Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Midemde hissettiğim ağrı ile gözlerimi açtım. Sabah sabah bu ağrı da nereden çıkmıştı ya? Sanki birisi bıçak saplıyordu mideme. Yattığım yerden doğruldum. Midemi ovmaya başladım. Gözlerim bozulmamış, boş duran yatağa kaydı. Erkenden gitmişti anlaşılan. Komodinin üzerindeki telefonumdan saate bakınca daha sabahın 07.17'si olduğunu gördüm. Bu kadar erken çıktığına hiç rastlamamıştım. Ayrıca ben uyumadan önce gelmemişti. Sonra gelseydi mutlaka tıkırtısını duyardım. Kesin yine içip içip sızmıştır bir yere.

 

Acıyla ayağa kalktım. Ağrıdan iki büklüm duruyordum. Sıcak bir duş alsam iyi gelirdi belki. Dolaptan kıyafetlerimi alıp banyoya geçtim. Her ihtimale karşı kapıyı kilitledim. Küvetin içini sıcak suyla doldurdum. İçine girdim. Sıcağın insana çok farklı bir etkisi oluyordu.

 

Sıcak yavaş yavaş mayıştırmıştı. Midemde rahatlamış, hafif bir ağrı vardı sadece. Küvetten çıkıp kurulandıktan sonra üzerimi giyindim. Havluyu ıslak saçlarıma dolayınca odaya girdim. Önce yerdeki yatağı topladım. Sonrada yatağa oturup ayaklarımı uzattım. Gözlerimi kapatıp düşüncelere daldım. Tabi bu düşünceler de cehennemden farkı olmayan hayatımdan ibaretti.

 

Sözleşmeyi imzalamıştım. 3 ay sonra bu cehennemden kurtuluyordum. Kurtulmadan da içimi soğutacak bir intikam alacaktım. Fırsatım olursa daha beterlerini de yapacaktım. Bu konaktan giderken arkamda acılarla dolu insanlar bırakmak istiyordum.

 

Planladığım şey bugün gerçekleşiyordu. Gerisi su gibi akacaktı. Bugün Devran Abim'e, Fırat'ın yavuklusu Şehnaz'ı istemeye gideceklerdi. O gün Şehnaz'ın 'beni istemeye gelen ilk kişiyle evleneceğim' sözünden sonra düşünüp durmuştum. Aklıma Devran Abim gelmişti. O da evlenmek istiyordu. Hem onun isteği gerçekleşecek hem de Fırat acının en büyüğünü çekecekti.

 

Babaanneme Şehnaz'ı istemeye gitmelerini tavsiye ettiğimde çok sevinmişti. Benim artık kendi evliliğime alıştığımı, abimin de evlenmesini istediğimi düşünmüştü. Ah, babaanne! Sen torununu daha tanıyamamışsın.

 

Kapının açılma sesini duyunca gözlerimi açtım. Saniyeler içinde kapı kapandı, odaya Fırat girdi. Ceketini omzuna atmış, gömleğinin üst düğmeleri açıktı. Gözleri şiş, saçları da dağınık duruyordu. Kısacası dağılmıştı. Halinden anladığım kadarıyla sevdiğini istemeye gideceklerini öğrenmişti. İyi olmuştu, daha beter olurdu inşallah.

 

Bana bakmadan dolaptan kıyafetlerini alarak banyoya geçti. Bende yataktan kalkıp cam kenarındaki koltuğa oturdum. Kesin uyurdu. Muhatap olmaya gerek yoktu, o söylemeden yataktan kalkmak en iyisiydi.

 

Okuyacak kitabım kalmamıştı. İnternetten sipariş versem hem o kadar beklemeyez, sıkılırdım. Hem de bu lanet konağın adresini bilmiyordum. Kalkıp kimseden de isteyemezdim. En iyisi çarşıya çıkıp almaktı.

 

Aynanın karşısına geçip şalımı taktım. İyice zayıflamış, solmuştum. Ne zaman iyi olurdum bilmiyordum. Artık iyi olmaya bile hevesim yoktu.

 

Dolaptan kabanımı ve çantamı çıkardım. Telefonumu çantama yerleştirdikten sonra kabanımı giydim. Çantamı omzuma taktığım sırada Fırat banyodan çıktı. Göz göze geldik. Sararmış göz bebeklerinden uykusuz olduğunu anladım. Üzerinde takım elbisesi vardı. Anlaşılan uyumayacak, gidecekti. Bakışlarımı çekip kapıya doğru adım atmaya başladım.

 

"Nereye?" Yorgun bir ses tonuyla sormuştu. Derin nefes aldım.

 

"Hesap verme gibi bir zorunluluğum yok."

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

"Sanane" Bir şey demesine fırsat vermeden hızla odadan çıktım. Merdivenlerden inerken bir el kolumdan tutup durdurdu beni.

 

"Şu huyundan vazgeç artık!" Sinirle bana bakan Fırat tutmuştu, kolumu. Kolumu elinden kurtarınca bende öfkeli bakışlarımı ona diktim.

 

"Bana dokunma!"

 

"Sana insan gibi soruyorum. Aynı şekilde cevap vermek zor mu?"

 

"Seninle muhatap olmak istemiyorum demek ki"

 

"İnan bende seninle muhatap olmak istemiyorum ama anlaşma bitene kadar gerçek evli gibi görünmemiz lazım"

 

"Anlaşma da olsa senle evli rolü yapmayacağım"

 

"Bak canım sıkkın. Sende daha fazla germe beni!" Canının neye sıkkın olduğunu düşünmeye gerek yoktu. Biliyordum, zaten.

 

"Beter ol!" Arkamı dönüp merdivenleri hızlı bir şekilde inmeye başladım. Son basamağa geldiğimde ayağım takıldı. Tam düşecekken bir elin belimden tutmasıyla kurtuldum.

 

Beni tutan kişi Fırat'tı. Bakışlarımız birbirini bulmuştu. Şuanki durumda yüzümde şaşkın bir ifade olduğundan emindim. Fırat'ın bakışları ise acı ve hüzün doluydu. Onun acı çekmesi içimdeki ateşi az da olsa söndürmüştü.

 

Hemen kendime gelerek,

 

"Bırak beni!" dedim. Merdivenin demirine tutunarak Fırat'tan kurtuldum.

 

"Teşekkür edeceğin yerde çemkiriyorsun!"

 

"Teşekkür insanlara edilen bir şeydir!" Lafıma bozulmuştu. Umursamadım, konağın kapısını açarak dışarı çıktım. Arkamdan geldiği ayak seslerinden belli oluyordu. Yanıma yaklaştı, kapıdaki korumaların duyamayacağı bir ses tonuyla,

 

"Son kez soruyorum. Nereye gidiyorsun?" dedi.

 

"Cehenneme gidiyorum. Gelmek ister misin?"

 

"Sabır, cidden sabır ya!" Kudur Allah'ın cezası! Yine kolumdan tuttu. Arabaya doğru yürütmeye çalıştı, beni.

 

"Bin arabaya! Nereye gideceksen bırakayım!"

 

"Kendim giderim!" Kolumu kurtarmaya çalışıyordum ama nafileydi. Toynaklarıyla öyle bir tutmuştu ki milim gücüm yetmiyordu.

 

Şoför koltuğunun yanına oturttu, kendisi de şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırırken bende bir yandan söyleniyordum.

 

"Şehir magandası mısın, ha? Zorla arabaya bindirmek nedir?"

 

"Hak ediyorsun!" Çantamla sertçe koluna vurdum.

 

"Arjin! Biraz uysal ol, Allah aşkına! Daha fazla germe beni!" Sinirini aklınca benden çıkarmaya çalışıyordu.

 

"Asıl sen beni geriyorsun!"

 

"Tamam, uzatma! Nereye gideceksin?"

 

"Çarşıya!" Bağırarak söylemiştim.

 

"Bağırmadan konuş! Başım ağrıyor!"

 

"Umrumda değil başının ağrısı!" Başını sinirle sağa sola salladı.

 

"Ne yapacaksın, çarşıda?" Cevabını vermek istemiyordum ama bu kadar gerginlik yeterdi. Benimde sinirlerim bozulmuştu.

 

"Kitap alacağım"

 

"Ne kitabı?" Sabır cidden ya...

 

"Okuma kitabı!"

 

"Çalışma odamda bir sürü okuma kitabım var. Onları okuyabilirsin"

 

"Senin hiçbir şeyini istemiyorum!"

 

"İyilik de yaramıyor!"

 

İkimizde konuşmadan yola devam ettik. Çarşıya geldiğimizde yoldaki insanlar Fırat'a selam veriyordu, çok önemli biriymiş gibi... Kitapçının önüne geldiğimizde arabayı durdurdu. Yüzüne dahi bakmadan arabadan indim, kapıyı sertçe kapattım.

 

Kitapçıya girdiğimde tüm dertleri unutmuş, kendimi bambaşka bir dünyada hissetmiştim. Kitapların kokusu bile insana huzur veriyordu.

 

"Hoş geldin, Arjin Abla" Kitapçının sahibinin oğlu Ensar oturduğu sandalyeden kalkarak yanıma geldi. Hafifçe gülümsedim.

 

"Hoş buldum, Ensar. Nasılsın?"

 

"İyiyim abla, seni sormalı?"

 

"Şükür diyelim"

 

"Kitap mı alacaktın?"

 

"Evet. Yeni kitaplar geldi mi?"

 

"Geldi abla. Şu raf hep yenilerle dolu" Eliyle karşı kitaplığı gösterdi.

 

"Tamamdır"

 

Karşı kitaplığa yöneldim. Birbirinden güzel kitaplarla doluydu. Hepsini tek tek incelemeye başladım. Yirmiden fazla kitap seçmiştim. Seçtiğim kitapları rafın önünde duran küçük oturağa bırakıyordum. Yukarı rafta 'Bin Muhteşem Güneş' adlı kitap dikkatimi çekmişti. Uçurtma Avcısı'nın yazarının kaleme aldığı bir kitaptı. Elimi uzatıp kitabı almaya çalıştım, ancak boyum kısa olduğu için ulaşamıyordum. Ben kitabı almaya çalışırken arkamdan bir el kitabı aldı. Arkamı dönünce Fırat'la burun buruna geldik. Ne işi vardı burada? Gitmemiş miydi? Aramızdaki mesafeden rahatsız olmuş diğer tarafa geçmiştim. Elinde tuttuğu kitabı bana uzattı. Ters ters baktığımı görünce,

 

"Alsana" dedi. Kitabı aldım. Arkasındaki yazıyı okuduğum sırada,

 

"Güzel kitap. Okuyabilirsin" dedi. Omuz silktim. Kitabı rafa bırakarak, diğer almak istediğim kitapları Ensar'la masaya taşıdım. Ensar ücreti hesaplarken çantamdan cüzdanımı çıkardım. Ben parayı uzatırken, Fırat elindeki kartı Ensar'a uzattı.

 

"Buradan al, Ensar." Diğer elindede az önce rafa bıraktığım kitap vardı. Onu da masaya bıraktı.

 

"Bunu da alıyoruz" dedi. Ensar elinden kartı alacağı sırada,

 

"Hayır. Ben vereceğim, ücretini" diyerekten parayı uzattım. Ensar şaşkınlık ve kararsızlık içinde bize bakıyordu.

 

"Hanginizden alayım şimdi?"

 

"Benden!" İkimizde aynı anda söylemiştik.

 

"Arjin Abla, kızma ama kocandan alacağım. Kocası varken karısından para almak olmaz" Allah'ım! Kocan diyordu. Herkes mi beni deli ederdi...

 

"Ensar!" Sesim biraz yüksek ve sinirli çıkmıştı. Ensar, Fırat'ın elinden kartı alırken 'yapacak bir şey yok' der gibi baktı. Öfkeyle Fırat'a döndüm. Yüzünde zafer kazanmış bir eda vardı.

 

Sinirimle dükkandan çıktım. Fırat elinde poşetlerle arkamdan geldi. Poşetleri arabanın arkasına yerleştirirken bana baktı.

 

"Ne bekliyorsun? Binsene!" Emir veriyordu bir de. Yerden taşı alıp kafasını yaracaktım en sonunda.

 

"Bana emir verme!"

 

"Biner misin, arabaya?"

 

"Kendim giderim!"

 

"Poşetleri tek başına taşıyamazsın konağa kadar"

 

"İstemiyorum onları!"

 

"Boşuna mı aldık?"

 

"Kendin okursun artık. Senin aldığın bir kitabı okumam!" Okumazdım.

 

"Sen ne inatçı bir şeysin ya!"

 

Sağıma dönüp birkaç adım attığım sırada bir mağazadan Şehnaz ve yanında iki kadının çıktığını gördüm. Şimdi yürümeye devam edersem ve beni yürürken Fırat'ı da arabayla giderken görürlerdi. O zaman da Şehnaz aramızın iyi olmadığını düşünür abimle evlenmekten vazgeçerdi ve planım da boşa giderdi. Bu riski alamazdım. Zoraki adımlarla arabaya döndüm. Fırat yeni biniyordu. Şehnaz'ı görmemişti büyük ihtimalle. Arabayı çalıştırmadan hemen arabaya bindim. Bana şaşkınca baktı.

 

"Hani binmeyecektin"

 

"Şimdi de binmek istedim"

 

"Yemin ederim ruh hastasısın" Sabrımı sınıyordu.

 

"Uzatma, sür arabayı"

 

"Uşağın değilim. Emir verme!" Beyefendiye bakın,hele. Dakikalar öncesinde kendisi bana emir veriyordu. Şimdi benim ona emir vermemden rahatsız olmuştu.

 

"Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma sende!"

 

"3 ay bir an önce geçseydi de kurtulsaydım senden" Merak etme kurtulacaksın. Kurtulduğunda da acılar içinde olacaksın.

 

"O günü iple çekiyorum"

 

Çarşının içinde ilerlediğimizi fark edince,

 

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Arabayı sürdüğü yer konağa ters yöndü.

 

"Sanane" Sakin ol, Arjin...

 

"Düzgün cevap ver!"

 

"Düzgün bir cevap alamamak nasılmış?" Aklınca bana gönderme yapıyordu. Omuz silktim. Bakışlarımı dışarıya çevirdim. Benim cevap vermediğimi görünce,

 

"Kahvaltı yapmaya gidiyoruz" dedi.

 

"İstemiyorum"

 

"Fikrini sormadım"

 

"Bana emri vaki yapma!" Cevap vermedi. Birkaç dakika sonra bir lokantanın önünde arabayı durdurdu.

 

"İn, hadi"

 

"İstemiyorum, dedim. Sağır mısın?"

 

"Bende fikrini sormadım, dedim."

 

"Kaşınma!" Çantamla vuracağım sırada havada duran kolumu tuttu, yavaşça indirdi.

 

"Konakta bir şey yemediğini biliyorum. Hastalanacaksın, ailenin çenesiyle uğraşamam"

 

Sabır çekerek arabadan indim. O da inince aynı hizada yürüyerek lokantaya girdik. Ben aynı hizada yürümemek için hızlı yürüsem de bana yetişiyordu. İnsanlar laf söz etmesin diye yaptığı şeyler beni çileden çıkarıyordu.

 

Lokantaya girdiğimizde olduğu yerde kaldı. Niye kavak gibi dikilmişti?

 

"Ne dikiliyorsun?" Hiçbir tepki vermiyordu. Kafamı baktığı yöne çevirince Şehnaz ve yanında gördüğüm iki kadın karşımızdaki masada oturuyordu. Şehnaz'a bakıyordu. Yutkunduğunu fark ettim. Şehnaz'da su şişesini ağzına götürürken bizi gördü. Öylece kalakaldı.

 

"Burada kavak gibi dikilecek misin?" Söylenerek Fırat'ın koluna dokundum. Ona dokunmayı hiç istemiyordum ama şuan Şehnaz bizi görmüşken bunu yapmam iyiydi. Fırat, kendisine dokunduğum sırada kendine geldi. Bana döndü,

 

"Gel, gidiyoruz" dedi. Şehnaz burada diye gitmek istiyordu. Peki ben gider miydim? Hayır.

 

"Gitmiyoruz. Açım ben"

 

"Başka yere gideriz"

 

"Hayır, burada yiyeceğiz" İtiraz etmesine fırsat vermeden Şehnaz'ların çaprazındaki masaya oturdum. Fırat da mecburen gelip karşıma oturdu. Şehnaz dik dik bana bakıyordu. 'Ne var' gibisinden bir bakış yolladım. Kafasını eğdi.

 

Garson yanımıza geldiğinde kahvaltı istediğimizi söyledik. Kısa sürede kahvaltı sofrasını kurmuşlardı. Ben yemeye başladığımda Fırat çay kaşığıyla oynuyordu.

 

"Buraya o kaşıkla oynamaya mı geldin?" diye sordum.

 

"Evet" Bu ortamda bulunmak isteyeceğim son şey bile değildi. Ancak içimde biriktirdim intikam ateşi uğruna bir plan kurmuştum. O planın gerçekleşmesi için de her şeye katlanacaktım.

 

Zaten iştahım olmadığı için zoraki bir şeyler yedim. Fırat hiçbir şey yememiş, sadece çay kaşığıyla düşünceli halde oynamıştı.

 

"Doydum, ben"

 

"İki zeytin yiyerek mi doyuyorsun sen?"

 

"Evet"

 

"Adam akıllı yap kahvaltını, gidelim"

 

"Doydum, diyorum. Anlaman mı kıt?"

 

"Uğraşamayacağım, senle" diyerek ayağa kalktı. Cebinden para çıkarıp masaya bıraktı. Bu sırada çaprazımızda oturan Şehnaz'ların seslerini duyuyorduk.

 

"Kızlar, çok heyecanlıyım. Akşam istemeye geliyorlar beni" Fırat'ın duyması için de sesini yükselterek söylemişti. Fırat bunu duyunca yüzü kaskatı kesildi.

 

"Ay evet, abla. Babamlar da müsaade ederse kabul edecek misin?" Karşısında oturan kızlardan biri konuşmuştu, şimdi de.

 

"Tabi ki de, Şîlan. Devran Doğanlı'yla evlenmeyi kim istemez ki" Bu cümleden sonra Fırat şimşek hızıyla lokantadan çıktı. Bende yerimden kalktım kabanım ve çantamı elime aldım. Gideceğim sırada aklıma gelen şeyle Şehnaz'a döndüm.

 

"Eğer istemeye geliyorlarsa abimin de gönlü vardır. Şimdiden mutluluklar dilerim, küçük yengecim"

 

Şehnaz'ın şaşkın bakışlarını ardımda bırakarak lokantadan çıktım. O cümleyi kurmak midemi bulandırmıştı. Özellikle yenge demek... Fırat'ın arabada beklediğini görünce arabaya bindim.

 

"Oturduğun yerden kalkıp gelmek çok mu zordu?" Sinirli olduğu ses tonundan belli oluyordu.

 

"Şehnaz'a mutluluklar dileyip geldim. O yüzden beklettim seni"

 

Gözlerini yumdu. Acı çekiyordu. Kalbi acıyordu. Biliyordum. Ben yıllarca abisi yüzünden acı çekmiştim. Şimdi sıra onlardaydı.

 

Fırat'tan ;

 

Arjin'i eve bıraktıktan sonra Bağlar'a doğru yol aldım. Sinirimden arabayı 90 da sürüyordum. Kaza yaparım, polise yakalanırım korkusu yoktu. İçimdeki acıyı korku duygusu bile alt edemezdi.

 

Bunca yıl 'seni seviyorum' diyerek bana yalan mı söylemiştin, Şehnaz? Hani bizim sevgimiz ne olursa olsun mezara kadardı? Seni sevdiğimi bildiğin halde bana bu acıyı niye yaşatıyorsun?

 

Töre uğruna değil de kendi isteğimle evlenmişim gibi tepki gösteriyordu. Benim yaşadıklarımı görmemiş miydi? Ölümün ucundan kılpayı dönmüştüm. Bunları nasıl görmezden gelebiliyordu. İstediği kadar kızsın, bağırsın, çağırsın, ağzıma sıçsın! Ama başkasıyla evlenmesin. Ben buna dayanamam...

 

"Sen kimseyi aşk acısıyla sınama, Allah'ım"

 

Bağlar'a geldiğimde hızımı yavaşlattım. Yolda geçen tanıdıklara selam vererek fabrikaya ulaştım. Uzun uzun incelemelerde bulundum. İyi ki gelmişim. Çok fazla sıkıntı vardı. Özellikle işçiler arasında iletişim, anlaşma sıkıntısı varmış.

 

Son fabrikamızı Bağlar'a kurmuştuk. Burada çok fazla işsiz var diye yardımcı olalım, evlerine ekmek götürsünler demiştik. Ancak fabrika kurulduğundan beri sıkıntı bitmiyordu. Sürekli kavgalar oluyordu. Birkaç kere bıçaklanma olayları da olmuştu. Bir türlü baş edememiştik bu ilçeyle.

 

Müdüre gerekli talimatları verirken odaya ustabaşı girdi.

 

"Ağam, kusura bakmayın bölüyorum ama bir maruzatım vardı"

 

"Buyur, Lütfü Amca" Lütfü Amca fabrika kurulduğundan beri burada çalışıyordu. Fabrikanın hem karakter açısından hem de iş açısından en düzgün olanıydı. Bu yüzden ustabaşı olmuştu.

 

"Bizim işçilerden bir genç arıza çıkardı. Mesai çıkışını beklemeden gitmem lazım diyor"

 

"Nedenmiş, bir sıkıntı mı var?"

 

"Yok, Ağam. Afedersin, sevgilisi mi ne varmış. Onunla görüşmeye gidecekmiş" Ayağa kalktım.

 

"Gidelim, sıkıntısını çözelim"

 

Lütfü Amca'yla aşağı indik. Beni çalıştıkları yere götürdü. Bir genç köşeye oturmuş sigara içiyordu, onun dışında herkes çalışıyordu.

 

"Fevzi, gel buraya" Lütfü Amca'nın sesini duyan Fevzi elindeki sigarayı yere attı, üzerine basarak söndürdü ve yanımıza geldi. Gözüm yerdeki sigarada kalmıştı.

 

"Çöpün orada mı kalacak?" diye sordum.

 

"Temizlikçiler alır" Pişkin pişkin yanıt veriyordu.

 

"Git çöpünü al oradan!" Sesim sert çıkmıştı. Fevzi yerinden kımıldamadı.

 

"Neyi bekliyorsun?"

 

"Temizlikçilerin işi o, boşa mı para alıyorlar?"

 

"Boştan yere para almasınlar diye sende iş mi çıkarıyorsun onlara?" Ses tonum giderek yükseliyordu. Herkes işini bırakmış, bize bakıyordu.

 

"Aynen öyle" Kafamı sinirle sağa sola sallarken Lütfü Amca da Fevzi'ye sus işareti yapıyordu.

 

"Derdin ne senin? İzin istemişsin"

 

"Evet, sevgilimle buluşacağım" Rahatlığı beni delirtmişti. Yüzünün ortasına bir yumruk indirmemek için kendimi zor tutuyordum.

 

"Sen sevgilinle buluşurken işini kim yapacak?"

 

"O kadar işçi var, yapsın biri"

 

"Boştan yere para alacaksın o zaman"

 

"Bir günden bir şey olmaz" Allah'ım, niye normali bulmuyor beni?

 

"Sen bu gevşekliğinle neyine güveniyorsun?"

 

"Gevşek falan ayıp oluyor"

 

"Burada ayıbı eden sensin!"

 

"Yoo, hiç de bile!"

 

"Git, sevgilinin yanına!" Gözleri parladı.

 

"Valla mı? Sağ olun, ağam"

 

"Git ama bir daha bu fabrikaya adım atmayacaksın!" Gevşekliğinin karşılığında işinden olmuştu, gerizekalı.

 

"Ne yani? İşten mi çıkarıldım?"

 

"Biz ona kovulma diyelim"

 

"Yapamazsınız"

 

"Senin gibi davranan herkese yaparım"

 

"Ağasın, malın mülkün var diye bizlere böyle davranamazsın!"

 

"Nasıl davranıyormuşum?"

 

"Ukalaca" Sabrımın tükendiği yere gelmiştim. Öfkeme yenik düşerek yumruğumu suratına indirdim. Sert vurmuştum ki yere yığılmıştı.

 

"Bir daha bu fabrikanın sınırlarına dahi girmeyeceksin!" Az önceki gevşekliğinden eser kalmamıştı. Korkuyla bakıyordu. Bacağına tekme attım.

 

"Siktir git, şimdi!" Korkusundan nasıl kaçacağını bilememişti. O gidince bizi izleyen şaşkın ve ürkek işçilere döndüm,

 

"Bundan sonra kim az önce ki gevşek gibi yaparsa aynı muameleyi görür!" dedim.

 

✬✬✬

 

Akşama kadar fabrikalarla uğraşmıştım. Bağlar'dan sonra Çınar ve Sur'a da gitmiş, oradaki fabrikaları da denetlemiştim. Oralarda ciddi bir sıkıntı yoktu. Bağlar uğraştırmıştı beni. Fevzi denen puştu kovduktan sonra fabrikada işim bitince çıkmıştım ki kapıda beni Fevzi ve yanındaki arkadaş çetesi karşıladı. Ellerine sopaları alıp gelmişlerdi. Güya intikam almak için arkadaşlarını toplamış, beni döveceklermiş. Belimdeki silahımı çıkarıp havaya bir el ateş edince hepsi de çil yavrusu gibi dağıldı. Bu ilçe ne zaman düzelecekti? Her gün bu ilçeden vukuat haberleri geliyordu. Polisler bile baş edemiyordu.

 

Hava kararmadan eve vardım. Yeni ortaklarımız yemeğe gelecekti. Onlardan önce konağa gitmem lazımdı. Konağa geldiğimde babamın arabasını göremedim. Büyük ihtimalle şirketteydi. Sabah beni aradığında bugün şirkete gitmeyeceğimi, fabrikalarla ilgileneceğimi söylemiştim. O da şirkette duracağını söylemişti.

 

Yukarıya odama çıktığımda Arjin her zaman ki yerinde oturmuş kitap okuyordu. Muhatap olup tartışmaya gerek yoktu. Sıkkın olan canımı iyice sıkacaktı yoksa. Banyoya girip parfümümü sıktım. Üzerimi değiştirmeye mecalim yoktu. Dün gece hiç uyumamıştım. Sabaha kadar meyhanede oturmuştum. Çok yorgun hissediyordum. Gözlerim şişmişti, yorgunluğum her halimden belli oluyordu. Bedenimin yorgunluğunu görürlerdi de ruhumun yorgunluğunu kim görecekti?

 

Odanın kapısı tıklayınca parfümü yerine bırakıp banyodan çıktım. Kapı yavaşça açıldı, Dicle kapıdan başını uzattı.

 

"Abi"

 

"Efendim?" Yanına gittim. Araladığı kapıyı sonuna kadar açtım.

 

"Misafirler geldi"

 

"Babam geldi mi?"

 

"O da geldi"

 

"Tamam" Kapıyı kapatıp Dicle ile beraber aşağı indim. Babam misafirlerimizi kapıda karşılamış tokalaşıyordu. Yanlarına gidip zoraki bir gülümseme ile,

 

"Hoş geldiniz" dedim. Gerçekten gülecek halim kalmamıştı.

 

"Hoş bulduk, Fırat Bey" diye karşılık verdiler.

 

Yukarı kata salona çıktık. Önce hal hatır sorarak muhabbet ettik. Ardından sofra kurulunca yemeğe geçtik. Yemeği sadece ortaklarımızla beraber babam ve ben yemiştik. Buralarda kadınlar yabancı erkeklerin yanında oturmaz, yemek yemezdi. Annemler misafirlerimize 'Hoş geldiniz' demiş yanımızdan ayrılmışlardı. Olması gereken de buydu.

 

Yemekten sonra Dicle kahve ve tatlı getirmişti. Dicle kahveleri ikram ederken ortaklarımızdan Emre Bey'in ona baktığını fark edince ister istemez gerildim.

 

"Dicle, sen çıkabilirsin"

 

"Tamam, abi" Dicle tepsiyi alarak salondan çıktı.

 

"Fırat Bey, siz evli miydiniz?" Murat Bey'in sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. Bu soruya hayır demeyi ne kadar çok istesem de mecbur doğruyu söyleyecektim.

 

"Evet"

 

"Eşiniz nerede?" diye sordu, Emre Bey. Adama ayar olmaya başlamıştım.

 

"Odamızda, Emre Bey"

 

"Artık ortağız ve aile sayılırız. Birbirimizi yakından tanımamız lazım" dedi, Murat Bey.

 

"Haklısınız" diyerek Murat Bey'i onaylamıştı, babam.

 

"Eşinizle tanışmamız da mümkün mü?" Emre Bey iyice sinirimi bozmaya başlamıştı. Hayır diye cevap vereceğim sırada, Murat Bey de,

 

"Çok iyi olur aslında. Ortağımızın eşiyle tanışmak hakkımız" dedi. Lan, ne yapacaksınız? Sizin ortağınız benim. Arjin'le ne alakanız olabilir?

 

"Kendisi müsait değil" Böyle söyleyerek konuyu kapatacağımı sanmıştım ama yanılmıştım.

 

"Neden? Bir sıkıntı yoktur umarım?"

 

"Hayır, Emre Bey. Biraz rahatsız sadece"

 

"Geçmiş olsun. Neyi vardı?" Adamın bu merağı niyeydi çözememiştim.

 

"Başı ağrıyordu"

 

"Geçmiş olsun. Bir bakın isterseniz, kendini iyi hissediyorsa iki dakika görelim, tanışalım" Babama baktım. Onun da istemediği her halinden belliydi ancak başıyla onayladı.

 

"Pekala"

 

Salondan gergin bir şekilde çıkmış, odaya gitmiştim. Kız bıraktığım gibiydi. Hâlâ kitap okuyordu. Odanın ortasına gelince seslendim ;

 

"Arjin" Kafasını okuduğu kitaptan kaldırıp bana baktı.

 

"Ne var?"

 

"İki dakika aşağıya gelir misin?"

 

"Sebep?"

 

"Ortaklarımız seninle tanışmak istiyor"

 

"O niyeymiş?"

 

"Aileyi yakından tanımak istiyorlarmış"

 

"Ben sizin ailenizden birisi değilim!"

 

"Değilsin zaten. Onların olaylardan haberi olmadığı için eşim olarak biliyorlar ve tanışmak istiyorlar!"

 

"Ben istemiyorum" Kitabını okumaya devam etti. Gelmemesi işime gelirdi ancak şimdi inip iki saat adamlarla uğraşamazdım. Arjin'deki inat da keçide bile yoktur.

 

"Lütfen gelir misin?" Kibarlıktan anlamasa da şansımı böyle deneyecektim.

 

"Hayır"

 

"İnadını iki dakika bıraksan ne olur?"

 

"Dünya dönmeyi bırakır" Hazır cevaptı. Her şeye bir cevabı vardı.

 

"Merak etme bırakmaz. Gel hadi" Kitabı sehpaya koydu, ayağa kalktı.

 

"Sadece iki dakika" Hayret, hemen pes edip inadı bırakmıştı. Neyse sinirini bozacak bir şey demeyeyim, vazgeçerdi.

 

"Aynen ama adamlara ters bir şey söylemek yok" Söylediğim şeyle bile ters ters bakmıştı.

 

Beraber salona girdiğimizde bakışlar bize döndü.

 

"Eşim, Arjin" dedim. Emre ve Murat Bey ayağa kalktı, yanımıza geldi. Murat Bey, Arjin'in elini sıktı.

 

"Memnun oldum, Arjin Hanım. Murat ben" Arjin'in zorla gülümsediğini görüyordum. Murat Bey yerine geçince, Emre Bey Arjin'in elini tuttu ve öptü. Sinirlenmemeye çalıştım.

 

"Bende, Emre. Çok memnun oldum tanıştığımıza, Madam" Arjin'in elini hızla çektiğini fark ettim. Ne gülümsemiş ne de cevap vermişti.

 

"Fırat Bey hasta olduğunuzu söyledi. Geçmiş olsun, nasılsınız?" Murat Bey'in sorusuyla gerilmiştim. Umarım, Arjin hasta değildim demez beni rezil etmezdi. Arjin 'ne alaka' der gibi bana baktı. Gözlerimle evet demesini anlatmaya çalıştım. Gözlerinde kızgınlık sezdiğimde korkmaya başlamıştım ki Murat Bey'e döndü,

 

"Teşekkür ederim. Biraz başım ağrıyordu ama şuan iyiyim" dedi. Yalanı bile tutturmuştu. Helal olsun. Rahatlama gelmişti.

 

"Sizin gibi güzel bir hanımefendiye hastalık yakışmaz" Emre Bey'in lafıyla sinirlerim zirveye ulaşmıştı. Yavşak önce Dicle'ye bakıp durmuş şimdi de Arjin'e yavşaklık yapıyordu.

 

"Emre Bey, cümlelerinize dikkat eder misiniz?" Herkes şaşkınlıkla bana baktı.

 

"Anlamadım, Fırat Bey?" Saf ayağına yatıyordu, bir de.

 

"Siz beni gayet iyi anladınız"

 

"Eşinizi mi kıskandınız? Gerçi kıskanmanız normal. Böyle bir hanımefendi tabi kıskanılır" Artık kendimi tutamamış yumruğu çakmıştım. Babam ve Murat Bey yerinden kalktı. Arjin de kolumu tutmuş beni çekiyordu.

 

"Manyak mısın be" Emre iti elini kanayan burnuna tutmuş, Murat da onu kaldırıyordu.

 

"Oğlum, ne yapıyorsun?"

 

"Yavşağa dersini veriyorum, baba"

 

"Fırat Bey, insan ortağına böyle bir şey yapar mı?"

 

"Biz yavşaklarla ortaklık yapmıyoruz, Murat Bey!" Bağırarak konuşuyordum. Sesleri duyan annemler salona koşmuşlardı.

 

"Kurê min, Çi diqewime?" Annemin telaşlı sorusu cevapsız kalmıştı. Öfkeyle soluyordum.

 

"Bizde senin gibi Ağa bozuntusuyla ortaklık falan yapmıyoruz!" Yavşak utanmadan konuşuyordu.

 

"Defolun, evimden!"

 

Onlar gittikten sonra Arjin'de öfkeyle bana bakmış,

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye sormuştu. Kolundan tutup yanımda sürükleyerek odaya çıkardım. Kolumdan kurtulmaya çalıştıysa da nafile. Sıkıca tutmuş odaya kadar bırakmamıştım. Odaya girdiğimizde bıraktığımda tüm gücüyle ittirdi beni.

 

"Sen manyak mısın?" Sesi odada yankılanıyordu.

 

"Bunun manyaklıkla ne alakası var?!"

 

"Adama vurmak da nedir?"

 

"Üzüldün mü sana iltifat eden adama vurdum diye?" Kızmasından bunu anlıyordum.

 

"Ne saçmalıyorsun? Onun yaptığı itliğe itlikle mi karşılık vermen gerekiyordu? Ah, pardon seninde itten bir farkın yoktu. Unutmuşum kusura bakma!" Allah'ım beni nelerle sınıyorsun!

 

"Sinirlendiğine göre elin itinden iltifat duymak hoşuna gitti!" Bana doğru bir adım attı.

 

"Sen beni mi kıskandın?"

 

"Kıskançlıkla ne alakası var? Senden öncede Dicle'ye bakıp duruyordu. En sonunda dayanamayıp patladım!"

 

"Tabi ya kesin öyledir. Unutma, biz gerçekten evli değiliz! Karı-kocaymışız gibi davranmaktan vazgeç! Ve bir daha sakın kıskançlık krizine girme!" Kendimi zor tutuyordum. Arjin'e de bir tokat atmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Senden nefret ediyorum ve kıskanacağım son insan bile değilsin!"

 

Son sözümü de söyleyerek öfkeyle odadan çıktım. Delirmek üzereydim. Sabahtan beri kızmadığım kişi kalmamış üstüne iki kişiye yumruk atmıştım. Haklı sebeplerim olsa da ben bunları yapacak insan değildim. Dün geceden sonra farklı bir kişiliğe bürünmüştüm. Şehnaz bir gecede ruhumu da karakterimi de yıkmıştı.

 

Merdivenden inerken telefonum çaldı. Telefonu cebimden çıkarıp arayana baktım. Berzan'dı arayan. Berzan'la uğraşacak halde değildim. Meşgule aldım. Konaktan çıktığım sırada tekrar aradı. Bir şey olmasaydı meşgule aldığım halde aramazdı. Aramayı açıp,

 

"Ne oldu, Berzan?" dedim. Sinirim hâlâ geçmediği için ses tonum yüksek çıkmıştı.

 

"Ters bir zamanda mı aradım?"

 

"Söyle, Berzan. Bir şey mi oldu?"

 

"Abi, sonra söylerim. Uygun bir zaman değil anlaşılan"

 

"Berzan, asabımı bozma. Söyle ne olduysa!"

 

"Fırat, Şehnaz ve Devran Doğanlı sözlenmiş. Enişten kararı Şehnaz'a bırakmış, o da kabul etmiş" Duyduğum kelimelerle telefon elimden kaydı, düştü.

 

İçimde bir yerlere sakladığım son umudumda yanıp kül olmuştu. Bu kadar çabuk vazgeçeceğine inanmak istememiştim. Beni yanıltmış, asıl ihaneti eden o olmuştu. Kendimi siyah bir sayfanın ortasına yine siyah bir kalemle yazılmış yazı gibi hissediyordum. Oradaydım, vardım ama görmüyordu beni.

 

Geride bıraktığı tek his kalbimin ortasında kanlı canlı bir boşluktu. O boşluğu ise geride kalan acı, hüzün ve yıkılmışlık dolduruyordu. Bundan sonra benim kalbim acıydı, ruhum acıydı, damarlarımda akan kan bile acının esiriydi. Aldığım her solukta kaburgalarımı sızlatan keskin bir hüzün bırakmıştı.

 

Ben kalbimdeki yerine hiç ihanet etmemişken, o beklemek yerine bir başkasına gitmişti...

 

Loading...
0%