bir hale gelmişti. Ne kalmıştı yaşayacağım? Daha nasıl yaralayıcı şeyler yaşayacaktım ben?
Babam öldükten sonra, aklım başıma geldiğinde her şeyi anlamaya başladığımda hep kendi kendime yeminler etmiş, sözler vermiştim. Bu ailenin acılar çekmesini, soylarının kurumasını istemiştim. Bilmiyordum ki kaderin bana oyun oynayacağını, beddualar ettiğim aileye gelin edeceğini... Ama ben hiçbir zaman boyun eğmeyi, güçsüz durmayı öğrenmedim. Kaderin bu oyunu karşısında da güçlü durmam gerektiğini biliyordum. Madem kader bana böyle bir oyun oynamıştı bende onun oyununa karşı bir oyun oynayacaktım. Evlilik hükmü verildiği gün yemin etmiştim. Eğer o aileye gelin gidersem babamın dökülen kanı için bende intikam alacağım demiştim. Ama başaramamıştım. Öldürmeye çalıştığım adam sapasağlamdı. Yine de pes edemez, burada hayatıma devam edemezdim. Hem Fırat'ın hem de ailesinin acı çekmesi için elimden geleni yapacaktım.
Yorgun bedenimi yatağın üzerine bıraktım. Günlerdir küçücük koltukta uyumaktan her yerim ağrımış, bitkin düşmüştüm. Adam akıllı uyumaya, dinlenmeye ihtiyacım vardı. Göz kapaklarım yavaş yavaş kapandı. Kendimi uykunun kollarına bıraktım.
"Yenge" Ard arda duyduğum bu sesle istemsizce gözlerimi araladım. Cenin pozisyonunda yatıyordum. Ayrıca üşüyordum. Üzerimde hiçbir şey örtülü değildi. En son yatağın üzerine öylece yattığımı hatırlıyordum.
"Yenge" Bakışlarım sesin geldiği yönü buldu. Dicle karşımda dikilmiş, bana sesleniyordu. Yenge demesi sinirimi bozmuştu. Yattığım yerden doğruldum.
"Bana yenge demekten vazgeç"
"Yemek yiyeceğiz, onun için uyandırdım"
"Yemeyeceğim"
"Ama olmaz ki. Geldiğinden beri bir şey yemedin, içmedin" Gereğinden fazla ısrarcı bir kızdı.
"Canım istemiyor"
"Hadi ama, abimde gelmedi hem. Bari gel sen ye bir şeyler" Gözlerimi yumdum. Derin bir nefes aldım. Eğer biraz daha ısrar etmeye devam ederse elimden bir kaza çıkacağı kesindi.
"Sizin hiçbir şeyinizi istemiyorum, rahat bırak beni!"
"A-" Yeter artık! Zorla kaşınıyordu. Kararlı, sert bakışlarımı ona çevirdim.
"Rahat bırak beni diyorum. Anlamıyor musun?!" Sesim odada yankı yapmıştı. Yüz ifadesinden anladığım kadarıyla korkmuştu.
"Peki" Kapıya doğru ilerlediği sırada tekrar arkasını dönüp bana baktı. Eğer bu sefer de ısrar ederse kalkıp gırtlağına çökecektim.
"Şey, siz Jiyan Ağa'lardayken annen ve Azat abin senin eşyalarını getirdi. Ben dolaba yerleştirmiştim. Haberin olsun" Çekingen bir ses tonuyla konuşmuştu. Anlaşılan az önce ki hâlimden korkmuştu. İyi de olmuştu. Bundan sonra buna göre hareket ederdi.
"Tamam" Ağzımdan çıkan tek kelime bu olmuştu. Teşekkür etmemi bekliyordusa çok beklerdi.
Dicle odadan çıkınca bende oturduğum yataktan kalktım. Gardırobun kapaklarını açtım. Bir taraf iblisin kıyafetleriyle doluydu. Diğer tarafta benim kıyafetlerimle. Evimdeki, hapishanedeki bütün eşyalarımı buraya getirmişlerdi. Nasıl da rahat kabullenebilmişlerdi? Acaba şuan ne hissediyorlardı? Benim burada olmam onları hangi duygu durumuna sokmuştu? Bunlar da soru mu be Arjin. Tabi ki de her şey normalmiş gibi yaşamaya devam ediyorlardır. Karşı çıkacak olsalardı zaten burada olmazdım.
Dolaptan pijama takımı ve iç çamaşırı aldıktan sonra banyoya girdim. Tabi kapıyı da kilitledim hemen. Bulunduğum yer Şeytanların Mabedi'ydi. Önlem almam şarttı. Ayrıca Fırat öküzü gelirdi, yine Jiyan Ağa'nın konağında yaşadığımız şeyi yaşamak istemiyordum.
Uzun süreli bir duşun ardından banyodan çıktım. Az da olsa duş rahatlama hissi vermişti. Odada kimse yoktu. Bu da benim işime gelirdi. Kimseyi görmek, kimsenin sesini duymak istemiyordum.
Biraz camdan dışarıyı seyrettim. Saat kim bilir akşamın kaçı olmuştu. Sokak lambaları, konağın ışıkları etrafı aydınlatıyordu. Kapının önünde de iki koruma bekliyordu. Sanki burada koruyacakları çok önemli insanlar vardı. Şeytanları kimden koruyacaklardı, Allah aşkına?
Perdeyi çekerken dolap ve cam arasındaki boşlukta ağzı açık bir koli gördüm. İçerisinde kitaplar vardı. Merak ettiğim için eğilip kolinin içerisindeki kitaplara baktım. Bunlar benim kitaplarımdı. Kitaplarımı bile getirmişlerdi. Kolayca vazgeçmişlerdi, benden. Hayatlarına kaldıkları yerden normal bir şekilde devam ediyorlardı. Yanan ben olmuştum, sadece.
Elime bir kitap aldım. Yatağın üzerindeki pikeyi kaldırıp içine girdim. Sessizliğin içinde kitabı okumaya başladım.
Ne kadar süre kitap okudum bilmiyordum. Kitabın sonlarına doğru yaklaştığım sırada kapının önünde sesler duydum. Kaldığım yere ayraç koyarak kitabı komodinin üzerine bıraktım, yataktan kalktım. Sessiz ve yavaş adımlarla kapıya doğru yaklaştım. Bunu niye yapıyordum bilmiyordum ama merak etmiştim.
"Dâye, bu ne?" Fırat'ın sesiydi, bu. Daye dediğine göre kapının önünde annesiyle o vardı.
"Söyle o yılana, bu çarşafı sersin yatağa. Sabah gelip alacağım" Bu kadın neyden bahsediyordu? Ne çarşafı? Kahretmesin, şimdi anlamıştım. Ama istediği şey asla olmayacaktı.
"Gerek yok, dâye" Aferin. Sonunda mantıklı bir şey söylemişti.
"Ne demek gerek yoktur, oğlum? Madem ki karın olarak kabul ettin, biz de usulünce hareket etmek zorundayız" Seninde usulününde...
"O iş halloldu" Ne?
"Ne diyorsun oğlum?"
"Jiyan Ağa'nın konağında kaldığımızda halloldu, dâye" Benim kulaklarım yanlış duyuyordu. Evet, kesinlikle yanlış duyuyordu. Böyle bir şey olmamıştı. Onunla aynı yatakta bile yatmamıştım.
"Bir sıkıntı çıkmadı değil mi?" Bu kadın ne demeye çalışıyordu? Resmen benim namusuma laf ediyordu. Avuçlarımı sıkmış, yanlarına çıkmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Çıkmadı, dâye. Çıkmadı. Artık bırak da odama gireyim" Yerimden kıpırdamadan onu bekledim. Söylediği yalanın hesabını soracaktım.
"Şevbaş, oğlum"
"Şevbaş, dâye" Annesine iyi geceler derken kapıyı açmıştı. İçeriye girip kapıyı kapattığında kafasını kaldırdı. Bakışlarımız birbirini buldu. Onun bakışlarında şaşkınlık vardı. Benim bakışlarım ise anlatılamaz, gören bilirdi...
"Yalancısın!" Olduğu yerde duruyordu hâlâ. Az önce ki şaşkın hali gitmişti. Burada neden durduğum anlamıştı.
"Sen kapı da mı dinliyorsun?"
"Sen ne hakla benim hakkımda yalan söyleyebiliyorsun?"
"Bunu yapmak zorundaydım"
"Yapamazsın!"
"Madem yalan söylememe bu kadar kızdın çağırayım annemi, getirsin çarşafı"
"Allah belanı versin!"
Bir silah verseler elime ; önce şuan karşımda duran adamın tam alnının ortasına sıkar; sonrada içerisi acılarla dolu, dışı buzlarla kaplanmış kalbime sıkardım. Hem ettiğim intikam yemini yarım kalmaz, düşmanlarımızdan birini öldürmüş olurdum hem de ben daha fazla bu hayatın eziyetine katlanmazdım.
Ben kaderin değil, törenin kurbanı olmuştum. |
0% |