@aquilajk_1903
|
Diyarbakır... Sanki tüm duygularımı sende harcamışım gibi. Hiç kimseye karşı bir şey hissedemiyorum. Hissettiğim şeyler de nefretten öte şeyler değil. Çok şey borçlusun bana uzun bir yaşanmışlık, uzun bir hayat. Her şeyimi elimden aldın ; babamı, tüm hayatımı. 5 yaşında bana karşı çetin bir savaş başlattın. Hâlâ da çetin savaşlarınla mücadele etmeye çalışıyorum. Unutamadığım bir mazi bıraktın bana. Söylesene be Diyarbakır, bu kadar yaşanmışlıkları bana geri nasıl vereceksin?
Yine camın önünde oturmuş Diyarbakır'ı seyrediyordum. Gece daha farklı oluyordu bu şehir. İnsanların hüznünü, acısını yansıtıyordu. Zaten insan da acısını gece yaşamıyor muydu? Gündüz herkes normal bir şekilde yaşıyordu. Gece bir çöküyordu, o acı içinden taşıyordu. Kimi kendini alkole veriyordu acısını unutmak için, kimi ağlıyordu. Ya ben? Ben bu odada oturmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum.
Aklıma gelen türküyü mırıldanmaya başladım;
Diyarbakır yolunda toz olmuş dağılırım Bu hırçın depremlerle sarsılırım kanarım
Düşüncelerden sıyrılmış, kendimi türküye kaptırmışken duyduğum sesle yine eski halime büründüm.
"Uyumaya çalışıyorum, sussana!" Yatakta yatan Fırat'a öfkeyle baktım.
"İstediğimi yaparım, sanane!"
"Saat gecenin biri olmuş. Senin çeneni mi dinleyeceğim?!"
"Kulaklarını tıka o zaman!"
"Getirtme yanına beni!"
"Gelirsen ne olur?" Sanki bir şey yapabilirmiş gibi tehdit ediyordu.
"O çeneni kapatırım!"
"Boş konuşmayı kes!" Söyleyecek bir şey bulamayınca bana arkasını döndü, kafasını yastığın altına gömdü. İnat değil miydi bende seni uyutmayacaktım. Benim adım da Arjin'se sana hayatı zindan edecektim. Türküme kaldığım yerden devam ettim;
Arkadaşların yüzü ağır ağır solarken Gün doğar yaylalara kahrımdan utanırım
Ey fırtınalı bayır ey mazlum Diyarbakır Dağlarında kızıl ateş alnında kızıl bakır
Söylendiğini duyuyordum ama umursamadım. Gör bakalım Fırat Ağa, Aşiret Ağa'larına yalakalık yapıp beni karın olarak bu konağa getirmek neymiş göreceksin. Madem o kurşun seni öldürmedi. Daha beter hale getirecektim seni.
Güneşin ışıklarının odaya vurmasıyla istemsizce gözlerimi açtım. Yine güne belimin ağrısıyla uyanmıştım. Yerde uyumaktan bel fıtığı olacaktım. İblis'le uyumaktansa bel fıtığı olmayı tercih ederdim. Üzerimdeki pikeyi kenara bırakıp ayağa kalktım. İblis yatakta yoktu. Yatağı da düzenlediğine göre gitmişti. İyi de olmuştu. Sabah sabah onun meymenetsiz suratını görmeyecektim.
Camı açıp temiz hava çektim ciğerlerime. Camı açık bırakırken banyoya geçtim. Temiz havanın üstüne soğuk suyla yüzümü yıkamak da iyi gelmiş, beni kendime getirmişti. Yüzümü ve ellerimi kurulayıp banyodan çıkınca odanın kapısı da açıldı. Dicle'ydi gelen. Elinde yemek tepsisi vardı.
"Günaydın, yenge" Arsızdı, işte. Israrla bu kelimeyi kullanıyordu. Ters ters baktıktan sonra yatağa oturdum. Elindeki tepsiyi aynalığın önüne koydu.
"Kahvaltını getirdim"
"Gerek yoktu"
"Olur mu öyle şey? Aç mı kalacaksın?"
"Size ait bir şeyi yemektense aç kalmayı tercih ederim" Yavaşça yanıma oturdu. Elimden tuttu.
"Yenge, kendine bunu yapmaktan artık vazgeçsen"
"Neyi yapmaktan?"
"Kendini hayattan soyutlamışsın. Kafanın içinde yaşıyorsun" Elimi hızla çektim, elinden.
"Bu seni ilgilendirmez!"
"Üzülüyorum haline" Kaşlarımı çatarak Dicle'ye baktım.
"Bana üzülecek insanlar değilsiniz siz!"
"Geçmişi unutsan artık. Önünde koca bir gelecek var. O geleceği kendini de çürüterek sürdürme"
"Geçmişi unutmak mı?" Ne diyordu ya? Dalga geçer gibi geçmişi unut diyordu. Ben kalkınca o da oturduğu yerden kalktı.
"Geçmişle yaşayarak kendini öldürüyorsun"
"SENİNDE BABANI GÖZLERİNİN ÖNÜNDE VURDULAR MI HA?" Korku dolu bakışlarından korktuğunu anladım.
"Kolay şeyler yaşamadığını biliyorum"
"O ZAMAN SUS VE GİT!"
"Yen-" Üzerine doğru bir adım attım. Parmağımı salladım.
"Sakın bir daha yenge deme, SAKIN!" Odadan koşarak çıktı resmen. Boğmadığıma şükretsin.
Ben cama doğru giderken kapı açıldı. Arsız yine gelmişti. Bu sefer kendime hakim olmayacaktım. Kapıya dönünce gelen kişinin Dicle olmadığını gördüm. Kızgın bakışlarıyla olduğu yerde duruyordu.
"Sana iki sorum var" İğrenç sesine tahammül etmek zordu. Kaşlarımı çattığımda konuşmasına devam etti.
"Birincisi yine deli damarın mı tuttu bağırıyordun? İkincisi de Dicle bu odadan çıktığında neden yüzü korku ve hüzünle doluydu?"
"Abisi gibi arsız ve hadsiz olduğu için!" Cümlem bitince İblis'e arkamı döndüm. Her zaman ki gibi camın önündeki koltuğa oturdum.
"Sen normal bir insan değilsin. Bunun farkına iyice vardım" Ben muhatap olmamaya çalıştıkça burnumun dibinde bitiyordu.
"Evet, normal değilim"
"Ne güzel, bunu kabul ediyorsun."
"Bitti mi?"
"Ne bitti mi?"
"Boş yapman" Daha fazla uzatıp başımı ağrıtmak istemiyordum.
"Hazırlan, gidiyoruz"
"Cehennemine mi?"
"Cehennemim tam karşımda"
"Cayır cayır yanarsın inşallah!"
"Ailenin konağına el öpmeye gideceğiz, kalk!" Duyduğum şeyle buz kesildim. Gözlerimi yumdum. Dişlerimi sıkarak cevap verdim.
"Gitmeyeceğim!"
"Böyle bir şansın yok. Gitmek zorundayız"
"Gitmeyeceğim dedim, uzatma!"
"Sen bilirsin. Benimde işime gelir"
Fırat benim bir şey dememi beklemeden odadan çıktı. Bende kalkıp dolaptan kabanımı ve çantamı aldım, çıktım dışarı. Merdivenden inerken yılanın tıslama seslerini duydum.
"Defolup gidiyor musun?" Rojda Yılan'ının ne yüzüne bakmak ne de cevap vermek istemiyordum.
"Rojda, Keça Mın. Ne oluyor?" Bi Kara Yılan eksikti. Ben merdivenden inmeye devam ederken Kara Yılan tekrar konuştu.
"Nereye gidiyorsun?"
"Sizene!" Dönüp bakmamıştım bile. Hızla indim. Kapıyı açar açmaz da korumalarla karşılaştım.
"Buyurun, hanımım" Umursamazca kapıdan çıktım.
"Hanımım nereye gideceksiniz?" Bu sefer de diğer koruma konuşmuştu.
"Bir de size mi hesap vereceğim?"
"Estağfurullah. Ama nereye gidecekseniz bizim götürmemiz lazım"
"İblis Ağa'nız mı söyledi bunu?" Kafalarını eğmelerinden anlamıştım anlayacağımı. Diretmeye gerek duymadım. Param yoktu zaten. Tek başıma yürüyerek de gidemezdim. Arabanın arka kapısını açarak bindim arabaya.
Yaklaşık bir saatin sonunda cezaevine gelmiştik. Kaç gündür aklım Elif Abla'daydı. Tahliye olduğum günden beri görüşememiştik. Eşyalarımı almaya bile kendim gidememiştim. Beni çok merak etmiştir. Bende onu merak etmiştim. Ne durumdaydı, sağlığı nasıldı, bir sıkıntı var mıydı? Merak ediyordum. Ayrıca özlemiştim de. Güvenebileceğim, değer verebileceğim tek insan oydu.
Jandarmalara ziyaret için geldiğimi belirtip içeriye girdim. Beni ziyaretçi odasına aldıklarında beklemeye başladım. Çok geçmeden kapı açıldı. Şaşkın bakışlı Elif Abla ile göz göze geldik. Beni gören şaşkın bakışların yerini sevinç aldı. Oturduğum sandalyeden kalkıp yanına gittim. Sımsıkı sarıldık birbirimize. Bu sarılışa o kadar çok ihtiyacım vardı ki...
"Arjin'im, güzel kızım"
"Ablam" Karşılıklı duran sandalyelere oturduk.
"Gardiyan ziyaretçin var diyince çok şaşırdım. Yanlışınız var dedim ama hayır gel dedi. Demek sen geldin canım benim" Gözlerindeki mutluluğu tarif etmek imkansızdı. Zavallı kadıncağızı yıllardır tek bir kişi bile ziyaret etmemişti. Şaşırması normaldi.
"Kusura bakma bu zamana kadar gelemedim"
"Ne kusuru canım benim"
"Nasılsın, bir sıkıntı var mı?"
"Yok şükür canım. Aynı devam ediyoruz"
"Çok şükür"
"Sen nasılsın? Neler oldu?"
"Neler olmadı ki" dedikten sonra mahkeme gününden başlayarak tüm olanları anlattım. Hüzünle beni dinledi. Yaşananları anlatırken yine tüylerim diken diken olmuş, gerilmiştim.
"Ah bahtsız kuzum benim"
"Böyle işte abla"
"Mahkemeden sonra tekrar cezaevine gelmediğine çok sevindim. Dört duvar arasında ömrü geçmeyecek dedim"
"Keşke öyle olsaydı"
"Allah korusun kızım. Burada yaşamak sandığın kadar kolay değil"
"O konakta yaşamaktan iyiydi"
"Ne olacak peki? Fırat'la konuştunuz mu bu durumu? Nasıl devam edecek?"
"O şeytanın bir saniye bile sesini duymaya tahammülüm yokken oturup konuşamam"
"Ne yapacaksın o zaman?"
"Bilmiyorum. Bir çıkmaza girmişim, kurtulamıyorum"
"Her çıkmazın da bir çıkış yolu vardır"
"Ben çıkmazımın çıkışını nasıl bulacağım?"
"Allah büyüktür kızım, illa ki bir çıkış yolu gösterecektir. Sen sakın yine bir hata yapıp hayatını karartma"
"Hayatım daha fazla nasıl kararabilir ki?"
Gardiyan görüş saati bitti diyene kadar sohbet ettik. Elif Abla tavsiyelerde, öğütlerde bulunup durdu. Bunları umursamamıştım ama onunla konuşmak çok iyi gelmişti. Günlerdir nefessiz kalan ben, onun yanında nefes alabilmiştim.
Ziyaret sonrası yine istemeye istemeye dışarıda beni bekleyen arabaya bindim. Şeytanların Mabedi'ne doğru yol aldık. Kafamı cama yaslayıp gözlerimi yumdum. Keşke bir gün gözlerimi hiç açmamak üzere yumsaydım...
"Hanımım, geldik" Şoförün sesiyle daldığım hafif uykudan uyandım. Arabadan inince kapıda bekleyen korumalar konağın kapısını açtı. Zoraki adımlarımla konağa girdim.
Fırat'tan ;
Annem arayıp Arjin'in konaktan çıktığını söyleyince merak ve sinirle tekrar konağa dönmüştüm. Ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlayamıyordum. Büyük ihtimalle ailesinin yanına gitmişti. Ben söyleyince niye gitmeyeceğim demişti? Tek başına gidip ne yapacaktı? Madem tek gitmek istiyordun söyleseydin ya.
Konağa geldiğimde korumalar şoförle beraber gittiğini söylemişti. Şoförü aradığımda cezaevine gittiklerini söyledi. Cezaevi ne alakaydı? Ne kadar da meraklıydı cezaevine. İnşallah çıkıp gelemezdi oradan.
Şirkete döneceğim sırada teyzemlerin bize geldiğini görünce durmaya karar vermiştim. Şehnaz'ım da gelmişti. Uzun zamandır ne görebilmiştim ne de konuşabilmiştik. Nasıl da özlemiştim kalbimin sahibini... Onu görünce kalp ritimlerim değişti. Kalp atışlarımın dışarıdan duyulduğuna emindim.
Teyzemlerle beraber salona çıktım. Bir süre oturduk, sohbet ettik. Şehnaz bir kere bile dönüp bakmamıştı bana. Halbuki ben her saniye ona bakıyordum. Hiç mi fark etmemişti? Lavaboya gideceğini söyleyerek salondan çıkınca bende kalktım. Teyzemle ve geliniyle vedalaşıp şirkete gideceğimi söyledim. Asıl amacım Şehnaz'la konuşmaktı.
Şansıma salondan çıktığım sıra Şehnaz da merdivenden inmiş salona geliyordu. Beni görünce olduğu yerde kaldı. Onun kahve gözleri benim gözlerimle buluştu. Kahve gözleri yine yutkunmama sebep olmuştu. Kendime gelerek hemen yanına gittim. Kolundan tuttum.
"Konuşmamız lazım, Şehnaz'ım"
"Benim seninle konuşacak bir şeyim yok!" Sert çıkan sesiyle anlık şoka uğramıştım. Kolunu elimden kurtarmaya çalıştı. Kolunu bırakmadan merdivenlere yöneldim. Gücüm ondan fazla olduğu için o da geliyordu peşimden.
"Bırak kolumu"
"Konuşmadan bırakmayacağım!" Odamın olduğu kata geldiğimizde kolunu bıraktım. Önce etrafa bakındım. Kimse görünmeyince Şehnaz'ımın saçlarını kulağının arkasına attım. Yanağından öpeceğim sırada ittirdi beni. Neye uğradığıma şaşırmıştım.
"Ne yapıyorsun sen?"
"Çok özledim seni, Kahve Gözlüm"
"Özlediğin yeni mi aklına geldi, Fırat Ağa?!"
"Sen her an hem aklımda hem kalbimdesin, Şehnaz'ım"
"Kendini de beni de kandırma!"
"Sana deliler gibi aşık olduğumu bilmiyormuş gibi konuşuyorsun"
"Ben aşık olduğunu sanıyordum ama ortada aşk falan yokmuş!"
"Şehnaz neler diyorsun sen?"
"Neler dediğim apaçık ortada değil mi?"
"Seni kandırmışım gibi konuşuyorsun"
"Kandırmadın mı?"
"Hayır"
"Yalan söylemeyi kes artık! Yıllarca bana aşık olduğunu söyledin. Salak gibi inandım, sana kapıldım gittim. Sonra ne oldu? Bana aşık olduğunu sandığım adam başkasıyla evlendi!"
"Mecburen evlendiğimi biliyorsun!"
"Mecburen mi? İstemiyorum, sevdiğim var diyemedin mi?"
"Töre bunu dinler mi sanıyordun? Dinlese bile katil olmamı isteyeceklerdi!"
"Keşke bana ihanet etmek yerine katil olsaydın..."
"Şehnaz, o nasıl laf öyle? Ben sana ihanet etmedim. Hâlâ kör kütük aşığım sana!"
"Bitti. Fırat-Şehnaz aşkı bitti. Bunu aklına sok ve bir daha karşıma çıkma, Fırat Ağa!"
"Benim sana olan aşkım hiçbir zaman bitmeyecek!"
"Ama benim aşkım bitti!"
"Şuan sinirinden böyle konuşuyorsun"
"Hayır. Gayet sakinim. Hatta beni istemeye gelen ilk kişiyle de evleneceğim. Bunu da bil!" Bunu demesiyle kan beynime sıçramıştı. Bir anlık refleksle kolunu sertçe tuttum. Dişlerimi sıkarak konuştum.
"Sakın! Sakın böyle bir şey yapma! Seni kimseye yar etmem!" Kahve gözleri hiddetle bakıyordu bana.
"Bal gibi de yaparım. Bundan sonra sen kendi yoluna ben kendi yoluma!"
"Ne olursa olsun kavuşacağız!"
"Nasıl kavuşacağız? Kuma olarak mı getireceksin beni?" Ben cevap veremeden aramıza başka bir ses girdi.
"Bu imkansız işte!" Sesin geldiği yöne dönünce merdivenlerin başında duran Arjin'i gördüm. Bizi mi dinlemişti? Şehnaz kolunu elimden kurtardı.
"Karın doğruyu söylüyor. Kuma olacak kadar midesiz değilim ben! Size mutluluklar!" Yüzüme bile bakmadan hızla yanımdan çekti, gitti.
Kaderin yeni oyunu da bu olmuştu. Aşkımı da almıştı benden. Uğruna öleceğim, yıllardır hayaliyle yaşadığım aşkımı almıştı.
✬✬✬
Konaktan nasıl çıktığımı hatırlamıyordum. Aşiret liderlerinin Arjin'le evleneceğimi söyledikleri gün bile bu sinir yoktu. Bu sefer sinirden de öte yıkılmışlık vardı üzerimde. Tutunduğum tek dal da kırılmıştı. Şehnaz'dan duymayı beklemediğim şeyler duymuştum. Bu kadar kolay mıydı silip atmak? Hele ona olan aşkıma inanmaması... Beni asıl yıkan buydu.
Ara sıra arkadaşlarla geldiğimiz meyhaneye gelmiştim. Kafa dağıtmaya ihtiyacım vardı. Yoksa öfkeden ve düşünmekten ortalığı birbirine katacaktım. Kaç kadeh içtim bilmiyordum. Yavaştan sarhoş olmaya başladığımı hissedebiliyordum.
Kadehin dibindeki içkiyi içerken yanıma birinin oturduğunu fark ettim. Tek dikişte bitirip kadehi masaya koydum. Yan tarafıma bakınca şirketin avukatlarından olan ve çok yakın arkadaşım Batuhan'ı gördüm.
"Kardeşim ne bu hal böyle?"
"Ne varmış halimde?" Hafiften bulanık görüyordum, Batuhan'ı.
"Alkolü bu kadar fazla kaçırmazdın sen" Viski şişesinin kapağını açıp kadehimi doldurdum.
"Sana da doldurayım mı?"
"Yok kardeşim. İstediğin belgeyi getirdim. Kalkacağım birazdan" Ben doldurduğum kadehi kafama dikerken o da çantasından ince bir dosya çıkarıp bana uzattı. Kadehi masaya bırakınca dosyayı aldım. Açıp göz gezdirdim ama şuan beynim hiçbir şey algılamıyordu.
"Sağ ol, kardeşim"
"Ne oldu? Anlatmak ister misin?"
"Şehnaz istemiyor artık beni"
Arjin'den ;
Sanki bu koltuk benim bir parçam olmuştu artık. Kopamıyordum resmen. Sürekli bu koltuğa oturup ya kitap okuyordum ya da düşüncelere dalarak dışarıyı seyrediyordum. Şimdi de oturmuş kafamdaki binbir türlü düşünceyle Diyarbakır'ı seyrediyordum.
Gündüz olanlar aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Cezaevinden geldiğimde odaya çıkarken Fırat ve bir kadının seslerini duymuştum. Merdivenin son basamağındaydım. Beni fark etmemişlerdi. Tartışıyorlardı ve nedense onları dinlemiş tüm konuştuklarını duymuştum. Kızın adı Şehnaz'dı. Fırat'ın yavuklusuymuş. Tartışmaktan beni fark etmemişlerdi. En sonunda kadının 'Kuma olarak mı getireceksin beni?' lafını duyunca kendime hakim olamayıp araya girdim. Evet, isteyerek evlenmemiştik. Normal bir evliliğimiz yoktu. Ancak tüm bunlara rağmen üzerime kuma gelmesini kabul edemezdim. Gururumu ayaklar altına alamazdım.
Şehnaz son sözünü de söyleyip gidince Fırat bir süre olduğu yerde kaldı. Donmuş bir vaziyette bana bakıyordu. Onun halini umursamayıp odaya girmiştim. Peşimden gelmemişti. İyi ki de gelmemişti. Tartışmaya girecek onunla konuşacak halim yoktu.
Şehnaz'ın 'beni istemeye gelen ilk kişiyle evleneceğim' sözü aklımdan çıkmıyordu. Bununla ilgili aklıma bir şeyler geliyordu. Sonunda Fırat'ın acı çekeceğini bildiğim için aklıma gelen şeyi yapacaktım.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. İblis hâlâ gelmemişti. Umarım gelmezdi. Rahat bir uyku uyurdum. Yere yatağımı kurmuş tam uzanacaktım ki kapı gürültüyle açıldı. Korkuyla kapıya baktım.
Fırat gelmişti. Kapıyı açtığı gürültüyle tekrar kapattı.
"İnsan gibi kapatsana!"
"Rahatsız mı oldun?" Ağzını yayarak konuşmuştu. Ayrıca ayakta zor duruyordu. Sallana sallana bana doğru gelmeye başladı. O yaklaştıkça iğrenç bir koku almaya başladım.
"Evet, rahatsız oldum! Hem bu pis koku ne?" Aramızda birkaç adımlık mesafe kalmıştı. Gözlerini kısarak bana baktı.
"Ben mi pis kokuyorum?" Hâlâ ağzını yayarak konuşuyordu. Kesin alkol almıştı.
"Alkol mü aldın sen?"
"Hmm, evet. Birazcık" Eliyle biraz işareti yapıyordu bir yandan.
"Belli oluyor, birazcık olduğu. Leş gibi kokuyorsun!" İki adım atarak aramızdaki tüm mesafeyi kapattı. Sağ eliyle saçlarıma dokunmaya başladı. İrkildim. Elini ittirdim. Geriye doğru adım attım ancak bir adımda sırtım duvara değmişti.
"Ne yapıyorsun sen?" Ellerini omuzlarımın üzerinden duvara koydu. Kısık gözleriyle bana bakıyordu.
"Bir şey soracağım" İttirmeye çalışıyordum ama hayvan herife gücüm yetmiyordu.
"Çekil, dibimden!"
"Bugün neden Şehnaz'a kuma olarak gelmesinin imkansız olduğunu söyledin?" Pis nefesini yüzümde hissettikçe mide bulantım daha da artıyordu.
"Üzerime kuma gelmesini kabul edecek kadar gurursuz değilim!"
"Hani bu evliliği istemiyordun, benden nefret ediyordun?"
"Evet. Senden de nefret ediyorum bu evliliği de istemiyorum!"
"O zaman kuma gelmesini niye istemiyorsun?" Ağzını yayarak konuşması daha da delirtiyordu beni.
"Böyle bir şeyi kabul ederek gururumu ayaklar altına alırım!"
"Yani başka bir şey yüzünden istemiyorsun kuma gelmesini?" Kaşlarımı çattım.
"Anlamadım?"
"Beni paylaşmak istemediğin için değil yani" Yok artık daha neler. Alkol olan aklını da almıştı. Bu cümleyi mantıklı düşünse kurmazdı.
"Asla öyle bir düşüncem olmadı ve asla da olmaz. Bunu o kıt beynine sok. Kendini de bir halt sanma!"
|
0% |