@aquilajk_1903
|
Git gide sönüyordum, hayatın bana yaptıklarına karşı aklım durmuştu. Kimisi hak ettiğimi düşünüyordu, kimileri de kadere bağlıyordu. Hak etmediğimi düşünen kaç kişi vardı? On parmağı geçmeyecek kadar kişi...
İsyan ediyorum diye kızmaları yok muydu... Deliriyordum. Önce sönmem için çabalayan insanlar şimdi tekrar yanmamı istiyordu. Çelişki... İnsanların hep yaptığı şeydi.
Kitaplar; huzuru bulduğum, okurken dünyadan soyutlandığım tek şeydi. Kitaplar da olmasa aklımı yitirecektim. Son sayfasını da bitirdiğim kitabı komodinin üzerine bıraktım. Bir kitap daha bitmişti, ben yine aynıydım. Ruhu ve bedeninin yarısı ölmüş bir kadındım. Kadın olmak... Başlı başına zaten eziyet ve acı çekmenin eş anlamlısı değil miydi kadın kelimesi?
İnsanlar görüyordum; hayatında bir amacı olan, amacı için çabalayan... Amaçları uğruna zorluk çekseler de sonunda mutlu olmayı başaranlar... Düşünüyorum da benim hayatım boyunca bir amacım olmamıştı. Sadece babam ölmeden önce okula giden çocukları görünce onlara özenirdim. Babamda "sen büyüyünce elinden tutup okula ben götüreceğim" derdi. Geceleri hep bunun hayaliyle uyurdum. Tek bir hayalim vardı, onu da bana çok görmüş, elimden almışlardı. Anladım ki bir çocuğun babası gözleri önünde elinden alınınca o çocuğun yaşama hevesi kalmıyormuş.
Pazartesi günü gelmişti. Bugün fizik tedavi için doktor gelecekti. İçimde ne heyecan ne de çaba sarf etme duygusu vardı. Doktor boşa geleceğini bilmiyordu. Zaten birkaç gün gelir, karşısında yaşamak için çabalayan birisini görmeyince bırakır giderdi.
Ellerimi yatağa bastırarak aşağı doğru kaydırmaya çalıştım kendimi. Olmuyordu, milim oynamıyordu bacaklarım. İsyan edercesine kafamı tekrar geriye yasladım. Uyumak, dünyadan kopmak istiyordum. Uykunun beni derinlerine götürüp, uyanmama izin vermemesini dileyerek gözlerimi yumdum.
"Arjin"
"Yengecim, uyan hadi" Beynim kulaklarımın duyduğu sese gözlerimin açılmasını istemese de gözlerimi aralamış, başucumda duran Nursel Yengem'i görmüştüm.
"Ne oldu?" Yengem saçlarımı okşayarak cevap verdi:
"Fizik Tedavi için doktor geldi, canım" Aralık olan gözlerimi tekrar yumdum.
"Uyumak istiyorum"
"Doktor salonda bekliyor. Gelsin işini halletsin, uyursun yine" Oflayarak gözlerimi açtım.
"Çağır, gelsin"
"Tamam, canım" diyerek odadan çıktı. Dakikalar sonra Cüneyt Abim ve doktorla birlikte tekrar geldi. Doktor yüzündeki gülümseme ile,
"Geçmiş olsun, Arjin Hanım" dedi.
"Sağ olun" Soğuk ses tonumla cevap verdim.
"Nasıl hissediyorsunuz?" Hey Allahım! Kör müydü bu kulların? Sakat kalmış insanın nasıl olmasını bekliyorlardı?
"Çok yorgunum, doktor bey. Az önce koşudan geldim her yerim yorgunluktan ağrıyor" Üçünün de yüz ifadesi düştü, özellikle doktor fena bozulmuştu.
"Barış Bey, bir şey içer miydiniz?" Cüneyt Abim ortamdaki soğuk rüzgarları dağıtmaya çalışmıştı.
"Bir kahvenizi içerim" Doktorun az önceki halinden eser kalmamış, tekrar gülümsemişti.
"Nasıl içersiniz?"
"Orta şekerli olsun" Cüneyt Abim kafasıyla onaylayarak Nursel Yengem'e baktı. Kaş göz işaretlerinden kahve yap dediğini anlamış, gitmişti Nursel Yengem.
"Ayakta kaldınız" Cüneyt Abim yatağımın ayak ucundaki koltuğu doktora eliyle işaret etti, doktor koltuğa, Cüneyt Abim de yanıma gelip yatağımın kenarına oturdu.
"Arjin Hanım, bugün tedavimizin işleyişi hakkında bilgi vereceğim. Yarın da hafiften tedavimize başlayacağız"
"Bilgiyi telefonla arayarak da verebilirdiniz" Tepkim karşısında doktor yine bozulmuş, Cüneyt Abim de uyarır gibi öksürmüştü. Odada yine soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı ki Nursel Yengem geldi. Doktorun kahvesini verip elindeki tepsiyle bize döndü. Cüneyt Abim kahvenin birini alıp bana verirken,
"İstemiyorum" dedim. Başını salladı, kendisi elindeki kahveyi içmeye başladı. Nursel Yengem gittikten sonra doktor kahvesinden birkaç yudum aldı ve tekrar konuşmaya başladı. Adım gibi eminim kafasında ne konuşacağını düşünmüştü. Ters cevaplar almaktan çekindiği belliydi.
"Arjin Hanım, öncelikle tedavinin en önemli noktası azimli ve güçlü olmaktır" Cüneyt Abim bakışlarını bana çevirdi, gülümseyerek bakıyordu.
"Tanıdığım en güçlü insandır, kardeşim" Eskidendi, abicim...
"Çok güzel, inanmak başarmanın yarısıdır diye bir söz vardır. Eğer sizin de iyileşeceğinize dair inancınız olursa tedaviden kısa sürede olumlu dönüş alırsınız"
"İnancım yoksa ne olacak?" Bu sefer yüz ifadesini korumuştu, doktor.
"Eğer inancınız yoksa tedavi görmenizin hiçbir faydası olmaz"
"İyi o zaman, tedavi görmek istemiyorum"
"Emin misiniz?"
"Arjin!" Cüneyt Abim'in ses tonundan ve bakışlarından kızdığı belliydi. Umursamazca doktora baktım.
"Eminim, boştan yere çabalamanın bir anlamı yok. Ömür boyu bu yatağa mahkum olacağımı biliyorum"
"Yanlış düşünüyorsunuz. Nice hastalar gördüm sizin gibi umudu olmayan. Fakat sonrasında başardıklarını görünce ilk başta karamsar oldukları için kendilerine kızdılar"
"Tedavi olmak istemiyorum dedim doktor!" Cüneyt Abim'in sinirden ellerinin titrediğini fark ettim.
"Siz Arjin'e bakmayın, geçirdiği kazadan etkilendiği için böyle konuşuyor"
"Anlıyorum, yaşadığınız şey hafife alınacak bir şey değil. Yatağa, tekerlekli sandalyeye, başkalarına mahkum olmak ızdıraplı bir şey. Ancak siz çabalamazsanız bu durum hayatınızın sonuna kadar devam eder"
"Tedaviyi görecek, siz sürecin nasıl ilerleyeceği hakkında bilgi verin. Bizler de yanındayız, hayırlısı ile ayağa kalkacak" Cevap vermeme fırsat vermeden Cüneyt Abim konuşmuştu. Söylediği şeylerle bakışlarım yüzünde kaldı. Yanındayız demişti. Yanımda olmanız için yataklara mı düşmem lazımdı, abi? Şuan çektiğim acılara sebep olanlar arasında sizin de suçunuz yok muydu?
"İlk olarak evde elektroterapi ve egzersiz yapacağız. Elektroterapi ile his kaybı yaşadığınız yerlerinize elektrik uyarıları vererek kısa zamanda duyularınızın düzelmesini sağlayacağız. Bir süre böyle devam ettikten sonra robotik fizik tedaviye başlayacağız. Bunlar etkili yöntemler ancak dediğim gibi tedavinin en önemli noktası sizin istemesiniz ve inancınız"
"Bitti mi?" Doktorun söylediği şeylere vereceğim tek cevaptı.
"Evet, Arjin Hanım" Beni çözmüş gibi ters cevaplarımı umursamıyordu. Yerinden kalkınca, "Ben artık gideyim. Yarın görüşürüz. Tekrardan çok geçmiş olsun" dedi. Omuz silktim sadece. Abimle beraber odadan çıkınca bende kendimi yine uykunun kollarına bıraktım.
Gözlerimi açtığımda odam karanlıktı. Akşam olmuştu. Yerimden kalkıp ışığı bile açacak halde değildim. Işığımı yakmaları için de birisini çağırmam gerekiyordu. Hayatım bundan ibaret olacaktı. Başkalarına muhtaç Arjin olarak kalacaktım.
Kimseye boyun eğmek istemiyordum. Karanlıkta dursam da bir şey olmazdı. İçim kapkaraydı, odam karanlık olmuş ne yazar...
Düşüncelerin nefesimi kestiği sırada dışarıdan bağırışma sesleri duydum. Kim bilir yine ne oluyordu... Saniyeler içinde odamın kapısı büyük bir gürültüyle açıldı.
"Arjin!" Azat Abim'in sesini duyduğum an ışık açıldı, az önce zifiri karanlık olan odam aydınlandı. Azat Abim karşımda sinir küpüne dönmüş, burnundan soluyordu.
"Buyur, abi?"
"Kızım senin amacın ne ha?" Arkasında duran telaşlı annem kolundan tutmuş,
"Kurê min, sekinî" diyordu.
"Ne demeye çalışıyorsan açık açık söyle abi!"
"Ölmek mi istiyorsun? Böyle kalıp sürünmek mi istiyorsun? Söyle bi ne istiyorsun ne yapmaya çalışıyorsun!?"
"Bağırma, kurê min" Annem gözyaşlarını akıtmaya başlamıştı.
"Azat rahat dur be!" Cüneyt Abim de bağırarak gelmişti.
"Evet, ölmek istiyorum! Bıktım, yoruldum anlıyor musun? Törenizin bana çektirdiklerinden tükendim, bittim artık! Tek kurtuluşum ölüm!" Bağıracak gücüm dahi yoktu. Uzandığım yerden doğrulmaya çalışsam da başaramıyordum ve sinirlerim daha çok bozuluyordu.
"İsyan ediyorsun, sen! Allah inancın var senin, kendine gel! Doktora da ters davranıp tedavi olmak istemiyorum gibi şeyler deme!"
"Bari buna karışma!"
"Kardeşimsen karışırım!"
"Azat!" Ben cevap veremeden babaannemin sesi duyuldu, odama girdi. "Çık dışarı, Azat! Bağırıp durma!"
"Babaanne-" Babaannem konuşmasına müsaade etmeyerek, elini kaldırdı.
"Azat çık dışarı! Bir daha kardeşine bağırdığını duymayacağım!" Azat Abim kafasını sağa sola sallayarak odadan çıktı. O çıktığı an Devran Abim geldi.
"Ne oluyor? Bağırış sesleri konağın dışından duyuluyor" Ardından telaşla bana baktı ve "Arjin'im iyi misin?" diye sordu. Sorusunu duymamazlıktan geldim.
"Çıkın, yalnız kalmak istiyorum!" Yüzlerine bakmadan konuşmuştum. Söylediğimi umursamadıklarını fark edince, ses tonumu yükselterek konuştum.
"Size çıkın dedim!" Devran Abim hâlâ ne olduğunu anlamadığı için söylene söylene çıktı. Diğerleri de peşinden sessizce çıkmıştı.
Issız bir ormanın içinde kalmış küçük çocuk gibi ağlıyordum. Korktuğum için değil, yıkıldığım, düştüğüm durum için ağlıyordum. Kalbimdeki yorgunluğu, tükenmişliği söküp atmak istercesine hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Odada ağlama seslerime eşlik eden bir ses duyunca telefonumun çaldığını fark ettim. Sağ elimin tersiyle gözyaşlarımı silerken, sol elimi komodine uzatarak telefonumu aldım. Yabancı numaraydı. Şuanki halimle tek kelime etmeye mecalim yoktu. Aramayı meşgule aldım, komodinin üzerine uzatacağım sırada tekrar çalmaya başladı. Tanımadığım numara niye ısrarla arıyordu ki... Burnumu çekerek telefonu açtım, kulağıma götürdüm.
"Arjin" Duyduğum ses şaşkına çevirmişti beni. Karşılık vermek yerine gözlerimi yumdum. Yumduğum gözlerimden hâlâ yaşlar akıyordu. Yeterince yıpranmışken sen neden arıyorsun? Seninle tartışacak gücümde yok...
"Orada mısın?" Derin nefes alarak kendime geldim ve cevap verdim;
"Evet, ne oldu?" Ağladığımdan dolayı sesim titreyerek çıkmıştı.
"Sesin kötü geliyor, iyi misin?"
"İyiyim. Neden aradın?" Telefonun diğer ucundan verdiği nefesle, sinirlendiğini anlamıştım.
"Seni merak ettiğim için olabilir mi?"
"Merak etme beni, tamam mı?"
"Kusura bakma, sende olmayan insani duygular barındırdığım için ister istemez merak ediyorum!" Uzatmadan telefonu suratına kapattım. Uğraşamayacaktım. Gerçi tartışmak istesem de o gücüm yoktu.
Beni merak edip, ilgilenerek babasının yaptığı hatadan dolayı aklınca vicdanını rahatlatmaya çalışıyordu. Onun vicdanına da acıma duygusuna da muhtaç değildim!
Fırat'tan ;
"Merak etme beni, tamam mı?" Sakin ol, Fırat...
"Kusura bakma, sende olmayan insani duygular barındırdığım için ister istemez merak ediyorum!" Telefondan Arjin'in sesi yerine 'dıt dıt' sesi gelince suratıma kapattığını fark ettim. Ruhsuzdu, bildiğin Buzlar Kraliçesi'ydi.
Hata bendeydi, ne demeye arıyorsam. Hanımefendinin durumu nasıl, bir şeye ihtiyacı var mı diye merak edip arıyorum, yaptığı şeye bak! Merak edip, düşünende suç!
Telefonu sinirle yatağın üzerine fırlattım. Bir kere de insan gibi davranamıyor muydu? Sadece bir kere davransın kurban keseceğim yeminle! Sinirimi anca duş yatıştırırdı. Pardon, Arjin sinirlendirince değil duş, hamam bile rahatlatmazdı insanı. Üzerimdeki ceketi çıkarıp yatağa attım, banyoya gireceğim sırada odamın kapısı açıldı. Kafamı kapıya doğru çevirince Dicle'nin kapıdan kafasını uzattığını gördüm.
"Ne yapıyorsun, Dicle?"
"Abi, müsait misin?"
"Değilim" Tekrar banyoya girecektim ki Dicle'nin "Gel, yenge" diyen sesi ve kapının kapanma sesiyle olduğum yerde durdum. Rojda ve Dicle karşımda dikilmiş bana bakıyorlardı.
"Duşa gireceğim, ne var?"
"Seninle konuşmamız lazım, Fırat"
"Buyur, yenge?" Kollarımı birbirine doladım, banyonun kapısına yaslandım.
"Annem çok kötü, abi" Cümlesinden konunun nereye varacağını anlamamak aptallık olurdu.
"Normal"
"Değil, Fırat. Hiçbir şey yiyip içmiyor, sürekli ağlıyor"
"Hastalanacak diye korkuyoruz"
"Alışır zamanla" Söylediğim şey karşısında,
"Fırat, alışır demesi kolay ama kaç gün oldu Diya min iyi değil. Günden güne eriyor resmen"
"Ne yapayım o zaman gidip babamı hapisten mi çıkarayım?"
"Abi, o konuda tek kelime etmeye hakkımız yok biliyorum. En azından gel annemle konuş. Yanına uğradığın yok, belki seni dinler. Kendine gelir"
Oflayarak odadan çıkıp, aşağı indim. Annem salonda koltuğa oturmuş, ritim tutar gibi vücudunu sağa sola sallıyor, ağlayarak kürtçe dualar ediyordu.
"Ya Xwedê, alîkariya min bike û sebrê bide min. Mêrê min ji min nestîne" Hey Allahım! Kocamı da alma benden diyordu. Sanki babam ölecekti. Sabır çekerek yanına yaklaştım.
"Dayê" Kendini Duaya ve ağlamaya o kadar kaptırmıştı ki yanına yaklaştığımı ve sesimi duymamıştı. Omzuna hafifçe dokunarak,
"Dayê" dedim. Sıçrayarak bana baktı, sonra kafasını öfkeyle diğer tarafa çevirdi. Bende bilerek baktığı yöne geçtim. Yüzüme bakmıyordu.
"Dayê, küs müsün bana?"
"Babasını yok sayanı bende yok sayarım!" Konuşurken ters ters bakmıştı.
"Ben babamı yok saymadım" Bu sefer bakışları yüzüme sabitlendi.
"Madem öyledir, niye mapustan çıkarmıyorsun?"
"Ana, siz anlamamak da ısrarcısınız herhalde! Babam suçlu suçlu! Cezasını çekmek zorunda!"
"Arjin denen kahpe de seni vurdu, o niye çekmedi cezasını?" Anlaşılan bu gece fena halde sinir krizi geçirecektim.
"Kahpe deme kıza, dayê"
"Karşıma geçmiş hâlâ onu mu savunuyorsun, Fırat?"
"Peki sen babamın yaptıklarını doğru mu buluyorsun?" Sorduğum soru karşısında bakışlarını kaçırdı, kafasını eğdi. Söyleyecek, savunacak bir şeyinin olmadığının farkındaydı. Önüne diz çöktüm, ellerini avuçlarımın arasına alarak bir öpücük kondurdum.
"Dayê, kurbanın olayım kendine eziyet etme. Bizim tanıdığımız Ünzile Kozan yıkılmaz dağ gibidir, her zorlukla baş eder" Yaşlı gözlerini yüzüme çevirdi.
"Ne edem, kure min. Yıllardır aynı yastığa baş koyduğum kocam mapusa girmiş, hayat bana zindan gibi olmuştur"
"Öyle deme, zindan değil hayatın. Bak, yanında biz varız bugünleri de atlatacağız Ünzile Hatun. Sen nelerin üstesinden geldin, bunun mu üstesinden gelemeyeceksin"
"Baran'ımı yıllar evvel kara toprağa verdim, acısı hâlâ şuramda tazedir" derken eliyle kalbini işaret etti ve konuşmasına devam etti, "Bu acıyı yine yaşayacağım diye korkarım. Ya babana mapusta bir şey ederlerse"
"Korkma, dayê. Kimse bir şey yapamaz, sen güzel gönlünü rahat tut"
Ayağa kalkıp anneme sarıldım, o da içindeki kızgınlığı bir kenara atmış bana sımsıkı sarılmıştı. Erkek olmak buydu işte... Ailenin tüm sorumlulukları üzerinde oluyordu, yaşanılan her zorluğa karşı yıkılmaması gereken tek kişi sen oluyordun. Nereye kadar yıkılmadan duracaktım merak ediyordum.
Arjin'den;
Kafamda hissettiğim elle gözlerimi hafifçe araladım. Başımda yüzünü göremediğim birisi vardı, aklım birden o güne gitti. Korkuyla gözlerimi açtım. Azat Abim'di, başımda duran. Aklıma şerefsiz gardiyanın yaptığı pislik gelince korkmuştum.
"Rojbaş, gulamın" Azat Abim'in gülümseyerek günaydın demesine karşılık kafamı diğer tarafa çevirdim. Hangi yüzle yanıma gelebiliyordu? Kolay mıydı önce sinirlendirip sonra hiçbir şey olmamış gibi gelmek.
"Küs müyüz?" Sorusu beni güldürmüştü.
"Artık küsecek hal de bırakmadın"
"Gulamın, senin iyiliğin için çabalıyorum ben" Başımı ona doğru çevirdim. Yatağımın kenarına yarı oturur halde uzanmış, saçlarımı okşuyordu.
"İyilik yapayım derken kırdığının farkında mısın?"
"Amacım asla seni üzmek değil, Cana min. Yaşadıkların hepimizi üzüyor. Biz senin düzelmen için çabalıyoruz, sen doktora tedavi görmek istemiyorum diyorsun"
"Yaşamaya hevesim yok demek ki"
"Şşş, deme öyle. Yaşamayı en çok sen hak ediyorsun" İstemsizce gülümsedim.
"Hayatın tüm acılarını çekmek için mi yaşamayı hak ediyorum?"
"Delala min, Allah herkesi sınavdan geçiriyor. Yaradan istiyor ki sen isyan etmeden yaşamaya devam et, sen pes etmezsen sana elbet güzel şeyler yaşatacak" Derin bir nefes aldım.
"Güçlü durmaya çalışmaktan yoruldum"
"Sen Arjin'sin. 23 senedir isminin hakkını vererek yaşadın, böyle de yaşamaya devam edeceksin" Ne diyebilirdim ki... Yaşam ateşiydim ama ateşimi söndürmüşlerdi. Küllerimle yeniden doğmaya çalışmama bile müsaade edilmemişti.
"Akşam için özür dilerim"
"Özür her şeyi unutturmuyor, abi"
"Biliyorum. Sadece amacımın seni kırmak olmadığını bil" Ayağa kalktı, alnıma öpücüğünü kondurduktan sonra, "Abin seni canından çok seviyor, Cana min" dedi. Hiçbir şey söylemeyecektim. Tepkisiz kalmak bazen en iyisi oluyordu.
"Hadi bakalım, gel. Kahvaltı hazırdır"
"Canım istemiyor"
"İtiraz yok, Arjin Hanım" Üzerimdeki battaniyeyi kaldırıp, yatağın ayak ucuna attı. Dikkatli bir şekilde beni kollarının arasına aldı, mahkumluğumun sembolü olan tekerlekli sandalyeye oturttu.
"Banyoya girip elimi yüzümü yıkayayım"
"Tamam, Cana min" Önce banyonun kapısını açtı, ardından sandalyeyi banyonun içine sürdü. Ellerimi ve yüzümü yıkadıktan sonra salona geçtik. Herkes salondaydı.
"Vay vay, evimizin prensesi uyanmış" Devran Abim yerinden kalkarak yanıma geldi, önümde eğilerek alnımdan öptü.
"Baba, halam prensesse bende prensim değil mi?" diyen Yağız'a hepimiz güldük.
"Sen bizim paşamızsın, halan ve Şifanur da prensesimiz" Yağız, Cüneyt Abim'in üzerine atlayarak sarıldı. Benim için en güzel manzaydı, bir babanın evladıyla sarılması...
Kahvaltı boyunca ev halkının ilgisine maruz kaldım. Günler sonra ilk defa onlarla aynı sofraya oturmuş, yanlarına gelmiştim. Sevinmişlerdi, sevinçlerini de ilgileriyle belli ediyorlardı. İlgileri karşısında her zaman ki gibi ruhsuz davranmıştım. Kahvaltının sonlarına doğru annemin,
"Keça min, sana yeni yeğen bize de yeni torun geliyor" demesiyle kaşlarımı çattım. Rahşan Yengem mi doğurdu desem, kadın yanımızda karnı burnunda oturuyordu.
"Nasıl yani?" Babaannem gülümseyerek bana baktı. Normalde çok gülen bir insan değildi, o da tıpkı ben gibi soğuktu.
"Nursel Yengen gebedir, Keça min" Gülümseyerek yan yana oturan Nursel Yengem ve Cüneyt Abim'e baktım.
"Sağ salim kucağınıza alırsınız inşallah" dedim. İkisinin de yüzünde tebessüm oluştu.
"Amin canım, Allah razı olsun"
"Sağ ol, gulamın"
"Hala kardeşimi benden daha çok sevmeyeceksin değil mi?" Yağız dudaklarını büzerek araya girmişti.
"Hiç öyle şey yapar mıyım? Sen benim ilk göz ağrımsın" Lafımla Yağız'ın yüzünde güller açtı. Oturduğu sandalyeden resmen uçar gibi kalkıp bana sarıldı. Sımsıkı sarıldım, değerlime. Kokusunu doya doya içime çektim.
Öğlene doğru doktor gelmişti. Umursamaz tavrım değişmemişti ama ters davranmamak için gayret gösteriyordum. Doktor yani Barış Bey samimi davranmaya çalışıyordu. Hiç hoşlanmadığım şeydi, tamam doktor olabilirsin. Görevin hastalarla iletişim kurarak tedavi sağlamak ancak karşındaki hasta soğuk birisiyse niye ısrarla samimi olmaya çalışıyorsun? Patlamamak için zor tutuyordum kendimi.
"Hissedebiliyor musunuz, Arjin Hanım?" Sorusuyla sinirli bir şekilde nefes aldım. Bacaklarıma ve belime kablolarla elektrotlar bağlamış, fişe taktığı cihazla elektrik uyarıları veriyordu. Bir anda hissetmemi mi bekliyordu?
"Eskisinden daha iyi hissediyorum"
"Ciddi misiniz?" Hey Allahım, sabır ver.
"Dalga mı geçiyorsunuz? Hemen nasıl hissedeyim?"
"Kusura bakmayın, vücudunuza gelen elektrik uyarılarından az da olsa hissedebiliyor musunuz diye sormak istedim"
Yarım saat boyunca belime ve bacaklarıma elektrik uyarıları verdi, sıcak ve soğuk su torbaları koydu. Yarım saat de bacaklarıma egzersiz yaptı. Ufak bir hissetme dahi olmamıştı. Zaten hemen düzelmeyi beklemiyordum. Hatta hiç beklemiyordum. Kendimi umutsuz vaka olarak görüyordum.
"Bugünlük bu kadar yeterli, seni fazla yormayalım"
"İyi olur"
"Yarın görüşürüz" Doktor götürmesi gereken eşyalarını alarak odadan çıktı. Rahatlama gelmişti. Bir saat boyunca çıldırtmıştı beni. Eğer biraz daha kalsaydı eminim elektrotların kablosuyla boğardım.
Bedenimi hissetmesem de beynim yorulduğumun alarmını veriyordu. Odaya birileri gelmeden uyumak en iyisiydi. Yoksa saatlerce ilk seans nasıl geçti, iyi misin, nasıl hissediyorsun gibi sorulara maruz kalacaktım. Tam gözümü kapatmış, uykunun derinliklerine iniyordum ki telefon çalmaya başladı. Sabır çekerek elimi komodine uzattım. Telefon komodinin ortasında olduğu için ulaşmak çok zordu. Uzun çabalar sonucunda alabilmiştim. Arayan Rukiye'ydi. Tabi ben telefonu alana kadar kapandığı için kendim aramak zorunda kaldım. İlk çalışta açtı.
"Canım"
"Efendim, Rukiye?"
"Ne yapıyorsun, nasılsın?"
"Uyuyacaktım, sen ne yapıyorsun?"
"Dersten çıktım. Seni merak ettim arayayım dedim. Doktor geldi mi?"
"Gitti bile"
"Eee, ne yaptınız? Nasıl geçti ilk seans?" Ailemin sorularından kaçmak isterken Rukiye'ye yakalanmıştım.
"Normaldi"
"Kuzum açık açık anlatsana. Bir gelişme var mı?"
"Yok, canım yok. Hemen düzelecek değilim ya"
"Zamanla düzeleceksin, kuzum benim. Sen yeter ki güçlü duruşunu kaybetme"
"O duruş kayboldu bile"
"Off, Arjin saçmalama lütfen. Benim tanıdığım Arjin asla yıkılmaz"
"Hayatın getirdikleriyle her şey olur"
"Neyse, bunu uzatmayacağım. Eskisinden iyi olacaksın, biliyorum. Şey soracağım sana"
"Ney?"
"Fırat geliyor mu yanına?" Sorduğu soruya bak! Şeytanın yanımda ne işi var?
"Şeytanla aynı ortamda bulunmayı tercih etmiyorum, Rukiye" Lafıma kıkırdadı.
"Ay, Arjin ya. Bence Fırat kötü birisi değil" Söylediği şey sinirlerimi zıplatmıştı.
"Anlamadım Rukiye?" Ses tonumda yüksek çıkmıştı.
"Diyorum ki Fırat kötü birisi değil. Merhametli, sen yoğun bakımdayken yoğun bakımın önünden ayrılmıyordu. Adam resmen üzüntüsünden kahrolmuştu"
"Onda ne arar merhamet"
"Ciddiyim bak, bir ara acaba bu çocuk seni seviyor mu diye düşünmedim değil" Gözlerim kocaman açılmıştı.
"Saçmalama, Rukiye!"
"Tamam, kızma. Demem o ki, ararsa ya da yanına gelirse ona kötü davranma. Sen adamı öldürmeye çalıştığın halde o senin için üzüldü"
"Görüşürüz, Rukiye. Allah'a emanetsin" diyerek telefonu kapattım. Sinirlenmemeye çalıştıkça illa canımı sıkacak bir şey söylüyorlardı.
En yakın dostum yaşananlardan sonra hangi akılla bunları düşünebiliyor, söyleyebiliyordu? Şaka gibi, "bir ara seni seviyor mu diye düşündüm" demişti. O günlerde yaşadığı üzüntüden mantıklı düşünememiş arkadaşım. Düşmanım beni sevemezdi, sevmezdi. Buna asla izin vermezdim. Ayrıca düşmanımın kalbi başkasıyla doluydu. Olması imkansızdı. Beynimin bunları düşünmesi bile sinirimi bozmuştu. Hem Fırat İblis'ine iyi falan da davranamazdım. İyiliği zerre hak etmiyordu. Umarım bir daha karşıma çıkmaz, şeytan suratını görmeye katlanmazdım.
Odamın kapısı tıkladı, benim 'gel' dememe zaman vermeden kapı açıldı. Gelen annemdi.
"Nasılsın, Keça min?" Kapının girişinde bekliyordu.
"Aynıyım"
"Berxamin, bir kadın geldi. Seni soruyor" Meraklı bakışlarımla anneme bakıyordum.
"Kimmiş?"
"İsmim Elif dedi. Seni görmeye gelmiş" Elif... Elif diye tanıdığım tek kişi Elif Abla'ydı. Fakat onunda hapishaneden çıkıp gelmesi imkansızdı. Başka da tanıdığım kimse yoktu.
"Gelsin mi yanına, Berxamin?"
"Gelsin" Annem beni düşünceli ve meraklı halde bırakarak gitti. Allah Allah, kim olabilirdi ki? Her kimse niye gelmişti? Hadi yakın tanıdığım olsa ziyarete geldi derdim ama öyle olsa annemler de tanırdı.
"Arjin" Düşüncelerimle aramdaki meraklı soruları tanıdık bir ses böldü. Hayır, bu ses... Yok olamazdı, imkansızdı. Kafamı yavaşça sesin geldiği yöne, kapıya çevirince büyük bir şok yaşadım. Halüsinasyon görüyor olmalıydım. Bunun olması imkansızdı. Gözlerimi yumdum, açtığımda halüsinasyon geçmiş olacaktı. Yavaşça gözlerimi açınca halüsinasyon görmediğimi anladım.
"E-Elif Abla" Kekeleyerek konuşmuştum. Birinin beni girdiğim şoktan kurtarması gerekiyordu. Huzur veren kollar beni sımsıkı sarınca gerçek olduğundan tamamen emin olmuştum. İlk başta şoktan karşılık veremesem de kendime gelir gelmez bir daha hiç bırakmak istemezcesine sarıldım.
Elif Abla nasıl ve neden buraya gelmişti bilmiyordum, bildiğim tek şey yitirdiğim bir duyguyu bana yaşattığıydı. En son ne zaman mutluluğu hissettiğimi hatırlamıyordum ama şuan mutluydum. Bu his çok güzeldi. Sonsuza dek bu şekilde kalmak istiyordum.
Hayat, tükenmişlik ve karanlık içinde boğulduğum sırada mutlu olmam için bir sebep yollamıştı...
|
0% |