@aquilajk_1903
|
Ne zaman bir derdimizden şikayetçi olsak daha deriniyle sınanıyorduk. Belki tevekkül etsek mükafatını görürdük.
Her seferinde bundan acısı olmaz diyordum. Daha fazla acı çekmem sanıyordum. Tek bir şey vardı; Acının sonu olmuyordu.
Acı hayatımızın bir parçasıydı, acıdan kaçmak ölümden kaçmak gibi bir şeydi.
Keşke acıları yaşayacağımız belli bir yaşımız olsaydı. Mesela çocukluğumuzu, gençliğimizin en güzel yıllarını acılarla yaşamasaydık...
Ruhum hissizleşti sanıyordum. Artık üzülmeyeceğimi düşünmüştüm. Yanılmıştım. Kalbimin ağrısından uyuyamayacak kadar üzülüyordum, acı çekiyordum.
Üzüldüğüm birden fazla konu vardı. Bana gerçeklere dair tek bir açıklama yapılmamıştı. Bildiğim gerçekler yüzünden kalbimi katran karasına çevirmiş, içini kinle doldurmuştum. Belki gerçekler olduğu gibi anlatılsa kalbim bu kadar kararmazdı.
Kinim yüzünden etrafıma zarar vermiştim. En az benim kadar masum olan kişinin canına kast etmiştim. Öfkem resmen gözümün önüne perde gibi inmişti. Yaptıklarımla şeytanı bile geçmiş, cehennem biletimi kendi ellerimle yaratmıştım.
Yaşadığım bu hayatın sorumlusu kimdi? Yıllardır sorumlu olarak tuttuğum Kozan'lar mıydı? Körü körüne bu gerçeğe inanmıştım. Suç bende miydi? Gördüklerim ve duyduklarımla bu hale gelmiştim. Bana gerçekler olduğu gibi anlatılsa bu kadar kinle dolmazdım, belki...
Gerçekler ne olursa olsun babamın gözlerimin önünde öldürülmesini kabul edemiyordum. Küçücük bir çocuğun gözleri önünde babasının canını alma hakkına kimse sahip değildi.
Artık intikam diye tutturmayacaktım. Nefret etmeyecektim, bağırmayacaktım. Masum insanlara acı çektirmek için çabalamayacaktım.
Gerçekleri öğrenmemin üzerinden iki gün geçmişti. İki gün... Bazıları için kısacık olsa da benim için iki yıla bedeldi. Zihnimin tüm duygularımı ele geçirerek düşüncelerde boğuştuğu, başıma ve kalbime ağrılar sapladığı, uyutmadığı iki gün...
"Neyin var senin?" Fırat'ın sesiyle zehir etkisi barındıran düşüncelerimden uzaklaştım. Gömleğinin yakasını düzeltirken, kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
"Bir şeyim yok" İki gündür sürekli 'neyin var?' gibi sorular yöneltiliyordu, bana. Kimseye tek kelime edecek halim kalmamıştı. Duyduklarımı içime saklamış, kimseyle paylaşamamıştım.
"İki gündür aynı cevabı vermekten sıkılmadın mı?"
"Bir şeyim yok, dedim. Lütfen ısrarla sorma" Çatık kaşları daha da çatıldı.
"Lütfen mi?" Kafasını sağa sola salladı. "Yok, gerçekten iyi değilsin sen. Farkında mısın? İki gündür bana ters tek kelime etmedin" İstemsizce güldüm.
"Sende ne meraklısın, ters laf duymaya"
"Alıştırdın" derken gülmüştü. Kafamı cam tarafına gülerek çevirdiğimde konuşmasına devam etti.
"Sağlık durumunu kafana takıyorsan bu kadar yıpratma kendini. Dermansız dert olmaz. Elimizden geleni yapacağız, ayağa kalkacaksın" Derin nefes alarak tekrar Fırat'a döndüm.
"Yok, takmıyorum artık"
"Batuhan, yani arkadaşım, bir doktordan bahsetti. Onunla iletişime geçeceğiz bugün. Yurt dışındaymış, buraya getirmeye çalışacağım"
"Fizik tedavi görmem gerekiyor, doktoru-" Cümlem bitmeden gözleri öfke saçmaya başladı, lafımı kesti.
"O şerefsizden bahsetme! Merak etme bugün dediğim doktorla görüşeceğim onun dediğine göre iyi ve sapık olmayan bir fizyoterapist getireceğim!" Ses tonunun neden yüksek çıktığını anlamamıştım ama ne olursa olsun benimle yüksek sesle konuşamazdı.
"Bağırmadan konuş!" Ellerini iki yana açtı, yüzünde sinirli bir gülüş belirdi.
"Hıh, Arjin Hanım fabrika ayarlarına geri döndü!" Allah'ım, ben ters laf etmemeye çalıştıkça bu dengesiz kulun neden beni zorluyor?
"İşe gideceksin herhalde, geç kalmadan git." En iyisi gitmesiydi. Yoksa beni iyice sinirlendirecekti.
"Gidiyorum, gidiyorum. Merak etme!" Kafasını aşağı yukarı sallayarak konuşmuş, başka bir şey söylemeden kapıyı sertçe çarparak gitmişti.
Ne oluyordu buna? Kendi kendine anlamadığım bir hallere girmişti. Güya kadınlar durduk yere öfkelenir, triplenir diyorlardı ama erkeklerin de aşağı kalır yanı yoktu.
Ben adama daha fazla kötülük yapmamak için çaba sarf etmeye çalışıyordum. Beyefendi saçma sapan hallere bürünüp bana sesini yükseltiyordu. Yok öyle yağma! Sabrımı zorlayanın beynini dağıtırım ben!
Sinirlerime hakim olmaya çalıştığım sıra kapı açıldı. Fırat'ın geldiğini sanarak,
"Devrelerimle oynama!" dedim.
"Niye öyle bir şey yapayım, kuzum?" Duyduğum sesle gelenin Fırat olmadığını anladım. Elif Abla'ydı, gelen. Elindeki kahvaltı tepsisiyle yanıma yaklaştı.
"Sen miydin, abla?" Gülümsedi.
"Fırat'ı bekliyordun, anlaşılan"
"Şeytan beklesin onu!"
"Deme öyle" Sehpayı yatağa yaklaştırıp tepsiyi üzerine koydu.
"Hak ediyor. Ben iyi davranayım dedikçe sabrımı zorluyor beyefendi!" Elif Abla'nın gülümseyişi çarpık hale büründü.
"İyi mi davranmaya çalışıyorsun?"
"Yani, evet. Şey galiba of bilmiyorum abla beynim kazana döndü"
"Beyninin kazana döndüğünü hissediyorum. Adıyaman'dan geldiğimizden beri pek düşünceli görünüyorsun bir şey mi var, kuzum?" Anlatıp anlatmamak arasında kalmıştım. Anlattıklarımdan sonra hatalı olduğumu bir ağızdan daha duymak korkutuyordu.
"Hayır"
"Şifacıdan çıktıktan sonra ruh halin değişti. Yanlışlıkla psikolojine mi bir şey yaptı, Zelal Hatun?" Gülerek sorduğu soruya bende güldüm.
"Olmayan psikolojimin ayarlarıyla oynadı" Bir süre güldükten sonra,
"Söyle bakalım, sıra gecesine gittiğinizde ne oldu?" diye sordu, Elif Abla.
"Hiçbir şey"
"Emin misin?" İmalı bakışlarına anlam verememiştim.
"Eminim abla da hayırdır? Niye öyle bakıyorsun?"
"Fırat şarkı mı söyledi?"
"Hı" Bakışlarımı Elif Abla'dan kaçırdım.
"Hangi şarkıyı söyledi?" Mırıldanarak,
"Sen ateş ol ben yanayım" dedim.
"Duyamadım, kuzum" Duyduğundan adım gibi emindim. Üstelemeden aynı cümleyi tekrar kurdum.
"Sen ateş ol ben yanayım"
"Artık niye söylediyse o şarkıyı"
"Ne bileyim ben, kendisine sor"
Anladığım kadarıyla Deniz söylemişti, Elif Abla'ya. Ne vardı bunda imayla bakacak, imalı sözler söyleyecek? Alt tarafı bir şarkı söylemişti. Hakkını yemeyim sesi güzeldi. Bir de... Hâlâ anlamış değildim. Neden şarkıyı söylerken gözlerimin en derinlerine bakmıştı? Refleksle baktı desem, şarkı bitine kadar bakmazdı. Gözlerinin içinde gördüğüm duygu ise hüzündü.
Töre yetmemiş gibi bende hayatını zehir etmiştim. Eminim ki vurmamı fazla dert etmedi. Onu en çok yaralayan Şehnaz mevzusuydu. Acaba Devran Abimle nişanlanmalarını benim sağladığımı anlamış mıydı? Öğrenseydi, aşkına kavuşmasının en ufak ihtimalini yok eden, acının en derinlerini hissetmesine sebep olan kadına iyi davranmazdı.
Acılarımla cebelleştiğim bir gün daha yerini geceye teslim etmişti. Elif Abla ve Dicle mutfağa gitmişti. Televizyonu açmış, ekrana boş boş bakıyordum. Çalan telefonun sesiyle kafamı yavaşça yanımda duran telefona çevirdim. Devran Abim arıyordu. Bu konağa geldiğim için bana kızgındı. Bundan dolayı geldiğimden beri arayıp sormamıştı. Telefonun daha fazla çalıp sesiyle beynimi zonklatmasına müsaade etmeden aramayı yanıtladım.
"Arjin" Telefonun karşısından gelen sesi hâlâ tripli olduğunu belli ediyordu.
"Efendim, abi?"
"Nasılsın?"
"Olmam gerektiği gibi"
"Madem öyle niye dediğini yaptın, gittin o zebani yuvasına?"
"Bunu konuşmak için aradıysan konuşmaya gücüm yok, abi"
"Neyse, üstüne gelmek istemiyorum. Var mı herhangi bir sıkıntı?"
"Yok. Sen nasılsın?"
"İyiyim ben, aklım sende. O konağa gelmeyi ne kadar istemesem de seni görmeye gelmek istiyorum"
"Buyur, gel abi" Sanki kendi evimmiş gibi konuşuyordum.
"Sabah yengenle geleceğiz o zaman"
"Hangi yengem?"
"Yeni yengen" derken gülümsediğini hissetmiştim. Şehnaz'dan bahsediyordu. Bir an afalladım. Abimi görmek istiyordum ancak Şehnaz gelmemeliydi. Fırat onları el ele, mutlu görmemeliydi. Neden bilmiyorum ama Fırat'ın acı çekmesini istemiyordum. Gerçi az önce canımı sıkmıştı ama bu ayrı konuydu.
"Ya... Sen sonrada gelebilirsin aslında. İşini gücünü bırakma"
"İş güç senden önemli değil, Çavreşamın. Sabah geliriz biz, zaten zebanilerin arasında çok durmam. İstediğin bir şey var mı?"
"Yok" diyebildim sadece. Devran Abim'i çok iyi tanıyordum, gelme diye diretirsem ters giden bir şeyler olduğunu düşünür kıyameti koparırdı. Yapacak bir şey yoktu, mecbur geleceklerdi. Umarım Fırat işe gittikten sonra gelirlerdi.
Telefonu kapattığımda kapı açıldı. Fırat kapıyı kapatmadan odaya girdi, bana doğru yaklaştı. Yatakla arasında birkaç adımlık mesafe kalınca durdu. Sağ eliyle boynunu kaşır gibi yaptı. Bir şey söyleyecek gibi duruyordu.
"Seni dinliyorum" dedim.
"Sabah bahsettiğim arkadaşım geldi. Sana geçmiş olsun demek istiyor"
"Sabaha dair hatırladığım tek şey sinirimi bozup gittiğin"
"Kim kimin sinirini bozdu belli de neyse" diye mırıldandıktan sonra ses tonunu normale çevirerek, "Batuhan, senin için doktor arayışına giren arkadaşım" dedi.
"İyi, gelsin." Şaşırmış gibi baktı.
"Buraya mı?"
"Evet"
"Mahrem burası farkındaysan. Mahremine kocandan başka erkek giremez." Şaka yapıyor desem yüz ifadesi hiç de öyle görünmüyordu.
"Nerede, arkadaşın?" Beynime neler oluyordu böyle? Normalde söylediğine etmediğim lafı bırakmamam gerekiyordu. Fırat tepkime önce şaşırmış, sonra normal haline dönmüştü.
"Dışarıda Elif Abla ve Dicle'yle oturuyor"
"Tamam" diyerek üzerimdeki battaniyeyi kaldırdım. Ben kollarımın gücüne yüklenerek bedenimi hareket ettirmeye çalışırken Fırat tekerlekli sandalyeyi yatağa yaklaştırdı.
"Dur, ben hallederim" İtiraz etmeme fırsat vermeden kolları arasına aldı, beni. Burnum tam da boynuna değmiş, tenini tenimde, odunsu ve baharatlı kokusunu ciğerlerimde hissetmiştim. Ciğerlerim hissettiği kokuyla rahatsız olması gerekirken, bu kokuyu delicesine solumak istiyordu. Buna izin veremezdim, kafamı hızla geriye çektim.
Fırat beni yavaşça sandalyeye oturttu ve aynı yavaşlıkla sandalyeyi sürmeye başladı. Dışarı çıktığımızda Elif Abla, Dicle ve Fırat'ın arkadaşının merdivenlerin altında bulunan masanın etrafına oturduklarını gördüm. Fırat beni uygun bir yere bıraktıktan sonra arkadaşının yanına oturdu. Arkadaşı ayağa kalkarak, elini bana uzattı.
"Geçmiş olsun, yenge. Batuhan, ben" Tuttuğum elini hafifçe sıktım. Yenge kelimesi çok olmasa da kızdırmıştı.
"Teşekkürler" Fırat birkaç saniye bana baktı. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi yerinden kalkıp yanımızdan uzaklaştı. Biz sessizlik içinde beklerken omuzlarımda hissettiğim sıcaklıkla kafamı hafifçe çevirdim. Gördüğüm manzara beni dumura uğratmıştı. Fırat ellerinde tuttuğu battaniyeyi omuzlarıma yerleştiriyordu.
"Hava esiyor, üşüme" dedi ve yerine geçti. Benim şaşkınlığıma karşılık diğerlerinin bakışları anlamadığım bir ifadeye bürünmüştü.
Dicle'nin getirdiği kahve ve ikramlıklar eşliğinde havadan sudan muhabbetler dönmüştü. Ben gerekmedikçe sohbete dahil olmuyordum. Yaptıkları esprilere ayıp olmasın diye yalandan da olsa gülmeye çalışıyordum. Ayrıca bir şey fark etmiştim... Dicle'nin Batuhan'a bakışları normal gelmiyordu, bana. Aşk nedir bilmem ama ikisinin birbirine attıkları kaçamak bakışlarda sevgi görüyordum. Belki de bana öyle geliyordu.
"Ha unutmadan söyleyeyim, yenge" Batuhan'ın her yenge deyişinde Dicle'nin kıkırdadığını duyuyordum. Gözlerinin içine ima dolu bakışlar attığım an kıkırdaması kesildi, kafasını eğdi.
"Dinliyorum?" Önce Fırat'a bakarak,
"Fırado, sen bahsettin mi yengeye doktor mevzusundan?" diye sordu.
"Yok" dedi, tok sesiyle Fırat.
"Söyleyim mi ben?"
"Açtın konuyu zaten, anlat"
"Tamam, kanka" diyerek bana döndü, Batuhan.
"Yenge, Amerika'da bir profesör var. Alanında çok iyiymiş, bir haftadır onu araştırıyorum. Kendisine giden hastayı iyi etmeden yollamıyormuş. Bizde düşündük ki -" Lafını yarıda kesen Fırat'ın oflayarak konuşması oldu.
"Batuhan, uzatmadan sadede gel"
"Tamam, Fırado be. Detaylı bilmek yengemin de hakkı değil mi, yenge?" Batuhan benden olumlu bir cevap almak ister gibi baktı. Omuz silktim.
"Kısa ve öz anlatır mısın, lütfen?" Söylediğime Fırat'ın gülümsediğini, Batuhan'ın bozulduğunu gördüm.
"Bugün doktorun asistanıyla iletişime geçtik. Mr, kan, tomografi sonuçlarının hepsinin yolladık. Kontrol etti ve haftaya buraya gelecek doktor. Gerekli tedaviyi yapmak için kendisi de muayene edecek"
"Anladım" Başka tepki vermemiştim. Akışına bırakmıştım, iyileşeceksem iyileşirdim. Ne karalar bağlamaya ne de boş yere umut beslemeye lüzum yoktu. Akışına bırakmak her zaman en iyisiydi.
"İçime doğuyor, kuzum. Şifanı bu doktordan bulacaksın"
"Umarım"
"Yenge Fırado kardeşimin kıymetini bil, derim" Batuhan'ın cümlesine kaşlarımı çatarak baktığımda, Fırat'ın da aynı yüz ifadesiyle baktığını gördüm. Batuhan benden cevap gelmeyince konuşmasına devam etti.
"Adamı vurdun, komalık ettin yine de sana kıyamıyor. Ayağa kalkman için nasıl çabalıyor bir görsen... Başkası olsa beni vuranı bende vururum derdi" Batuhan son kelimesini söylediği an Fırat önünde duran elmayı Batuhan'ın alnının tam ortasına attı.
"Dilinin ayarı olsun!" Batuhan acıyla yüzünü buruşturdu, alnını ovdu.
"Ne dedim sanki yaw!" Gerçekten bu adamın dilinin kemiği yoktu. Bir saatte bunu çok iyi fark etmiştim. Düşünmeden, aklından geçeni söylüyordu.
"Sus, Batuhan, sus!"
✬✬✬
Güne gözlerimi yataktaki kıpırdayışla açtım. Aralıklı gözlerimle ne olduğunu anlamak için etrafıma bakındım. Kafamı sola çevirdiğim an Fırat'ın yüzüyle karşı karşıya geldim. Kafalarımız arasında sadece ama sadece bir milimlik mesafe vardı. Uyuyordu. Hem de aramıza koyduğumuz yastığın üstüne camış gibi serilmiş, uyuyordu. Ben aradaki mesafe aşılmasın dedikçe her gün aynı şeyi yaşıyorduk. Neymiş uyku arasında fark edemiyormuş gelip yastığın üstüne yatıyormuş! Hayır, ben niye hala yatakta yatmasına müsaade ediyordum ki?
Aklıma gelen muzip fikirle elimi yavaşça Fırat'ın burnuna yaklaştırdım. Baş ve işaret parmağımla yavaşça burnunun ucunu tutarak sıktım. Bir hışımla gözlerini açtı, yerinden fırladı. Neye uğradığına şaşırmıştı. Hali komiğe gitmiş, sırıtmıştım.
"Günaydın" dedim, gülerek. Kafasını sağa sola salladı, ters ters baktı.
"Kızım, psikopatlıkta zivreye mi ulaşmaya çalışıyorsun ne yapıyorsun? Burnumdan ne istiyorsun?" Hali daha çok gülmeme sebep olmuştu.
"Sınırı aşma dedikçe her sabah burnumun dibinde uyanıyorsun" Tekrar normal halime dönmüştüm.
"Aman be, uyumam artık senle aynı yatakta. Bugün nefesimi kesen kadın yarın boğar" Sitem ederek yataktan kalktı. Banyoya giderken,
"Yaparım, bilirsin" diye seslendim, arkasından. Mırıldanarak bir şeyler söylemişti ama ne dediğini duymamıştım.
Bir an Devran Abim ve Şehnaz'ın buraya geleceği aklıma geldi. İstemsizce gerilmeye başlamıştım. Umarım, onlar gelmeden Fırat giderdi.
Aksilik değil miydi, Fırat Bey kahvaltıdan sonra karşıma oturmuş doktor hakkında bilgiler veriyordu. Uzatmasın bir an önce gitsin diye terslemeye çalışsam da olmamıştı. İnatla oturuyordu, gitmiyordu.
"Yenge, misafirlerin var" Odaya gelen Dicle'nin sesiyle artık çabalamaya gerek olmadığını anlamıştım. Fırat kaşlarını çatarak yerinden kalktı.
"Kim?" diye sordu.
"Devran Abisi ve..." Şehnaz'ı söyleyip söylememekte tereddüt etmişti.
"Ve kim?"
"Şehnaz" Fırat'ın yüz ifadesine baksam da en ufak hüzün veya hüzne benzer bir duygu görememiştim. Gayet normal duruyordu.
"Tamam, geliyoruz" demesine daha çok şaşırmıştım. Ne yani, aşık olduğu kadını bu kadar çabuk mu silmişti?
Akşam oturduğumuz yerde sessizlik içinde oturuyorduk. Ara sıra nedenini anlamasam da istemsizce Fırat'a bakıyordum. Acaba Şehnaz'a bakıyor muydu? Hissettiklerini gözlerinden anlayabilir miyim diye bakıyordum.
"Fizik tedavi nasıl gidiyor, gulamin?" Devran Abim'e Adıyaman'a gittiğimizi ve haftaya Amerika'dan doktor geleceğini söylemiştim. Dediğine göre kendileri de benim için doktor arayışına girmişti. Şimdiyse fizik tedavinin nasıl gittiğini soruyordu. Ancak bir haftadır tedavi görmüyordum. Fırat doktoru dövdükten sonra başka bir fizyoterapist gelmemişti.
"İyi gidiyor" Yalan söylemek zorunda kalmıştım ama Fırat yalanımı saniyesinde ortaya çıkaracak cevap vermişti.
"Gitmiyor!" Devran Abim anlamadığını belli eder halde bir bana bir Fırat'a baktı.
"Gidiyor mu gitmiyor mu?" Ben konuşmak için ağzımı açmıştım ki Fırat benden önce davrandı.
"Arjin bir haftadır fizik tedavi görmüyor." Devran Abim omzuma attığı kollarını hızla çekti, oturduğu yerde dikleşti.
"Ne demek görmüyor? Ne diyorsun la sen?"
"Ayarladığınız doktor sapık çıktı, diyorum Devran. Anladın mı?"
"Sapık mı?" Şaşkınlık dolu soruyu soran Şehnaz'dı. Fırat onu umursamayarak Devran Abim'e açıklama yaptı.
"Bir gün geldim ki o puşt, kardeşine sarkıntılık yapıyor"
"Sen ne yaptın?" Devran Abim'in sinirlendiği dişlerini sıkarak konuşmasından belli oluyordu.
"Sence?" Fırat tek kaşını kaldırarak sormuştu. Devran Abim kafasını salladı.
"Aferin. Sonunda doğru bir şey yapmışsın" Fırat, Devran Abim'in cümlesine alayla gülmüştü. Devran Abim doktora gerekli cezayı kendisinin de vermesi gerektiği konusunda diretse de izin vermemiştik. Benle biraz hasret giderdikten sonra nişanlısını da alarak gitti. Fırat'ın normal olması beni çok şaşırmıştı. Ben o üzülmesin diye abimin gelmesini bile istememiştim. Ancak onda gram hüzün yoktu, ya da belli etmiyordu.
Ah, Arjin! İntikam diye tutturursan, başkalarının hayatını mahvetmeye çalışırsan sonunda böyle pişman olur, acı çekersin.
1 Hafta Sonra;
Yanımdakiler içinde umut ve dua ile bense boşvermişlikle arabaya binmiş, doktorun geldiği hastaneye doğru yola çıkmıştık. Gökyüzünü seyre dalmıştım. Tek tük görünen kuşlar oradan oraya uçuşuyor, özgürlüğünün tadını çıkarıyordu. Bende içimdeki boşvermişlikle belki de dermanımı bulacağım doktora gidiyordum. Azcık umut etsem olmaz mıydı? Kuşların uçmak için gösterdiği azmin bir kısmını sergilemek bana zor mu geliyordu? Galiba...
Kafamda fıldır fıldır dolaşan düşüncelere araba hastanenin önünde durunca son verdim. Yine Elif Abla ve Fırat'ın desteği ile tekerlekli sandalyeye oturdum. Elif Abla'nın sesli söylediği besmele ile hastanenin içine girdik. Asansöre bindik, birkaç dakikanın sonunda asansörün durduğu kattan indik. Fırat dikkat ederek sürüyordu, mahkumiyetimin sembolünü... O böyle hassas ve iyi davrandıkça içimdeki pişmanlık iyice artıyordu.
Fırat önünde durduğumuz kapıyı önce tıklattı, içeriden 'gel' sesi duyunca kapıyı açtı ve girdik. Orta yaşlarda gözlüklü bir doktor ayakta karşıladı. Gülümseyerek elini bana uzattı,
"Merhabalar, Arjin Hanım. Ben, Erhan" dedi. Zoraki gülümsememle,
"Merhaba" dedim. Fırat ve Elif Abla'ya koltuklara oturması için işaret ettikten sonra kendi yerine, yani tam karşıma oturdu.
"Hoş geldiniz memleketimize, Erhan Bey"
"Hoş buldum, Fırat Bey" Doktor cana yakın görünüyordu, ya da öyle görünmeye çalışıyordu. Aklıma Barış denen doktor bozuntusu geldi. O sapık da samimi olmaya çalışmıştı, sürekli. İnşallah bu da onun gibi çıkmaz.
Doktor Fırat'la ufak bir havadan sudan muhabbetinden sonra bana döndü.
"Arjin Hanım, fizik tedavinize bildiğim kadarıyla ara verilmiş. İki haftadır fizik tedavi görmüyorsunuz"
"Evet"
"Tedavi açısından kötü olmuş ancak yapacak bir şey yok artık"
"Haliyle" dedim. Doktor önündeki kağıtlara birkaç saniye göz attı, tekrar bana döndü.
"MR ve tomografi sonuçlarını inceledim. Şimdi müsaadeniz olursa sizi muayene etmek istiyorum"
"Tabi"
"Arjin Hanım'ın sedyeye uzanmasına yardımcı olabilir misiniz, Fırat Bey?" Fırat kafasıyla onaylayarak ayağa kalktı ve yine yavaşça kolları arasına alıp sedyeye yatırdı, beni.
Doktor paravanı çekip muayene etmeye başlamıştı. Bacaklarımı ve belimi kendi muayene yöntemleriyle kontrol etti. Asistanını ve hemşireyi çağırdı. EMG dediği bir yöntem uyguladılar. Elinde tuttuğu kocaman iğneyi bacaklarıma batırdığını söylüyordu. En ufak sızı dahi hissetmemiştim.
Muayene bitince Fırat tekrar tekerlekli sandalyeye oturmama yardımcı olmuştu. Sandalyeyi doktorun karşısına yerleştirince kendi yerine geçti. Doktor bir eliyle başını ovuyordu, diğer eliyle birkaç kağıt tutmuş onlara bakıyordu. Sıkıntılı hali meraklanmama neden olmuştu.
"Bir şey söyleyecek misiniz?" Sorumu duyunca sıkıntıyla nefes verdi. Kağıdı masaya bıraktı ve bakışlarını bana sabitledi.
"MR ve tomografi sonuçlarının kötü olduğunu biliyordum. Maalesef ki bizzat muayene edince durumun sandığımızdan daha ciddi olduğunu fark ettim" Elif Abla'nın ağzından "Oyy" kelimesi dökülmüştü. Görmesem de yüz ifadesinin üzüntüyle kaplandığını hissedebiliyordum. Ben ifadesizce karşımda bana sıkıntıyla bakan doktora bakıyordum.
"Peki... Ne olacak, Erhan Bey? Tedavisi vardır illa ki değil mi?" Doktor yavaşça kafasını salladı.
"Evet, bir tedavi mümkün" Sıkıntıyla söylediği cümlenin altında yatan bir sıkıntı olduğu apaçık ortadaydı.
"Nedir, tedavi?" Fırat soruyordu, doktor cevaplıyordu. Bense dinlemekle yetiniyordum.
"Bir ameliyat var ancak -"
"Ancak ne?" Elif Abla ve Fırat aynı anda sormuştu.
"Ancak, ameliyatın riski var"
"Her ameliyatın riski olmuyor mu, Erhan Bey?"
"Oluyor, Fırat Bey. Ama bu risk sandığınız riskler gibi değil"
"Açık konuşur musunuz?" Konuya dahil olmuştum.
"Sizin omuriliğe aldığınız hasar çok sıkıntılı bölgede. Tüm sinirleri kapsayan bölge olduğu için ameliyat sırasında en ufak bir hata sinirlere zarar verebilir ve üzülerek söylüyorum bunun sonucunda masada kalabilirsiniz"
"Allah korusun" Elif Abla'nın sesi ağlamaklı çıkmıştı.
"Hata derken? Erhan Bey, siz alanınızın en iyisi olduğunuz için çareyi sizde aradık. Sizin hata yapacağınızı düşünmek istemiyorum"
"Fırat Bey, hiçbir doktor mükemmel değildir. Girdiğimiz her ameliyatta hata yapma ihtimalimiz de var. Bahsettiğim ameliyat omurilik ameliyatı, oradaki sinirler zaten hasar görmüş. Titiz ve dikkatli bir ameliyat gerektiriyor. Ne kadar dikkatli olsak bile risk çok yüksek"
"İyileşme şansım nedir?"
"Yarı yarıya, Arjin Hanım. Size iki gün veriyorum. Bu iki günde iyice düşündükten sonra kararınızı verin ona göre hareket edelim. Unutmayın bu çok önemli karar. Ya ayağa kalkacaksınız ya da -"
"Olacağım,ameliyatı!" diyerek doktorun sözünü kestim. Fırat ve Elif Abla bana şok olmuş vaziyette bakıyordu.
"Hemen karar vermeyin, Arjin Hanım. Bu hayatınızı tümüyle etkileyecek, iyice düşünmeniz gerekiyor"
"Kararım kesin. Düşünmeye gerek yok, başlayın ameliyat hazırlıklarına."
✬✬✬
Yarın hayatımı tamamıyla etkileyecek büyük gündü. Tekerlekli sandalyeyle girdiğim bu hastaneden ya yürüyerek çıkacaktım ya da tabutla...
Her şeyi göze almıştım. Ölümü bile... Ölümü göze alalı yıllar olmuştu, zaten. Bu hayatın zorluklarına göğüs gereceksem ayakta dimdik durarak yapacaktım. Olmayacaksa da babamın yanına gidecektim. İkinci fikir daha cazip geliyordu. Çok özlemiştim, çok...
"Arjin'im kararından emin misin, kızım?" Elif Abla hüzünlü ses tonuyla sormuştu. İki gündür herkes vazgeçirmek için çabalıyordu. Jiyan Ağa bile gelmiş 'Bile bile intihar ediyorsun, etme eyleme' demişti. Umursamamıştım. Ne ailemi ne de başkasını. Kararımı vermiştim, ameliyatı olacak bu hayata bu halde mahkum kalmayacaktım.
"İki günde en az yüz defa sordun, bense hepsinde 'eminim' dedim, abla"
"Bilmiyorum kuzum, içim rahat değil"
"Rahat olsun için, her şey olacağına varır"
"Doğru dersin ama kötüsü olacak diye korkarız" Gülümsedim.
"Sen hep demez misin iyi düşün iyi olsun"
"Derim kuzum, derim de korkumun önüne geçemiyorum" Konu dağılsın diye,
"Annem nerede?" dedim. Yanımda refakatçi olarak annem kalacaktı. Elif Abla'mın kalmasını istesem de 'içim el vermez seni yalnız bırakmaya' demiş, kendisi kalmak istemişti. Sanki daha önce yalnız bırakmamıştı.
"Abinleri geçirmeye gitti, kızım"
"Sen neyle gideceksin?"
"Fırat'la gideceğim"
"Gitmedi mi o?" Gülümsedi.
"Sence o seni bırakıp gider mi?"
"Gider, niye gitmesin?"
"Kuzum, sen zeki kızsın. Bilerek mi anlamak istemiyorsun?"
"Neyi?"
"Fırat'ın sana karşı olan iyi tutumunu niye görmezden geliyorsun?" Yine aynı konuya gelmiştik.
"Görmezden gelmiyorum, abla. Ayrıca o babasının pisliğini temizlemek için iyi davranıyordur"
"Of of, kuzum of. Sen niye anlamak istemiyorsun? Çocuk kendi güzel merhametini, kalbini dinleyerek senle ilgileniyor" Bir süre cevap vermeden Elif Abla'nın gözlerinin içine baktım. Belki bu son oturuşumuz, sohbet edişimiz olacaktı. Adıyaman'da öğrendiklerimi anlatmamın tam zamanıydı. Yarın ölebilirdim, kalbimdeki yükü hafifletmeliydim.
"Abla, sana bir şey anlatacağım"
"Anlat kuzum"
Zelal Hatun'un anlattıklarını harfi harfine anlattım. Anlattıkça ruhumun az da olsa rahatladığını hissediyordum. Elif Abla karşımda duyduklarından şaşkınlığa uğramış, bakakalmıştı.
"Kuzum, sen neler diyorsun?"
"Keşke gerçek olmasaydı, bende söylemeseydim..."
"Tüylerim diken diken oldu. Diyorum babaannene neden buz gibi davranıyorsun. Demek bu yüzden" Kafamı salladım. "Ah bahtsız yavrum, çilen hiç mi bitmez senin. Yaşadıkların yetmedi bir de gerçekler mahvetti seni"
"Hangisiyle baş edeceğimi bilmiyorum"
"Kuzum, anlattıklarına göre babaanneninde babanında hatası büyük. Lakin hiçbir baba çocuğunun gözü önünde ölmeyi, çocuğuna acı yaşatmayı istemez"
"Biliyorum" Gözümden firar etmek için çabalayan yaşları engellesem de sesimin titremesini engelleyememiştim.
"Fırat konusuna gelecek olursak, kuzum belki kızacaksın ama-" Ne söyleyeceğini bildiğim için sözünü yarıda kesip kendim devamını getirdim.
"Hatalıydım. Fırat da benim gibi masumdu. Benim gözümde tek günahı Kozan olmasıydı. Kozan olsa da masum olduğunu hiç düşünmek istemedim"
"Babanın acısı kalbine öyle oturmuştu ki bunu düşünemedin" Gözlerimden yaşlar artık firar etmiş, bir bir dökülüyordu.
"Kalbimi kin ve nefretle doldurdum hep. Masum olan bir insana hak etmediği zararları verdim. Caniyim resmen, adamı öldürmeye kalkıştım" Elif Abla sandalyeden kalktı, yatağın kenarına oturup kafamı göğsüne yasladı. Saçlarımı okşarken,
"Cani değilsin, sen. Küçük yaşta acının en büyüğünü yaşayan birisin" diyordu. Teselli sözcükleri kalbimde hissettiğim üzüntü ve pişmanlığa gram etki etmiyordu.
"Caniyim. Acımasız, ruhsuz, kalpsiz birisiyim"
"Hayır, hayır. Senin çok güzel bir kalbin var" Çocuğuna ninni söyleyen annenin sesi gibi çıkıyordu, sesi.
"En çok canımı ne yakıyor biliyor musun, abla?"
"Ne, güzel kızım?"
"Ben ona onca kötülük yapmışken... O yüzüm gülsün diye, ayağa kalkayım diye çabalıyor. Kendimi affedemiyorum, acı çektirdiğim insanın bana iyi davranması beni mahvediyor. Pişmanlığı en derinlerimde hissettiriyor." Tam şuan da yağmuru bulutlar değil de gözlerim yağdırıyordu.
✬✬✬
Hayata veda etmemi veya hayatta dimdik ayakta durmamı belirleyecek ameliyata girmeme dakikalar kalmıştı. Herkesin içinde yaşadığı korku ve hüzün dışa vurmuştu. Odaya yoğun bir hüzün ve korku hakimdi. Benim içimdeyse pişmanlık vardı, sadece. Bu yaşıma kadar bir kere bile yaşamadığım pişmanlık hissini yaşıyordum.
"Odayı boşaltır mısınız, lütfen?" Hemşirenin uyarısıyla herkes odadan çıktı. En son Fırat çıkmak üzereydi ki,
"Fırat" diyerek seslendim. Sesimi duyar duymaz bana döndü.
"Efendim?"
"Bir şey söylemek istiyorum, gelir misin?" Hemşireye konuşmamıza onayı var mı diye bakmıştım. Gözleriyle onayı vermişti.
"Tabi" Fırat yanıma yaklaştı. Merakla ne diyeceğimi bekliyordu. Kelimeler boğazımda düğüm olmuştu. Geceden beri kafamda kurduğum cümleleri şimdi ifade etmekte zorlanıyordum.
"Suçun olmadığı halde sana karşı çok hata yaptım. Özür dilemek hiçbir şeyi düzeltmez biliyorum ama her şey için özür dilerim. Hakkını helal et..." Yüzünde şaşkınlık ifadesi oluşmasını beklemiştim ama en ufak şaşırma belirtisi yoktu. Aksine hafifçe gülümsedi. Yatağın kenarına oturdu. Elimi avuçları arasına nazikçe aldı.
"Ben kin tutan birisi değilim, Arjin. Seni affedeli uzun zaman oldu." Duyduklarımla yüzümde Fırat'a karşı içten bir gülümseme oluşmuştu. İçimi ele geçiren pişmanlık duygusunu söndürmüştü.
Bu dünyada duymak istediğimi duymuştum, ruhum rahatlamıştı. Artık gözlerimi geleceğe kapatıp, geçmişi unutmanın zamanı gelmişti.
|
0% |