Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

Arabayı konağın önüne park edince bağırma sesleri duymuştum. Koşarak konağa girdiğim sırada gözlerim bağırma seslerinin geldiği yöne kayınca gördüğüm manzara karşısında şoka girmiştim. Arjin merdivenlerden yuvarlanıyordu. Girdiğim şoktan çıktığımda Arjin çoktan merdivenlerin aşağısına düşmüştü.

 

Korkuyla yanına koşmuş, yere çömelmiştim. Gözleri kapalı, kolları iki yana açılmış yerde yatıyordu. Kafasından tuttuğumda ellerimde ıslaklık hissettim. Elime bakınca kan olduğunu gördüm. Arjin şuan kollarımın arasında baygındı ve kafası kanıyordu. Allah'ım ne oluyordu böyle?

 

"Fırat! Kurê Min, kız iyi mi?" Annemin sesiyle bakışlarımı Arjin'den çekip merdivenden koşarak inen aileme baktım.

 

"BURADA NE OLDU? BU KIZ NİYE BU HALDE?" Dicle koşarak yanımıza gelmişti.

 

"A-abi, babamla tartışıyordu" Dicle ağlayarak konuşmuştu.

 

"Neyin tartışması, DİCLE?" Deliye dönmüştüm.

 

"Tecavüz meselesini öğrenmiş"

 

"KAHRETSİN!"

 

Ellerim, üzerim Arjin'in kanıyla kaplanmıştı. Bir yanım korku, bir yanım şaşkınlık doluydu. Aklım başıma yeni gelmiş gibi Dicle'ye döndüm.

 

"DİCLE, ÇABUK AMBULANSI ARA!"

 

"Tamam, abi" Dicle yerinden kalkıp merdivenlere yöneldiğinde,

 

"Telefonumu cebimden al, ara!" dedim. Dicle gözlerinden yaşlar akarak cebimden telefonumu aldı.

 

"Kafası mı kanıyor?" diye sordu, Rojda Yengem.

 

"Kız kan kaybediyor, bir an önce hastaneye yetiştirmemiz lazım!" Şaşkınlık ve korkudan ne yapacağımı bilmiyordum.

 

"Bırak, gebersin!" Babamın lafıyla beynime kan sıçradı. Öfkeyle babama baktım.

 

"BABA, SEN NE DİYORSUN?"

 

"Hak ettiğini buldu" Burnumdan solumaya başlamıştım.

 

"SUS, BABA. SUS!"

 

Ambulansı bekleyecek vakit yoktu. Arjin çok fazla kan kaybediyordu. Arjin'i kucağıma alarak arabaya koştum.

 

"Adem, kapıyı aç!"

 

"Tamam, ağam" Adem arabanın arka koltuğunu açınca Arjin'i dikkatlice oraya yerleştirdim. Dicle gelmiş, Arjin'in ayak ucuna oturmuştu. Annemde yanıma oturmuş,

 

"Kurê Min, çabuk ol" dedi. Arabayı son sürat hastaneye sürdüm.

 

"O merdivenden nasıl düştü?" Korkuyla sorduğum soruya cevap gelmemişti. Annem de Dîcle de kafasını eğmiş, susuyorlardı.

 

"SİZE BİR SORU SORDUM!"

 

"Babanla tartışırken baban yanlışlıkla ittirdi" İşte bu beni iyice çileden çıkarmıştı. Sinirlerim kat be kat artmış, gaza yüklenmiştim.

 

"LANET OLSUN! BU ADAM BAŞIMA BELA AÇMAKTAN BIKMADI MI?" Annem gözyaşları içinde bana bakıyordu.

 

"O da bilerek yapmadı, Kurê Min"

 

Hastanenin önüne geldiğimizde arabayı durdurarak hızla indim. Arka kapıyı açıp Arjin'i kucağıma aldım. Acile doğru koşarken bir yandan bağırıyordum.

 

"DOKTOR!"

 

Sesimi duyan sağlık personelleri sedye ile yanımıza gelmişti. Arjin'i yavaşça sedyeye bıraktım. Hâlâ gözleri kapalı, yaşam belirtisi vermiyordu.

 

"Ne oldu?" diye soran sağlık personeline,

 

"Merdivenlerden düştü" diyerek cevap verdim.

 

Arjin'i sedyeyle acilin içerisine götürdüklerinde peşlerinden gittim. Kapının önünde güvenlik belirdi, eliyle dur işareti yaptı.

 

"İçeri giremezsiniz, beyefendi"

 

"Nasıl giremem?"

 

"Yasak"

 

"Karım içeride, yanında olmam lazım!"

 

"Maalesef beyefendi. İçeriye hasta yakınları alınmıyor"

 

"Kahretsin!" Öfkeyle duvara tekme atmıştım. Annem kolumdan tuttu.

 

"Gel, oğlum. Sakin ol bi" Annemin ellerinden kolumu kurtardım.

 

"Nasıl sakin olayım, ana? Kız içeride ölüm kalım savaşı veriyor!"

 

"İyi olacak, sakin ol hele sen"

 

Annemin sözlerini umursamadan acilin önünde beklemeye başladım. Dicle de köşeye oturmuş ağlıyordu.

 

"Fırat" Duyduğum sesle arkamı döndüm. Babam ve Rojda Yengem gelmişti. Babamın değil sesini duymak yüzünü dahi görmek istemiyordum şuan. Üzerine doğru yürüdüm.

 

"Senin ne işin var burada?" Dişlerimi sıkarak konuşmuştum.

 

"Merak ettik o yılanı" Ellerimi yumruk yapmış, sıkıyordum.

 

"Elimden bir kaza çıkmadan git!"

 

"Düşmanını babana mı savunuyorsun?"

 

"ARJÎN BENİM DÜŞMANIM DEĞİL, KARIM!" Düşmanlık falan umrumda değildi. Şuan düşündüğüm tek şey Arjin'in iyi olup olmayacağıydı.

 

"Allah aşkına durun hele" Annem aramıza girmişti. Koridordaki herkes bize bakıyordu.

 

"Gel, Yasir. Biz çıkalım" Babam tek kelime etmeden gitti. Annemde,

 

"Biz dışarıdayız, kurê min. Habersiz bırakmayın" diyerek gitti.

 

"Durumu nasıl?" Rojda Yenge'min sorusuna Dicle cevap verdi.

 

"İçeri aldılar, bilmiyoruz"

 

Kaç dakika olmuştu içeriden ne bir doktor ne de Arjin çıkmıştı. Merağıma yenik düşerek kapıya vurdum. Kapı açıldı. İçeriden sedyeyle Arjin'i çıkardılar. Hâlâ gözleri kapalıydı. Personel bir şey demeden hızla Arjin'i götürdü. Peşlerinden,

 

"Nereye götürüyorsunuz?" diye bağırdım. Sorumu içeriden çıkan bir doktor yanıtlamıştı.

 

"Acil ameliyata almamız lazım"

 

"Durumu nasıl, doktor?"

 

"Maalesef net bir şey söyleyemiyorum ancak durum kritik"

 

Doktor başka bir şey söylemeden gitmişti. Korkuyla kalmıştım. Korkularım birbiriyle çelişiyordu. Ben neyden korkuyordum? Arjin'i kaybetmekten mi? Bugüne kadar nefret ettiğim, kurtulmak istediğim kadın ölecek diye mi korkuyordum?

 

Yazardan ;

 

Yine hastane koridorları... Bu koridorlar buzdolabından daha soğuktur, aslında. Orada bekleyenler çok iyi bilir. Ne kadar sıcak olursa olsun donarsın.

 

Ameliyathane önünde beklemek ise işkenceydi. Beklemek hayatta ki en zor şeydi. Ameliyathanede işlemi gören ben olayım, yine de beklemeyim düşüncesine girilirdi. Çünkü hasta olmak bile beklemekten kolay geliyordu.

 

Biz ne planlar yaparsak yapalım hayat bize illa ki hastane koridorlarını sunuyordu. Hastane koridorları... İnsanın dalgın ve parçalara ayrılmış bir dağ gibi oturduğu yerdi.

 

Fırat kafası iki elinin arasında ameliyathane kapısının önünde yere çökmüş, oturuyordu. Dicle ve Rojda da sandalyeye oturmuş, bekliyordu.

 

Koridorun girişinden Devran koşarak ameliyathaneye doğru geliyordu. Peşinden abileri ve diğer aile üyeleri... Hepsinin yüzünde korku ve hüzün vardı.

 

"BACIM NEREDE?" Devran'ın bağırışını duyan Fırat bakışlarını yerden çekerek ona baktı. Yavaşça ayağa kalktığı an Devran çoktan yanına gelip yakasına yapışmıştı.

 

"NAPTINIZ LAN BACIMA?" Devran'ın sesi koridorda yankı yapıyordu. Fırat hiçbir tepki vermiyordu. Dicle araya girerek,

 

"Abim bir şey yapmadı" dedi. Bir yandan ağlıyordu. Devran ellerini sertçe Fırat'ın yakasından çekti.

 

"NEREDE KARDEŞİM?"

 

"Ameliyata aldılar" diyerek cevap verdi, Dicle.

 

"Durumu nasıl?" Azat'ın endişeli sorusunun ardından Rezan Hanım,

 

"İyi mi kızım?" diye sordu. Bir yandan gözlerinden yaşlar akıyordu.

 

"Bilmiyoruz. Bir şey söylemiyorlar"

 

"Sadece durumu kritik dedi doktor" Rojda'nın cümlesinden sonra Rezan Hanım,

 

"Oyyy" diyerek yere yığıldı. Gelinleri kollarından tutarak kaldırmaya çalışıyordu. Şifa Hatun Fırat'a doğru ilerledi. Soğuk ve sert bakışlar hakimdi, yüzüne.

 

"Fırat KOZAN!" Fırat eğik kafasını kaldırarak karşısında duran Şifa Hatun'a baktı.

 

"Torunuma ne oldu?" Şifa Hatun'un sorusu net ve sertti. Fırat kafasını eğerek cevap verdi.

 

"Merdivenlerden düştü" Devran bunu duyunca Fırat'ın üzerine doğru atıldı.

 

"Nasıl düştü lan?" Fırat'ın bu soruya cevap verecek cesareti yoktu. Nasıl diyebilirdi ki 'babam itti' diye.

 

"Cevap versene lan!" Azat da Fırat'ın sessizliğine tahammül edememişti.

 

"Abime yüklenmeyin, onun bir suçu yok" Dicle'nin sesiyle bakışlar ona dönmüştü.

 

"Lan ne oldu o zaman ne oldu? Söylesenize!" Devran'ın sabrı tükenmek üzereydi.

 

"Babamla tartışırken düştü" Dicle kafasını eğerek konuşmuştu.

 

"Tartışırken nasıl düşüyor?" Geldiğinden beri sessiz olan Cüneyt öfkeli bir ses tonuyla sormuştu.

 

"Babam itince düştü" İşte Doğanlı'ların bunu duyması hiç de iyi olmamıştı. Hüzünlü bakışların yerini şimdi öfke almıştı. Devran yumruğunu Fırat'a vurarak,

 

"ULAN ŞEREFSİZ SAHİP ÇIKAMADIN MI KIZA?!" diye bağırdı. Fırat burnuna yediği yumruğa karşılık vermemiş, elinin tersiyle burnundan akan kanı silerek Devran'a baktı.

 

"Ben orada olsam böyle bir şeye izin vermezdim!" Devran tekrar yumruk atacaktı ki Azat kolundan tuttu.

 

"Dur, Devran!"

 

"Nerede lan o adi?!" Cüneyt'in bağırarak sorduğu soruyla Yasir Kozan'ı sorduğunu anlamışlardı. Sorusuna kimseden cevap gelmeyince arkasını döndü ve hızlı adımlarla yanlarından uzaklaştı. Giderken de,

 

"Bunun hesabını ödeteceğim!" diye bağırıyordu.

 

"Abinizin peşinden gidin!" Şifa Hatun'un emriyle Devran ve Azat da abilerinin peşinden koşarak gitti.

 

Rezan Hanım'ı gelinleri sandalyeye oturtmuş ellerini ovuyorlardı. Rezan Hanım ağlayarak dua ediyordu. Şifa Hatun yavaşça karşılarındaki sandalyeye oturdu. Dışarıdan soğuk dursa da içi bir o kadar yanıyordu. Oğlunun prensesine sahip çıkamamıştı. Kalbi sızlıyordu.

 

Cüneyt koşarak hastaneden çıkmıştı. Devran ve Azat da peşinden koşuyordu. Arabaya doğru gittiği sırada karşı bankta oturan kişiler dikkatini çekince olduğu yerde kaldı. Dikkatle bakınca bankta oturan kişilerin Yasir Ağa ve Ünzile Hanım olduğunu gördü.

 

"Şimdi belanı siktim senin" diyerek onlara doğru koştu. Yasir Ağa kendisine doğru koşan Cüneyt'i görünce ayağa kalktı.

 

"Oruspu Çocuğu!" Cüneyt yanına vardığında küfür ettikten sonra yumruğunu da Yasir Ağa'nın yüzünün ortasına indirmişti. Peşinden Devran tekmeyi savurmuştu Yasir Ağa'ya. Azat da boş durmamış yakasından tutmuş, kafa atmıştı.

 

"Ne yapıyorsunuz lan?" Yasir Ağa geriye doğru çekilmeye çalışmıştı ama Cüneyt izin vermemiş kolundan tuttuğu gibi bir yumruk daha atmıştı. Ünzile Hanım bağırarak araya girmeye çalışıyor, kocasına vurmalarına engel olmaya çalışıyordu ancak nafileydi. Arjin'in üç abisi de kardeşini bu hale getiren adamı gözleri dönmüşçesine dövüyordu.

 

"Yetişin, kocamı dövüyorlar!" Ünzile Hanım araya giremeyeceğini anlamış etrafından yardım istiyordu. Hastanenin güvenlikleri koşarak gelmiş Yasir Ağa'yı ellerinden almışlardı.

 

Kısa süre içinde polisler de gelmiş hepsini karakola götürmüştü. Yasir Ağa'nın yüzü gözü kan içindeydi. Komiserin odasının bir köşesinde o, diğer köşesinde Arjin'in abileri vardı. Üçü de Yasir Ağa'ya öfkeyle bakıyordu. Hırslarını alamamışlardı.

 

"Bu adamı niye bu hale getirdiniz?" Komiserin sorusuna Devran cevap verdi.

 

"Adam dediğin oruspu çocuğu bacımızı merdivenden itmiş!"

 

"Karakolda olduğunuzu unutmayın! Düzgün bir üslupla cevap verin!" Devran kafasını sinirle sağa sola salladı.

 

"Kasıtlı olarak mı ittiniz?" Komiser bu sorusunu da Yasir Ağa'ya sormuştu.

 

"Yanlışlıkla oldu"

 

"Yalan söyleme lan!" Devran Yasir Ağa'nın üzerine atıldığı sırada abileri komiserin bakışlarından dolayı Devran'ı tuttular.

 

"Peki kardeşiniz iyi mi şuan?"

 

"Ameliyatta, ölüm kalım savaşı veriyor komiserim!" Azat sesi titreyerek cevap vermişti.

 

✬✬✬

 

Hâlâ ameliyathanenin önünde bekliyorlardı. Bu koridor buram buram çaresizlik ve acı kokuyordu. Rezan Hanım ağlıyordu. Gelinleri kendi gözyaşlarını gizlemeye çalışarak onu teselli ediyorlardı. Şifa Hatun bakışlarını yere dikmiş derin düşünceler içerisindeydi.

 

"Allah'ım sen torunumu bize bağışla" diye dua ediyordu. İçi pişmanlık doluydu. Keşke diyordu, keşke benim canımı almalarına izin verseydim de torunumun bu hallere düşmesine izin vermeseydim diyordu. Ama biliyordu ki son pişmanlık fayda etmezdi. Şuan yapması gereken tek şey dua etmekti.

 

Dicle ve Rojda da bir köşede oturmuş ameliyathaneden gelecek haberi korkuyla bekliyorlardı. Dicle'nin gözleri de yaşlıydı. Arjin'i seviyordu. Arjin'e hiçbir zaman düşman gözüyle bakmamıştı. Abisini vurduğunda bile... O da biliyordu ki Arjin yaralıydı. Hem de o yarayı daha küçücükken almıştı. Yaralı bir insandan nasıl nefret edebilirdi ki?

 

Ameliyathane kapısına yaslanmış saatlerdir ayakta bekleyen Fırat... İçide, dışı da korkuyla kaplıydı. Halbuki içeride yatan kişi düşmanıydı. Daha düne kadar ondan nefret eden, kurtulmak isteyen hatta ölse de kurtulsam diyen Fırat... Şimdi bu soğuk koridorda çaresizce bekliyordu.

 

Niye korkuyordu? Arjin ölünce kopacak kıyametten mi korkuyordu? Ya da Arjin'i mi kaybetmek istemiyordu?

 

"Allah'ım ne olur yavrumu bana bağışla! Benim canımı al onun canını bağışla!" Evladını kaybetmekten korkan çaresiz bir annenin duası başka nasıl olurdu ki?

 

Yasir KOZAN tutuklanmıştı. Yanlışlıkla ittiğini söylese bile Arjin'in abileri şikayetçi olmuştu. Arjin kendine gelene kadar göz altında kalacaktı, Yasir Kozan. Ünzile Hanım kocası tutuklanınca endişeyle ve ağlayarak oğlunu aramış bir şeyler yapmasını istemişti. Ancak Fırat,

 

"Ben o adam için hiçbir şey yapmam. Çeksin cezasını!" diyerek telefonu kapatmıştı.

 

Devran'lar karakoldan çıkınca soluğu hastanede almışlardı. Ameliyathane katına çıktıklarında herkesin bıraktıkları gibi durduklarını görünce korkuları iki kat daha artmıştı.

 

"Hâlâ ameliyatta mı?" Cüneyt'in sorusuyla herkesin bakışları ona yöneldi.

 

"Evet" Cüneyt'in sorusuna eşi Nursel cevap vermişti. Devran duyduğu cevapla yumruğunu duvara vurdu. Azat Fırat'a yaklaştı.

 

"Bacıma bir şey olursa babanı da seni de yaşatmam" Fısıltıyla konuştuğunu sadece Fırat duymuştu. Fırat'ın bir şey söylemesini beklemeden arkasını döndü, babaannesinin yanına geçerek oturdu.

 

Fırat Azat'ı umursamamıştı. Onun şuan umrunda olan tek şey Arjin'di. Doktorlar durumu hakkında bir haber versin zaten herkesten önce babasına yaptığının hesabını kendisi soracaktı.

 

"Neredeydiniz?" Şifa Hatun yanına oturan torununa bakarak merak ettiği soruyu sormuştu. Neler olduğunu az çok tahmin edebiliyordu ancak net bir cevap almak istiyordu. Torunlarının sakin durmayacağını, bacılarına yapılan kötülüğün karşılığını ödeteceklerini çok iyi biliyordu.

 

"Karakoldaydık" Azat'ın sesini duyan kadınlar merakla ona baktı.

 

"Ne yaptı polisler?"

 

"O puştu içeri tıktılar!" Devran'ın verdiği cevapla Dicle ve Rojda şaşkınlıkla önce ona sonra birbirine baktılar.

 

"Dicle, anam perişan haldedir"

 

"Yenge, sen annemin yanına git. Ben abimle kalayım"

 

"Tamam" diyen Rojda yerinden kalkıp, gitti.

 

Bir saat daha geçmişti. Ne ameliyathanenin kapısı açılmıştı ne de bir haber gelmişti. Saatler geçtikçe korkuları daha da artıyordu. Azat defalarca danışmaya gidip sormuştu fakat onlara da bir haber gelmediğini söyleyerek Azat'ı göndermişlerdi. Devran duvara bir tekme atarak,

 

"Niye hâlâ çıkmadı?" diye bağırdı. Ve o sırada ameliyathanenin kapısı açıldı. Yüzündeki yorgunluk uzaktan bile fark edilecek bir doktor çıktı. Onu görünce endişeyle yanına yaklaştılar.

 

"Bacım nasıl?"

 

"Öncelikle geçmiş olsun"

 

"Bacım nasıl dedim doktor?"

 

"Arjin Hanım düşünce ciddi darbeler almış. Hem omuriliği zedelenmiş hem de kafasına aldığı darbe sonucu beyin kanaması geçirmiş. Aynı anda iki ameliyat etmek zorunda kaldık. Zorlu ve kritik ameliyatlar geçirdi"

 

"İyi olacak mı kardeşim?" Cüneyt titreyen sesiyle sormuştu. Doktor Cüneyt'e bakarak soruyu cevapladı.

 

"İlk 24 saat geçirdiği travma sonucu çok önemli. 24 saati sıkıntısız atlatmasını bekleyeceğiz ancak ondan sonra net bir cevap verebiliriz"

 

Diğer sağlık personeli sedyede yatan Arjin'i ameliyathaneden çıkarıyordu. Arjin'in kafası beyaz sargılarla kaplıydı. Solunum maskesi ve birçok kablo takılıydı. Personel hızlıca götürmeye çalışırken Rezan Hanım Arjin'in sedyeden aşağı salınan elinden tuttu.

 

"Yavrum" Kızını o halde görmek içini acıtmış, gözyaşları daha da hızlı akmaya başlamıştı. Abileri de sedyeden tutmuş, hüzünle kardeşine bakıyorlardı.

 

"Götürmemiz lazım" Personelden birisi konuştuktan sonra sedyeyi sürmeye devam ettiler. Sedye ilerleyince Arjin'in eli annesinin elinden ayrıldı. Rezan Hanım da kendini ağlayarak yere attı.

 

"Nereye götürüyorsunuz kardeşimi?"

 

"Yoğun bakıma" Doktor da cevabını verdikten sonra gitmişti.

 

Şifa Hatun daha fazla dayanamamış yere yığılmıştı. Hemşireler hem onu hem de Rezan Hanım'ı bir odaya almışlardı. Biri evladını o halde görmeye dayanamamış anne; diğeri de evladından emanet, canımın bir parçası dediği torununu o halde görmeye dayanamamış babaanne... Babaanne ya da anne fark eder miydi? İkisi de aynıydı.

 

Fırat ise tüm olanları olduğu yerde dinlemiş ve izlemişti. Doktorun sözlerini korkuyla dinlemişti. Arjin'i o halde görmek ise içini sızlatmıştı. Onun bildiği Arjin, hep dimdik durur, yıkılmazdı. Şimdiyse ölüm tehlikesiyle yatıyordu. Fırat daha fazla dayanamadı. Bir hışımla çekip gitti.

 

"Abi" Dicle peşinden seslenmişti ama duymamıştı.

 

Fırat öfkeyle karakola gelmiş, babasını görmek istediğini söylemişti. Polisler Fırat Ağa'yı tanıdıkları için sıkıntı çıkarmadan nezarethaneye indirmişlerdi. Yasir Ağa köşede oturmuş düşünceli halde tespihini çekiyordu. Ayak sesleri duyunca kafasını kaldırınca oğlunu gördü ve ayağa kalktı. Fırat demir parmaklıkların önünde durdu, sinirli bakışlarını babasının üzerine dikti.

 

"Oğlum, gelmişsin" Yasir Ağa oğluna doğru yaklaştı. Fırat ritim tutar gibi kafasını yavaş bir şekilde aşağı yukarı sallıyordu.

 

"Geldim"

 

"Konuş polislerle, babamın bir suçu yok, de. Çıkarsınlar beni şuradan" Babasının sözleriyle öfkesi artmış, göz bebekleri irileşmişti.

 

"Suçun yok, ha"

 

"Oğlum, kolumu tutmuştu. Elinden kurtarmaya çalışırken düştü"

 

"İtmişsin kızı itmişsin!"

 

"Rahat dursaydı itmezdim"

 

"Sen daha nasıl kendini savunabiliyorsun?!"

 

"Asıl sen o kahpeyi nasıl savunuyorsun?"

 

"Düzgün konuş!"

 

"Ben senin babanım!"

 

"Senin gibi bir babam olduğu için utanıyorum artık senden!" Fırat son sözünü de söylemiş, arkasını dönmüştü.

 

"Fırat! Konuş polislerle çıkar beni buradan. Yoksa sana hakkımı helal etmem!"

 

"Kılımı kıpırdatmayacağım senin için! En başından buraya düşmen gerekiyordu. Çek şimdi cezanı!"

 

Karakoldan çıktığında dışarıdan oturan annesi ve Rojda'yı gördü. Annesi ağlıyordu. Yanlarına doğru yürümeye başladı. Annesi onun geldiğini görünce ayağa kalkarak yanına koştu.

 

"Oğlum" Ağlayarak oğluna sarıldı. Fırat karşılık vermedi. Geri çekilip oğlunun yüzüne baktı.

 

"Babanı çıkarmadın mı?"

 

"Hayır"

 

"Çima, kurê min? Sen ağasın. Sözünü dinlerler, konuş çıkarsınlar" Fırat annesinin gözlerinin içine bakarak,

 

"Çıkarmayacağım, ana! O adam yediği haltların bedelini ödeyecek!" dedi.

 

"Etme, eyleme. Baban mapusta yapamaz"

 

"Onu düşünerek hareket edecekti!"

 

"Fırat Ağa" Duydukları sesle bakışlarını sesin geldiği yöne çevirdiler. Gelen Macit Ağa ve aşiretten birkaç kişiydi. Fırat'ın yanına geldiklerinde,

 

"Baban nerededir, Fırat?" diye sordu, eniştesi. Fırat cevap vermeden önce derin bir nefes aldı.

 

"İçeri tıkmışlar"

 

"Olayın aslı, astarı nedir?" Macit Ağa'nın sorusuyla Fırat bakışlarını ona çevirdi.

 

"Arjin'i merdivenlerden itmiş"

 

"Niye böyle bir şey yapmış?"

 

"Arjin tecavüz meselesini öğrenmiş. Tartışırlarken itmiş"

 

"Arjin'in durumu nasıldır?" Bu soru da dayısından gelmişti.

 

"Kritik, xalo"

 

"Babanı ne zaman çıkaracaklar?"

 

"Bilmiyorum ama lanet olası tecavüz olayından sonra girmesi gerekiyordu mapusa. Şimdi çeksin cezasını!" Fırat artık ses tonunu kontrol edemiyordu.

 

"Bu böyle olmaz. Komiserle konuşup halledelim" Macit Ağa cümlesinden sonra bir adım atmıştı ki Fırat eliyle durdurdu.

 

"Dur, ağam!" Hepsi şaşkınlıkla Fırat'a bakıyordu.

 

"Ne dersin sen, Fırat Ağa?"

 

"Madem beni ağa yaptınız. Benim sözüm geçer ve siz de sözümün üstüne söz edemezsiniz!" Fırat kelimelerini tane tane söylemişti. Böyle bir şeyi ondan beklemedikleri için çok şaşırmışlardı.

 

Fırat tek kelime etmeden şaşkın bakışları ve ağlayan annesini gerisinde bırarak arabasına binmişti. Gaza basarak hastaneye doğru yol aldı.

 

Kısa sürede hastaneye ulaşmıştı. İçinden dualar ederek yoğun bakımın olduğu kata çıktı.

 

"Allah'ım nolur iyi haberler duyayım"

 

Yoğun bakımın önü kalabalıktı. Arjin'in ailesi ve DOĞANLI Aşireti'nden bazı kişiler bekliyordu. Köşede bekleyen Dicle'yi görünce onun yanına yaklaştı. Dicle kendisine doğru gelen abisini fark edince,

 

"Abi" dedi.

 

"Bir haber var mı?" Dicle kafasını olumsuz anlamda salladı.

 

"Yoğun bakıma aldılar. Bekleyip dua etmekten başka yapacak bir şey yok dedi doktor" Fırat gözlerini yumdu, yutkundu.

 

"Babama ne oldu?" diye sordu, Dicle. Fırat gözlerini açarak kardeşine baktı.

 

"Olması gerektiği yerde" Dicle, abisinin ne demek istediğini anladığı için üstelememiş başka bir şey sormamıştı.

 

"Senin ne işin var burada?!" Devran Fırat'ı fark edince bağırarak üzerine doğru yürüdü. Dayısının oğlu Erdal kolundan tuttuğu sırada,

 

"Fırat, Arjin'in kocasıdır. Burada olması gerekir" dedi, Haşim Ağa. Devran burnundan soluyordu.

 

"Kocasıysa niye sahip çıkmadı?"

 

"Siz niye anlamıyorsunuz? Olay olduğunda abim evde değildi. Konağa yeni geldiği sırada Arjin Yengem çoktan düşmüştü. Gelir gelmez de direkt hastaneye getirdi! Yeter artık yüklenmeyin ona!" Dicle daha fazla dayanamamıştı. Kızmakta haklıydı. Kimse Fırat'ın ne düşündüğünü, ne hissettiğini anlamıyordu. Fırat konakta olsaydı böyle bir şeyin yaşanmasına asla izin vermezdi.

 

Dicle'nin tepkisinden sonra kimse bir şey diyememişti. Devran arkasını dönüp yoğun bakımın camına yaklaşmış, kardeşine bakmaya başlamıştı. Şehnaz da oradaydı. Yaşananları duyar duymaz ailesiyle hastaneye gelmişlerdi. Sonuçta dünürlerdi, zor günlerinde yanlarında olmak zorundaydılar.

 

Şehnaz Devran'ın yanına geçti. Fırat'ın gözü onlara takıldı. Tuhaf olan bir şey vardı. Kalbi acımıyordu artık. Onları yan yana görmüştü ama kalbi eskisi gibi acımıyor, kanamıyordu. Bir an bende mi Şehnaz'ı unuttum diye düşünmüştü ki hemen kendine geldi. Şu durumda bunu düşünmesi çok saçmaydı.

 

"Fırat, annen nerededir?" Fırat yanına gelen teyzesine döndü.

 

"Karakoldaydı en son" Teyzesinin bakışları merakla doldu.

 

"Çima?"

 

"Babamı hapse attılar" Teyzesi duyduğu şeyle dizlerini dövmeye başladı.

 

"Wey, Xwişka min perişandır" Fırat teyzesini umursamamıştı. Dicle teyzesinin koluna girerek,

 

"Gel, teyze. Sakin ol bi" dedi ve teyzesini lavaboya götürdü. Onlar giderken yoğun bakımın önüne bir doktor geldi.

 

"Burada daha fazla beklemeyin lütfen" Doktorun sesiyle herkes doktora döndü.

 

"Bacımı yalnız bırakmayız!" dedi, Cüneyt.

 

"Beyefendi, burada kalabalık halinde ve uzun süre beklemeniz yasak"

 

"Başlatmayın yasağınıza! Kardeşimizi yalnız bırakmayız dedik!" Devran'ın bağırmasından sonra Haşim Ağa onlara döndü,

 

"Zorluk çıkarmayalım. Yürüyün aşağı inelim. Bir haber olduğunda ararlar elbet" dedi.

 

"Bir yere gitmeyeceğiz!" Bu sefer de Azat tepki göstermişti.

 

"Lütfen zorluk çıkarmayın! Yoksa güvenlik çağıracağım!"

 

"Çağırırsan çağır!"

 

"De hayde, yürüyün!"

 

İstemeye istemeye gitmişlerdi. Devran ve abilerini götürmek biraz zor olmuştu ancak babaanneleri ve annelerine sakinleştirici yapılmış, yatıyorlardı. Onları görmeye inmişlerdi. Yoksa kardeşlerini burada yalnız bırakacak abiler değillerdi.

 

Herkes gidince Fırat bir başına yoğun bakımın önünde kalmıştı. Yavaş adımlarla cama yaklaştı. Gördüğü manzara karşısında kalbi acımıştı. Arjin kablolarla makinelere bağlı yatıyordu. Bu zamana kadar hiçbir şeye boyun eğmeyen, dimdik duran kız şimdi yoğun bakım odasında ölüm kalım savaşı vererek yatıyordu.

 

"Hadi be Arjin, uyan. Bana bağır, çağır, kız. Hatta vur ama iyi ol"

 

Kendinden beklemediği sözler ve hisler içerisindeydi. Ama o vicdansız değildi ki. Evet, Arjin onu öldürmeye çalışmış, ölmesini istemişti. Ama onun kalbi buzla çevrilmemişti ki.

 

Arjin'i bu halde görünce babasına olan öfkesi daha da artmış, öfkenin yanında kin duymaya da başlamıştı. Babası neden böyleydi? Neden acımasızdı? Bir kadına yapılmayacak şeyleri yapmıştı. Babasının acımasız, gaddar olduğunu biliyordu ancak bu kadarını beklemiyordu. Bu son yaptığından sonra onu affetmesi çok zordu.

 

Aklına vurulduğu zaman gelmişti. 'Acaba' dedi, 'acaba beni vurduğunda neler hissettin, Arjin? Ölmemem için dua ettin mi? İçinde az da olsa korku, üzüntü oldu mu?'

 

Aslında bu sorularının cevabını biliyordu ama yine de merak etmişti. Arjin'in onun için üzmeyeceğini çok iyi bilse de kendisi onun gibi olamıyordu. Taşıdığı kalp buna izin vermezdi.

 

✬✬✬

 

Kör ve karanlık hapishaneler. Dışarıya yansıttıkları bu görünüm aslında içinde barındırdıkları insanların ruh halini yansıtıyordu.

 

Yasir Ağa'nın ruh hali nasıldı, peki? Yaptığından pişmanlık duyuyor muydu? Ya da Arjin'in durumuna üzülüyor muydu? Kim bilirdi ki onun neler düşündüğünü, neler hissettiğini...

 

Nezarethaneyi aydınlatan hiçbir şey yoktu. Her yer karanlıktı. Yasir Ağa tahta oturağın üzerine öylece uzanmış, uyuyordu. Birden duyduğu tıkırtıyla uykusundan sıçradı. Kafasını kaldırdığında karşısında beyazlar içinde ona bakan Arjin'i gördü. Korkuyla yerinden kalktı.

 

"S-sen nasıl girdin buraya?"

 

"Ölüler her yere girebilir, Yasir Ağa" Ölü kelimesini duyduğu an küçük dilini yutacak gibi oldu.

 

"Öl-öldün mü?" Arjin ona doğru bir adım attı.

 

"Evet, sen öldürdün beni" Yasir Ağa korkudan titremeye başlamıştı. Geri geri gitmeye başladı.

 

"Ben öldürmedim, seni!"

 

"İterek merdivenden düşmeme ve ölümüme sebep oldun" Yasir Ağa geriye doğru gittikçe Arjin'de ona doğru yavaş adımlarla yürüyordu.

 

"Bilerek yapmadım!"

 

"Her şeyi bilerek yaptın sen!"

 

"Hayır!"

 

"Önce tecavüz ettirmeye çalışarak namusumu kirletmeye çalıştın, sonra da öldürdün!"

 

"Ben oğlumu vurduğun için sana ceza çektirmek istedim"

 

"Sen beni öldürdün, bende seni götürmeye geldim" Yasir Ağa'nın artık gidecek yeri kalmamıştı. Duvarın dibine gelmişti. Arjin'le aralarında birkaç adımlık mesafe kalmıştı.

 

"Seni ben öldürmedim!" Yasir Ağa'nın sesi karanlık hapishanede yankılanmıştı...

 

 

 

 

 

Loading...
0%