@aquilajk_1903
|
Devran'dan ;
Nişan bittiğinde arkadaşlar aramızda eğlence yapalım diyince kırmadım kabul ettim. Mustafa'nın evine geçmiştik. Bizim çiğ köfte ustamız Cemal ortaya malzemeleri koymuş, çiğ köfte yoğuruyordu.
"Vay be, Devro da bekarlığa veda ediyor" diyen Erdal'a gülerek baktım.
"Darısı da sana, xalo kurê"
"Aman, yok. Ben almayım, kafam rahat böyle" Erdal'ın lafına hepimiz güldük.
Şehnaz aklımdan çıkmıyordu. Artık sürekli onu düşünür olmuştum. Kız güzelliğiyle aklımı başımdan almıştı. Hele bugün prenses gibi olmuştu. Sımsıkı sarılıp bağrıma basmak istiyor, yanımdan ayırmak istemiyordum. Az daha sabretmem lazımdı. Bir süre sonra kavuşacaktım, hep benimle olacaktı.
"Devran, bir şey diyeceğim hevalê min" Yusuf'a merakla baktım.
"Söyle, hevalê min" Yusuf sanki kötü bir şey söyleyecek gibi duruyordu.
"Şehnaz, Fırat KOZAN'ın yavuklusuydu. Nasıl senle evlenmek istedi?" Duyduğum şeyle beynimden aşağı kaynar sular döküldü.
"Sen ne diyorsun, Yusuf?" Sesim yüksek çıkmıştı.
"Birayê min, ben eskiden beri öyle biliyordum"
"Eskiden öyleydi demek. Artık Fırat Kozan da evlenmiş hem" dedi, Mustafa.
İçime bir sıkıntı girmişti. Ben bunu bilmiyordum. Şehnaz acaba hâlâ Fırat'ı seviyor muydu? Ama onu seviyor olsa benle neden evlenmek istesin? Yoksa... Sırf ondan intikam almak için mi evlenecekti benimle? Böyle bir şey içinse beni kullanmasına izin vermezdim. Aklımı yiyen düşüncelerle oturduğum minderden kalktım.
"Bir işim var, geleceğim birazdan" diyerek evden çıktım. Arabayı Şehnaz'ın konağına sürdüm. Konağın yakınına gelince Şehnaz'ı arayıp konuşmak istediğimi söyledim. Çok geçmeden geldi. Arabaya binip yan tarafıma oturunca,
"Ne oldu, Devran?" diye sordu. Dönüp yüzüne baktım.
"Bir şey soracağım ve bana doğruyu söyleyeceksin" Karanlıktan yüzünün nasıl bir ifade aldığını göremiyordum.
"Bir şey mi oldu?"
"Doğruyu söyleyeceğine yemin ediyor musun?"
"Ben yalan söylemem ki, ne soracaksan doğruyu söylerim"
"Fırat'ı hâlâ seviyor musun?" Cevabını duymaktan korktuğum soruyu sormuştum. Gözlerimi yumdum, korkuyla gelecek cevabı bekledim. Şehnaz bana uzunca gelen bir süre boyunca sustuktan sonra konuştu.
"Sevmiyorum. Fırat defteri benim için çoktan bitti" Duyduğum şeyler korkumu alıp götürmüştü.
"Peki neden benimle evlenmek istedin?" Bu sorumla bakışlarını benden çekti, kafasını eğdi.
"Hoşuma gittin" Utanarak söylediği şey kalbimi ısıtmıştı. Kollarımı Şehnaz'a doğru uzatarak, onu kollarımın arasına aldım. Kokusunu içime çektim. Şimdi rahatlamış, huzurla dolmuştum.
Şehnaz'dan ;
Devran'ın yanından indiğimde konağa doğru giderken uzakta duran bir araba dikkatimi çekti. Dikkatlice bakınca Fırat'ın arabası olduğunu gördüm. Daha ne demeye geliyordu? Yoktan anlamıyor muydu?
Hızla konağa girdim, odama çıktım. Odama girince Şîlan'ın odamda oturduğunu gördüm.
"Şîlan?" Şîlan ayağa kalktı.
"Fırat mı geldi yine?"
"Hayır"
"Sen niye dışarıdan geliyorsun o zaman?"
"Devran'ın yanındaydım"
"Hayırdır, niye gelmiş?" Yatağa oturdum. Fazlasıyla yorgundum.
"Bir şey sordu" Şîlan da yanıma oturdu.
"Ne sordu?"
"Birilerinden bir şeyler duymuş. Fırat'ı hâlâ seviyor musun diye sordu" Şîlan'ın şaşkınlıktan göz bebekleri büyümüştü.
"Sen ne dedin?"
"Doğru olan neyse onu dedim" Sırtımı yatakla buluşturarak, uzandım.
"Abla, sen eminsin değil mi? Gerçekten unuttun Fırat'ı" Uzandığım yerden doğruldum. Şîlan'ın gözlerinin içine bakarak konuştum.
"Şîlan, Fırat evlendiği gün bitti benim için. Artık aklımın ucuna dahi gelmiyor. O defter çoktan kapandı"
Söylediklerim doğruydu. Fırat, Arjin'le evlendiği gün bitmişti benim için. Ben gururumu ayaklar altına alıp evli bir adamı sevmeye devam edemezdim. Aşkım bitmez sanıyordum ama bitmişti. Fırat bundan sonra hem teyzemin oğlu hem de görümcemin kocasıydı. Daha ilerisi olmayacaktı. Devran'la evlenecek olmam da intikam gibi bir duygu yoktu. Evet, Fırat'a 'beni istemeye gelen ilk kişiyle evleneceğim' demiştim. Ancak ben gerçekten Devran'dan hoşlanmıştım. Hoşlanmasam Fırat'a inat da olsa sevmediğim kimseyle evlenmezdim. Devran'la evlenecek mutlu bir yuva kuracaktım. Buna kimse engel olamayacaktı...
Arjin'den ;
Uykusuzluk böyledir, işte. Kafandaki düşünceler bütün gece yayın yapar, uyutmazdı seni.
Yine sabaha kadar uyuyamadığım, düşüncelerde boğulduğum bir gece olmuştu. Bir yandan Devran Abim'i düşünüp durmuştum. Ona haksızlık etmiş, resmen onu kullanmıştım. Şehnaz da rol yapıyor gibi görünmüyordu. Annemlerle de çok iyi anlaşıyordu. Abime sanki aşkla bakıyordu. Acaba gerçekten abimi sevmeye mi başlamıştı? Sabaha kadar bu düşünceler beynimi yemişti.
Saat öğlene yaklaşırken kendimi yatağa bıraktım. Uyumaya çalışacaktım. Aksi halde gün boyu baş ağrısından duramazdım. Gözlerimi kapamış, uykuya dalacaktım ki kapı önce tıklatıldı sonra açıldı.
"Yenge, müsait misin?" Yenge kelimesinden gelenin Dicle olduğu belli olmuştu.
"Uyuyorum" Ayak seslerinden yanıma yaklaştığını anladım.
"Misafirin var da onu haber vermeye geldim" Dicle'nin sözleriyle gözlerimi açtım, yatakta doğruldum. Kim gelmiş olabilirdi?
"Kim geldi?"
"Arkadaşın olduğunu söylüyor" Şaşırmıştım. Aklıma kimse gelmiyordu. Yataktan kalktım.
"Nerede?"
"Salonda, yenge"
Merakla salona indim. Dicle de peşimden geliyordu. Salona girdiğimde Kara Yılan'ın baş köşede oturduğunu gördüm. Bakışlarımı diğer tarafa çevirince Rojda'nın yanında oturan birini gördüm. Arkası dönük olduğu için kim olduğunu görememiştim.
"Arjin Yengem, geldi" diyen Dicle'nin sesiyle arkası dönük olan kişi bize doğru döndü ve o kişinin Rukiye olduğunu gördüm. Rukiye benim üniversiteden arkadaşım, can yoldaşımdı. Beni görür görmez yerinden kalkıp yanıma geldi.
"Arjin" Birbirimize sımsıkı sarıldık.
"Oy, çok özlemişim ben seni" Gülümseyerek baktım.
"Bende çok özledim, Rukiye"
"Însanî duyguları da varmış" Rojda'nın mırıldanarak söylediği şeyi duymuş, ona öfkeli bakışlar atmıştım. Tekrar Rukiye'ye dönerek,
"Gel, canım. Dışarı çıkalım" dedim.
Rukiye ile beraber önce odama çıktık. Çantamı ve kabanımı aldıktan sonra yürüye yürüye çarşıya doğru yol aldık. Arkadaşımla o konakta oturmak istememiştim. Bir Cafe'ye gelip oturduk. Kahvelerimiz ve tatlılarımız da gelince sohbete başladık.
"Kuzum, sen nerelerdesin ya? Meraktan öldüm biliyor musun? Bir türlü ulaşamadım sana" Sitemle hızlı hızlı konuşurken gülerek susturdum.
"Sakin ol"
"Nasıl sakin olayım? Arıyorum ulaşamıyorum. Anneni de ilk başlarda aradığımda açmamıştı. En sonunda bir gün kendisi aradı, başına gelenleri anlattı"
"Her şeyi..." Üzüntüyle baktı.
"Ah be kuzum, sen neler yaşamışsın öyle?" Gözlerimi yumarak derin nefes aldım. Rukiye yerinden kalkıp yanıma geldi, sarıldı.
"Güçlü arkadaşım benim. Her şeye direnmiş, dimdik durmuşsun"
"Başka çarem yoktu"
"Geçti canım, hepsi geçti" Rukiye'nin lafıyla gözlerinin içine baktım. Derin bakışlarım karşısında kafasını eğerek yerine oturdu.
"Hiçbir şey geçmedi, Rukiye"
"Elbet geçecek, her şey düzelecek canım"
"Nesi düzelecek? Babamın düşmanlarına gelin olmuşum. Onlarla aynı evde yaşamak, aynı havayı solumak işkence"
"Kuzum, abilerin karşı çıkmadı mı? Niye kabul edip verdiler seni düşmanlarına?" Bu sorulara sadece gülebilirdim.
"Karşı çıkmış olsalar şuan her şey böyle mi olurdu, sence?"
"Tüm olanları en başından anlatır mısın?"
Kahvemden bir yudum aldım. Derin nefes aldıktan sonra en başından başlayarak her şeyi anlattım. Rukiye şaşkınlık ve üzüntüyle beni dinliyordu.
"Allah'ım, tüylerim diken diken oldu. Annen bu kadar detaylı anlatmamıştı. Özellikle abinlerle ilgili bahsetmedi" Gülerek cevap verdim.
"İşine gelmemiştir"
"Yahu, sırf töre için insan kanından canından olan birisini ateşe atar mı?"
"Bu sorunun cevabını çok iyi anlamış oldum"
"Şükür ki Fırat ölmedi. Yoksa hayatın hapislerde geçerdi"
"Hapishane hayatını, o lanet konağa tercih ederdim" Gözleri şaşkınlıktan büyümüş halde bana baktı.
"Arjin, saçmalama Allah aşkına. O nasıl laf öyle" Omuz silktim. Kahvemin kalanını içtim.
"Peki, Fırat'la şuan aranız nasıl?" Kaşlarımı çattım. Anlattıklarımdan sonra böyle bir soru sorması çok saçmaydı.
"Sence nasıl olabilir, Rukiye'cim?" Bozuntuya vermedi.
"İyi olmadığını anladım da, yani benim merak ettiğim bunun sonu ne olacak? Nereye kadar bu eziyete katlanacaksınız?"
"Bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak"
"Tabi ki de canım. Biliyorsun benden sır çıkmaz"
"Biliyorum canım. Her ihtimale karşı söyledim" Bir anda aklına bir şey gelmiş gibi bakmaya başladı.
"Yoksa, tahmin ettiğim şey mi?"
"Ne?"
"Sen Fırat'a aşık mı oldun?" Sorusu karşısında neye uğradığıma şaşırdım. Aklına bunu nereden getirmişti? Bir saattir Fırat'a ve ailesine saydırmamı dinlemiş, şimdi ne diyordu.
"Saçmalama, Rukiye" Dudaklarını büzüştürerek, kafasını eğdi.
"Ne bileyim, sen sır diyince"
"Öyle bir şeyin olması imkansızdan öte. Bin tane gönlüm olsa birini Fırat İblis'ine vermem" Eğdiği kafasını tekrar kaldırdı.
"Büyük konuşma"
"Benimki büyük konuşma değil"
"Her neyse, sen ne diyecektin? Onu söyle bakalım"
Fırat ile yaptığımız anlaşmadan bahsettim. 2.5 ayımız kalmıştı. 2.5 ay sonra kurtulacaktım. Kurtulurken de içimdeki ateşin yarısı sönmüş olacaktı. Bu ateşin nasıl söneceğini de anlattım. Anlaşmadan çok aldığım intikama şaşırmıştı. Şoka uğramış, ilk başta ne diyeceğini bilememişti. Birkaç yudum su içtikten sonra kendine geldi.
"Arjin, niye yaptın bunu?"
"Nedeni ortada değil mi?"
"Tamam da kuzum kızacaksın biliyorum ancak Fırat sana ne yaptı? O da senin gibi masum" Fırat'ı savunması canımı sıkmıştı.
"Masum mu? Rukiye, biliyorsun ki onlar benim babamın katilleri!"
"Senin babanın katili Fırat'ın abisi. Fırat değil"
"Hayatımı zindana çeviren o soysuzun kardeşi!"
"Canım, bak adamı vurmuşsun. Ölüm kalım savaşı vermiş zaten. Hâlâ niye intikam almak istiyorsun?" Duruşumu dikleştirdim, sağ elimle kalbimi işaret ederek,
"Buramdaki yangın sönmüyor! Az da olsa sönsün, rahatlayım diye intikam almak istiyorum!" dedim.
"Başkalarının hayatını karartarak kalbini rahatlatamazsın. Benim tanıdığım Arjin bu değil"
"Benim yıllarca ne acılar ne duygular yaşadığımı en iyi sen biliyorsun. Bana acı yaşatan insanlardan intikam almam mı suç?"
"Biliyorum, neler yaşadığını çok iyi biliyorum ama içime sinmiyor. Artık olan olmuş unutsan. Bir süre sonra kurtulacaksın hem"
"Elimden gelse o soysuzların tümünü yok edeceğim" Rukiye beni vazgeçiremeyeceğini anlayınca konuyu değiştirdi.
"Kuzum, peki boşandıktan sonra ne yapacaksın? Ailenin yanına mı döneceksin?" İntikam planına odaklanmaktan bunları düşünmemiştim.
"Ailemin yanına geri dönmem"
"Eee?"
"Bilmiyorum, ne yapacağımı. Bildiğim tek şey beni töreye kurban eden ailenin yanında yaşamayacağım"
"Ben İzmir de bir kolejde edebiyat öğretmenliği yapmaya başladım. Öğrenci fazlalığı olduğu için fazladan öğretmene ihtiyaç duyuluyor. Eğer istersen sende öğretmenlik yaparsın. Beraber benim evimde yaşarız" Yüzümde bir tebessüm oluştu. Rukiye benim kurtarıcım, tek dostumdu.
"Olur, hem de çok iyi olur. Bana acı yaşatan Diyarbakır topraklarından uzaklaşmam en iyisi olur"
Rukiye ile yarım saat daha sohbet ettik. Sonra istemeye istemeye de olsa ayrıldık. Yarın İzmir'e dönecekti. Havaalanına beraber gidecektik. Arkadaşımı yolcu edecektim. Bundan sonra iletişimimizi kesmeyecektik. Fırat'la boşandıktan hemen sonra İzmir'e Rukiye'nin yanında gidecek, yeni bir hayat kuracaktım.
Şeytanların Mabedi'ne gitmeden önce babamı ziyaret etmek istedim. Uzun zaman olmuştu, yanına gitmeyeli. Çiçekçiden bir demet çiçek, marketten de su aldıktan sonra bir taksiye binerek mezarlığa gittim.
Mezarlıktan içeriye girdiğim andan itibaren içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Her gelişimde aynı şey oluyordu. İnsan çaresizliğin ne demek olduğunu mezarlıkta öğreniyordu.
Hani Dante diyor ya "Bazen mezarlıklar dünyanın en güzel yeridir" diye, çok haklıydı. Benim için de dünyanın en güzel yeri babamın olduğu mezarlıktı. Huzuru bulduğum tek yerdi.
Babamın mezarlığının yanına geldiğimde,
"Ben geldim, babam" dedim. Ben duymasam da onun benle konuştuğunu, bana cevap verdiğini biliyordum. Babaannem, ben küçükken buraya geldiğimizde babam benimle konuşmuyor diyerek ağladığımda 'Baban seni duyuyor ve sana cevap veriyor. Ama sen onu duyamazsın' demişti. O zamandan beri hep hissediyordum, babamın bana cevap verdiğini, yanımda olduğunu.
Mezarlığın üzerine çiçekleri tek tek dizdim. Kuşlar için de su koyduktan sonra mezar taşının kenarına oturdum.
"Seni çok özledim, baba" Bir yandan toprağı okşuyordum.
"Babam, ben çok kötüyüm..."
"Kimseye belli etmiyorum, güçlü görünmeye çalışıyorum ama kalbim, ruhum çöktü..."
"Sen gittikten sonra bana çok şey oldu..."
"Sen bu dünyadan göçtükten sonra, benim ruhum da göçtü..."
"Ruhumun öldüğünü kimse görmedi ama..." Gözlerimden yağmur damlaları gibi yaşlar akmaya başlamıştı. Akan gözyaşlarımı umursamadan sesim titreye titreye konuşmama devam ettim.
"Seni bu mezara gömdüler ya, senle beraber beni de gömdüler..."
"Ben sana doyamadan seni aldılar benden..."
"Hani derdin ya seni okula elinden tutarak götüreceğim..."
"Büyüyecek başarılı bir kız olacaksın, gurur duyacağım derdin..."
"Bunların hiçbirini yaşamamıza müsaade etmediler, be babam..." Gözyaşlarım artık sel olmuştu.
"Baba... Derin bir yokluğun var..."
"Ve ben bu yoklukla mücadele etmekten çok yoruldum"
Mezar taşının kenarına ağlayarak uzandım. Çok özlemiştim, babamı... Kalbim bu yokluğu artık kaldıramıyordu..
Mezarlıkta ne kadar kaldığımı bilmiyordum. Vücudum uyuşmuş, gözlerim kan çanağına dönmüş bir halde uzandığım mezar taşından kalktım. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Mezarlıktan çıkmış, yürümeye başlamıştım ki karşıdan iki kadının geldiğini gördüm. Bana bakarak konuşmalarını umursamadım. Ancak yanlarından geçerken sözlerine kulak misafiri olmuş, duyduğum şeyle olduğum yerde kalmıştım.
"Kayınpederi tecavüz ettirdi, hâlâ yanlarında kalıyor" Duyduklarımı idrak etmeye çalışırken kadınlar yanımdan uzaklaşmıştı. Hemen kendime gelip seslendim.
"Bakar mısınız?" İkisi de arkasını döndü. Merakla bakıyorlardı.
"Buyur" dedi, yaşlı kadın. Yanlarına doğru yürüdüm.
"Az önce ne dediniz siz?" Meraklı bakışların yerini tedirgin bakışlar aldı.
"Kendi aramızda konuşuyorduk"
"Kayınpederi tecavüz ettirdi dediğinizi duydum. Kimin kayınpederi?" Birbirine baktılar. Susmalarından işkillenmiştim.
"Soruma cevap verecek misiniz?"
"Senin haberin yok mu?" İyice meraklanmaya başlamıştım.
"Neyden?"
"Kayınpederinin adam tutup sana tecavüz ettirdiğinden" Genç olan kadının sözleriyle beynimden aşağı kaynar sular dökülmüştü.
"Sen... Ne dedin?"
"Tüm Ergani biliyor, senin nasıl haberin yok?"
"Hatice sus, kızın haberi yok anlaşılan" Yaşlı olan kadın, Hatice dediği kadını azarlarken beynim dönüyordu sanki.
"Nasıl yani? Açık açık anlatır mısın?"
"Kızım, bilmesen de olur. Geçti, gitti. Sen gelinimin densizliğinin kusuruna bakma" Bilmesen de olur, diye bir şey yoktu. Beni ilgilendiren bir olay vardı ve bilmek hakkımdı.
"Hayır, anlatın çabuk" Hatice, kayınvalidesine sorar bakışlarla baktı. Kayınvalidesi çaresiz kafasıyla onaylayınca anlatmaya başladı.
"Sen mapustayken, kayınpederin gardiyana para vermiş. Sana tecavüz etmesini istemiş. Hatta bu yaptırdığı açığa çıkınca ağalık elinden alındı"
Beynim dönüyordu. Duyduklarım sinirlerimi alt üst etmişti. Daha fazla dinlemeden Şeytanların Mabedi'ne doğru koşmaya başladım. Duyduklarımı sindiremiyordum.
O alçak gardiyan demek Yasir Ağa denilen şerefsiz yüzünden bana tecavüz etmişti. MADEM O YAPTIRMIŞTI, NEDEN BANA KİMSE BİR ŞEY SÖYLEMEMİŞTİ?
Aklıma Fırat'ın o konağa girdiğimiz gün babasına kızdığı gelmişti. O gün babasına "sen hiç konuşma" demesi tuhafıma gitmiş fakat sorgulamamıştım. Jiyan Ağa'nın kendi konağında misafir etmesi, Fırat'ı bana sahip çıkması konusunda sürekli uyarması demek bu yüzdendi. Allah kahretmesin! Arkamdan ne işler çevirmişler, benim haberim yoktu!
Konağın önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Korumaların halime şaşkınlıkla bakmasını umursamadan kapıyı açtım. Konağın avlusuna girdiğimde bağırmaya başladım.
"YASİR AĞA!" Birkaç saniye bekleyip tekrar bağırdım.
"YASİR KOZAN! ÇIK DIŞARIYA!"
Salonun olduğu kattaki terastan sesler duyunca merdivenlere yöneldim. Terasa saniyeler içinde çıkmıştım. Şuan sinirden gözüm hiçbir şey görmüyordu. Ben çıktığımda terasın ortasına Yasir Ağa gelmişti. Arkasında karısı, Dicle ve Rojda vardı. Hepsi meraklı bakışlarla bakıyordu.
"Ne bağırıyorsun, deli?" Yasir Ağa'nın sözüyle öfke dolu bakışlarımı onun üzerine sabitledim.
"ADAM MISIN LAN SEN?"
"Vii, saygısız" Rojda'nın lafını duymamazlıktan geldim.
"Ne diyorsun, sen?" Sorusu ve anlamsız bakışlarıyla bana doğru adımlar attı.
"SEN NE DEDİĞİMİ GAYET İYİ ANLIYORSUN!" Sesim tüm konakta yankı yapıyordu. Yasir Kozan birkaç adım ötemde kaşlarını çatmış, bana bakıyordu.
"Senin yine deli damarın mı tuttu?"
"NASIL BİR İNSANSIN SEN? O ŞEREFSİZE BANA TECAVÜZ ETMESİNİ SÖYLERKEN HİÇ Mİ UTANMADIN?"
Herkes ne için bağırdığımı anlamıştı. Yasir Kozan şimdi karşımda afallamış, duruyordu. Tek kelime edecek cesareti kalmamıştı.
"ALLAH SENİN BELANI VERSİN!"
"Kes be artık! Sen daha beterini hak ediyorsun!" Utanmadan konuşması beni daha fazla delirtmişti.
"Yüzün bile kızarmıyor. İğrençsin!"
"Senin yüzün oğlumu vururken kızardı mı?"
"YÜZÜMÜN KIZARACAĞI HİÇBİR ŞEY YAPMAM BEN!"
"Oğluma nasıl kıydıysan, daha beterini yaşatmak istedim sana!"
"ULAN BİR KADINA BUNU YAPMAK ERKEKLİĞE SIĞAR MI?!"
"Erkekliği senden mi öğreneceğim?" Arkasını döndü, tam gideceği sıra koluna yapıştım. Hızla bana döndü.
"YAPTIĞIN İTLİĞİN KARŞILIKSIZ KALACAĞINI MI SANDIN?" Kolunu kurtarmaya çalışıyordu ancak daha sıkı tutuyordum.
"Bırak be, kolumu. Senle uğraşamam!"
"HAKSIZ OLUNCA KAÇARSIN TABİ! ADAM OLSAN BU İTLİĞİ YAPTIRMAZDIN. GERÇİ SİZ DE ADAMLIK DENEN BİR ŞEY DE YOK!"
"Eee, yeter be!"
Kolunu çekmeye çalışırken beni tüm gücüyle ittirdi. Gücüne karşılık kolunu elimden kurtarmıştı. Fakat ittirmesiyle dengemi kaybetmiş, geri geri gitmiştim ve ayağım merdiven boşluğuna gelince merdiven korkuluğundan destek almaya çalışsam da olmamış merdivenlerden yuvarlanmaya başlamıştım. Duyduğum çığlıklar arasında hissettiğim son şey ağrı ve acıydı. Gerisi derin bir boşluktu...
O hep boyun eğmekten çok direnen bir yaşam ateşi olmuştu. Kabuğunda sakladığı acısı kabuk tutmasın diye etrafını bu ateşle sarmıştı. Ve bu ateşi hiçbir şey söndürememişti.
Şimdi bir son vardı. Bitmeyen bir başlangıç, başlayamayan bir dünya vardı. Mazide kalmış bir yaşam vardı, hiç var olmayan...
|
0% |