@aquilajk_1903
|
28800 saniye, 480 dakika... Tam tamına 8 saat... 8 saattir çaresizlik kokan ameliyathanenin önünde bekliyorduk. Dile kolay 8 saat geçmişti, halen Arjin bu kapıdan çıkmamıştı. İçimdeki korku ve endişe saniyeler geçtikçe artıyordu. Uzun sürecek ne vardı? Bir sürü doktor kısa sürede halledemiyor muydu? İnsanların beklerken neler hissedeceğini düşünerek hareket etmek çok mu zordu?
Kendimi yiyip bitiriyordum. Endişem yüzünden doktorlara kızıyordum. İşlerini ellerinden geldiğince iyi yapmaya çalışıyorlardı. Mantıklı düşününce, hasta yakınlarını bilerek bekletmediklerini anlıyordum. Lanet olsun! İçimdeki korku mantıklı düşüncelerimin önüne geçiyordu.
Ameliyathanenin kapısına yaslanmış, kafamı kapının kenarına koymuştum. Kafamın içi gümbür gümbürdü. Beynimin bir tarafı mantıklı şeyler söylüyordu, diğer tarafı kalbimi korkudan yerinden çıkacakmışçasına hızlandırıyordu. Koluma dokunan el beni düşüncelerimden sıyırırken, korkumun artmasına sebep oldu.
"Al, sende" Cüneyt yanımda durmuş, elindeki çay tepsisinde duran çayları uzatıyordu, bana. Anlamsızca baktım.
"Ne?"
"Çay diyorum, al iç diyorum" Yeni anlamış gibi kendime geldim. Bardağın birini elime alırken,
"Teşekkür ederim" dedim. Cüneyt yanımdan gitmeden önce gözlerimin içine öyle bir bakmıştı ki, gözlerinin derinlerinde yatan çaresizliği görmek kötü hissetmeme sebep olmuştu. Abimin katili olsa da şimdi aynı hüznü yaşıyorduk, ters tepki vermeme gerek yoktu.
"Berxamin niye çıkmadı hâlâ?" Arjin'in annesi yaşlı gözleriyle sırayla hepimize bakarak konuşmuştu.
"Bilmiyorum, dayê. Bilmiyorum!" Azat başını ellerinin arasına aldı. Hepsinin çaresizliği ve üzüntüsü yüz ifadelerinden belliydi. Olması gerekende bu değil miydi, zaten? İçeride canıyla cebelleşen onlardan bir parçaydı. Üzülmek en doğal haklarıydı. Ya ben? Ben içeride yatanın neyiydim? O benim neyimdi? Kafamın içindeki sorulara verecek cevabım olmayınca arkamı döndüm, yumruğumu sıkarak gözümden düşen bir damla yaşı gizlemeye çalıştım.
"Daha fazla bekleyemeyeceğim!" Devran hızla önünde durduğum kapıya yaklaştı. Ne yaptığını anlamak için bakarken kapıyı yumruklamaya başladı.
"Kardeşim nerede? Bir şey söyleyin artık!" Kolundan tutup çekmeye çalışırken Azat da koştu, yardımıma.
"Dur bi, Allah aşkına!"
"Bırakın beni!" Devran kollarını tuttuğumuz ellerimizden kurtulmaya çalışıyordu. Bırakmadan kapıdan uzaklaştırdık. O sırada kapı açıldı. Heyecanla kapıdan çıkan hemşireye baktık.
"Bacım nasıl?" Cüneyt hemen hemşireye yaklaştı.
"Ameliyat halen devam ediyor. Lütfen gürültü yapmayın. Sabır ve dua ile bekleyin." Cümlesi biter bitmez ameliyathaneye tekrar girdi. Biz yine kokumuzla baş başa kalmıştık.
Yarım saat geçmişti ki kapı açıldı, Doktor Erhan Bey yüzündeki maskeyi sökerken ameliyathaneden çıktı. Halinden, gereğinden fazla yorulduğu belli oluyordu. Hepimiz etrafına çember oluşturarak, vereceği haberi korkuyla beklemeye başladık.
"Arjin, nasıl?" Azat'ın sorusunun ardından,
"Niye bu kadar uzun sürdü?" diye sordu, Devran. Cüneyt de ağzını açmış soru sormak üzereyken doktor fırsat vermeden konuştu.
"Ameliyatın zor geçeceğini söylemiştik. Fakat bu kadar uzun süreceğini tahmin edememiştik. Arjin'in durumu sanıldığından daha ciddiydi-"
"Geç bunları, kardeşim nasıl şimdi?" Devran doktorun lafını kesince sert bakışlarımı üzerine yolladım. O da aynı karşılığı verdi.
"Ameliyat uzun sürse de başarılı geçti. Arjin baya dirençli çıktı. Şimdi yoğun bakıma alınacak. Ameliyat uzun sürdüğü için anestezinin dozu yüksek verildi, bu yüzden uyanması uzun sürebilir. Uyanınca durumuna göre normal odaya alacağız" Doktorun sesi dahi yorgun çıkıyordu. Aklıma gelen soruyu endişeyle sordum.
"Artık yürüyebilecek mi?" Doktor yorgun bir tebessümle bana baktı.
"Bunun için net bir cevap veremiyorum. Arjin uyanınca öğreneceğiz. Şimdi müsaadenizle gidiyorum. Bir sorunuz olursa odama gelirsiniz"
Doktor içimizi az da olsa rahatlattıktan sonra gitmişti. Benim için önemli olan hayatta olmasıydı. Yürümesini, eskisi gibi ayağa kalkmasını her şeyden çok istiyordum ama en çok istediğim yürüyemeyecek olsa da yaşamasıydı.
Dakikalar geçmeden kapı tekrar açıldı. Bu sefer iki sağlık personeli sedyede yatan Arjin'i çıkarıyordu. Arjin yine kablolara bağlı, uyuyordu. Yutkundum ve gözlerimi yumdum. "Nolur Allahım, iyi olsun. Yaşamayı en çok o hak ediyor."
Arjin'i sağlık personelleri götürürken ailesi peşinden gitmişti. Bense burada elim kolum bağlı kalmıştım. Ne zaman bitecekti? Çektiğimiz acılar, yaşadığımız olaylar... Törenin bize yazdığı kader yüzünden sayısız defa bu koridorlara düşmüştük. Ya ben içeride canımla cebelleşmiştim, ya da Arjin. Ölüm çektiğimiz acıların yanında ne de güzel kalıyordu.
Ayaklarım beni yoğun bakıma götürdü. En son burada çaresizce Arjin'in hayata dönmesini beklemiştim. Aynı şeyi tekrar aynı duygularla yaşıyordum. İçimde yoğun bir daralma vardı. Boğulacak gibi hissediyordum. Nefes almak istiyordum. Kendimi dışarı attım, arabayı son sürat nereye gideceğimi bilmeden sürüyordum. Camı açmış, hafif çiseleyen yağmurun yüzüme çarpmasını sağlıyordum. Yüzüme değen her damla, burnumun içine çektiğim yoğun toprak kokusu nefes almamı sağlıyordu.
Bir anda kendimi Fırat Nehri'nin kenarında buldum. Adımı aldığım nehir, kaderimi belirleyen topraklara bağlıydı. Tıpkı benim töreye bağlı kalmakta zorunlu olduğum gibi Fırat Nehri de Diyarbakır'dan kopamıyordu.
"Söylesene, be Fırat? Kaderimizi değiştirebilecek miyiz? Kader bu sefer bizim istediğimiz yoldan ilerleyecek mi?" Arabadan inmiş, uçurumun kenarına doğru iyice yaklaşarak avazım çıktığı kadar bağırıyordum. Kafamın içinde yaşadığım çıkmazları haykırarak bağırıyordum.
"Ben, senin gibi bu topraklara bağlı kalmayacağım! Kaderimi değiştirmek için elimden geleni yapacağım!" Karşımda sanki bir nehir değil de insan varmış gibi konuşuyordum.

Ayakta zor duruyordum. Uykusuz, çaresiz, bitkin... Kısacası ruhum çökük haldeydim. Dün gece düşüncelerden gözlerimi bile kırpamamıştım. Arjin ve Elif Abla'nın konuşmasına istemeden kulak misafiri olmuştum. Arjin'in ağzından dökülen kelimeler beni haliyle şaşkınlığa uğratsa da en çok içimin acımasına sebep olmuştu.
"Kalbimi kin ve nefretle doldurdum hep. Masum olan bir insana hak etmediği zararları verdim. Caniyim resmen, adamı öldürmeye kalkıştım" Sözleri kulaklarımda çınlıyordu. Hatalıydı, biliyordum. Ama hatalı olduğu kadar da yaralıydı. Bunu görmezden gelemezdim.
"Ben ona onca kötülük yapmışken... O yüzüm gülsün diye, ayağa kalkayım diye çabalıyor. Kendimi affedemiyorum, acı çektirdiğim insanın bana iyi davranması beni mahvediyor. Pişmanlığı en derinlerimde hissettiriyor." İçimi en çok yakan sözüyse buydu. Onun acı çekmesini istememiştim hiçbir zaman. Evet, ona kızdığım hatta ölmesini istediğim zamanlar olmuştu. Ancak sadece bir anlık öfkeyle aklımdan geçirmiştim, o isteklerimi.
Benim ona babamın hatasını telafi etmek için iyi davrandığımı düşünüyordu. Ağzından düşünceleri döküldüğü an yanına girip yanıldığını söylemek istemiştim ama yapamamıştım. Kapıda durup onları dinlemem yanlışken yanlarına girip söylediklerine itiraz etmem olmazdı.
Yanılıyordu, bu hale gelmesine babam sebep olduğu için ona iyi davranmıyor, destek olmuyordum. Benim vicdanım vardı. Vicdanımı dinleyerek hareket ediyordum. Benim vicdanım aksini yaptırmazdı. Arjin bana ne kadar kötü davranmış olsa da, vurup ölümün kıyısından döndürse de vicdanım onun zor zamanında ona destek olmamı istiyordu.
Benden özür dilemiş, helallik istemişti. Özür dilediğinde gözlerindeki pişmanlığı en derinlerimde hissetmiştim. Affetmiştim, özür dilediğinde değil, haftalar öncesinde... Bu hale geldiği gün ona karşı hissettiğim hüzün duygusu, onu affetmeme ve yaptığını unutmama neden olmuştu. Kendisini affettiğimi söylediğim an gözlerinde beliren ışıltı, yüzünde beliren gülümseme görülmeye değerdi.
Gülümsemesinin samimi olduğu çok belliydi. Neden bilmiyorum ama o hali içimde anlatamadığım bir kıpırtı oluşturmuştu. Gün boyu gülümsediği hali gözümün önünden gitmemişti. Şimdi bile sanki karşımda bana gülümsüyordu. Keşke hep gülümsese... Gülmeyi, yaşamayı fazlasıyla hak ediyordu. Hayat ona en ağır darbeleri yaşatmıştı. Artık darbe değil, mutluluk verici şeyler yaşaması gerekiyordu. Uyansın, ayağa kalksın mutlu olması için elimden ne geliyorsa yapacaktım.
Saatlerce arabanın önünde oturup Fırat'ı izleyerek düşüncelerimle boğuşmuştum. Gözlerim kendiliğinden kapanırken yan tarafımda açılan kapının sesiyle irkildim. Kafamı çevirdiğimde kapıyı açıp yan koltuğa oturanın Batuhan olduğunu gördüm. Kaşlarımı çatınca,
"Ne zaman kendini kötü hissetsen buraya geliyorsun, kardeşim" dedi. Tüm yorgunluğumla gülümsedim. Batuhan beni benden daha iyi tanıyordu.
"Arjin'i düşünüyorsun, değil mi?" Derin bir nefes aldım.
"Arjin'i, yaşadıklarımızı, kısacası tüm hayatı düşünüyorum"
"Hayat niye acımasız, Fırat?"
"Acımasız olan hayat değil, kardeşim. İnsanlar. Bu topraklarda ise acımasız olan, töre"
"Haklısın, kardeşim. Çok haklısın, töre o kadar acımasız ki kimin ne yaşayacağını önemsemiyor. Kendi bildiğini okumak için diretiyor"
"Niye biz?" Anlamayarak bana baktığını fark edince ne sorduğumu açıkladım. "Neden törenin yazdığı kaderde tüm acılar bizi buldu?"
"Herkesin kendince derdi, boğuştuğu hayatı var. Siz töreyle, küçücük çocuklar ağır hastalıklarla, kimisi evlat acısıyla... Daha nicesi var. Derdi veren Allah dermanını da veriyor, kardeşim" Sıkıntıyla nefes verdim. Batuhan'ın gözlerinin içine baktım.
"Çok yoruldum, Batuhan. Çok... Dışım dağ gibi yıkılmaz görünürken içimde volkanlar patlıyor. Kaldıramıyorum, artık" Yorgundum, fazlasıyla. Başımı koltuğa yasladım, gözlerimi yumdum.
"İçinde patlayan volkanları görebiliyorum. Sönmesi yakındır, emin ol" Alayla güldüm.
"Nasıl sönecek?"
"Arjin'in ameliyatı iyi geçti. Görürsün birkaç güne ayağa da kalkar"
"Sonrası?"
"Sonrası derken?"
"Sonrası ne olacak?" Kafamın içini kurcalayan sorulardan birisiydi.
"Bir şey soracağım ama kızarsın diye korkuyorum"
"Sorma, kızacak halim yok"
"Arjin'i seviyor musun?" Sorma desem de çenesini tutamayacağını biliyordum ama bu soruyu duymak bocalamama neden olmuştu.
"Nereden çıktı bu soru?"
"Arjin'e onca şeye rağmen neden iyi davranıyorsun soruma cevap olarak vicdanım diyeceksin. Tamam, ancak vicdanının zamanla içinde ufak da olsa bir sevgi oluşturduğuna şahit oluyorum"
"Yalancı şahitlik"
"İstediğin kadar inkar et. Gözlerinden Arjin'e karşı sevgi beslediğin görüyorum. Belki aşka benzer bir sevgi değildir ama bildiğimiz sevgiyi gözlerinde görüyorum" Yerimden doğruldum, ellerimi direksiyona koydum.
"Hastaneye gitmem gerekiyor, benle mi geleceksin? Arabanla mı?"
"Arabamla gelirim, kardeşim" Arabadan inerken kafasını bana doğru çevirdi, "Kendini düşüncelerin içinde kaybetme, akışına bırak" dedi. Birkaç saniye bekleyince, benden cevap beklediğini anladım.
"İyi geceler" Vereceğim tek cevaptı.
"İyi geceler, Fırat"
Gecenin karanlığıyla Diyarbakır'a hüküm sürdüğü saatlerdeydik. Arabayı hastaneye doğru sürdüm. Güzel haberler almayı dileyerek hastaneye geldim. Saat epey geç olsa da kimsenin Arjin'i burada bırakıp gitmeyeceği kesindi. Yoğun bakıma çıkınca kapının önündeki bankta oturmuş ve uyuyakalmış Devran'ı gördüm. Başka kimse görünmüyordu.
Yavaş adımlarla yoğun bakımın içini gösteren cama yaklaştım. Arjin masumca kablolara bağlı uyuyordu. Masumca diyordum, zaten masum değil miydi? Her ne kadar hatası olsa da masumdu. Bunu hiçbir şey değiştiremezdi. İçimden bir ses yanına girmemi söylüyordu. İç sesime ayak uydurarak otomatik kapıya yöneldim. İçeriye girecektim ki, Devran'ın uyku arasında titrediğini fark ettim. Hava fazlasıyla soğuktu, haliyle üşümesi de doğaldı. Üzerimdeki montu çıkarıp üzerine örttüm. Karşımdaki nefret ettiğim insan da olsa merhametimi esirgeyemiyordum.
Otomatik kapıyı açtım, içeriye girdim. Yaptığım yanlıştı, biliyordum. Doktorlardan, hemşirelerden habersiz girmem yasaktı. Fakat iç sesimin baskısının esiri olmuştum. Sessizce Arjin'in yanına yaklaştım. Yüzü aldığı anestezi ve ilaçlardan dolayı şiş görünse de güzelliğini ve sert yüz ifadesini bozmamıştı. Bir insanın uyurken bile yüz ifadesi sert olabiliyormuş, yaşamışlıklar yüzünden.
Köşede duran tabureyi alıp yatağın başucuna getirdim, üzerine oturdum. Arjin'i izlemeye başladım. Aylardır beraber yaşadığım kadının güzelliğinin farkına yeni varıyordum. Sahi, Arjin sen bu kadar güzel miydin? Kara kaşların, kara gözlerin... Ünlü bir heykeltraşın özenerek oluşturduğu eser gibisin. Sağ elim kafasındaki boneye yöneldi. Boneyi yavaşça çıkardım, kömür karası saçları özgür kaldı. Beyaz tenine kara saçları çok yaşıyordu.
Ben bu zamana kadar güzelliğinin farkına nasıl varamamıştım? Sorduğum sorunun saçmalığı... Güzelliğini önemseyecek zamanlar mı yaşamıştık sanki. Düşman gördüğüm kadın güzel mi değil mi ona mı bakacaktım? Şimdi niye bakıyorsam, hatta niye burada oturup bekliyorsam...
Elim bu seferde Arjin'in serum takılı olan eline yöneldi. Sabah tuttuğum eliydi. Elini avuçlarımın arasında hissetmek bambaşka şeyler hissettirmişti. Alt tarafı bir el tutmuştum, ne olabilirdi? Neler hissedebilirdim... Beynim inatla elini tutmamı, sabahki his yoğunluğunun hazzını tekrar yaşamak istiyordu. Beynime boyun eğerek, hafifçe elini ellerimin arasına aldım. Aynı hisler yine içimi ele geçiriyordu. Tanımını bilmediğim, tuhaf hisler... Hislerimin verdiği yorgunlukla gözlerim daha fazla direnememiş kapanmıştı.
"Fırat"
"Fırat" İsmimin defalarca söylenmesine karşılık gözlerimi istemeyerek açtım. Bulunduğum yerin farkına varmam birkaç saniyemi almıştı. Kafamı koyduğum yatak başlığından kaldırdığımda başıma şiddetli bir ağrı girdi. Elimle başımı ovarken, gözlerim gördüğü şeyde kitlendi, kaldı. Arjin uyanmış, bana bakıyordu.
"Ar-jin?" Kekeleyerek konuşmuştum.
"Günaydın" Zorla gülümsediği ve sesindeki pürüz belliydi. Anestezinin etkisini hemen atamazdı. Ayağa kalktım,
"Şey" Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ben neden burada uyumuştum, ne ara uykuya dalmıştım hatırlamıyordum. Saat kaçtı onu da bilmiyordum.
"Nasıl hissediyorsun?" Aklıma ilk gelen soruyu sordum.
"Belim... Ağrıyor" Zorlanarak öksürdü ve "Galiba" dedi. Duyduğumu idrak etmem birkaç saniyemi aldı. Belinin ağrıdığını hissetmesi iyi bir şeydi.
"Ben hemen doktoru çağırıyorum" Yoğun bakımdan koşarak çıktım. Koridorların karanlığından hâlâ gece olduğunu anladım. Doktor odasının önüne geldiğimde heyecandan kapıyı çalmayı unutarak, kapıyı açtım. Odanın loş ışığının altında koltuğa uzanmış uyuyordu, doktor. Onu da zorlayan ve yoran bir ameliyata girdiği için yorgun olması doğaldı. Ama şuan uyuma sırası değildi. Arjin uyanmıştı, onunla ilgilenmesi lazımdı.
"Erhan Bey" Seslenmeme rağmen yerinden kıpırdamamıştı, bile. Yanına yaklaştım, hafifçe omzuna dokundum.
"Erhan Bey" Sıçrayarak uyandı.
"Ne oldu?" Yerinden doğrulurken karşısında beni görünce, "Fırat Bey?" Niye burada olduğumu merak edercesine bakıyordu.
"Arjin uyandı"
"Çok iyi haber bu" Hızla ayağa kalktı.
"Asıl iyi haber galiba Arjin'in belindeki ağrıyı hissetmesi" Göz bebekleri yuvalarından çıkacak gibi büyüdü.
"Sen ciddi misin? Bu çok iyi, belinin ağrısını hissediyorsa ameliyatın olumlu etkilerini gördü demektir"
Doktorla beraber hızla Arjin'in yanına gittik. Doktor hemşireleri de çağırmış yoğun bakıma girmişti. Onlar içeriye girerken Elif Abla, Arjin'in annesi ve diğer abileri yanıma geldi. Devran hâlâ uyuyordu.
"Ne oldu, niye içeride doktorlar?" Azat'ın endişeli sorusuna gülümseyerek cevap verdim.
"Arjin uyandı" Yüzlerindeki endişenin yerini neşe almıştı. Cüneyt sandalyede uyuyan Devran'a yaklaştı, yavaşça dürterek uyandırdı.
"Abi?" Devran'ın sorgular bakışına cevap olarak,
"Arjin uyandı, Devran'ım" dedi, Cüneyt. Devran yerinden uçarcasına kalkmıştı.
"Şükürler olsun!" Kalktığı sırada üzerindeki montum yere düşmüştü. Kaşlarını çatarak montu eline aldı. Bir Devran'a bir Cüneyt'e baktı.
"Hanginizin montu?" İkiside kafasını olumsuzca sallayınca Devran'a yaklaşıp elindeki montu aldım.
"Benim" Devran'ın az önce ki mutluluğunun yerini şaşkınlık almıştı. Önemsemedim, şuan önemsediğim tek şey Arjin'in uyanmış olması ve anladığım kadarıyla durumun iyiye gittiğiydi.
2 Gün Sonra;
Tam anlamıyla mutluluk vermese de içimizin rahat olduğu iki gün geçmişti. Arjin'e gerekli test ve muayeneler yapılmıştı. Yapılan testlerde Arjin'in his kaybının düzeldiği sonucuna varmışlardı. Arjin artık eskisi gibi bacaklarını ve belini hissediyordu.
Hâlâ yürümemişti. Erhan Bey yürümesi için daha erken olduğunu söylemişti. Geç olsun, güç olmasın kanısındaydım. İyiydi, hayattaydı ya başka bir şey istemiyordum. Buna da şükür diyordum.
Dicle ve Rojda Yengem Arjin'i görmek istediklerini söyleyince onları hastaneye getirmiştim. Arjin'in eski halinden eser yoktu. Daha doğrusu terslemiyordu, yüzündeki sert bakışlar dursa da öldürücü bakışlarını artık üzerimize salmıyordu. Bu halini sevmedim desem yalan olurdu.
Biz Arjin'in yanına girdikten kısa süre sonra Devran ve Şehnaz da gelmişti. Artık Şehnaz'ı görmek ne içimi yakıyordu, ne de başka bir şey hissettiriyordu. Hayatımda var olmamış gibiydi, sanki. Onlar gidene kadar yerimden kalkmadım. Sessizce Arjin'le yapılan muhabbetlerini dinledim.
Dicle ve yengem kantine ineceklerini söyleyip gitmişlerdi. Ben yerimden kalkıp gitmeye tenezzül etmedim. İç sesim Arjin'in yanından ayrılma diyordu. Destek olmak, elimden gelenin fazlasını yapmak istiyordum.
Devran ve Şehnaz'da çıkınca bana uzun gelen ama normalde beş dakika olan süre boyunca Arjin'le odada sessizliğimizi paylaşmıştık.
"Çok mu acıtıyor?" Arjin'in sorusuyla anlamayan bakışlarım Arjin'i buldu.
"Ne?"
"Şehnaz'ı.. Abimle görmek" Ne demek istediğini anlamıştım.
"Neden acıtsın?"
"Onu seviyorsun, çünkü. Sevdiğini başkasıyla mutlu görmek herhalde kalbini acıtıyordur" Yutkunduktan sonra gülümsedim.
"Acıtmıyor. Çünkü, artık sevmiyorum" Şaşkınlığını oturduğum yerden net olarak görebiliyordum.
"Aşk hemen biten bir şey mi?"
"Sen, hiç aşık olmadın mı?" Alacağım cevaptan dolayı sebepsizce huzursuz hissetmiştim. Arjin acıyla gülümsedi.
"Aşık olabileceğim bir hayatım olmadı" Hayatının kötü geçmesi üzse de aşık olmamış olması içimi rahatlatmış gibi hissetmiştim. Bana her ne oluyordusa bunu düzeltmem gerektiğinin farkındaydım.
"Düşünsene, yaşadığın bu hayat bir kabus. Sabah uyanıyorsun, gördüğün kötü kabustan çıkaracağın ders ne olurdu?" Gözlerimin içine öyle bir baktı ki içim titredi. Bakıştık, saniyeler mi sürdü dakikalar mı sürdü bilmiyordum ama bana uzunca gelen bir süre boyunca bakıştık. Bakışlarıyla söylemek istediklerini anlatıyordu.
"Masumların canını yakmamak ve kalbini yaralamamak olurdu" Masum dediği, canını yaktım demek istediği kişi bendim, biliyordum fakat kalbini yaralamamak derken ne demek istemişti anlamamıştım.
"Kalbini yaraladığın birisi mi var?" Kapının açılıp Elif Abla'nın gelmesiyle sorum cevapsız kalmıştı.
"Müsait miydiniz?" Elif Abla'nın gülümseyerek sorduğu soruya ben cevap verdim.
"Evet, abla"
"Fırat, oğlum sen nasılsın? Gece gündüz buradasın. Uyumuyorsun doğru düzgün, hastalanırsın maazallah"
"Bir şey olmaz"
"Saçmalama, git konağa. Uyu, dinlen" Arjin'in ağzından dökülen kelimeler şaşırtsa da sevindirmişti. Galiba geçirdiğimiz altı ay boyunca beni düşündüğü ilk anı yaşıyordum. Uykusuzluk ve ruhumdaki yorgunluk zihnimin saçmalamasına sebep olmuştu. Arjin beni düşünüyor diye seviniyordum.
"Ayağa kalk, iyi ol da, uyurum elbet" İçimden söylediğimi sandığım şeyi dışımdan söylediğimi fark ettiğim an önce Elif Abla'yla hemen sonra Arjin'le göz göze geldim. Arjin'in gözlerinde de Elif Abla'nın ki gibi sevinç vardı. Söylediğimin onu mutlu ettiğini hissetmiştim. Bu his yine içimde bir yerlerde kıpırtı oluşturmuştu. Son günlerde fazlasıyla bu kıpırtıyı yaşıyordum. Hayra alamet miydi değil miydi bilmiyordum, sadece artık bizi yıpratacak şeylerin olmamasını istiyordum.
✬✬✬
Arjin'i burada bırakıp şirkete ya da konağa gitmeye içim el vermiyordu. Şirketteki işlerle yine Batuhan uğraşıyordu. Zor zamanlarımın kurtarıcısıydı. O olmasaydı birçok şeyle baş edemezdim. Tanıştığımızdan beri yapmadığı iyilik, fedakarlık kalmamıştı. En büyük iyiliği ise Erhan Tor'u, yani Arjin'in ameliyatını yapan doktoru bulup buraya getirmesi olmuştu. Hayatım boyunca yaptığı iyilikleri unutmazdım lakin bu iyiliğini ne olursa olsun unutmayacaktım. Arjin'in iyileşmesinde payı büyüktü, bana göre.
Başımın ağrısına daha fazla dayanamamış acile ağrı kesici iğne vurdurmaya inmiştim. Hemşire iğneyi yapınca kantinin yolunu tutmuş, kendime gelmek için iki fincan sert kahve içmiştim. Şimdi daha iyi hissediyordum. Üç günde toplasam beş saat bile uyumamışımdır. Umrumda da değildi. Umrumda olan daha önemli konular vardı.
Kantinden çıkınca Arjin'in yattığı odanın bulunduğu kata çıktım. Koridorda kimse yoktu, büyük ihtimalle odada Arjin'in yanındaydılar. Girip girmeme konusunda kararsız kalmıştım. Aslında tereddüt etmeme gerek yoktu. Bu ailede beni tersleyen, benle zıtlaşan iki insan vardı ; Devran ve Arjin. Artık ikisi de ters sayılacak tek kelime dahi etmiyordu.
Kapıyı ne olur ne olmaz diye önce tıkladım ve açtım. Odaya adımımı attığımda sessizlik beni karşılamıştı. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde ise yataktan destek alarak ayakta durmaya çalışan Arjin'i gördüm.
"Arjin, ne yapıyorsun sen!?" Telaşla hızlı adımlarla yanına yaklaştım. Düşmesin diye kolunu tuttum.
"Ayağa kalkabiliyorum, artık" Gözünden bir damla yaş akarken, gülümsemişti. Bu hali içimi yakmıştı. Ayağa kalkabildiği için hangi insan sevinirdi? Bizler değil, Arjin gibi ayağa kalkmaya, adım atmaya hasret kalan insanlar sevinirdi.
"Tek başına doktordan habersiz kalkamazsın" Bir elimle kolundan tutarken diğer elimle de hafifçe belinden tuttum. Beline elimi değdiğim an acıyla kendini kastı.
"Canını mı yaktım?"
"Biraz ama problem değil" Kendime dikkatli olmadığım için kızmaya başladım. Yatağa daha dikkatli oturmasını sağlarken arkası bağcıklı olan geceliğinin bağcıklarının arasından ameliyat sargılarını gördüm. Boynundan belinin altına kadar sargılar vardı. Ameliyat yaraları da tıpkı ruhunun yaraları gibi büyüktü. İçimden bir şeyler vücudumu sızlatarak akmıştı. Yutkunarak, parmağımı hafifçe sargılara değdirdim.
"Çok mu acıyor?" Ses tonum öyle çaresiz, hüzün dolu çıkmıştı ki...
"Ruhum kadar değil" Asıl kalbimin sızlamasına neden olan cümlesi bu olmuştu. Tam şuan ruhundaki yaralarını sarmayı delicesine istemiştim.
Yüzüne baktığımda tane tane göz yaşları gözlerinden dökülüyordu. Kalbim gereğinden fazla sızlıyordu. Elim yavaşça gözünden çıkmış, yanağına süzülen gözyaşına değdi. Baş parmağımla narince dokunarak gözyaşını silmiştim. Gözünden yaş dökülmesini, artık acı çekmesini istemiyordum.
Gözlerimiz birbirini bulduğunda bakışlarımızı kaçırmadan, saatlerce konuşarak anlatamadığımız acılarımızı bakışlarımızla anlatmaya çalışıyorduk.
|
0% |