@aquilajk_1903
|
Bazen;
Hayat yorar insanı Şarkılar yorar Beklemek yorar Özlemek yorar Affetmek yorar Hoş görmek yorar Boş vermek bile yorar Ve insan susar Her şeye, herkese rağmen... Elinden gelen tek şeyi yapar; Bağıra bağıra susar.
Can Yücel ne güzel de anlatmıştı. İnsan yorgunluğundan susmanın kalesine sığınıyordu. Her şey yormuştu beni. 23 yaşında değil de 80 yaşında hissediyordum kendimi. Hayat beni bu yaşıma rağmen nasıl da yormuştu... Hayatın yorduğu tek kişi ben değildim. Biliyordum, nice insanlar vardı. Her şeyden herkesten yorulmuşlardı. Günlerce uyusan da, dinlensen de yorgunluğun geçmiyordu. Benim bedenim değil, ruhum yorgundu. En kötüsü de bu yorgunluk günden güne artıyordu...
İki gündür yine düşüncelerle boğuluyordum. İnsan bir saniye bile düşünmeden yaşayamaz mıydı? Eğer ameliyat gibi bir şeyle düşünme duyumuz alınsaydı koşa koşa giderdim.
Fırat'la iki gündür hiç konuşmamıştık. Geçen gece olanlar yüzünden ona olan nefretim iyice artmış, üstüne sinirlenmiştim. Ayyaş olup bana sarmıştı. Çok önemli bir insanmış gibi kendini önemsemesi yok muydu... Onu kıskandığımı düşünmüştü resmen. Bu cihanda asla olmayacak bir şeyi nasıl düşünebilmişti?
O gün aklıma koyduğum şeyi de unutmamıştım. Bu fikrimi gerçekleştirmek için elimden geleni yapacaktım. Kafamda planı kurmuştum. Zaten benim yapmam gereken ufak bir şeydi. Gerisi su gibi akacaktı.
Dolaptan şalımı çıkarıp kafama taktım. Kabanım ve çantamı da aldıktan sonra odadan çıktım. Çıktığım gibi de Fırat'la karşılaştım. Az daha çarpışıyorduk.
"Nereye?" Yüzüne bakmıyordum.
"Babaannemin yanına"
"Neden?" Her şeyi sorgulayan insanlara sinir oluyordum. Fırat'a zaten ayrı bir sinir oluyordum. Sıkıntıyla nefes alıp verdim.
"Sanane"
"Bir insan hep mi ters olur?"
"Karşısında insan yerine koyacağı kimse yoksa olur" Sabır çektiğini duyuyordum.
"Yürü, ben bırakırım"
"Gerek yok"
"Şoför bıraksın o zaman" Cevap vermeden yanından gittim. Merdivenlerde de Yasir Kozan'la karşılaştım. Beni görünce adım attığı basamakta durdu.
"Nereye gidiyorsun?" Meymenetsiz suratına ters ters baktım sadece. Umursamazca aşağı indim. Arkamdan söyleniyordu. Aslında dönüp ağzının payını vermek lazımdı da uğraşmak istemiyordum.
Şoföre aile dediğim insanların oturduğu konağa gideceğimizi söyledikten sonra yola koyulduk. Konak çok uzak olmadığı için kısa sürede geldik. Ben arabadan inince konağın önünde bekleyen iki koruma,
"Hoş geldiniz, Arjin Hanım" dedi.
"Hoş buldum" diyerek karşılık verdim. İkisi de yıllardır bizim yanımızda çalışıyordu. Aileden birileri olmuşlardı.
Konağa girdiğim an mutfaktan çıkan Gülsüm Abla ile karşılaştım. Sevinçle yanıma geldi, sımsıkı sarıldı.
"Hoş geldin, Arjin'im"
"Hoş buldum, abla"
"Nasılsın, iyisindir inşallah?"
"Şükür, sen nasılsın?"
"Hamdolsun canım, her halimize şükür"
Beraber üst kata salona çıktık. Kadınların salonda olduğunu söyledi. Abimlerde büyük ihtimalle şirkettedir. 23 senemi geçirdiğim konak artık yabancı geliyordu bana. Başkası olsa doğup büyüdüğü evi özlerdi. Bense hiçbir duygu hissedemiyordum.
Üst kata salona çıktığımızda, yengelerimin yan yana oturmuş sohbet ettiklerini gördüm. Babaannem koltuğunda oturmuş tespih çekiyordu. Annemse babaannemin karşısında oturmuş yerde oyun oynayan Yağız ve Azat Abim'in kızı Şifanur'u seyrediyordu. Kapının önünde durmuş onlara bakarken beni annem fark etti. Oturduğu yerden sevinçle kalkıp resmen koşarak boynuma sarıldı.
"Yavrum" Sımsıkı sarılıyordu. Karşılık vermek istemiyordum ama istemsizce sarıldım.
"Oy, kurban olurum. Nasıl da özlemişim" Annemden ayrılıp babaannemin yanına gittim. Uzattığı elini öptüm.
"Hoş geldin, Keça Min"
"Hoş buldum" Babaannemle de sarılınca sıra yengelerime geldi.
"Hoş geldin, canım" dedi, Nursel Yengem.
"Hoş geldin, gülüm" dedi, Rahşan Yengem.
"Hoş buldum" İkisiyle de sarıldıktan sonra çantamı ve kabanımı koltuğa bırakıp yeğenlerimin yanına çöktüm. İkisi de beni görünce neşeyle üzerime atıldılar. Dünyadaki en değerli varlıklarımdı ikisi de. Bu dünyada gözümü bile kırpmadan onlar için canımı verebilirdim.
"Hala, çok özledim seni" diyen Yağız'a daha sıkı sarıldım. Bir kolumla Yağız'a diğer kolumla Şifanur'a sarılıyordum.
"Bende çok özledim, paşam" Şifanur beni öpmeye çalışarak,
"Ha-ya" dedi. Üç yaşında ancak bu kadar dili dönüyordu. Anne-baba demeden hala demeyi öğrenmişti, kurban olduğum.
Bir süre yeğenlerimi öpüp kokladım. Sonra ikisi oyunlarına devam ederken yerden kalkıp koltuğa oturdum. Evdekiler beni gördüğüne sevinmişti. Sevinçleri yüzlerinden belli oluyordu.
"Nasılsın, Keça Min?" Babaannemin sorusuyla bakışlarımı ona yönelttim.
"Hayattayım hâlâ. Sizi sormalı?" Cevabıma bozulduğunu hissettim ama belli etmedi.
"Elhamdülillah, iyiyiz"
"Sana nasıl davranıyorlar, berxamin?"
"Hiçbiriyle muhatap olmuyorum" Şaşkın bakışlar üzerimdeydi.
"Yemeği onlarla mı yiyorsun?" Bu soru da Rahşan Yengem'den gelmişti.
"Yemiyorum, jinap"
"Keça Min, aç kalmıyorsun değil mi?"
"Yemek getiriyorlar, daye"
Uzun süre bu tarz sorulara cevap verdim. Sürekli soru sormalarından bunalmıştım. Gülsüm Abla kahve yapıp getirmişti. Kahveden bir yudum alınca, Gülsüm Abla'nın kahvesini özlediğimi fark ettim. Kahvelerimizi de sohbet eşliğinde içtik. Yengelerim beni güldürmeye çalışıyorlardı fakat boşaydı. Ciddi, soğuk bir şekilde konuşuyordum. Babaannem kahvesinin son yudumunu da alınca fincanı sehpaya koydu. Bakışlarını bana çevirdi,
"Fırat'a da haber verin. Akşam yemeğini beraber yiyelim" dedi. Sinirleneceğimi, kabul etmeyeceğimi bile bile niye böyle bir şey söylüyorsun, babaanne?
"Gerek yok" Cevabıma kimse şaşırmamıştı.
"Artık bir aileyiz. Damadımız da aramıza girecek, beraber vakit geçireceğiz" Damadınızın canı cehenneme. Ben bir şey demeden babaannem bakışlarını Rahşan Yengem'e çevirdi.
"Rahşan, kocanı ara. Fırat'a haber versin. Akşam yemeğini beraber yiyeceğiz"
"Tamam, Héda" Rahşan yengem salondan çıkınca,
"Héda, senle bir şey konuşmak istiyorum" dedim.
"Konuşalım, Keça Min"
"Yalnız konuşalım" Nursel Yengem ve annem merakla baktılar.
"Bir sorun mu var, annem"
"Hayır"
Babaannemle birlikte salondan çıkıp bir zamanlar benim olan odaya girdik. Yarım saat boyunca konuştuk. Aklımdan geçirdiğim, olmasını istediğim planı harekete geçirmiştim. Babaannem ona söylediğim şeylere olumlu bakmıştı. İçten içe sevinmiştim. Eğer gerçekleşirse daha çok sevinecektim.
Babaannemle konuştuktan sonra odadan çıkmak istemedim. O gidince yatağa uzandım. Eski günler geldi aklıma. Her ne kadar önceden çok iyi olmasam da yine bu kadar kötü değildim. Yağız'la oyunlar oynadığım, Şifanur'umla beraber uyuduğum, günümün çoğunu kitap okuyarak geçirdiğim odaydı burası.
Uzanınca içim geçmiş, uyuyakalmıştım. Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda yanımda birinin uzanmış bana sarıldığını fark ettim. Kafamı kaldırınca yanımda yatan kişinin Cüneyt Abim olduğunu gördüm. Yüzümde bir tebessüm oluştu. Bende ona sarıldım. En son 8-9 sene önce abime sarılarak uyumuştum.
"Uyandın mı, prensesim?" Prensesim... Bu kelime ne kadar basit, önemsiz görünse de benim için anlamı çok büyüktü. Babam ölmeden dakikalar önce bana "prensesim" demişti. O öldükten sonra da Cüneyt Abim bana hep 'prensesim' demişti. Belki de babamın anısını yaşatarak beni mutlu etmek istemişti.
Sorusuna cevap olarak kafamı sallayıp gülümsedim. Alnıma bir öpücük kondurdu.
"Özlemişim sana sarılmayı"
"Bende özlemişim"
"En son ben mapusa girmeden önce terasa döşek kurup böyle uyumuştuk hatırlıyor musun?" Hatırlamaz mıydım? O gün babam öldükten sonra çok güldüğüm, eğlenceli geçirdiğim tek gündü belki...
"Hiç unutmadım ki... Devran Abim ve Azat Abim kıskanmıştı. Üzerimize su dökmüşlerdi"
"Sonra da ben Devran'ı terastan aşağı sarkıtmıştım ya atacağım diye korkup altına işemişti" O anları hatırlayınca gülmeye başladım.
"Sabaha kadar uyumamıştık o gün. Çok eğlenmiştik..."
"Hatırlıyor musun bir kere de Devran okula gitmemek için merdivenlerden atlamış ayağını kırmıştı" Abim bir yandan gülüyordu, bir yandan konuşuyordu.
"Babaannem kızdığında da fikrin Azat Abim'e ait olduğunu söylemişti ya. Azat Abim'e ceza olarak terası ve merdivenleri yıkatmıştı annem"
"Devran tam bir fırlamaydı ya. Gerçi Azat da öyleydi de babamdan sonra..." Cümlesinin devamını getirmedi. Daha doğrusu getiremedi. Ne diyeceğini biliyordum. Azat Abim babam öldükten sonra olgunlaşmıştı. Cüneyt Abim daha 14 yaşında evin sorumluluğunu üzerine almıştı. 16 yaşında da ağalık verilmiş, liseyi bile okuyamamıştı. Evlendikten kısa bir süre sonraysa katil olmuş, hapse girmişti. O zaman da ağalık Azat Abim'e verilmişti. Abilerim küçük yaşta olgunlaşmış, tüm aşiretin sorumluluğunu almışlardı.
"Vay be, abimiz bize böyle sarılmadı" Azat Abim kapının önünde kollarını birbirine dolamış, kıskanmış gibi bize bakıyordu.
"Oğlum eşek kadarsın. Utanmıyor musun kıskanmaya?"
"Hiç de bile ne kıskanması" Derken bile kıskandığı bakışlarından belli oluyordu. Bu haline ikimiz de güldük. Cüneyt Abim kolunu açtı,
"Gel lan, kıskanç" dedi. Ben duvar kenarına kaydığım sırada gelip ortamıza girdi, bana sarıldı.
"Hem diyor bana böyle sarılmadın. Hem de çağırıyorum kendi sarılmıyor"
"Ben gülümü özledim" Bende kollarımı Azat Abim'in beline doladım. İnkar edemezdim, özlemiştim. Ya da şuanki ortamdan dolayı böyle düşünüyordum.
"Nasılsın canımın içi?" Azat Abim'in sorusuyla gözlerinin içine baktım.
"Sence?"
"İyi olacaksın" Alnımdan öptü.
"Ohoo, zaten Devran üvey kardeş" Bu sefer de Devran Abim gelmişti.
"Asıl kıskanç geldi" Azat Abim haklıydı. Aramızda en kıskanç olan, Devran Abimdi. Kendisi de bunu biliyordu ki itiraz etmedi. Direkt Azat Abim'in üzerine atladı.
"Oha lan, yavaş ol"
"Çekilin ben bacımın yanına geçeceğim"
"Oğlum dur lan, biraz hasret gidereyim" Çocuk gibi didişiyorlardı. Biliyordum, bana çok düşkünlerdi. Özellikle Devran Abim. Babam öldüğünde herkes annem ve babaannemi teselli etmeye çalışırken o benim yanımdan ayrılmamış, o travmayı atlatmam için çabalamıştı. Ama unutamıyordum tüm bu olanları. Beni göz göre göre cehenneme göndermelerini unutamıyordum.
Abilerimin didişmesine Nursel Yengem son vermişti. Fırat'ın geldiğini, salonda babaannemle oturduğunu söylemişti. Cüneyt ve Azat Abim kalkıp yanına gitmişlerdi. Biz Devran Abim'le yatağın başlığına yaslanmış oturuyorduk. Kafamı Devran Abim'in omzuna yasladım.
"Nasılsın, Çavreşamın?" Devran Abim'in bana hitap şekli neredeyse hep buydu. Onun Kara Gözlü'süydüm ben.
"Nasıl olduğumu anlatacak kelime bulamıyorum, abi" Yutkunduğunu hissettim.
"Affet Abim. Seni bile bile ateşe attık"
"Affetmek Allah'a mahsustur. Ben sadece unutamıyorum hiçbir şeyi"
"Unutacaksın"
"Nasıl olacak o?" Devran Abim cevap veremeden odaya Rahşan Yengem girdi.
"Gençler, yemek yiyeceğiz. Gelin, hadi"
"Tamam, Jinap" Abim kalkınca bende kalktım. Rahşan Yengem gitmişti. Abim aynalığın çekmecesini açtı. Çekmecenin içinden bir şey çıkarmıştı ama göremiyordum ne olduğunu. Çekmeceyi kapatıp bana döndü. Elinde bir zamanlar kullandığım telefonum vardı. Bana uzattı.
"Al bunu. Sana ulaşabilelim"
"Tamam" Telefonu aldım. Masanın üzerindeki çantamı alıp içine koyduğum sırada,
"Bu kart da senin. İçinde yüklü para var" diyerek banka kartını uzattı bana.
"Gerek yok, istemiyorum"
"Arjin, lafımı ikiletme be gülüm. Al hadi, nakitte vereceğim. Lazım olur" Devran Abim'e itiraz etme hakkım yoktu. Banka kartı ve bir miktar nakit parayı da çantama koyduktan sonra salona çıktık. Herkes yemek masasında oturmuş bizi bekliyordu. Babaannem 'kocanın yanına otur' der gibi bakışlar attığı için mecburen Fırat'ın yanına oturdum.
Sessiz süren yemek faslı sonrası kahveler gelmişti. Babaannem sürekli Fırat'a sorular soruyordu. Fırat da zoraki cevaplar veriyordu. Burada olmak istemediği her halinden belli oluyordu. Net olan da şuydu ki onu da burada babaannem dışında kimse istemiyordu. Ara ara Azat Abim sohbetlerine dahil oluyordu. Cüneyt Abim ve Devran Abim hiç konuşmamıştı. Devran Abim hoş geldin bile dememişti.
Çok geç saate kalmadan kalkmıştık. Herkesle vedalaştıktan sonra konaktan ayrıldık. Abilerimin hepsi de Fırat'la tokalaşıp hoşçakal demişti. Devran Abim'i babaannem bakışlarıyla uyarmış, öyle tokalaşmıştı. O kadar olaydan sonra normal bir yaşantımız olamazdı. Bunun için çaba sarf etmek saçma olurdu.
"Bir daha beni ailenle bir araya getirme" Gözlerini yoldan ayırmadan konuşmuştu. Sinirli bakışlarla ona döndüm.
"Yapmak isteyeceğim son şey bile değil bu! Seni babaannem çağırdı, ben değil!" Araba sürüyor olmasaydı kafasına vuracaktım. Aslında araba sürmesi bir engel değildi benim için. Ancak ona dokunmak istemiyordum.
"İki saat katil abinle oturmak işkenceydi" İşte bu beni durduramazdı. Çantamı kafasına sertçe vurdum.
"Sen ne dediğini sanıyorsun?!"
"Ne yapıyorsun be manyak? Kaza yapacağız!"
"Yapalım da geber!"
"Sende geberirsin!"
"Umrumda bile değil!" Tekrar vurmuştum. Sağ elini direksiyondan çekip bileğimi tuttu. Bana döndü,
"Rahat dur Bi!" dedi.
"Abime sakın bir daha katil deme!"
"Katile ne denir, sen söyle o zaman?" Ne denirdi ki? Katile katil denirdi. Benim abime böyle denmesi zoruma gitmişti ama katil olduğu bir gerçekti. Gerçekler neden insana hep ağır ve acı geliyordu?
Fırat'tan ;
Oscar Ödülü'nü sadece başarılı filmlere, oyunculara vermemelilerdi. Eziyet çekip, bir şeylere sabredenler de Oscar Ödülü almalıydı. Mesela ben hak ediyordum. Arjin gibi bir insana katlanmak her gün onunla uğraşmak büyük sabır ve çaba gerektiriyordu.
Hiç usanmak bilmeyen bir kızdı. Her şeye bir cevabı vardı. Aynı ortamda bulunduğumuz da sürekli tartışıyorduk. Bıkmıştım, artık. Hayatımı zindana çevirmişti. Gün geçtikçe çıkmazda kayboluyordum, sanki.
Şehnaz'a da ulaşamıyordum. Engellemişti beni. Birkaç defa evlerinin oraya gittim. Odasının camını karşısında saatlerce beklememe rağmen bir kere bile çıkmadı. Kardeşi Şilan'ı arayıp, Şehnaz'la konuşmak istediğimi söylediğimde o da kızmıştı. 'Ablam seninle görüşmek istemiyor. Rahatsız etme artık. Eğer bir daha ararsan babama söyleyeceğiz' demişti. Aşkımı görmezden gelmesi çok acı veriyordu. Kalbime bir öküz oturmuş, kalkmıyordu. Aşk acısı ne de berbat bir hastalıkmış.
Yine şirkette geç saate kadar durmuştum. Erkenden gidip Arjin'le tartışma yaşamak istemiyordum. Birkaç gündür o uyuduktan sonra gidiyordum. Böylece yatağa sakin kafayla giriyordum. Açıkçası, artık sakin bir kafa yapısına sahip değildim. Aklım her an Şehnaz'daydı. Ya birisi istemeye gider de evlenirse diye düşünmekten kafayı yiyecek duruma geliyordum. Öyle bir şey olursa kaldıramazdım.
Arabayı konağın önüne park ettim. İneceğim sıra torpidonun gözünde duran bir dosya gözüme çarptı. Dosyayı elime alınca 10 gün önce Batuhan'a hazırlattığım dosya olduğunu gördüm. Ben bunu nasıl unutabilmiştim? Gerçi kafa mı kalmıştı bende. Bu kafayla adımı bile unutmadığıma şükretmeliydim.
Dosyayı alıp arabadan indim. İnşallah Arjin uyumamıştır. Unutmadan bu işi halletmeliydim. Merdivenleri ikişer ikişer çıkarak odaya geldim. Kapıyı açtığımda karanlık odayla karşılaştım. Uyumuştu, anlaşılan. Kapıyı kapatıp odanın içine girdim. Işığı açtığımda yine camın önündeki koltukta oturduğunu gördüm. Koltukla bütünleşmişti resmen. Sürekli o koltukta oturuyordu.
"Baksana bi" Karşılık vermedi. Odanın ortasına doğru ilerledim.
"Bakar mısın?"
"Ne var?" Bana bakmadan cevap vermişti.
"Bir şey konuşmamız lazım"
"Seninle hiçbir şey konuşmak istemiyorum" Sakin ol Fırat...
"Önemli bir şey" Aynalığın önündeki sandalyeyi alıp oturduğu koltuğun önüne koydum ve karşısına oturdum. Buzlar Kraliçesi'ni andıran suratını 'ne var' der gibi bana çevirdi. Elimde tuttuğum dosyayı uzattım.
"Bir anlaşma yapmamız lazım"
"Ne anlaşması?" Dosyayı hâlâ almıyordu.
"Dosyaya bakarsan anlarsın" Elimdeki dosyayı sertçe çekerek aldı. İçini açıp bakınca ne demek istediğimi anlamıştı. Bende konuşmama devam ettim;
"Bu evliliğin böyle devam etmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Bu yüzden artık bir çözüm bulmamız lazımdı. Benim aklıma da bu fikir geldi"
"Şaşırdım" Anlamayarak baktım.
"Neye?"
"Senin mantıklı düşünebilmene" Bana laf sokmasa uyuyamazdı.
"Laf sokmayı bırak. Bu 6 aylık bir sözleşme. Evliliğin 6. Ayında boşanabiliriz. Zaten 3 Ay olmak üzere" Dosyanın içini okumaya başladı. Bir yerde kaşlarını çattı, bana baktı.
"Ben senin bir iğneni bile istemiyorum. Ev ve para nedir?"
"Anlaşma gereği bir şeyler vermem gerekiyor"
"İstemiyorum hiçbir şeyini"
"Sen bilirsin. İmzalayacak mısın?"
"Seninle bir ömür geçirecek değilim ya tabi imzalayacağım"
Sabır çekerek ceketimin cebinden kalem çıkarıp uzattım. Kalemi alıp imzalaması gereken yerleri imzalamaya başladı.
"3 Ay daha beraberiz. Süre dolunca bir bahane bulup boşanmak istediğimizi söyleyeceğiz" Törenin boşanmayı kabul etmeyeceğini biliyordum. Üstüne Ağa'ydım bir de. Kuma getirir yine de boşanma kabul etmezlerdi. Buralarda bir kız gelinliği ile girdiği evden ancak kefeniyle çıkabilirdi.
"Töre denen illetin bunu kabul etmeyeceğini bilmeyecek kadar salak değilsindir herhalde"
"Biliyorum zaten. Bir bahane bulmak için 3 ayımız var. Düşüneceğiz bir şeyler" Dosya ve kalemi bana uzattı. Bende imzalamam gereken yerleri imzaladım.
"Yalan dolana alışıksınız. Bulursun sen bir yalan" Sabrım tükenmek üzereydi.
"Sen galiba boşanmak istemiyorsun. Laflarından bunu anlıyorum. Aşık mı oldun yoksa bana?" Hep o mu beni kızdıracaktı. Birazda ben onun damarına basacaktım. Yerinden hızla kalktı.
"Bu iki oldu! Eğer bir daha bana böyle bir imada bulunursan olacaklardan ben sorumlu değilim!" Parmağını sallayarak konuşmuştu. Ne demek istediğini anlamamıştım. Şaşkınca oturduğum sandalyeden kalktım.
"İki oldu derken?"
"Düşün istersen!" Bana çarparak gitti. Ben ona hiçbir zaman bir ima da bulunmamıştım ki. Şimdi sırf o beni kızdırıyor diye söylemiştim. Büyük ihtimalle rüyasında görmüştü. Rüya ve gerçeği bir tutuyordu.
Dosyayı masaya bıraktım. Sabah şirkete götürecektim. Evde birisi görürse sıkıntı olurdu. Gardıroptan geceliklerimi alıp banyoya girdim. Sıcak duşun altına attım kendimi. Duş bedenimi rahatlatsa da ruhumu rahatlatamıyordu. Ruhum daralmış, boğuluyordu.
3 ayın bir an önce geçip bitmesini istiyordum. Boşandıktan sonra Şehnaz'ıma kavuşabilecektim. Kuma olarak öldürselerde gelmezdi. Zaten bende kuma olarak getirmezdim. Hayatımda sadece sevdiğim kadın olsun istiyordum. Arjin'i istemiyordum. Ondan kurtulmak istiyordum. Elimden gelse hemen kurtulacaktım ki şansıma anlaşmalı evliliklerin bitmesi için en az 6 Ay beraber olunması gerekiyormuş. Mecbur 3 Ay daha katlanacaktım bu çileye. Ve ne yapıp edip Şehnaz'la konuşmam gerekiyordu. Beni 3 Ay daha beklemesi için ikna etmeliydim. Durumu ona açıklamalı, Arjin'le gerçekten karı-koca olmadığımızı söylemeliydim. 'Allah'ım sen gönlüme, ruhuma ferahlık ver. Kalbimden geçirdiklerimi gerçekleştir'
|
0% |