Yeni Üyelik
34.
Bölüm

33. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

Anestezi ya da uyku ilacı alsam, hayatın zalimliği geçene kadar hiçbir şey hissetmeden uyusam keşke... Gözlerimi yeni güne istemeyerek açtım. Bugün büyük gündü. Ya kan dökülecek, kaoslu bitecekti ya da sakinlikle... Birinci ihtimalin olma olasılığı daha fazlaydı.

 

Olay, kavga, gürültü kaldıracak halim kalmamıştı. Besmele çekerek yataktan kalktım. "İşimi kolaylaştır, Allah'ım" dua ederek duşa girdim. Havanın soğukluğuna aldırmadan soğuk suyla duş almıştım. Bedenim soğuktan titrese de rahatlama gelmişti. Ruhum cayır cayır yanıyorken bedenime sıcak su işkencesi yapmak istememiştim.

 

Duştan çıkmış, üzerimi giyerken telefon çaldı. Jiyan Ağa'nın koruması Ercan arıyordu. Burnumdan nefes vererek telefonu açtım.

 

"Ağam, günaydın"

 

"Günaydın, Ercan"

 

"Jiyan Ağam geç olmadan gidelim diyor"

 

"Siz geçin, bende geliyorum"

 

"Tamam, ağam" Telefonu kapatıp yatağın üzerine fırlattım. Biri de demiyordu Fırat sen ne yapmak istiyorsun, senin fikrin ne? Hıh, töre diye yaşayan insanlardan anlayış beklemem komikti.

 

Hazırlanınca direkt salona indim. Bizimkiler kahvaltı yapıyordu. Beni gören Kumru yerinden kalkıp koşarak yanıma geldi.

 

"Günaydın, amca" Prensesime gülümserken kucağıma aldım, yanaklarından öptüm.

 

"Günaydın, prensesim"

 

"Günaydın, Kurê min" Kumru'yu yere indirirken anneme cevap verdim;

 

"Günaydın, dayê"

 

"Amca, oyuncak almaya gidelim mi?"

 

"Oyuncaklarını koyacak yer kalmadı konakta, kızım" Kumru dudaklarını büzerek annesine baktı.

 

"Ama, anne. Yeni bebekler istiyorum"

 

"Bugün işim var, prensesim. Söz yarın oyuncakçıya götüreceğim seni"

 

"Yaşasın!" Kumru zıplayarak tekrar kahvaltı masasına oturdu.

 

"Dicle, hadi çıkalım"

 

"Kahvaltı yapmayacak mısın, abi?"

 

"Yok, Jiyan Ağa bekliyor"

 

"Tamam, abi" Dicle masadan kalkarken annem bakışlarını bana dikti.

 

"Oğul, bir daha düşün. O kadını bu eve tekrar getirmen doğru değildir!"

 

"Daye, akşam konuştuk bunları. Tekrar laf anlatmayacağım!" Annemin ne söyleyeceğini dinlemeden salondan çıktım. Akşam eve geldiğimde hepsini karşıma almış, Arjin'in tekrar bu konağa geleceğini söylemiştim. Annemin tepkisi sert olmuştu. 'Kocam onun yüzünden mapusta' demiş, gelmesini istememişti. Saatlerce laf anlatmak için çabalamıştım. Görüyordum ki konuştuklarım boşa gitmişti. Hâlâ kendi bildiğini söylüyordu.

 

Dicle gelince arabaya binmiş Doğanlı'ların konağına doğru yol almıştık. Aradaki mesafe azaldıkça gerginliğim artıyordu. Belki son dakikalarımı yaşıyor olabilirdim. Yürüyen Sinir Devran rahat durmazdı. Cüneyt ve Azat'ın da tepkisiz kalmayacağını biliyordum. Bacılarını tekrar göndermek istemeyeceklerdi. Sonuna kadar haklılardı. Aynı şey Dicle'nin başına gelseydi Diyarbakır'ı yerinden oynatırdım. Gelin görün ki dört harften oluşan töre kelimesi kendi yazdığı kurallardan başka bir şey bilmiyordu.

 

"Abi"

 

"Efendim"

 

"Kolay olmayacak değil mi?" Sorusuna cevaben kafamı salladım.

 

Birazdan kıyametin kopacağı konağa gelmiştik. Aşiret liderleri ve Jiyan Ağa'nın arabası konağın önündeydi. Hükmü verenler bizden önce gelmişti. Arabayı kapıya yakın yere park edip, indik. Kapının girişindeki korumalara selam verdikten sonra içeri girerek üst kata çıktık. Merdivenlerin başında konağın çalışanı olduğunu düşündüğüm bir kadın karşıladı bizi. Herkesin salonda olduğunu söyleyerek, bizi salona götürdü.

 

"Hoş gelmişsiniz" Şifa Hatun oturduğu yerden konuşmuştu.

 

"Hoş bulduk" diyerek ağaların ve Şifa Hatun'un elini öptük. Dicle Arjin'in annesinin yanına, bende mecburen Devran'ın yanına oturmuştum. Ters ters bakan Devran'ın bakışlarına aynı şekilde karşılık verdim. Arjin burada yoktu, ailesi sakin duruyordu. Anlaşılan olacaklardan haberleri yoktu.

 

"Şifa Hatun"

 

"Buyur, Jiyan Ağa'm?"

 

"Fırat Ağa geldiğine göre ziyaretimizin sebebini açıklamak gerekir"

 

"İnşallah tahmin ettiğim şey değildir" Devran imayla konuşmuştu. Jiyan Ağa kınayan bakışlarıyla Devran'a baktıktan sonra tespihini çekerek konuşmasına devam etti.

 

"Arjin kızımız yeteri kadar baba ocağında kalmıştır"

 

"Ne demek yeteri kadar? Burası onun evi, kalacağı yerde burasıdır!"

 

"Devran!" Haşim Ağa uyarır bakışlarını attı. Jiyan Ağa'nın kafasını sağa sola sallamasından sinirlendiğini anlamıştım. Sözünün kesilmesinden ve sözünün üstüne söz edilmesinden nefret ediyordu.

 

"Artık kocasının yanına dönmesinin zamanı gelmiştir de geçiyordur"

 

"Bacım o konağa bir daha gitmeyecek!" Devran yerinden fırlamıştı.

 

"Sana laf söylemek düşmez, Devran!" Jiyan Ağa da sesini yükseltmişti.

 

"Konu bacımsa düşer!"

 

"Ağam, bacım orada kötü şeyler yaşadı biliyorsunuz. Bir daha gönderemeyiz oraya" dedi, Azat.

 

"Azat Ağa, kendine gel! Ağalığına yakışır konuş!" Jiyan Ağa kendisine karşı gelinmesinden dolayı iyice sinirlenmişti.

 

"Ağalığıma yakışır şekilde konuşuyorum, ağam. Bacım o konağa gidemez!"

 

"Kardeşimizin yaşadıklarını siz de biliyorsunuz, ağam. Bile bile aynı cehenneme yine atamayız bacımızı" Bunu diyen de Cüneyt olmuştu. Cehennemi yaşayan sanki sadece kendi kardeşleriydi.

 

"Arjin, Fırat Kozan'ın karısıdır! Yeri de kocasının yanıdır! Buna karşı gelmek sizin haddiniz değildir!"

 

"Jiyan Ağa'm, kendimi zor tutuyorum. Size saygısızlık yapmak istemiyorum ancak dediğiniz olmaz! Benim bacım bunlar yüzünden yatalak kaldı-" Jiyan Ağa yerinden kalktı, bastonunu sertçe yere vurdu.

 

"Sana laf düşmez dedim, Devran!" Devran'ın konuşmasına müsaade etmeden Şifa Hatun'a döndü, "Şifa Hatun, torununu hazırlasınlar. Kocasıyla gidecek!" Hepimiz ayağa kalkmıştık.

 

"Jiyan Ağa'm, bilirim töremize göre hareket etmek istersin. Yalnız torunumun yaşadıkları hafife alınacak şeyler değildir. Bu sefer töreye uymak olmaz" Jiyan Ağa'nın siniri kat be kat artmıştı. Mimiklerinden, duruşundan öfkesi belli oluyordu. Tam konuşmak için ağzını açmıştı ki, salonda tanıdık bir ses duyuldu.

 

"Tartışmaya gerek yok, gideceğim!" Sesin geldiği yöne dönünce Arjin'in salonun girişinde tekerlekli sandalyesinde oturmuş bize sert yüz ifadesiyle baktığını gördüm. Bir an hayal görüyorum sandım, gözlerimi kısarak anlamsız bakışlarımla Arjin'e baktım. Gözlerimiz birbirini bulduğunda, gözlerinin içinde ateş görmüştüm sanki.

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın, Arjin?" Devran öfkeyle Arjin'in yanına gitmişti.

 

"Farkındayım, abi"

 

"Hiçbir yere gidemezsin!" Azat'ın gür sesi salonda yankı yapmıştı. Konuşmamın zamanı arttık gelmişti.

 

"Gideceğim, diyor. Uzatmayın!" Sözlerim karşısında Arjin'in üç abisi de öldürücü bakışlarını bana dikmişti.

 

"Sen kes sesini!" Devran'a cevap vermeye hazırlanırken araya yine Azat girdi.

 

"Bacımın yeri bundan sonra abilerinin yanıdır!" Tepkileri beklediğim şeydi.

 

"Farkındaysanız bacınız hâlâ benim nikahımda. Ve haliyle benim yanım da onun yeridir!" Ağzımdan kendimden beklemediğim sözcükler dökülüyordu. Arjin'in 'gideceğim' demesinden dolayı gaza gelmiş böyle konuşmuştum.

 

"Madem senin nikahında niye kocalık yapıp sahip çıkmadın lan!?" Azat'da şuan ikinci Devran olmuştu. Resmen Devran gibi konuşuyordu. Konuşurken adımlarını üzerime doğru atmıştı. İnadına bende aradaki iki adımlık mesafeyi kapatarak gözlerinin içine bakarak konuştum.

 

"Gereken kocalığı yapmama fırsat verin o zaman!"

 

"Başlarım lan senin kocalığına!" Yumruğunu yüzüme geçireceği sırada kolunu havada tuttum ve yüzüne kafa attım. Sendelese de dengesini sağlayıp az önce atamadığı yumruğu atmıştı. Arkadan Devran'ın gelmesiyle ikinci yumruğu da yemiştim. İkisine karşı tektim ve umursamadan bende onlara vuruyordum. Cüneyt araya girip ayırmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Kısa süreli kavgamızı ve bağırış seslerini durduran Jiyan Ağa'nın sesi olmuştu.

 

"Kesin şu terbiyesizliği! Fırat ve Azat, sözde aşiret ağası olacaksınız. Bu mu ağalığınıza yakışan!"

 

"Ağam-" İkimizin ağzından aynı anda aynı kelimenin çıkmasıyla Jiyan Ağa'nın lafımızı kesmesi bir olmuştu.

 

"Fırat al karını gidin! Daha fazla hadsizlik istemiyorum!" Mecbur kafamı eğmiştim.

 

"Tamam, ağam" Dudağımın kenarında hissettiğim ıslaklıkla dudağımın kanadığını fark ettim. Umursamazca Arjin'e doğru ilerledim.

 

"Yanlış yapıyorsunuz, ağam!" Azat'ın sözüyle dönüp ona baktım. Burnundan kanlar akıyordu. Birbirimize kısa süreli ölümcül bakışlar attıktan sonra arkamı döndüm.

 

"Fırat Kozan! Bunun hesabını soracağım sana!" Devran ayrı belaydı, Azat abisi ayrı belaydı. Cüneyt biraz daha geride duruyordu. Aslında o da kardeşlerinden farksızdır ama abimi öldürdüğü için bana bulaşmaya, bize laf etmeye pek cesaret edemiyordu.

 

"Besê! Düşmanlığınız bitti dedikçe intikam diyip duruyorsunuz. Bundan böyle intikam, hesaplaşma olmayacak iki aşiret arasında. Eğerkim öyle olursa o zaman kanı döken ben olurum. Bu da böyle biline!" Jiyan Ağa sert ve net konuşmuştu. Devran ve Azat'ın mırıldanmaları dışında kimseden ses çıkmamıştı.

 

"De hayde, Fırat Ağa!" Bunu söyleyen de Macid Ağa olmuştu. Arjin tepkisizce bakıyordu. Kafasında neler dönüyordu merak etmiştim. Benim tanıdığım Arjin gelmemek için direnirdi. Niye şimdi tam tersini yapmıştı? Neyse, bunları düşünmeyi sonraya bırakmalıydım.

 

Tekerlekli sandalyenin arkasına geçerek sürmeye başladım. Salondan çıktığımızda ismi Elif olan kadının kapıda beklediğini gördüm.

 

"Gidiyor musun, kızım?" Arjin cevap olarak sadece kafasını salladı.

 

"Allah'a emanetsin, güzel kızım. Söylediklerimi unutma tamam mı?"

 

"Unutmam, abla" Kaşlarım çatılmıştı. Ne söylemişti de unutma diyordu? Arjin'in kafasında kim bilir neler dönüyordu. Belki yine beni öldürme planları yapıyordur. Umarım yaptığı planı başarıyla uygular, öldürürdü. Kurtarırdı beni, çekilmez hayattan.

 

Aşağı inmeden önce Arjin'in abileri dışındaki aile üyeleri vedalaşmak için gelmişti. Hepsi hüzünlü duruyordu, annesi göz yaşlarını yağmur misali akıtıyordu. Hiç şaşırmadığım gibi Arjin tepkisizdi. Gram mimik oynamıyordu yüzünde. Ne hüzün ne mutluluk hiçbir duygu barındırmıyordu. Acaba duygularını mı aldırmıştı, ne yapmıştı?

 

"Fırat Bey" duyduğum sesle düşüncelerimden sıyrıldım. Elif dedikleri kadın yanımda durmuş bana bakıyordu.

 

"Arjin ailesiyle vedalaşırken eşyalarını indirsek olur mu?"

 

"Olur" diyerek kadının peşine takıldım. Dicle de arkamdan geliyordu. Arjin'in odasına girdik, valizlerini ve tüm eşyalarını alıp arabaya götürdük. Yukarıya tekrar çıktığımızda üç silahşör abileri dışında herkesin Arjin'in yanında olduğunu gördük. Jiyan Ağa'lar da bekliyordu.

 

"Hayde, gidelim" Jiyan Ağa'yı kafamla onaylayıp Arjin'e doğru ilerledim. Ben bu kızı aşağıya nasıl indirecektim? Konakta asansör gibi kolaylık yaratacak durumda yoktu. Yerimde dikilmiş, ne yapacağımı düşünürken Dicle yanıma yaklaştı, fısıldayarak konuştu.

 

"Abi, kucağına alıp indirmen lazım" Of of of! Başka çözüm yoktu. Mecburen eğildim Arjin'i kollarımın arasına aldım. Üzerine eğilince kaşlarını çatmış ne yapacağımı anlayamamıştı. Kollarımın arasına aldığım an sanki hissetmediği bedeni kaskatı kesilmişti. Çattığı kaşlar yüzünde donmuş, üstüne şaşkınlık ifadesine bürünmüştü. Bunu yapacağımı beklemiyordu. Açıkçası Dicle söylemese benimde aklıma gelmezdi.

 

"Kollarını boynuma dola" Sessizce kulağına fısıldamıştım. Gözlerini yummasından ve burnundan nefes vermesinden kızdığını anlamıştım. Ama yapacak bir şey yoktu. Sımsıkı tutsam da ne olur ne olmaz düşmesin diye boynumdan tutunması lazımdı. Hanımefendinin inadı ilk dakikadan başlamıştı. Sakinliğimi koruyarak yürüdüm. Merdivenlerden inerken Devran'ın sesini duyunca adımımı attığım basamakta durdum.

 

"Arjin! Gitme diyoruz sana!"

 

"Yürü" Arjin sessizce konuşmuştu. Bana söylediğini anlamayacak kadar salak değildim. O yüzden son basamakları da indim. Arjin sarsılmasın diye yavaşça inmiştim.

 

"Hay sikeyim böyle işi!" Devran'ın bağırarak ettiği küfürü duymazdan gelerek konaktan çıktım. Dicle elindeki tekerlekli sandalyeyle gelerek ön kapıyı açtı. Arka kapıyı aç diye kafamla işaret etsem de muzipçe sırıttı, omuz silkerek tekerlekli sandalyeyi koymak için bagajı açtı. El mecbur Arjin'i yavaş ve dikkatlice ön koltuğa yerleştirdim. Nefesini boynumda, bedenini kollarımda hissetmek tüylerimi ürpertmişti. Üzerine kapıyı örter örtmez derin nefes aldım.

 

Sürücü koltuğuna geçmeden önce kapının önünde bekleyerek bize bakan Jiyan Ağa'ların elini öptüm.

 

"Kendine yakışanı yaptın, Fırat Ağa" Jiyan Ağa'nın sözlerine karşılık sadece,

 

"Allah'a emanetsiniz, ağam" dedim ve arabama bindim. Dicle arka koltukta, Arjin yan tarafımda otururken arabayı daldığım tedirgin düşünceler eşliğinde Arjin'in cehennemi olarak gördüğü, o cehennemde de en başta beni yakacağını tahmin ettiğim konağa sürdüm. İç sesim "Diri diri yanacağın hayata hazır ol" diyordu.

 

Gergin ve sessiz yolculuk sonrası konağa gelmiştik. "Asıl işkence şimdi başlıyor, Fırat!" İç sesimi umursamadan arabadan indim. Ayaklarım istemeye istemeye Arjin'i almak için adımlar attı. Ön kapıyı açtım, hanımefendi yüzüme dahi bakmıyordu. Sert bakışlarıyla kafasını dimdik tutuyordu. Yine kollarımın arasına dikkatlice aldım. Hanımefendi kollarıyla benden destek alması gerekirken zıttını yapıyordu. Yemin ederim amacı beni sinirden öldürmekti. Sakin ol, Fırat. Sakin ol. Attığım adımlara dikkat ederek kapıya doğru yürüdüm. Korumalar kapıyı açmışlardı. Konağa girerken,

 

"Dicle'ye yardım edin, Adem!" dedim. Konağa girdiğimiz an Arjin'in bakışlarının merdivenlerin bitişine sabitlendiğini gördüm, olduğum yerde kaldım. Düştüğü, daha doğrusu babamın iterek düşürdüğü ve hayatını sarstığı yere bakıyordu. Bakışlarında gördüğüm acı kötü hissetmeme sebep olmuştu. Yutkundum, daha fazla burada dikilip acı hissetmesine lüzum yoktu. Adımlarımı hızlandırarak, yukarıya çıkmak yerine dümdüz ilerledim.

 

"Nereye götürüyorsun beni?" Az önce acı dolu olan bakışlarının yerini merak almıştı.

 

"Odayı buraya taşıttım" Yürüyemediği için üst katta kalması sıkıntı olur diye düşünmüş, çalışanlarımıza giriş kattaki odalardan birini temizleyip eşyaları taşımalarını söylemiştim.

 

Merdivenlerin altında bulunan odanın kapısını açtım. Odaya girerek Arjin'i yavaşça yatağın üzerine bıraktım. Kollarımın arasındayken kendimi tuhaf hissediyordum, kollarım ve bedenim ateşe dönüyordu resmen. Aslında normaldi, sonuçta ateşin ta kendisini kollarımın arasına alıyordum.

 

"Oturmak mı istiyorsun böyle mi duracaksın?" Yatağa uzanır halde bıraktığım için sorma gereğinde bulundum.

 

"Böyle iyiyim" Soğuk ses tonuyla konuşmuştu.

 

"Tamam" Dicle elinde tekerlekli sandalye ve küçük bir valizle geldi. Peşinden Adem valizlerle geldi. Dicle elindeki valizi yere bıraktı, Adem'e odanın köşesini işaret ederek konuştu.

 

"Adem Abi eşyaları şuraya bırak, ben birazdan yerleştiririm yerlerine"

 

"Tamam, Dicle Hanım" Adem denileni yaptı ve dışarı çıktı. Dicle tekerlekli sandalyeyi de köşeye bıraktı. Arjin'e döndüğümde kafasını diğer tarafa çevirdiğini, bize bakmadığını gördüm. Kafasında neler dönüyordu, ne düşünüyordu merak ediyordum. Sorsam söylemeyeceğini, üstüne bir ton laf edeceğini de biliyordum.

 

"Geldiniz demek" Annemin sesini duyunca bakışlarımı Arjin'den çektim. Annem kapının girişinde Rojda Yengemle duruyordu.

 

"Geldik, dayê" Kafasını hafif yan yatırarak baktı.

 

"Baban mapusta sürünürken olanların sorumlusunu 'karım' diyerek buraya getirmen olmadı, oğul!"

 

"Ana!" Sesim uyarır tonda çıkmıştı.

 

"Gidin başımdan!" Arjin bize bakmadan konuşmuştu. Annem ona baktı ve,

 

"Haysiyetsiz, utanmadan gelmişsin!" dedi. Sabrımı sınayan sınayanaydı. Annemin kolundan tutarak dışarı çıkardım.

 

"Yürü, ana, yürü!"

 

"Utanması gereken ben değilim, şerefsiz kocan!" Arjin'in içeriden bağırmasını duymuştuk. Annem tekrar içeriye girmeye yeltenmişti ki müsaade etmedim.

 

"Dayê, yapma Allah aşkına! Açma şu konuyu, tatsızlık çıkarma!" Gözümün içine kızgınlıkla baktı.

 

"Doğruları konuşmak ne zamandan beri tatsızlık olmuştur, ha?"

 

"Bak, son kez söylüyorum. Bu konu bir daha açılmayacak, sende Arjin'e tek kelime etmeyeceksin!"

 

"Yanlış yaparsın, Fırat! Seni öldürmeye kalkışan kadını öz ailene savunmakla çok yanlış yaparsın!"

 

"Haklı olanı savunuyorum, ana!" Annem bir süre gözümün içine hayal kırıklığına uğramış gibi baktı. Sonra da tek kelime etmeden gitti. Yanıma gelen Dicle ve Rojda Yengem'e,

 

"Ben şirkete gidiyorum. Arjin size emanet, anama dikkat edin. İnip kıza ters bir şeyler demesin" dedim.

 

"Tamam, Fırat"

 

"Tamam, abi" Yanlarından birkaç adım uzaklaşmıştım ki aklıma gelen şeyle birlikte arkamı döndüm, yengeme bakarak,

 

"Yenge, sende uyardığım konu olsun başka şeyler olsun laf etmeyeceksin!" dedim. Gözlerini büyüterek,

 

"Valla bir şey demem" dedi.

 

Konaktan çıkıp şirkete gitmek için yola çıktım. Nereye kadar dayanacağımı ve sabredeceğimi merak ediyordum. Yerimde başkası olsa ne yapardı? Kan davasının bitmesine tek çözümün evlilik olduğunu söyleyip düşmanımla evlendirdiler. Karşı çıksam da sözümün töre karşısında gram değeri yoktu. Zorla evlendirdiler, evlendiğim gün nikahıma aldığım kadın beni vurarak haftalarca komada kalmama sebep oldu. Komadan çıktım, 'karını yanına alacaksın' dediler, yine boyun eğdim. Konağa getirdiğim günden beri dert tasa eksik olmadı. Olay üstüne olay yaşandı. Hepsi göz ardı edildi. 'Ağasın, ağalığına yakışır davran' sözleriyle gene dediklerini yaptırdılar. Olanlar karşısında yorgun bedenimi dimdik tutmaya çalışıyordum ama pes etmeme az kaldığını da biliyordum.

 

Arjin'i getirmiştim getirmesine de biliyordum ki bu sefer eskisinden daha zor olacaktı. Yenilir yutulur olaylar yaşanmamıştı. Hem olaylar hem Arjin'in sağlık durumu zorlayacaktı. Ayrıca kafamı kurcalayan şey, Arjin itiraz etmeden niye gelmek istemişti? Ben gelmemek için haline aldırmadan ortalığı birbirine katmasını beklerken onun verdiği tepki açık ve net 'gideceğim' olmuştu.

 

Kim bilir kafasında ne tilkiler dönüyordu. Kurduğu bir plan vardı ki itiraz etmeden gelmişti. İnşallah planı beni öldürecek hayatın çilesinden kurtaracak bir plandır. Böyle değilse de lütfen daha fazla acı, çile çektirmesin.

 

Üzerimdeki sorumluluğun üstesinden zor da olsa gelmek zorundaydım. Arjin'in kısa sürede sağlığına kavuşması için elimden ne geliyorsa fazlasıyla yapacaktım. Bu süreçte istemesem de iyi davranmam da gerekiyordu. Gerçi o ters davranmadığı sürece benim yaptığım bir şey yoktu. Mecbur bundan sonra ters davransa da sabırlı olup, karşılık vermemeliydim.

 

✬✬✬

 

Akşam üstüne kadar kafamdaki düşüncelerle şirkette işimin başında kalmıştım. Kalbim "gereğinden fazla yorgunsun gitme konağa, kaç herkesten. Kafa dinle" diyordu. Beynim ise tam tersini söylüyordu. Buralardan uzaklaşıp kafa dinlemeyi istediğim kadar hiçbir şey istemiyordum. Ancak kalbimin söylediğini yaparsam asıl kıyametin o zaman kopacağını biliyordum.

 

El mecbur beynime dinleyerek konağa gitmek için arabayı sürdüm. Batuhan sorularıyla başımın etini yemişti. Neden Arjin'in tekrar yanına getirilmesine izin verdin? Arjin neden kabul etti? Böyle bir ton soru sormuş, başımı şişirmişti. Arkadaşım yıllardır Diyarbakır'da yaşıyordu. Töreyi çok iyi öğrenmiş olsa da mantığına göre hareket edip şaşkınlık yaşamıştı.

 

Konağa geldiğimde kapının önünde siyah renkli Passat marka bir arabanın durduğunu gördüm. Arabadan kaşlarım çatılı indim. Karşımda duran arabaya birkaç adım yaklaşınca sürücü koltuğunda oturan Cüneyt Doğanlı'yı gördüm. İkimizin de öfke dolu bakışları birbirini bulmuştu. Abimin katilinin burada ne işi var diye düşünürken, sinirle kapıya doğru yürüdüm. Kapının önünde bekleyen Adem'e,

 

"Bunun ne işi var burada?" diye sertçe sordum.

 

"Ağam, doktor ve bir kadını getirdi. Onlar içerideler" Gelme nedenini anlamıştım. Kendisi içeriye girmeye cesaret edememiş, kapıda bekliyordu.

 

Cüneyt'in dışarıda beklemesini umursamayarak konağa girdim. Odanın kapısını açacağım esnada Dicle'nin sesiyle elim kapının kulpunda olduğum yerde kaldım.

 

"Abi"

 

"Efendim" Dicle ve Elif Hanım mutfaktan çıkmış bana doğru geliyorlardı.

 

"Doktor geldi. Terapi sırasında yanımızda kimse kalmasın, bitince çağırırım dedi. Girme şimdi"

 

"Psikolojik terapi mi veriyor da yalnız kalmaları gerekiyormuş?!" diyerek kapıyı hızlı bir şekilde açtım ve Arjin'in bacağından tutmuş yukarı kaldıran doktorun korkmasına neden oldum. Aniden ürkmüş ve tuttuğu bacağı bırakmıştı. Arjin'in bacağı hızla yatağa düşmüştü. Bu manzara sinirimi bozmaya yetmişti.

 

"Siz hastalarınızı bu şekilde mi tedavi ediyorsunuz?" Arjin'e döndü.

 

"Özür dilerim, Arjin. Kapı birden açılınca korktum, ani refleksle oldu"

 

"Problem değil, hissetmiyorum zaten"

 

"Dediğim gibi zamanla hissedeceksin. Yeter ki moralin iyi olsun. Moralinin iyi olması için de elimden geleni yapacağım" Doktorun gülümseyerek ve samimi konuşması germişti, beni.

 

"Psikolog musunuz fizik tedavi doktoru musunuz?"

 

"Fizik tedavi doktoruyum"

 

"O zaman ayağa kalkması için çabalayacaksınız, moral vermek sizin alanınız değil!"

 

"Doktorlar tedavi sırasında hastasının psikolojik açıdan iyi olması için de çabalar, efendim" Doktora fena ayar olmuştum.

 

"Merak etmeyin onu biz hallederiz. Siz ayağa kaldırın yeter!"

 

"Afedersiniz, beyefendi. Siz Arjin'in neyi oluyorsunuz?" Arjin'le bakışlarımız birbirini bulmuştu. Ne diyeceğimi merak eder gibi hali vardı. Tek kaşımı havaya kaldırarak bakışlarımı doktora çevirdim.

 

"Kocasıyım" Cevabımı duyunca yüzünde şaşkınlık ifadesi oluştu. Anında Arjin'e döndü.

 

"Evli miydin?"

 

"Evet, evli olması tedavi açısından sıkıntı mı yaratıyor?" Arjin yerine ben cevap vermiştim.

 

"Ha-Hayır tabi ki de" Doktor daha fazla uzatmadan eşyalarını topladı, "Geçmiş olsun, Arjin. Yarın görüşürüz" dedi. Bizim yanımızdan geçerken ters ters baktım.

 

"Size de iyi akşamlar" dedi ve odadan çıktı. Gözüm niyeyse bu doktoru tutmamıştı.

 

"Bende artık gideyim" Dicle'yle beraber arkamda duran Elif Hanım yatağa yaklaşıp Arjin'e sarıldı. Arjin'den beklemediğim bir hareket gelmişti. Kadına aynı şekilde sarılmıştı, hatta sımsıkı sarılmıştı. Bugün beni şaşırtma günüydü.

 

"Dikkat et, abla" derken de gülümsemişti. Tabi bize değil, Elif Abla'sına gülümsemişti. Elif Abla'sının onun için çok değerli olduğunu iyice anlamıştım.

 

"Ederim kuzum, sende dikkat et. Ben gene geleceğim yanına" Arjin gülümyerek kafasıyla onayladı. Elif Hanım bize de "İyi akşamlar" dedikten sonra odadan çıktı. Birkaç saniye geçince aklıma gelen şeyle peşinden gittim. Kapıdan çıkmak üzereydi ki,

 

"Pardon, bakar mısınız?" diye seslendim. Sesimi duyar duymaz bana döndü.

 

"Buyurun, Fırat Bey?" Seri adımlarımla aramızdaki mesafeyi azalttım.

 

"Anladığım kadarıyla Arjin size çok değer veriyor" Yüzünde tebessüm oluştu.

 

"O da benim için çok değerli"

 

"Arjin'i tanıdığımdan beri kimseye gülümsediğini, size sarıldığı gibi sarıldığını görmedim. Dünde fark ettim ki sözünüzü dinliyor, sizi kırmaktan çekiniyor"

 

"İstediğim tek şey Arjin'in iyi olması, artık acı çekmemesi"

 

"Bununla ilgili bir teklifim olacaktı, daha doğrusu ricam olacak. Burada kalır mısınız?" Bakışları şaşkınlıkla doldu.

 

"Ben, yani bilemedim ki. Uygun olur mu?"

 

"Neden olmasın? Arjin sözünüzü dinliyor, siz ona moral veriyorsunuz. Yanında olduğunuz sürece kısa zamanda ayağa kalkar"

 

"Aileniz ne der bu duruma? Bir tatsızlık çıkmasın benim yüzümden"

 

"Kimse tek kelime edemez. Siz kalmak istiyor musunuz?" Kafasını eğdi.

 

"İsterim, beyim. Arjin'ime destek olmayı her şeyden çok isterim"

 

"Teşekkür ederim, beni kırmadığınız için" Eğdiği kafasını kaldırdı, gülümsedi. Gülümsemesine karşılık verdim.

 

"Şimdi gitsem, olur mu? Kaç gündür Şifa Ana'ların ekmeklerini yiyorum. Haber vermemek ayıp olur. Bugün onlarla konuşayım, yarın Rabbim nasip ederse eşyalarımı alır gelirim"

 

"Tamamdır" Elif Hanım gidince mutfağa girdim. Su içerken Dicle gelmişti. Bana bakışlarından bir şey sormak istediğini anlamıştım. Kesin kızabileceğim bir soruydu o yüzden böyle bakıyordu. Bardaktaki son yudumu da içip bardağı tezgaha bıraktım. Kollarımı birbirine dolayarak tezgaha yaslandım.

 

"Sor, Dicle?"

 

"Doktora niye kızdın?"

 

"Yaptığı şeye niye kızmayayım?"

 

"Yani abi bir anlık istemsizce olmuştur. Fazla uzattın bence"

 

"Uzatmadım, Dicle. Olması gerektiği gibi tepki verdim" İmalı bakışlarıyla,

 

"Peki, dediğin gibi olsun" dedi.

 

"Yarın Elif Hanım geliyor"

 

"Evet, bana da söyledi. 'Arjin'i yalnız bırakmak istemiyorum, arada gelsem ayıp olur mu' diye sordu. Sıkıntı olmaz, ne zaman istersen gelebilirsin dedim"

 

"Kalmak için geliyor"

 

"Nasıl yani?" Dediğimi anlamamıştı.

 

"Anlamayacak ne var, Dicle? Artık burada kalacak"

 

"Ne için kalacak?" Derin bir of çektim. Açıklama yapmak yoruyordu.

 

"Arjin'e destek olması, moral vermesi için kalmasını istedim. Sağ olsun kırmadı" Yüzünde önce anladığına dair ifade belirdi, ardından muzipçe sırıttı.

 

"Vaay, karını mı düşündün sen?"

 

"Evet" Sırıtmasına anlam verememiştim.

 

"Romantik ve düşünceli abim" Kollarımı birbirinden hızla ayırdım, yaslandığım tezgahtan birkaç adım uzaklaşarak Dicle'ye yaklaştım.

 

"Romantik derken?"

 

"Artık karını ne kadar çok seviyorsan iyi olması için her şeyi yapıyorsun" Sırıtışı yüzünde büyüdü.

 

"Dicle sen saf mısın? Ne sevmesi?"

 

"Gördüklerimden anladığımı söylüyorum, abicim" Benim ne diyeceğimi beklemeden koşarak gitti. Arkasından,

 

"Görüşürüz, Dicle Hanım!" diye bağırdım. Saçmalamış ve gitmişti.

 

Yaptığım şeyleri sadece seven insan mı yapıyordu? Merhameti olan, vicdanlı olan herkesin yapacağı şeyleri yapıyordum sadece. Bunlardan Arjin'i sevdiğim sonucunu çıkarması hem saçma hem sinir bozucuydu.

 

Bir kere sevmiştim ve sonu hüsranla sonuçlanmıştı. Bir daha sevemezdim. Sevsem bile sevdiğim kişi Arjin olamazdı. Olması imkansızdan öteydi. Onca yaşanandan sonra hiçbir şey olmamış gibi sevgi, aşk olamazdı. Yanlış insanla doğru olmayan hislerimi paylaşmayacaktım.

 

 

 

 

Loading...
0%