Yeni Üyelik
33.
Bölüm

32. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

Çaresizlik içinde kıvranır, hayatınızın geri kalanında artık mutluluk duygusunu hissedemeyeceğinizi sanırsınız. Sonra bir bakmışsınız ki mutluluk size gelmiş. Hem de ummadığınız anda, ummadığınız kişilerle...

 

Elif Abla'yı yüzünde ona çok yakışan gülümsemesi ile bana bakarken görünce inanamamıştım. Ya rüyadaydım, ya da halüsinasyon görüyordum. Bana sarıldığı an anlamıştım ki rüya da değildi, halüsinasyon da...

 

Yirmi senelik mahkumluğu çıkan bir af kararıyla bitmiş. Özgürlüğü, yaşamayı en çok Elif Abla hak ediyordu. Onu görmek, özellikle de hapishane dışında görmek içimde tarifi imkansız sevinç dalgaları oluşturmuştu. Şimdi karşımda oturuyordu. O da en az benim kadar mutlu ve şaşkındı. Hayatının sonuna kadar dört duvar arasına mahkum kalacağını bilerek günlerini geçiren insan bir anda özgür kalınca nasıl şaşırmasın ki?

 

"Hâlâ inanamıyorum, abla" Güzel yüzünde yine tebessüm oluştu. Gözlerinden bile mutluluk fışkırıyordu sanki.

 

"Bende inanamıyorum, kuzum. Rüyada gibiyim sanki"

 

"Abla, bir şey soracağım"

 

"Sor, kuzum"

 

"Konağı nasıl buldun?"

 

"Cezaevinden çıktığımda Kozan'ların konağına gittim. Orada olmadığını, abilerinin yanında olduğunu söylediler. Adresi istedim, cana yakın bir kız vardı. Sağ olsun o yardımcı oldu, şoförlerine beni buraya getirmesini söyledi" Tabi ki de bunu yapan Dicle'ydi. Yoksa Şeytanların Mabedi'nde iyilik yapacak başka kadın yoktu.

 

"Abilerinin yanında olduğunu duyunca töre engelini aştınız, özgür kaldın sandım. Sevinerek geldim ama sevincim kursağımda kaldı" Söyledikleri karşısında yüzümde acı bir tebessüm oluştu.

 

"Töre engelini aşamadan önüme başka engeller çıktı" derken bacaklarımı işaret ettim.

 

"Önündeki bütün engelleri aşıp, dimdik duracaksın güzel kızım"

 

"Artık imkansız"

 

"İmkansızı başarmak senin elinde. Sen güçlü ve inançlısın. Evelallah bunun da üstesinden geleceksin"

 

"Felç kaldığım gün inancım da bitti"

 

"Böyle konuşmak sana yakışmıyor, Arjin'im. İnancını bitirirsen hayatını da bitirmiş olursun" Yüzümdeki acı tebessümle kafamı sağa sola sallayabildim sadece. Bir süre sessiz kaldık. Elif Abla fincanındaki son kahve yudumlarını da içince ayağa kalktı.

 

"Ben artık gideyim, kızım. Sen dinlen, sonra yine gelirim" Kaşlarımı çatarak baktım.

 

"Nereye gideceksin?" Soruma yanıt olarak sadece kafasını eğdi. Buradan anlamıştım, gidecek hiçbir yeri olmadığını.

 

"Otur, abla. Sende artık bu evde yaşayacaksın" Az önce eğdiği kafasını kaldırıp bana bakınca yüzündeki şaşkın ifadeyi gördüm.

 

"Olmaz, kuzum. Rahatsızlık veremem, gidecek bir yer elbet bulurum"

 

"Tamam, en azından gidecek yer bulana kadar kal" Saniyeler süren sessizliği sonrası,

 

"Ailen ne der, kuzum? Sen kal diyorsun da, ya onlar rahatsız olursa?" diye sordu.

 

"Estağfurullah ne rahatsızlığı, abla. Kimse rahatsız olmaz"

 

"Peki, birkaç güne kadar inşallah kalacak yer de bulurum" Gülümsedim. Gidecek yeri, benden başka kapısını çalacak kimsesi olmayan bir kadının gitmesine izin veremezdim.

 

Konuşmaya daldığımız sırada kapının açılmasıyla sohbetimizi yarıda kesip gelene baktık. Annem gelmiş, gülümseyerek bize bakıyordu.

 

"Rahatsız etmedim, inşallah"

 

"Estağfurullah" Anneme Elif Abla cevap vermişti.

 

"Keça min, abilerin geldi. Sofra da hazırdır, yemeğe geçelim hadi"

 

"Tamam, anne" Üzerimdeki battaniyenin ucunu tutarak kenara ittirdim. Annem odanın köşesinde duran mahkumiyetimin sembolünü yatağımın yanına getirdi. Elif Abla yerinden kalkarak annemin yardımıyla beni tekerlekli sandalyeye oturttu.

 

"Teşekkür ederim"

 

"Rica ederim, kuzum" Elif Abla arkama geçerek sandalyeyi sürmeye başladı. Annemde arkamızdan gelirken salona girdik. Yine biz hariç herkes masanın etrafına oturmuş, bekliyordu. Bizi gördüklerinde abilerim ayağa kalktı. Elif Abla'yı selamlayıp, hoş geldin dedikten sonra tekrar oturdular. Ben babaannemin karşısına, Elif Abla çaprazımdaki sandalyeye oturdu.

 

"Nasılsın, güzelim?" Devran Abim'in sorusuyla ona döndüm.

 

"Çok iyiyim abi" Benden böyle bir cevap beklemediğini şaşkın bakışlarından anladım.

 

"Neye borçluyuz bu kadar iyi olmanı?" Devran Abim sormadan Azat Abim sormuştu. Azat Abim'e baktıktan sonra bakışlarımı Elif Abla'ya çevirdim.

 

"Çok değer verdiğim bir insanın mucize gibi gelmesine borçluyuz" Cümlem bitince herkesin yüzüne samimi bir gülümseme yerleşti.

 

"Bu arada" diyerek bakışlarımı Elif Abla'dan çekip aileme baktım. "Elif Abla'm bir süre bizimle kalacak"

 

"Elif kızımıza kapımız sonuna kadar açıktır. Dilediği kadar kalabilir" Babaannemin Elif Abla'yı kendi kızı gibi görmesi beni daha mutlu etmişti. Gülümseyerek kendisine bakmadan teşekkür ettiğimi hissetmiş, aynı şekilde gülümseyerek karşılık vermişti.

 

"Eksiğin olur, bir şeye ihtiyacın olur. Çekinmeden söyle abla" Cüneyt Abim'den sonra diğer aile üyelerimden de aynı tür cümleler gelmişti. Elif Abla'nın yüzünde mahcubiyet, mutluluk karışımı ifade vardı.

 

"Allah razı olsun sizlerden, ne kadar dua etsem, teşekkür etsem az kalır" Utancından kafasını eğerek konuşmuştu. Ailemin onu el üstünde tutacağından şüphem yoktu. İçim rahattı, benim için değerli olan insanın rahat olması, mutlu olması her şeyden önce gelirdi.

 

Elif Abla tüm ısrarlarımıza rağmen ayrı odada kalmak istememişti. Odamda yer yatağı yapıp yanımda yatmak istemişti. Buna içim el vermemişti. Havalar soğukken yerde yatması olmazdı. Ayrıca sadece havanın soğuk olması da değil, misafirimin, değerlim dediğim insanın yeri yer yatağı değildi. Yatağım geniş olduğu için beraber yatmayı istedim. İlk başta olmaz dese de ısrarlarıma dayanamadı. Zaten ne sağa ne sola dönebiliyordum. Sabit halde yattığım için sıkıntı da olmazdı.

 

Yıllardır sürekli gördüğüm kabuslar olmadan, sabaha kadar huzurla uyumuştum. Elif Abla'nın varlığı nedensizce çok iyi hissettirmişti. Düne kadar karamsarlık içinde boğulan ben güne gülümseyerek başlamıştım. Elif Abla bana sarılmış mışıl mışıl uyuyordu. Ses çıkarmadan onu izledim. Nasıl da masumdu... Hayat ona karşı merhametli olsaydı bu hallere düşmezdi. Katil olsa da bile isteye yapmamış, hatta yaptığı şeyde kendisine hak veriyordum. Hangi anne evladı gözü önünde öldürülünce sakin kalırdı ki? Hele ki evladını öldüren kocasıysa, evladının öz babasıysa o kadını kimse durduramazdı.

 

"Günaydın, Arjin'im" Gözlerini aralamış gülümseyerek bana bakıyordu.

 

"Günaydın, ablam"

 

"Allah razı olsun, kuzum"

 

"Ne için abla?"

 

"Beni sahipsiz bırakmadığın, kapını açtığın için"

 

"Ablam, ben seni nasıl yalnız bırakayım ki? O hapishane köşelerinde bana kol kanat gerdin, zor zamanlarımın tek destekçisi oldun. Yaptıkların karşısında ne yapsam az kalır"

 

"Estağfurullah, kızım. Ne yaptım sanki"

 

"İyi ki varsın abla, iyi ki geldin. Ruhuma ilaç gibi geldin. Yıllardır yitirdiğim mutluluk hissini yaşattığın için de ayrıca teşekkür ederim"

 

"Hayırlısıyla daha mutlu olacak, güzel günler yaşayacaksın inşallah" Karamsar hisler barındırmak istemiyordum. En azından şuan da istemiyordum. Mutlululuğumun tadını çıkarmak istiyordum.

 

✬✬✬

 

Kahvaltıdan sonra abimler işe gitmişti, biz kadınlarda salonda oturmuş kahve içiyorduk. Elif Abla çekingen yapılı olsa da ailemle kaynaşmıştı. Fark ettiğim kadarıyla ailemde Elif Abla'yı çok sevmişti.

 

"Elif kızım, Yüce Rabbim senden razı olsun. Mapus köşelerinde torunuma kol kanat germiş, annelik yapmışsın. Hakkın ödenmez" Elif Abla babaannemin sözleriyle bana baktı.

 

"Arjin'imin hali karşısında oturup destek olmamak elde değildi. Halden anlarım, çektiği acıları bizzat yaşadım. Suskun kalmak bana yakışmazdı" Gözlerinin içindeki acıyı derinlerimde hissetmiştim. Eşekten düşenin halini eşekten düşen anlarmış. Elif Abla'yla yaşadıklarımız aynı olmasa da aynı suçtan hapse girmiştik. Kendisi hem kader ortağım hem de kıymetlim olmuştu.

 

Elif Abla'nın sözleri karşısında kimseden ses çıkmamıştı. Ne diyebilirlerdi ki? Arjin'i bile bile cehennemine yollayıp hapishaneye düşmesine göz yumduk diyemezlerdi. Demeye cesaret edemezlerdi. Hatalarını bildikleri için susmayı tercih ediyorlardı.

 

"Arjin'im" Elimdeki kahve fincanına dalmış bakarken Gülsüm Abla yanımıza geldi.

 

"Efendim?"

 

"Doktor bey geldi" Sıkıntıyla nefes verdim. Doktoru, tedaviyi tamamen unutmuştum. Yaşadığım mutluluk da anca bu kadar sürerdi zaten.

 

"Gelsin" diyerek fincanı sehpaya bıraktım. Sandalyeyi kendi desteğimle sürmeye çalışırken Elif Abla ayaklandı.

 

"Yardım edeyim, kızım" Elif Abla'nın yardımıyla odama geçtik. Biz odaya girer girmez doktor da peşimizden girdi.

 

"Merhaba, Arjin Hanım" Adamın yüzündeki gülümseme hiç eksik olmuyordu.

 

"Merhaba"

 

"Bugün nasıl hissediyorsun?" Her gün aynı soruyu sormaktan bıkmıyordu.

 

"İyiyim" Cevabım karşısında şaşırmıştı. Şaşırması normaldi çünkü, her sorduğunda tersliyordum.

 

"Çok sevindim iyi olmana"

 

"Hep de iyi olacak inşallah" Elif Abla elini omzuma destek olurcasına koydu. Yüzümde zoraki bir gülümseme oluştu. Elif Abla'yı terslemek istemediğim için mecbur iyi görünmeye çalışıyordum.

 

"Morali bugünkü gibi hep yüksek olursa kısa zamanda iyileşir"

 

"Ben yanındayım, güzel kızımın. Morali iyi olsun diye elimden geleni yapacağım"

 

"Siz Arjin Hanım'ın neyi oluyorsunuz?" Elif Abla doktorun sorusuyla bakışlarını bana çevirdi. Nasıl cevap vereceğini bilememişti.

 

"Cezaevinden tanışıyoruz" Verdiğim cevap karşısında doktor neye uğradığına şaşırmıştı. Yüzünde bulunan her zamanki tebessümünün yerini şaşkınlık korku karışımı duygular almıştı.

 

"Ce-cezaevi mi?"

 

"Evet" Doktor kısa sürede kendini toparlayarak,

 

"Anladım. Başlayalım isterseniz" dedi.

 

"Tamam"

 

Seansa önce elektroterapiyle başlamıştık. Doktor belime ve bacaklarıma elektrotlar takmıştı. Prize takılı olan cihazdan ayarlamalar yapıyordu. Her seferinde "hafif de olsa iğne batması gibi bir şey hissediyor musun?" diye soruyordu. Maalesef ki cevabım hep "hayır" dı. Her hayır diyişimde Elif Abla,

 

"Birden olmayacak, zamanla yavaş yavaş düzeleceksin" diyerek cesaret veriyordu. Başkası söylese terslerdim ancak Elif Abla'yı ne tersleyebiliyordum ne kızabiliyordum. Aksine onun desteği iyi geliyordu. İçimde az da olsa umut kırıntısı oluşturmuştu.

 

Yarım saatlik elektroterapi seansı sonrası egzersize başlamıştık. Daha doğrusu doktor kendi bildiği gibi bacaklarımı hareket ettirmeye çalışıyordu. Değişik değişik hareketler yaptırdıktan sonra,

 

"Bugünlük bu kadar yeterli, Arjin Hanım. Fazla yormayım sizi" dedi.

 

"Fark etmez, hissetmediğim şey yormaz beni"

 

"Siz eğer bundan sonraki süreçte bugünkü gibi moralinizi yüksek tutarsanız beklediğimizden çabuk iyileşirsiniz" Burnumdan nefes verdiğim sıra Elif Abla'yla göz göze geldik. Gülümseyerek, gözleriyle 'sen iyi olacaksın' der gibi bakıyordu. Bende gülümsedim.

 

"Moralim bundan sonra yüksek olacak, sapasağlam ayağa kalkacağım"

 

"Süpersiniz" Doktor oturduğu ayak ucumdan kalkarken "Bu arada sizin için sakıncası yoksa sizli bizli konuşmak istemiyorum. Hastalarımla samimiyet kurmayı seviyorum. Bu sayede hastalarımda bende tedaviye rahat bir şekilde odaklanıyoruz" dedi. Samimiyeti hiç sevmiyordum. Mecbur,

 

"Sorun değil, nasıl rahat edecekseniz öyle yapın" dedim. Fazla samimiyet kurmayacaktım, tedavi bitene kadar senli benli konuşmasında sakınca yoktu.

 

"Tamamdır, Arjin" Doktor bizle vedalaştıktan sonra gitti. Derin bir nefes aldım, boş boş konuşup durmuş başımı ağrıtmıştı. İyi davrandığımı görüp yüz bulmuştu. Umarım tedavi bitene kadar böyle devam etmezdi. Yoksa benim tedavimi bitiremeden kendisinin tedaviye ihtiyacı olurdu.

 

"Güçlü kızım benim. Gücünü inancını hiçbir zaman kaybetme olur mu?" Elif Abla saçlarımı okşayarak yanıma oturdu.

 

"Kaybetmiştim, abla. Hatta hâlâ eski gücüm yok. Sadece senin varlığın huzur verdiği için kendimi güçlü ve iyi hissediyorum. Yanımdan hiç gitme.

Beni hiç bırakma olur mu?" Sesim sonlara doğru yalvarır gibi çıkmıştı. Elif Abla elimi sımsıkı tuttu.

 

"Kuzum benim, Rabbim izin verdiği müddetçe hep yanında olacağım. İyi olman için ne gerekiyorsa yapacağım" Gülümsedim. Her kelimesi içtendi. Samimiyetini en derinden hissettiriyordu.

 

Ben yok desem de Elif Abla beni dinlememiş mutfağa bizimkilere yardım etmeye gitmişti. Kendi deyimiyle boş boş oturmak istemiyordu. Güya yük oluyormuş bize, bari ev işlerinde yardım edeyim dedi. Bana yük olacak son insan bile değildi kendisi.

 

Cezaevindeyken Elif Abla'yı bana iyilik yapmaya çalıştığında terslemiş, kırmıştım. Umursamamış, iyi niyetini asla esirgememişti benden. Başkası olsa ne yapardı? 'ne hali varsa görsün' der bir köşeye çekilirdi. Elif Abla bunu yapmamıştı. Başkalarının hissettirmediği sevgiyi, samimiyeti hissettirmişti. Bana asla zarar vermeyeceğini bildiğim tek insandı. Zamanında sorsalar sana asla zarar vermeyecek kim ya da kimler var, düşünmeden ailem derdim. Artık 'ailem' kelimesini kullanamazdım. Zaten bizi en çok üzen sevdiklerimiz olmuyor muydu bu hayatta?

 

Okuduğum kitaba dalmıştım. Kitaplar, kafamdaki binbir türlü düşüncelerden ve hayatın gerçeklerinden bir nebze olsun uzaklaştırıp bambaşka bir dünyaya götürüyordu beni.

 

Kapının önce tıklama sonra açılma sesiyle daldığım kitap dünyamdan çıkarak gelene baktım. Kapıyı yarı açmış, kulpundan tutarken bana gülümseyerek bakan Dicle'ydi gelen.

 

"Müsait misin?" Kafamı evet anlamında sallayınca içeriye girerek kapıyı kapattı. Şükür ki abisi olacak adamla gelmemişti. Az da olsa huzurlu olduğum zamanlarımı onu görerek zehir etmek istemiyordum. Dicle elinde tuttuğu hediye paketiyle yanıma yaklaştı. Bana mı hediye almıştı?

 

"Nasılsın?" Yenge dememesi içten içe sevinmeme neden olmuştu.

 

"İyiyim şükür, sen nasılsın?" Dicle de terslemediğime şaşırmış görünse de bozuntuya vermedi.

 

"Seni iyi gördüm daha iyi oldum" Gülümseyerek konuşmuştu.

 

"Teşekkür ederim" diyerek oturmasını işaret ettim. "Geç, otur" Elinde tuttuğu hediye paketini bana uzattı.

 

"Senin için aldık" Paketi alırken kaşlarım çatıldı.

 

"Aldık derken?"

 

"Gelirken abimle aldık. O da salonda Şifa Ana ile oturuyor, gelir birazdan" Az önce gelmedi diye oluşan sevincim fos olmuştu. Geçen gün aradığında kızmıştım, ondan sonra ne aradı ne geldi. Umrumda değildi zaten. Yüzsüz gibi yine gelmişti. Amacı cinlerimi tepeme çıkarmaktı.

 

"Bakmayacak mısın hediyeye?" Şeytan paketi fırlat at diyordu, içimdeki ses de Dicle'ye yine ayıp etme diyordu. İkisi arasında kalmışken iç sesim Şeytanı yendi. Kırmızı paketi yavaşça açtım. Beş adet okuma kitabı vardı. Kitapları görünce gözlerim parladı. Kitaplardan birisi DOSTOYEVSKİ'NİN SUÇ VE CEZA adlı kitabı, diğerleriyse Türk Edebiyatı klasikleriydi.

 

"Teşekkür ederim tam benlik kitaplar"

 

"Valla ben Türk yazarların kitaplarını almıştım. Abimde şu" Suç ve Ceza' yı işaret etti "kitabı getirdi. Bunu da alalım sever, dedi"

 

"Ken-" Cümlem bitemeden kapı açıldı. Elif Abla ve yüzünü görmek istemediğim adam gelmişti. Gülümseyen Elif Abla'ya karşılık verir vermez kafamı Dicle'ye çevirdim. İblis yokmuş gibi davranacaktım.

 

"Ben sandalye getireyim" Elif Abla'nın çıkmasıyla tekrar gelmesi bir olmuştu. Sandalyeyi yatağımın yakınına koyduktan sonra Fırat'a,

 

"Buyurun" dedi.

 

"Teşekkür ederim" İblis Bey'e hizmet etmesi canımı sıkmıştı. İblis sandalyeye oturunca Elif Abla da yanıma oturdu. İblis'ten tarafa bakmamaya çalışıyordum. Ortama sessizlik hakim olmuştu. Kısa süren sessizliğin hakimiyetini İblis bozdu.

 

"Nasıl oldun?" Burnundan konuşuyordu sanki. Konuş diyen de halimi hatırımı sor diyen de yoktu.

 

"Sa-" Sanane diyecektim ki Elif Abla gözümün içine baktı. Bakışlarıyla tersleme demek istiyordu. Kaşlarımı çattığımda yüzünde tebessüm oluştu. Tebessümünü görünce kırmak istememiştim. Burnumdan nefes vererek,

 

"Hâlâ yatağa mahkum olsam da iyiyim" dedim. Beyefendi ilk başta tersleyeceğimi anladığı için şuanki cevabımı beklemiyordu.

 

"Tedavi nasıl gidiyor?" Sordukça soracaktı. Elif Abla'ya dua etsin, yoksa azarlar gönderirdim kendisini.

 

"İyi gidiyor"

 

"Sevindim" Sevinmişmiş. Ufak at da civcivler yesin.

 

"İçecek bir şey ister misiniz?"

 

"Yok" dememin ardından "Evet" dedi, İblis Fırat. Ben bir an önce gitmelerini istiyorken Elif Abla bir şeyler ikram etmek istiyordu. Adım gibi eminim İblis inadıma evet demişti.

 

"Bir şeyler hazırlayıp getireyim ben" Elif Abla yerinden kalkınca Dicle de oturduğu koltuktan kalktı.

 

"Yardım edeyim bende" Elif Abla ve Dicle beraber odadan çıkmıştı. Yine İblis'le baş başa kalmıştım. Sabrım sınanıyordu. Dakikalar öncesinde kendimi huzurlu hissediyorken şimdi sinir küpüne dönmüştüm. Sinirimi mutlaka çıkarmam lazımdı. Elif Abla yokken tam zamanıydı. Onun yanında istesem aynı Arjin olurdum ama gözümün içine öyle bir bakışı vardı ki öl dese ölürdüm.

 

"Git ne içmek istiyorsan kendi evinde iç!" Kaşlarını çattı.

 

"Azcık misafirperver ol"

 

"Misafir sensen olmam"

 

"Kızım-"

 

"Bana kızım deme!"

 

"Arjin Hanım, oldu mu şimdi?"

 

"Olmadı. Sen bana hiçbir şey deme!" Kafasını sağa sola salladı.

 

"Senin bir anın bir anını tutmuyor mu?"

 

"Tutmuyor, var mı diyeceğin?"

 

"Var. Allah akıl fikir versin!"

 

"Bende yeteri kadar var, sana versin!"

 

"Az önce kedi gibi uysaldın. Şimdi yine kaplan kesildin"

 

"İstediğim gibi olurum"

 

"Ol aman, incilerin dökülür!" Hıh, diyerek kollarımı birbirine doladım, kafamı cam tarafına çevirdim. Yüzüne bakmak istemiyordum, konuşmak da istemiyordum. Yerinden kalktığını anlayınca göz ucuyla ne yaptığına baktım. Gitmesini beklerken yatağıma yaklaştığını fark ettim. Hemen ona döndüm.

 

"Ne yapıyorsun sen?" Soruma cevap vermek yerine eğildi, yanımda duran kitapların en üstünde duran Suç ve Ceza'yı eline aldı ve tekrar yerine oturdu. Kitabın isminin yazdığı kısmı görmem için havaya kaldırırken,

 

"Hediyeni beğendin mi?" diye sordu.

 

"Hediye güzel de alan kişi şeytan. O yüzden istesem de beğenemiyorum" Lafımın altında kalmayacağını belli edercesine baktı.

 

"Bence kesin beğeneceksin. Tam sana göre bir kitap" Kaşlarımı çattığımdan ne demek istediğini anlamadığımı anlamıştı. Cümlesine devam etti,

 

"Baş karakter de senin gibi katil oluyor. Yazar, katilin ruh halini yazmış. Seninle ilgili olduğu için almak istedim. Gerçi, senin ruh halinle bu karakterin ruh hali aynı değil. Karakter yaptığından pişman oluyor, sende o yok" Allah'ım! İhtiyacım olan tek şey sabır. Aksi takdirde elimden ciddi anlamda kaza çıkacak.

 

"Üzgünüm katil olamadım. Olsam karşımda olmazdın! Ayrıca pişman olacağım bir şey de yapmam!"

 

"Katil olamadığın için bir de üzgün müsün?"

 

"Başkasını vurmuş olsam belki üzülebilir ya da pişman olabilirim. Fakat şeytanı vurmak asla üzmez beni. Aksine gururlandırır!" Kitabı tekrar yanıma bıraktı.

 

"Neyse, oku bakalım. Okuyunca az da olsa aklın başına gelir belki" Sabrımı fazlasıyla zorlamıştı. Dayanamayarak az önce yanıma bıraktığı kitabı alıp yüzüne doğru fırlattım. Son anda kitabın yüzüne gelmesini engelledi.

 

"Nankörsün. Sana hediye almışım, teşekkür edeceğin yerde aldığım hediyeyi kafama fırlatıyorsun!"

 

"Çok beklersin teşekkürü!"

 

"Odun!" Yanımda bardak falan olsa hiç düşünmeden alnının ortasına fırlatırdım. Sabrımı sınamasaydı kitabı da atmazdım. Kitaplara zarar vermek asla yapacağım şey değildi. İblis yüzünden olan kitaba olmuştu. Öldürücü bakışlarımı üzerine attıktan sonra tekrar cam tarafına döndüm. Kollarımı birbirine doladım, çatık kaşlarımla Diyarbakır'ın yağmurlu havasını seyre daldım.

 

Fırat'tan ;

 

Arjin'lerin konağından çıktıktan sonra Dicle'yi eve bırakmak için bizim konağa doğru yol aldık. Arjin geçen güne göre iyi görünüyordu. Giderken yine tersleyeceğini bilerek gitmiştim. Şaşırtıcı bir şekilde iyi davranmıştı. Tabi Elif Abla dediği kadının yanında iyi davranmıştı. O yokken kaplan gibi saldırmıştı resmen. Nedense kadının yanında kedi kesiliyordu. Sorduğumuz, söylediğimiz şeylere sakin ve güzel cevaplar veriyordu. Yalnız bunu yaparken de bakışlarından fark ettiğim kadarıyla içi içini yiyordu.

 

İnadına sürekli soru sormuştum. Tabi sorduğum sorular tedavisine yönelik sorulardı genellikle. Kızacağını bildiğim soruları da sormuştum. Sırf kızdırmak için yapmıştım. Neden bilmiyorum ama onu kızdırmak hoşuma gitmişti. En sonunda dayanamış patlamıştı. Elif Abla'sı "Sakin ol, kuzum" dediğinde "Senin hatırın için iyi davranmaya çalıştıkça bu İblis beni delirtmeye çalışıyor" demişti. Gülmemek için zor durmuştum.

 

"Dicle, o kadın kimdi?"

 

"Hangi kadın, abi?"

 

"Arjin'in yanındaki"

 

"Rahşan Abla'ya sorduğumda 'Arjin'in cezaevinden tanıdığı' dedi"

 

"Anladım" Arjin'in birisinin sözünü dinlediğini ilk defa görmüş ve şaşırmıştım. Demek Elif Abla'sı onun için çok değerliydi ki onu kırmak istemiyordu. Arjin'in de duyguları varmış, vay be... Telefonumun çalması düşüncelerimi yarıda kesti. Yabancı numara arıyordu, şirketle alakalı olduğunu düşünerek açtım.

 

"Hayırlı günler, Fırat Ağa'm. Ben Ercan, Jiyan Ağa'nın korumasıyım"

 

"Buyur, Ercan?"

 

"Ağam, Jiyan Ağa'm 'neredeyse mutlaka gelsin, konuşmamız lazım' diyor"

 

"Konu ne?"

 

"Bilmiyorum, ağam"

 

"Tamam. Yarım saate oradayım" Hoparlöre aldığım aramayı kapattığımda,

 

"Düşündüğüm konu mu, abi?" diye sordu, Dîcle.

 

"Bilmiyorum" Aslında az çok tahmin edebiliyordum. Jiyan Ağa önemli mevzu olmadığı sürece çağırmazdı. Konunun ne olduğunu tahmin etsem de gidince tahminimin doğruluğunu öğrenecektim.

 

Dicle'yi konağa bırakır bırakmaz Jiyan Ağa'nın konağına doğru yol aldım. Ön cama ard arda düşen yağmur damlalarını silecekleri çalıştıracak temizledim. Konağa varana kadar yağmur dinmemişti. Havanın soğukluğu ruhumu bile donduruyordu. Soğuk demişken aklıma yapılacak kömür yardımları gelmişti. Baran'ı arayıp ne yaptıklarını sormalıydım. Kar da kışta kimse zor durumda kalmasın. Sol elimle direksiyonu tutarken, sağ elimle telefonumdan Baran'ı arayıp aramayı hoparlöre aldım, ilk çalışta açtı.

 

"Alo"

 

"Ne yapıyorsun, Baran?"

 

"Malum yerlerimi ısıtmakla meşgulüm. Sen ne yapıyorsun, ağam?" Baran sululuk yapmadan yaşamazdı.

 

"Jiyan Ağa'nın yanına gidiyorum"

 

"Hayır mı?"

 

"Bilmiyorum, çağırdı gidiyorum. Kömür yardımlarını soracaktım. Ne yaptınız, ihtiyaç sahiplerine götürdünüz mü?"

 

"He, götürdük. İhtiyacı olan herkese dağıttık"

 

"Erzak yardımları?"

 

"Onları da yarın dağıtacağız artık. Bugün malum yerlerimize kadar donduk, biraz ısınıp dinlenelim"

 

"Yarın mutlaka dağıtın. Diyarbakır'da tek bir ailenin bile aç açıkta kaldığını duyarsam hesabını sana sorarım, Baran"

 

"Merak etme, Fırat Ağa'm. Evelallah kimseyi aç açıkta bırakmayız"

 

"İnşallah"

 

Jiyan Ağa'nın konağına geldiğimde telefonu kapattım. Baran'ın gereksiz esprilerini dinlemek beynimi yormuştu. İnşallah Jiyan Ağa'nın söyleyecekleri de yormazdı. Kapıdaki korumalara selam verip konağa girdim. Jiyan Ağa'nın oturduğu salona kadar korumalardan biri eşlik etmişti. Benden önce salona girip geldiğimi haber verdi. Ardından içeri girmemi söyledi. Jiyan Ağa köşedeki mindere oturmuş tespih çekiyordu. Yanına gidip elini öptüm.

 

"Bi xêr hatî, Fırat Aga"

 

"Hoş buldum, Ağam" Oturmamı işaret edince karşısına oturdum. Kısa hal hatır faslı bitince,

 

"Aç mısın? Meryem yemek hazırlasın" dedi.

 

"Sağ ol, Ağam. Aç değilim"

 

"Gidiyor musun karının yanına?" Sorusuyla kafamı eğdim.

 

"Yanından geliyorum, ağam"

 

"Durumu nasıldır?"

 

"Aynı, Ağam. Fizik tedavi görmeye başladı"

 

"Sağ salim ayağa kalkacak inşallah"

 

"İnşallah" Meryem'in getirdiği kahveleri sessizlik içinde içmeye başladık. Odadaki tek ses Jiyan Ağa'nın kahvesini içerken höpürdettiği sesti. Bir kez daha kahvesini höpürdeterek içip fincanı yere bıraktı.

 

"Söyle, Fırat Ağa. Nereye kadar böyle devam edecek?" Anlamayarak baktım.

 

"Ney ağam?"

 

"Diyorum ki; karın ne zamana kadar babaevinde kalacak?" Konuşacağını tahmin ettiğim ve korktuğum konuyu açmıştı.

 

"Bilmiyorum, ağam"

 

"Ne demek bilmiyorum Fırat Ağa? Sen ki koskoca aşiretin ağasısın, karını yanında tutman gerekirken babaevinde kalmasına göz mü yumuyorsun?" Ses tonundan sinirlendiğini anlamıştım.

 

"Ağam, olanlardan sonra kendi konağıma getirmem uygun olmaz. Ne kendi gelmek ister, ne de abileri izin verir"

 

"Töre, kadının yeri kocasının yanınıdır der. Buna kimse karşı çıkamaz!" Törenin canı cehenneme dememek için kendimi zor tutuyordum.

 

"Ağam, sen öyle diyorsun ancak abilerini de Arjin'i de biliyorsun. Gidip 'bacınızı götürmeye geldim' diyemem. Ziyaretine bile çekinerek gidiyoruz"

 

"Arjin senin karındır! Kefeniyle çıkacağı yer bile senin evindir! Aksi denilemez!"

 

"Ağam-"

 

"İlk günler olay taze diye ses etmedik. Lakin uzadıkça uzayacak. Bıraksak hiç gelmeyecek, sende ağalığına yakışanı yapmayacaksın! El atmanın zamanı geldi de geçiyor. Yarın iki aşiretin liderini çağıracağım, onlarla birlikte karını almaya gideceğiz!" Boyun eğmek, karşı çıkamamak mecburiyetimiz olmuştu.

 

"Peki, ağam"

 

"Baban ne zamana kadar mapusta kalacak?" Bu soru beynime kan sıçramasına sebep olmuştu.

 

"Cezası bitene kadar!" Dişlerimi sıkarak konuşmuştum.

 

"Öz babanın mapusta yatmasına göz mü yumacaksın?"

 

"Kendi hatalarının bedelini ödüyor. Adalet ne derse o olacak!"

 

"Ettiklerinin pişmanlığını yaşıyordur. Aşiretiniz buna sıcak bakmıyor, Fırat Ağa. Tez zamanda babanı mapustan çıkar"

 

"Ağam olmaz, çıkarmam. Çıkaramam. Cezası neyse çeksin! Hem dersin Arjin'in yeri yanındır. Arjin'i bizim konağa getireceksek imkanı yoktur babamı hapisten çıkaramam! Çıkarsa Arjin sağ koymaz. Sende bilirsin ki ateş ve barut yan yana durmaz!" Sıkıntıyla nefes vererek tespihini hızlı hızlı çekti.

 

"Bilirim, Fırat Ağa bilirim. Ancak bu mevzuya da bir çözüm bulmak şarttır"

 

"Bu mevzunun tek çözümü babamın cezasını çekmesi, ağam!" Yerimden kalktım, elini öpmek için eğildim. "Müsaadenle ağam, işlerim var"

 

"Kolay gelsin. Unutma sabah erkenden buraya gel, Doğanlı'ların konağa karını almaya gideceğiz"

 

"Tamam, ağam"

 

Jiyan Ağa'nın yanından içimde biriktirdiğim öfke ve sıkıntıyla çıktım. Töre kurallarına sadık olan adam babamın cezasını çekmesini istemiyordu. İşlerine gelince Töre diye tuttururlardı. İşlerine gelmeyince farklı konuşurlardı. Eğer biraz daha yanında kalsaydım ne yapar eder babamı hapisten çıkarmak için bir şeyler yaptırırdı bana. Artık bu konuyu konuşmak, birinin bu konu hakkında sorusunu duymak öfkelenmeme sebep oluyordu. Öfkeme hakim olamayarak arabayı yağmura aldırış etmeden son sürat sürdüm.

 

Yarın kıyametin kopabileceği hatta kesin kopacağı gün olacaktı. Kan dökülme olasılığı yüksekti. Eminim ki Arjin de ailesi de özellikle Devran denilen yürüyen sinir karşı çıkacaktı. Tabi normal olarak. Dicle de Arjin'in son yaşadıklarını yaşamış olsa bende bir daha acı yaşadığı eve göndermezdim. Gel gelelim ki töre çekilen acıları görmezden geliyordu.

 

Arjin'le tekrar aynı havayı solumak, aynı odada aynı evde kalmak istemiyordum. Bir yandan gözümün önünde olması iyi olurdu. Durumunu merak ediyordum fakat arayıp soramıyordum, sürekli yanına da gidemiyordum Bayan Ters'in. En azından tedavisi için çabalardım babamın hatası yüzünden çektiğim vicdan azabı azalırdı.

 

Son olanlardan sonra aynı evi paylaşmak daha zor olacaktı. Arjin'in içinde beslediği kin ve nefret daha da büyümüştür. Tekrar geldiğinde yine intikam diye tutturacak, gözünü büründüğü intikam hırsı yüzünden kötü şeyler yapacaktı, kesin. Her şey yeniden başlıyordu. Babam kendini de bizi de yakmıştı. Yarın biz ve Arjin için yeni bir hayatın başlangıcı olacaktı...

 

 

 

 

 

Loading...
0%