Yeni Üyelik
24.
Bölüm

23. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Telefonun sesiyle zoraki gözlerimi açtım. Elimi komodine uzattım. Telefonu alınca arayanın kim olduğuna bakmadan açıp kulağıma götürdüm.

 

"Alo"

 

"Günaydın, Fırat. Uyandın mı?" Konuşan kişinin bizim aşiretten Berzan olduğunu anladım.

 

"Uyuyordum, Berzan"

 

"Kusura bakma, rahatsız ettim"

 

"Bir şey mi oldu?" Esnerken sol elimle de gözlerimi ovuşturdum.

 

"Bugün akşam bizim aşiretin toplantısı var. Onu haber vermek için aradım" Off... Bu tamamen aklımdan çıkmıştı.

 

"İyi yapmışsın. Aklımdan çıkmış benim"

 

"Aman ha, unutulmaz böyle şeyler. Koskoca aşiretin ağasısın. Sana yakışmaz"

 

"Gevezelik yapma, oğlum"

 

"Uyuyorum burada, sussana!" Güne yine hanımefendinin terslikleriyle başlamıştık. Sıkıntıyla nefes verdiğim sırada telefondan Berzan'ın sesini duydum.

 

"Yengeyi rahatsız ettik galiba. Kapatıyorum ben. Toplantı Macîd Ağa'nın konağında. Görüşürüz"

 

"Görüşürüz" Telefonu kapatınca saatin 08.30 olduğunu gördüm. İç sesim uyumamı, mantığım şirkete gitmemi söylüyordu. Tabi ki mantığımı dinleyecektim. Uyusaydım Arjin rahat vermezdi.

 

Yataktan kalkınca yerde yatan Arjin'i fark etmeyerek takıldım ve maalesef ki üzerine düştüm.

 

"Oha, dikkatli olsana!" Kollarıyla beni ittirmeye çalışıyordu.

 

"Bilerek mi düştüm sanki!" Söylene söylene ayağa kalktım.

 

"Kör değilsin ya, bu tarafta yattığımı biliyorsun"

 

"Kızım, bir anlık dalgınlığıma geldi"

 

"Bir daha olmasın!"

 

"Emredersiniz!" Sabah sabah yine germişti beni.

 

Dolaptan takım elbise alıp banyoya girdim. Yerimde başka birisi olsa bir gün bile katlanmazdı bu kadına. Psikolojisi bozuktu. En iyisi bir psikiyatriste götürüp tedavi ettirmekti.

 

Banyoda üzerimi değiştirdim. Parfümümü sıkıp saçlarımı da düzelttikten sonra katladığım geceliklerimi alıp banyodan çıktım. Gecelikleri komodinin üzerine koyup yatağı düzeltmeye başladım. Bir de bunu yapıyordum. Arjin 'kendi yatağını kendin düzelt' demişti. İlk dediğinde umursamamıştım ama akşam geldiğimde yatağın sabah bıraktığım gibi durduğunu görünce şaşırmıştım. Kendisi düzeltse ölürdü, kesin. Artık mecburen düzeltiyordum. Bizimkilerden birisi görünce sıkıntı çıkabilirdi. Başımın bir de bu yüzden ağrımasını istemiyordum. Hâlâ yatmakta olan Arjin'e seslendim,

 

"Sana bir önerim var"

 

"Ne?" Kızım bari uyanınca sakin ol be.

 

"Seni psikiyatriste götürmemi ister misin?" Ağzımdan çıkan kelimeleri duyar duymaz yerinden kalktı. Öldürücü bakışlarını üzerime sabitledi.

 

"Kendin gitmeye ne dersin?"

 

"Bu gidişle senin yüzünden bende gideceğim ama şuan en çok ihtiyacı olan sensin" Sinirlendiği her halinden belli oluyordu. Bu da hoşuma gitmişti. Karşısındakini delirtmek ne demekmiş anlardı, umarım.

 

"Haklısın aslında, sizinle aynı ortamda kim yaşasa psikolojisi bozulur" Hiçbir lafın altında kalmama gibi bir huyu vardı.

 

"Senin psikolojin doğuştan bozuk bence" Yere eğilip eline yastığı alınca yapacağı şeyi anlayarak hemen kapıya doğru koştum. Tam kapıyı açarken kafama yastığı yemiştim.

 

"En azından psikolojim bozuk! Karakterim değil!" Son sözünü duymamış gibi yaptım. Kapıyı çarpıp, çıktım. Karakterimde ne vardı benim? Tanıyor muydu da böyle konuşuyordu?

 

Alt kata indim. Salona girdiğimde bizimkilerin kahvaltı yaptığını gördüm. Kumru beni görünce yerinden kalktı. Koşarak yanıma geldi.

 

"Günaydın, amcaa" Bacağımın yarısına gelen boyuyla sarılmıştı bana. Kucağıma alıp öptüm.

 

"Günaydın, amcasının prensesi"

 

"Günaydın, Kûre Min"

 

"Günaydın" Kumru'yu kucağımdan indirdim.

 

"Hadi, amcam. Kahvaltını yap sen"

 

"Sende, gel" Elimden tutarak çekiştirmeye çalıştı.

 

"Gideceğim ben, amcam"

 

"Nereye?" Annemin sorusuyla ona baktım.

 

"Şirkete, dâye"

 

"Kahvaltını yap öyle git"

 

"Yok, canım istemiyor" Hayatımda Arjin gibi bir kadın olunca bende iştah falan da kalmamıştı.

 

"Abi, çörekten al bari. Yolda yersin"

 

"Yok" Israr etmesinler diye arkamı döndüm. Salondan çıkarken aklıma gelen şeyle tekrar onlara döndüm. Masanın başında oturan babama baktım. O da bana bakıyordu.

 

"Haberin vardır belki. Akşam Macîd Ağa'nın evinde toplantı var"

 

"Biliyorum, oğlum"

 

"Şirkette bir şeyler ye. Aç kalma"

 

"Yerim, dâye"

 

Daha fazla konuşmadan yanlarından ayrıldım. Babama kızgınlığım hâlâ geçmemişti. Aramız limoniydi. Mecbur kalmadıkça konuşmuyordum. Düşmanımız da olsa bir kadına öyle şey yapmak adamlığa sığmazdı. Babamdan hiç beklemediğim şeydi. Benim acımdan dolayı yapmış olsa da affedilir şey değildi. Ayrıca sırf bu hatası yüzünden Arjin'i hapisten çıkarmamı istemişti, Jiyan Ağa. Üstüne Ağa'lık da verilmiş, bir ton sorumluluk yüklenmişti. Ağalık eninde sonunda verilecekti de Arjin'den şikayetçi olmayıp karım olarak getirtmem en kötüsüydü. Babam bu iğrençliği yaptırmasaydı şikayetçi olur, şimdi de sevdiğim kadınla beraber olurdum. Ah baba ah, beni bir töre bir de sen yaktın.

 

Kafamdaki binbir düşünceyle şirkete geldim. Anlaşmanın olduğu dosyayı da alarak odama çıktım. Ezgi de kapıda karşılayıp, gün içinde yapılacaklardan bahsederek benle odama girdi. Bugün çok yoğun ve yorucu geçecekti. Gündüz şirketin işleri, akşam aşiretin mevzuları... Gece de eminim ki yine Arjin'in çenesi yoracaktı.

 

"Kahvaltı yapmadıysanız odanıza bir şeyler getirteyim mi, efendim?"

 

"Yok, Ezgi. Sağ ol. Sadece sert bir kahve gönder"

 

"Tamam, efendim" Ezgi odadan çıktıktan kısa süre sonra personelden biri kahvemi getirdi.

 

Kahve eşliğinde imzalamam gereken dosyaları imzaladım. Öğlene kadar dosyalar ve telefon görüşmeleriyle uğraştım. Öğleden sonra toplantı vardı. Toplantıdan sonra fabrikaları denetlemeye gitmem gerekiyordu. Bir sürü iş vardı. Tek başına idare etmek zordu. Hakkını yemeyim babamda ilgileniyordu. Yine de çoğu sorumluluk bendeydi.

 

Sabahtan beri kahve dışında bir şey yiyip içmemiştim. Acıkmıştım. Ceketimi giydim. Tam kapıyı açacakken kapı açıldı. Batuhan'la karşı karşıya geldik.

 

"Çıkıyor muydun, kardeşim?"

 

"Yemeğe gidiyordum. Gel beraber gidelim"

 

"Olur valla. Acıktım bende"

 

Sabah evden getirdiğim dosyayı da aldım. Beraber şirketten çıktık. Şirketin yakınlarında bulunan bir restoranta gidip yemeğimizi yemeye başladık.

 

"Nasılsın, kardeşim?" Batuhan'ın sorusuyla bakışlarımı yediğim yemekten ona çevirdim.

 

"Fena değil, sen nasılsın?"

 

"İyiyim çok şükür. Şehnaz'la ne yaptınız?" Şehnaz'ın adını duyunca yutkunma gereğinde bulundum. Elimdeki çatalı tabağa bıraktım.

 

"Hiçbir şey yapmadık. Engellemiş beni ulaşamıyorum. Evlerinin önüne gittiğimde de çıkmıyor. Son çare kardeşini aradım o da kızdı. Elim kolum bağlı oturuyorum"

 

"Bak, Fırat. Kardeşim, senin için ne kadar zorsa onun için de o kadar zor. Ona biraz zaman ver. Zamanla yumuşayacak, konuşacak senle" En çok istediğim şey buydu.

 

"Umarım dediğin gibi olur, kardeşim"

 

"Arjin'le ne yaptınız peki? Anlaşmayı imzaladı mı?" Kafamı evet anlamında sallayıp yanımda getirdiğim dosyayı Batuhan'a uzattım. Dosyayı elimden alınca incelemeye başladı.

 

"İyi bari, bu konuda şansın yaver gitmiş"

 

"İmzalayacağını biliyordum zaten. Onun da en çok istediği şey benden kurtulmak"

 

"İkinizin de hayatıyla oynadılar"

 

"Beni öldürmeye çalışan kadını karım olarak kabul etmemi istemeleri en acısıydı"

 

"Tamam artık oraları düşünme. Biraz daha sabret, kurtulacaksın yakında"

 

"Kurtulacağım kurtulmasına da Şehnaz'a ulaşmam onunla konuşmam lazım. Beni biraz daha beklemesini isteyeceğim"

 

"Biraz zaman ver, kız yumuşasın öyle konuşursun"

 

"Yapacak bir şey yok"

 

Sessizlik içinde yemeğimizin geri kalanını yedik. Batuhan'ın adliyede işleri olduğu için şirkete tek başıma döndüm. Toplantı saati de gelmişti. İstanbul'dan ortaklık teklifi için gelmişlerdi. Şimdi bir toplantı yapacaktık. Eğer iki taraf için de şartlar uygunsa anlaşma imzalanacaktı. Toplantı salonuna girdiğimde herkesin beni beklediğini gördüm. Babamda gelmiş, baş köşeyi bana bırakmıştı. Hoş geldiniz faslından sonra yerime oturdum, toplantıya başladık.

 

Toplantı iki saate yakın sürmüştü. Her şey konuşuldu, tartışıldı. En sonunda anlaşmaya vardık. Artık iki şirkette ortak çalışacaktı. Bu anlaşmayı kutlamak için ortaklarımız bu akşam yemek yiyelim istedi. Babam bu akşam için mümkün olmayacağını, yarın konağımızda ağırlamak istediğimizi söyleyince kabul edip gittiler.

 

Biraz dinlenmek için odama geçtim. Dinlendikten sonra denetime gitmem gerekiyordu. Mesai saatinin bitimine az kaldığı için mecbur sadece bir fabrikaya gidecektim. Diğerleri yarına kalmıştı. Koltuğa oturmuş, kafamı geriye atmıştım. Kapı tıkladı.

 

"Gel" Kapı açılınca oturma şeklimi düzeltip gelene baktım. Babam gelmişti.

 

"Müsaade var mıdır, oğlum?" Göz devirdim.

 

"Var" Masamın karşısındaki koltuğa oturdu. Arkasına yaslandı ve beni izlemeye başladı.

 

"Fabrikaları denetlememiz lazım. Bugün birine gidebilirim sadece. Sende işin yoksa birine gider misin?"

 

"Giderim, oğlum"

 

"Tamam" Yerimden kalktım. Kapıya doğru ilerliyordum ki babamın sesiyle durdum.

 

"Oğlum" Ona dönmeden,

 

"Efendim?" dedim.

 

"Öfken ne zaman geçecek?" Sorusunu cevapsız bıraktım. Çünkü bunun cevabını bende bilmiyordum.

 

"Ben senin düşmanın değilim. Babanım. Ne yaptıysam senin için yaptım" Son cümlesiyle ona döndüm.

 

"Benim için bir kıza tecavüz ettirdin! " Bu cümleyi kurmak bile insanı delirtiyordu.

 

"Ne etseydim ya? Oğlumu vuran kadının rahatça yaşamasına müsaade mi etseydim?"

 

"Yaptığın hatayı savunuyor musun bir de?" Babamdan hiç beklemediğim bir şeydi.

 

"Tamam o zamanki üzüntüyle mantıklı düşünemedim ama geçti gitti. Kız da bir şey demedi. Sen niye hâlâ bana soğuksun?"

 

"Kız niye bir şey demedi biliyor musun? Haberi yok. Olsa emin ol ortalığı yakar" Arjin'i az da olsa tanıdıysam ortalığı birbirine katar, babamın boğazına yapışırdı.

 

"Bitti, gitti oğlum. Artık böyle davranma. Hem hani sevmiyordun o şeytanı? Niye onun için kızıyorsun?" Hâlâ neden kızdığımı anlamaması ayrı çıldırtıyordu beni.

 

"Baba! Düşmanımda olsa bir kıza böyle bir rezillik yapılırsa tabi kızarım. Benimde bacım var!"

 

Son sözümü de söyleyip çıktım. Şirkette olan huzurumu da babam kaçırmıştı. Fırat Ağa'ya hiçbir yerde rahat, huzur yoktu. Öfkeyle şirketten çıktım.

 

Arabayı Kayapınar'a doğru sürmeye başladım. Oradaki fabrikaya gidecektim. Birkaç saatlik de olsa bu ilçeden uzaklaşmak istiyordum. Şeytan diyordu sık kafana kurtul bu dertlerden. Lanet olsun ki yapamıyordum! Bu dünyam zaten yanmıştı, öteki dünyamı da yakmaya gerek yoktu. Allah'ın verdiği güçle dayanmaya çalışıyordum.

 

Arabayı çok hızlı sürdüğümü fark ettiğimde yavaşladım. Kayapınar, Ergani'ye yakın olduğu için çok sürmeden fabrikaya geldim. Personel kapıda karşıladı. Hal hatır sordular. Aynı şekilde bende onlara sordum. Dertlerini, isteklerini dinledim. Çalışma ortamlarını inceledim, bir sıkıntı var mı diye. İncelemelerim de bitince fabrika müdürünün odasına geçtik. Onunla da yapılması gerekenleri konuştuktan sonra burada işlerim bitmişti.

 

Ben fabrikadan çıktığımda mesai saati de çoktan bitmişti. Keşke bende burada çalışan herhangi bir işçi olsaydım. Derdim, tasam olmasaydı bir kuru ekmeğe muhtaç olsaydım. Töreye bağlı bir aşiretin çocuğu olmaktan iyiydi her şey.

 

Hava kararmak üzereydi. Aşiret yavaş yavaş Macîd Ağa'nın evine gitmeye başlamıştır. Akşam yemeği de orada yenecekti. Ne gitmeye ne de başka bir şey yapmaya hevesim yoktu. Zoraki arabanın sürücü koltuğuna oturdum. Tam arabayı çalıştırmıştım ki telefonum çaldı. Arayan Macîd Ağa'ydı. Oflayarak telefonu açtım.

 

"Efendim, Ağam?"

 

"Neredesin, Fırat Ağa?"

 

"Kayapınar'dayım, ağam"

 

"Hayırdır. Bir sıkıntı yoktur inşallah?"

 

"Yok, ağam. Fabrikayı denetlemeye geldim"

 

"He. Aşiret yavaş yavaş toplandı. Sende geç olmadan gel"

 

"Tamam, ağam. Yarım saate gelirim" Telefonu kapatınca yola koyuldum.

 

Kafamda derin düşüncelerle, yaralı kalbimle arabayı sürüyordum. Göğsümün tam ortasında bir ağrı vardı. Tuhaf olanda bu ağrı bedensel bir ağrı değildi. Ruhum ağrıyordu. Şimdi bu göğsümdeki ağrının günahı kime yazılacaktı? Kaderime mi, yoksa töreye mi?

 

Macîd Ağa'nın konağına geldiğimde arabayı konağın aşağısına park ettim. Konağın etrafı araba dolmuştu. Gördüğüm manzaradan herkesin geldiğini anladım. Konağın kapısındaki korumalarla selamlaştıktan sonra üst kata çıktım. Aşiret toplantıları ya ağanın evinde yapılırdı ya da liderlerin evinde. Daha önce de birkaç defa Macîd Ağa'nın evinde yapıldığı için toplantıyı hangi odada yaptığını biliyordum. O odaya girdiğimde herkesin oturduğunu gördüm.

 

 

Beni görenler 'Hoş geldin, Fırat Ağa' demeye başladı. Önce büyüklerimin elini öptüm, ardından diğerleriyle tokalaştım. Babamı da kimse laf etmesin diye başımla selamladım. Köşede oturan Berzan'ın yanına oturacağım sırada,

 

"Gel, senin yerin burasıdır" dedi, Macîd Ağa yanını işaret ederek. Onlara göre ağanın yeri baş köşeydi. İtiraz etme hakkım olmadığı için Macîd Ağa'nın yanına oturdum.

 

"Çawa Yî, Fırat Aga?" Bana nasılsın diye soran Şiwan Ağa'ya baktım. Kendisi Türkçe'yi pek konuşamıyordu. Aşiretin en yaşlı bireyiydi. Bir zamanlar koca aşireti kendisi yönetiyordu.

 

"Ez baş im, Şiwan Aga. Tu çawa yi?" İçimde depremler olsada iyiyim demekten başka çarem yoktu. Gerçi kötüyüm desem de umursanmayacağını, törenin öne sürüleceğini biliyordum.

 

"Ez jî baş im" Şiwan Ağa'dan sonra diğer büyüklerime de hal hatır sordum. Sonra da ortaya,

 

"Sizler nasılsınız, gençler?" diye sordum. Bu fasıl bitince sofra kuruldu. Yemeğimizi yedik. Çalışanlar kahvemizi getirince toplantı başlamıştı. İçimde anlam veremediğim bir sıkıntı vardı. Çok tuhaf hissediyordum kendimi.

 

"Kış geldi malum. Aşiretin yoksullara yardıma başlaması lazım artık" dedi, Ömer Dayım.

 

"Haklısın, Xalo. Listeleri yapalım. Kimlere ne kadar ne yardımı yapılacak belirleyelim" Her kış mutlaka yoksullara yiyecek, giyecek ve yakacak yardımı yapardık.

 

"Gençler listeyi yapsın" diyen Macîd Ağa'ya teyzemin büyük oğlu aynı zamanda Şehnaz'ımın abisi Serhat cevap verdi;

 

"Tamam, ağam. Biz hallederiz" dedi. Macîd Ağa kafasıyla onayladı.

 

"Bu kış odun ve kömür yardımını daha fazla yapalım"

 

"Ağa sensin, Fırat. Sen ne dersen o" diyen Ezman Ağa'ya,

 

"Estağfurullah, ağam" diyerek cevap verdim.

 

Uzunca bir süre yapılacaklar hakkında, Diyarbakır halkı hakkında konuştuk, istişare ettik. Teröre karşı nasıl bir önlem alabiliriz onu konuştuk. Son zamanlarda yine teröristler dağa gençleri, çocukları kaçırmaya başlamıştı. Bunun önüne geçmemiz lazımdı. Dayımın küçük oğlunu da birkaç ay önce kandırıp dağa kaçırmışlardı. Geri gelmesi için çok fazla uğraşmıştık. En sonunda dayım o şerefsiz teröristlerin komutanlarından birine ulaşabilmiş para karşılığında oğlunu geri alabilmişti. Hadi dayım para vererek de olsa oğlunu alabilmişti. Ya diğer analar babalar ne yapacaktı? Bu diyarda töreden daha kötü olan tek şey terördü. Terörde, töre gibi nice ocaklar yıkıp, yakıyordu.

 

Gece olmak üzereydi. Tüm sorunlar, yapılacaklar konuşulmuştu. Sorunlara daha çok benim çözüm bulmam istenmişti. Aşiretin yeni ağasıyım diye her şeyi öğrenmemi, idare etmemi istiyorlardı. Bana yine bir ton sorumluluk yüklemişlerdi.

 

"Evlilik nasıl gidiyor, Fırat Ağa?" Ben konuşulacak her şey bitti, artık gideriz diye düşünürken gelen soruyla bir anlık afalladım. Neyse ki hemen kendime geldim.

 

"İyi, çok şükür" Yalan söylemekten başka çarem yoktu.

 

"Ne demişler nikahta keramet vardır" Hasan Ağa'nın cümlesiyle gülecek gibi oldum. Ağam, nikah bittikten saatler sonra bana karı olarak getirdiğiniz kadın beni vurdu. Neresinde keramet var?

 

"Eh, madem artık bu evlilik de yolunda gidiyor. Aşiretin isteğini de yapma zamanın geldi" Macîd Ağa'nın cümleleriyle bakışlarım merakla doldu.

 

"Yapmam gereken nedir, ağam?"

 

"Her ağanın soyunu devam ettirmesi için çocukları olması şarttır. Aşiret de artık ilk çocuğunu kucağına almanı istiyor" Duymayı beklemediğim şeylerdi. Neye uğradığıma şaşırmıştım. Beni iyice çıkmaza sokuyorlardı. Sevmediğim, daha elimi bile sürmediğim kadından nasıl çocuk isteyecektim? Ayrıca anlaşma imzalamıştık. 3 ay sonra boşanacaktık. Biz böyle bir anlaşma yapmışken aşiretin çocuk isteğine ne cevap verecektim? İnanacakları, sorgulamayacakları bir bahane bulmalıydım. 3 ay daha beklesinlerdi. Sonrasında hayırlısı ile Şehnaz'ımla çocuklarım olurdu.

 

"Ağam, biliyorsunuz normal bir evlilik olmadı bu. Daha yeni yeni toparlanıyoruz. Çocuk sahibi olmak için biraz daha zamana ihtiyacımız var" En usturuplu bahane buydu. Onaylayan sesler duyunca rahatlama geldi. Babamla göz göze geldik. Toplantı boyunca çok fazla konuşmamıştı. Fark etmiştim ki artık eskisi gibi sayılmıyordu. Son yaptığından sonra bunu hak etmişti. Jiyan Ağa da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bana ağalığın verildiği gün söylemişti.

 

"Doğru dersin, Fırat Ağa. Biraz daha zaman geçsin. O zaman inşallah kucağına sırayla çocuklarını alırsın" Alacaktım, alacaktım da sevdiğim kadından olacaktı çocuklarım. 3 ay daha dişimi sıkacaktım. Arjin'den boşanır boşanmaz Şehnaz'ımı istemeye gidecektim.

 

"Fırat Ağa, yarın akşam müsaitsin değil mi?" Eniştemin sorusuyla ona döndüm.

 

"Yeni ortaklarımızla yemek yiyeceğiz, zava. Ne oldu?"

 

"Hayırlı bir iş vardır, şükür. Şehnaz'a görücü geliyor" Duyduğum şeyle sanki beynimden aşağı kaynar sular dökülmüştü.

 

"Ne?"

 

"Doğanlı'lardan Devran'a istemeye gelecekler, inşallah"

 

Dünya dönmeyi bırakmıştı, benim için. Konuşulanları duymuyor, etrafı görmüyor, hiçbir şey hissetmiyordum. Donmuş, kalmıştım. Aklıma Şehnaz'ın 'Beni istemeye gelen ilk kişiyle evleneceğim' sözü geldi. İçim öfkeyle doldu. Ne olursa olsun onunla konuşmam lazımdı. Yerimden roket gibi kalktım.

 

"İyi geceler, herkese" Diğerlerinden yanıt gelmeden hızla çıktım. Kimin ne düşündüğü ne dediği şuan umursayacağım son şey bile değildi.

 

Son sürat arabayı Şehnaz'ın evine sürdüm. Zorla da olsa konuşacaktım. Dakikalar sonra Şehnaz'ın odasının karşısındaki sokağa gelmiştim. Odasının ışıkları açıktı, uyumamıştı. Birkaç defa kornaya bastım. Dördüncü çalışımda perde çekildi, cam açıldı. Camı açan kişi Şehnaz'dı. O etrafa bakınırken arabadan indim.

 

"Şehnaz" diye seslendim. Yüzünü tam olarak göremesemde bana baktığını görüyordum. Saniyeler içinde hızla içeri girip, camı ve perdeyi kapattı. Bu kız bu kadar inatçı değildi. Ne ara böyle olmuştu? Öfkem daha da artmıştı. Kardeşi Şilan'ı aradım. Meşgule aldı. Yine aradım, yine meşgule aldı. Pes etmeyecektim. Bu gece Şehnaz'la konuşmadan buradan gitmeyecektim. Şilan en sonunda telefonu açarak,

 

"Ne var? Niye rahatsız edip duruyorsun?" diye kızmaya başladı.

 

"Şehnaz'a söyle yanıma gelsin. Konuşmak istiyorum"

 

"Ablamın senle konuşacak bir şeyi yok! Git, biri görmeden. Bizimde başımızı belaya sokma!"

 

"Şehnaz gelmeden tek adım atmayacağım!"

 

"O zaman çok beklersin!" Telefonu suratıma kapattı. Gitmeyecektim. Konuşmadan, gitmeyecektim. Öfkem hafiflemeden, Şehnaz'dan olumlu bir şey duymadan hiçbir yere gitmeyecektim.

 

Bir ara Şehnaz'ın odasının perdesinin arkasında bir gölge belirdi. Şehnaz'dı büyük ihtimalle. Hâlâ burada olup olmadığıma bakıyordu, anlaşılan. Pes edeceğimi düşünüyordu ama yanılıyordu. Yarım saat boyunca arabanın yanında öfkemle beraber bekledim. Ayak sesleri duyunca sesin geldiği yöne baktım. Birisi hızla bana doğru geliyordu. Yaklaştıkça gelenin Şehnaz olduğunu gördüm.

 

"Şehnaz" Karşıma geçmiş, sinirle bana bakıyordu.

 

"Ne işin var senin burada?"

 

"Seninle konuşmaya geldim"

 

"Benim seninle konuşacak bir şeyim yok dedim!"

 

"Ama benim var!" Ses tonumu kontrol edememiş, bağırmıştım.

 

"Bağırma! Bir duyan olacak. Sonra adım çıkacak, evli adamla gece yarısı görüşüyor diyecekler"

 

"Kimin ne dediği umrumda değil!"

 

"Ama benim umrumda!"

 

"Bir şey duydum. Doğru mu?"

 

"Ne duydun?"

 

"Seni istemeye geleceklermiş" Kelimeler ağzımdan zoraki çıkmıştı. Duruşunu dikleştirerek bana baktı.

 

"Evet. Yarın Devran Doğanlı'ya istemeye gelecekler" Beni delirtmek istiyordu. Çok rahat söylüyordu bir de.

 

"Kabul etmeyeceksin!"

 

"Sana mı soracağım?"

 

"Evet, bana soracaksın!"

 

"Sen kimsin de sana sorayım?"

 

"Ben bir süre sonra kocan olacak adamım. Anladın mı?" Kendime hakim olamamış, Şehnaz'ın kolundan tutmuştum. Sokak lambasının aydınlattığı yüzüne bakınca onu çok özlediğimi fark ettim. Alnına bir öpücük bıraktığım an beni sertçe ittirdi. Bunu beklemiyordum. Şaşkınlıkla bakakaldım.

 

"O dediğin var ya artık ölsem de olmayacak. Sen evlisin artık!"

 

"Ben hâlâ seni seviyorum! Ve biliyorum sende beni seviyorsun!" Kafasını hayır anlamında salladı.

 

"Sevmiyorum, artık!"

 

"Bana olan kızgınlığından böyle konuşuyorsun"

 

"Hayır, kızgın değilim. İnan artık seni düşünmüyorum bile!"

 

"Şehnaz... Sen neler diyorsun? Hani bizim aşkımız mezara kadardı"

 

"Öyle sanmıştım ama değilmiş. Sevmiyorum seni, bunu anla ve rahat bırak beni!"

 

"İnanmıyorum sana!"

 

"İnansan iyi edersin, çünkü yarın beni istemeye geliyorlar ve ben Devran Doğanlı'yla evlenmek istiyorum. Ben senin düğününe gelememiştim ama sen yakın zamanda benim düğünüme gelirsin" Her bir kelimesiyle kalbime oklar saplanmıştı. Duyduklarımı hazmedemiyordum. Beynim söylediklerini tekrar ediyordu. Kalbim yerinden sökülecek gibiydi. Ruhum, tutunduğu son dal da kırılınca bedenimi terk etmek için çırpınıyordu.

 

Son sözlerini söyleyip ardına bile bakmadan beni sokağın ortasında parçalara ayrılmış kalbim ve ruhumla bırakmıştı. Tek başıma mahşer yeri gibiydim. Etrafım ateşlerle çevrilmiş, cayır cayır yanıyordum.

 

İşte bu gece her şeyin bittiği, tüm hayallerimin başımdan aşağıya dökülüşünü izlediğim geceydi. Bir gecede beni silmişti. Dolunayın yıldızların arasından bizi seyretmesiyle gömmüştü beni bu geceye... Ben bu gece, bir gecede yok oluşumu izlemiştim. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ben bir daha kimseyi onun gibi sevmeyecektim. Kimse onun kadar güzel olmayacak, onun gibi gülmeyecek, onun kokusu gibi huzur vermeyecekti. Bizden geriye sadece benim sevgim kalmıştı. O gitmişti ve her şey bitmişti. Kendimi buna hazırlamamıştım. Her şey güzel olacak sanmıştım.

 

Tek düşünmediğim olasılık beni bir kalemde silerek, yok etmesiydi. Unutmak, yılların aşkını bitirmek bu kadar kolay mıydı? Senin unutman, silmen ne kadar kolaydıysa benim seni unutmam o kadar zordu. Asırlar sürerdi, unutmam. Benim sevgimin bitmesi için bu şehrin yanması, küllerinin kaybolması gerekti. Bir gecede, unutulmaz bir gecede hatırlanmadığı gibi...

Loading...
0%