@aquilajk_1903
|
Bir süredir hissetmediğim sızılar tüm bedenimi ele geçirmişti. Ağrıdan sabaha kadar uyuyamasam da isyan etmiyordum. Geçecekti, geç de olsa geçecekti. Mahkum olduğum günlerden kurtulmuştum, bir süre ağrı hissetsem hiçbir şey kaybetmezdim.
Ağrılarımı umursamadan yataktan yavaşça kalktım. Umudumu kaybetmiştim ama Rabbim ayağa kalkmam için güç vermişti. Artık gücümü yitirmeden ayakta dimdik dumanın zamanıydı.
Yatakta uyuyan Fırat'ı uyandırmamaya çalışarak yavaş adımlarla banyoya girdim. Yüzümü soğuk suyla yıkamak iyi gelmişti. Havluyla ellerimi kurularken burnuma tanıdık olan ve kendime itiraf etmek de zorlansam da hoşuma giden koku geldi. Havludan geldiğini sandığım koku, üzerimden geliyordu. Fırat'ın parfümünün kokusu geceliğime sinmişti. Aynı yatakta uyuduğumuz için normal olarak kokusu yatağa siniyordu, yataktan da benim üzerime...
Geceliğimi yakasından tutup burnuma yaklaştırdım. Koku ciğerlerime nefes gibi doluyordu. Kokuyu içime çekerken gözlerimi kapatmıştım. Gözlerimi açtığımda aynadaki yansımamla karşılaştım. Ben neye sırıtıyordum böyle? Günlerdir saçma sapan hallere bürünüyordum. Kendime çeki düzen vermenin zamanı gelmişti, geçiyordu. Lakin, öncesinde sormam gereken bir hesap vardı. Sonrasını zor da olsa halledip, gidecektim.
Banyodan çıkarak, giymek için dolaptan etek ve kazak alıp tekrar banyoya girdim. Ağır bir ameliyat geçirdiğim için ağrılar hâlâ devam ediyordu. Hareketlerimde kısıtlıydı, gereğinden fazla dikkatli olmam gerekiyordu. Üzerimi değiştirdikten sonra tekrar odaya girdim. Fırat uyanmış, uyku mahmuru gözleriyle bana bakıyordu.
"Niye uyandın?" Uykulu sesiyle sormuştu.
"Uyuyamadım ki uyanayım" Geceliklerimi dolaba koyarken cevap vermiştim. Ona döndüğümde yerinden doğrulmuş, telaşla bana bakıyordu.
"Neden? Ağrın mı vardı?" Cevap olarak kafamı salladım.
"Beni neden uyandırmadın?" Bunu söylemek tuhafıma gitse de, kıyamamıştım. Günlerdir koşturmaktan, benimle ilgilenmekten uyuyamamıştı. Dün gece derin bir uykuya daldığını görünce uyandırmamak için sabaha kadar sağıma soluma bile dönmemiştim.
"Yoruldun sende, dinlenmek hakkın" derken dolaptan kabanımı ve çantamı çıkarıyordum.
"Bir yere mi gideceksin?"
"Evet"
"Nereye?"
"Sormam gereken bir hesap var" Mırıldanarak konuşmuştum ki Fırat duymamıştı.
"Anlamadım?" Montumu giyerken yaptığım ani hareket belime bıçak gibi bir ağrı saplanmasına sebep olmuştu. Acıyla "Ah" dediğim sırada Fırat yataktan hızla kalkıp yanıma geldi.
"İyi misin?" Kafamı salladım.
"Bir anlık ani hareketle oldu" Kolumdan tutarak yatağa oturttu.
"Acı çekmeyi çok seviyorsun, herhalde. Dikkat etsene!" Sesi sitemli çıkmıştı.
"Bir anda oldu, dedim"
"Hem sen nereye gideceksin bu halde?"
"Babaannemin yanına"
"Hasta olan sensin farkındaysan, onlar senin yanına gelecek. Ayrıca daha dün akşam buradaydılar"
"Sorgulamasan ve üstelemesen daha iyi olacak biliyor musun?"
"İyi, tamam. Ağrın geçsin öyle gideriz" Kaşlarımı çatarak baktım.
"Gideriz derken?"
"Seni tek başına göndereceğimi düşünmüyorsundur, umarım" Bana gösterdiği ilgi ve şefkat vicdan azabı çekmemi sağlıyordu. Aynı zamanda içimde daha önce hissetmediğim duyguları yaratıyordu. Bu duyguların tanımı nedir bilmesem de benim için iyi olmadığını biliyordum.
Ağrım tamamen geçmese de hafifleyince konaktan çıkmıştık. Fırat halimden bir terslik olduğunu anlasa da kızacağım için neden gittiğimizi soramıyordu. Anlatmaya gücüm de yoktu. Yapmam gereken, yaşananların, ölenlerin hesabını sormaktı.
Abimlerin konağına geldiğimizde ben arabadan inerken Fırat'a beklemesini söyledim. İtiraz etmedi, sadece çıkmam için yardım etmek istediğini söyleyince gerek olmadığını söyleyerek yukarı çıktım. Beni kapıda karşılayan Gülsüm Abla olmuştu. Dikkatlice sarıldıktan sonra salona girdim. Babaannem ve annem buradaydı, kahve içiyorlardı.
"Afiyet olsun" Sesimi duyduklarında kafalarını kaldırdılar. Annem elindeki fincanı sehpaya bırakarak yanıma geldi.
"Hoş geldin, Berxamin" diyerek sarıldı. Eli belimdeki yaraya değdiği an yüzümü ekşittim. Babaannem canımın yandığını anlamış olmalı ki,
"Rezan, dikkat et hele. Kızın yarası vardır" dedi.
"Keşke, yara sadece belimde olsaydı" Babaannemin elini öpmeden koltuğa oturdum. İkisi de şaşkın bakışlarıyla baktı.
"Keça min, hayırdır inşallah, bir sıkıntı yok demi?" Bakışlarımı babaanneme sabitledim.
"Babaannemle konuşmam lazım"
"Hayrola, Arjin'im?"
"Yalnız konuşalım" Annem ağzını açıp konuşacağı sırada,
"Rezan Gelin, sen gelinlerin yanına git" dedi, babaannem.
"Temam, Diya min" Ardından oturduğum koltuğa yaklaşıp arkama yavaşça yastık koydu. "Rahatça otur, keça min. İstediğin bir şey var mı?"
"Yok, anne" Annem çıktıktan sonra, bir süre babaannemin gözlerinin içine baktım. O da bakışlarını kaçırmadan bana bakıyordu. En sonunda sessizliğimizi bozdu.
"Anlat hele, Arjin'im. Var sende bir haller. Elimi de öpmedin. Nedir derdin?"
"Zelal Hatun'u bilir misin?" Sorduğum soruyla bocalaması bir olmuştu.
"Sen, nereden bilirsin Zelal Hatun'u?"
"Adıyaman'da gittiğim şifacıydı"
"Adıyaman'da mıymış?"
"Bilmiyor muydun?" Kafasını sağa çevirdi.
"Senelerdir görüşmem etmem, haberimde yoktu"
"Niye görüşmüyorsun?" Bakışları önce bana çevrildi, sonra yere.
"Evlenince araya mesafeler girdi" Yalan söylemek nasıl kolay geliyordu...
"Ben öyle duymadım?" Yere sabitlediği bakışları hızla bana döndü. Gözlerinde korkuya benzer ifadeler vardı.
"Ne duyduysan yanlış duymuşsun!"
"Şifa Doğanlı, gerçeklerden kaçınmayı bırak artık!" Göz bebeklerini büyütmüş, bakıyordu.
"Keça min, senin ağzın ne söyler? Ne gerçekleri dersin?" Konuşmadan önce derin bir nefes aldım.
"Kan davası neden başladı?" Yemin ederim ki gözlerindeki korku öyle büyüdü ki ne yapacağını bilemez hale gelmişti. Bir süre ne söyleyeceğini bilemez halde yere baktı. "Cevap vermeyecek misin?"
"Büyüklerimizin arasında husumet varmış, ondan başladı diye bilirim"
"Babaanne, bak hâlâ saygısızlık yapmadan konuşuyorum. Sende lütfen yalan söylemeyi bırak!"
"Yalan söylemiyorum!"
"Kan davasının senin yüzünden başladığını öğrendim!" Kelimelerim üzerinde füze etkisi yaratmıştı, sanki.
"Ne?" Ağzından zar zor dökülen tek kelime olmuştu.
"Niye söylemedin?" Kafasını eğdi, konuşamadı. "Sırf saçma sapan aşk oyunların yüzünden birçok hayatı mahvettin! Bunun farkında mısın?"
"Keça min-" Elimi susması için kaldırdım.
"Gençlik hatası diyeceksin, tamam. Anlarım. Ama olayları en başından anlatmak çok mu zor geldi? Anlattığında sana bir şey mi yapacaktık, ne olacaktı ha?"
"Söylemeye cesaret edemedim" Eğdiği kafasını hâlâ kaldırmıyordu.
"Eğer azcık cesaret etseydin, bugün ne ben bu halde olurdum ne Fırat'ın abisi mezarda olurdu. Sen hepimizi yaktın!"
"Deme öyle, Keça min. Ben ister miydim böyle olsun?" Gözlerimin içine bakan gözlerinde hüzün görüyordum ama umrumda değildi. O nasıl olacakları umursamadıysa bende onu umursamayacaktım.
"İstemesen en azından bana anlatırdın. Bende ona göre hareket eder, yapmamam gereken rezillikleri yapmazdım!"
"Senin gözünü kin bürümüştü. Anlatsam da dinlemezdin"
"Dinlerdim!" Ayağa kalktım, daha fazla kalmak istemiyordum. Gitmeden önce etmem gereken son laf için konuşmaya başladım. "Diyeceğim tek şey, sorumlusu olduğun bu hayatların acısını misliyle öde! Unutma, diğer tarafta yakanda olacak el çok!"
Ne diyeceğini beklemeden hızla salondan çıktım. Öfkemden dolayı hızımı kontrol edemeyince belime ağrı girmişti. Umursamazca merdivenlere doğru yürüdüm. İçimdeki öfkeyi kusmuştum, az da olsa rahatlamıştım. Ettiğim son söz babaanneme vicdan azabı çekmesi için bir ömür yeterdi.
"Kara gözlüm" Devran Abim'in sesini duyunca kafamı kaldırdım. Merdivenlerden çıkıyordu.
"Abi"
"Nereye gidiyorsun, Çavreşamın?"
"Eve" Yanıma gelmiş, alnımı öpmüştü.
"Senin evin burası" Sözünü duymamış gibi yaptım.
"Düğünün haftayaymış"
"Evet, gulamın. Senin iyi olmanı bekledik, düğünü yapmak için"
"Abi, bir şey konuşmak istiyorum seninle"
"Konuşalım, gulamın da seninki aşağıda bekliyor. Yukarı çık dedim, Arjin beklememi istedi dedi" Sözümü dinlemesi yüzümde gülümseme oluşturmuştu.
"Evet, beklesin. Gideceğim şimdi"
"Yavaş yavaş gözüme giriyor, bak. Aferin, sözünü de dinliyor. Seni üzecek bir şey yaparsa hemen haber ver"
"Yapmaz, abi" Üzmek yerine mutlu etmek için çabalıyordu. Üzer dersem nankörlük yapmış olurdum.
"İnşallah, gel salona geçelim"
"Yalnız konuşmamız lazım" Üzerimde taşıdığım bir diğer yükü de atmam gerekiyordu.
"İyi gel o zaman" diyerek önden yürüdü. Misafir odalarından birine girdiğimizde koltuğa oturdu. Bende karşısındaki koltuğa sıkıntıyla oturdum.
"Ağrın mı var, gulamın?"
"Biraz da konumuz bu değil"
"Benim için en önemli konu sensin" Tebessümle baktım.
"Abi"
"Söyle, cana min"
"Ben... Bunu söylemeye çok utanıyorum ama-"
"Neyi?" Bakışları merakla dolmuştu.
"Ben, çok kötü bir şey yaptım abi" Kaşları çatıldı.
"Fırat aşağıda olduğuna göre onu vurmadın, başka ne yapmış olabilirsin?" Şimdi nasıl diyecektim 'ben seni intikam oyunlarıma alet ettim' diye? Bir yanım söylemem için direnirken diğer yanım söylememem için çırpınıyordu. Belki söylediğimde beni silecekti, bir daha yüzüme bakmayacaktı ama üzerimdeki bu yükten kurtulmak istiyor, abimi ateşe atmak istemiyordum.
"Biliyorum, yaptığım şey çok kötü bir şey ama mantıklı düşünemiyordum. Olayların aslını bilmeden içimi kinle, intikam hırsıyla doldurmuştum"
"Arjin, ne olduğunu söyleyecek misin?" Başımı dikleştirdim, gözlerimi yumdum.
"Şehnaz ve Fırat birbirine sevdalı. Ben bunu bile bile Fırat'a acı yaşatmak için babaanneme sana Şehnaz'ı istemelerini söyledim" Kelimeler ağzımdan zor çıkmıştı. Bana ne yapsa haklıydı.
"Biliyordum" Gözlerimi şaşkınlıkla açtım.
"Biliyor muydun?"
"Yani tahmin etmiştim. Daha doğrusu Şehnaz'la tahmin etmiştik"
"Na-nasıl yani?"
"Yıllar önce Şehnaz'ı bir düğünde görmüştüm. O gün kalbime girmişti ama sevdalısı var demişlerdi, kendi sevdamı kalbime gömmüştüm. Ta ki babaannem bir gün sana Şehnaz Çetin'i istemeye gidiyoruz diyene kadar. Belki sevdiğinden vazgeçmiştir diye ümitlendim. İstemeye gittik, evlenmeyi kabul etti. Sonrasında öğrendim ki Fırat'ın yavuklusuymuş" Son kelimesini söylerken yüzü seğirmişti.
"Şehnaz'la konuştum. Fırat defterinin kapandığını söyledi"
"Bundan emin misin, abi?"
"Eminim, Şehnaz Fırat'ı sevmediğini söyledi. Hatta Fırat da Şehnaz defterini kapattığını söylemiş"
"Peki, Şehnaz seninle sırf Fırat'a inat olsun diye mi evleniyor?"
"Hayır, ilk başta öyle sandım ama öyle değil. Beni sevdiğinden eminim."
"Benim planladığımı nasıl anladınız?"
"Babaannem Şehnaz'ı isteme fikrinin sana ait olduğunu söyleyince az çok anlamıştım. Şehnaz'la da bu durumu konuşunca, o da senin planladığın bir şey olduğunu düşündü" Gözlerinin içine mahcup bir ifadeyle baktım.
"Bana, çok kızdın mı?" Yüzünde hüzünle dolu tebessüm oluştu. Kafasını sağa sola salladı.
"Sana nasıl kızabilirim, kara gözlüm? Yaşadıkların yüzünden bilinçli hareket edemiyorsun. Ayrıca sen intikam alma oyunu kurarken aslında yuva kurmuş oldun" İçimi rahatlatmak için mi söylüyordu yoksa gerçek miydi bilmiyordum ama üzerimdeki yükün hafiflediğini hissediyordum.
"Özür dilerim abi, seni saçma sapan oyunlarıma alet ederek kendimi iyice küçülttüm" derken gözümden bir damla yaş akmıştı. Abim yerinden kalkıp, yanıma geldi. Beni kollarının arasına aldığında, kafamı göğsüne yasladım.
"Kara gözlerine yaş akıtmak yakışmıyor, Çavreşamın. Ben sana kızmadım ki özür dileyesin" Bir yandan saçlarımı okşuyordu.
"Ben çok kötü birisiyim, abi. Kendi bildiğim doğrularla hareket ettim. Çok fazla hata yaptım" Göz yaşlarım gözlerimden firar etmiş, teker teker akıyordu.
"Hata yapmana, yaşadıkların sebep oldu. Kendini suçlama artık"
Devran Abim'in sığınak gibi olan kollarının arasından çıkıp, gözyaşlarımı sildikten sonra aşağı inmiştim. Fırat hâlâ arabanın içinde bekliyordu. Gitmiştir diye düşünmüştüm, yanılmışım. Ön kapıyı açıp arabaya bindim. Fırat'a bakmadan konuştum.
"Kusura bakma, beklettim"
"Sen, ağladın mı?" Kafamı cama çevirdim.
"Hayır" Elini çenemde hissetmemle bedenimi ateş basması bir oldu. Hafifçe yüzümü kendisine çevirdi. Bakışlarımız birbirini bulduğunda gözlerimin içine derin derin baktı.
"Gözlerin, kıpkırmızı olmuş. Neden ağladın? Seni üzecek bir şey mi dediler?"
"Ne zaman beni üzmeyecek şey söylendi ki?" Yutkunurken elini yavaşça çekti.
"Halbuki mutlu olmayı en çok sen hak ediyorsun" Yanlış mı duydum diye düşünürken,
"Anlamadım?" diye sordum.
"Gitmek istediğin bir yer var mı?" diyerek konuyu değiştirdi. Az önce yanlış duymadığıma emindim ve duyduğum cümle içimde bir yerleri harekete geçirmişti.
"Nefes alabileceğim bir yere gitmek istiyorum" Hüzünle gülümsedi, kafasını salladı. Araba hareket ettiğinde kafamı cama yaslamıştım. Ruhumun yorgunluğu ve tüm gece uyumamam beni uykunun kollarına teslim etmişti.
"Arjin" Koluma dokunan elle sıçrayak uyandım, Fırat'la göz göze geldim.
"Korkutmak istemedim" dedi, mahcup ifadeyle.
"Sorun değil" diyerek doğruldum, o da geriye çekildi.
"Geldik, onun için uyandırdım"
"Nereye geldik?" Eliyle camın dışını işaret etti.
"Malabadi Köprüsü'ne"

Gördüğüm manzara karşısında gözlerim ışıl ışıl olmuştu. Uzun zaman olmuştu, buraya gelmeyeli. Arabanın kapısını açarak indim. Ben birkaç adım atmıştım ki omuzlarımda hissettiğim sıcaklıkla arkamı döndüm.
"Hava soğuk" diyen Fırat omuzlarıma kabanımı örtüyordu. Gülümsedim.
"Teşekkür ederim"
"Burada mı duralım? Köprüye mi çıkalım?"
"Köprüye çıkalım"
Yavaş adımlarla köprüye doğru ilerledik. Kalabalık olmaması benim için daha iyiydi. İnsanlar yoruyordu, bunaltıyordu. Artık insan kelimesini duymak bile ruhumu daraltıyordu.
Köprünün üstüne çıktığımızda ellerimi taşın üzerine koydum, gözlerimi yumarak altımızda akan çayın ve soğuk havanın kokusunu içime derin derin çektim. Havanın, çayın, birçok şeyin kokusu vardı. Peki, neden mutluluğun kokusu yoktu? Mutluluğun kokusu olsaydı ciğerlerimi ve ruhumu bolca o kokuyla doldurur, soluk vermezdim. Mutluluk kokusunu içime hapseder, salmazdım.
Gözlerimi açıp bir süre altımızda akan Çay'ı izledim. Bu Çay'ın içine atlasam beni dertlerimden arındırır huzura götürür müydü? Sorumun cevabının evet olacağını bilsem, düşünmeden atlardım.
Babaanneme söylemem gerekeni söylemiş, arkamda yıkılmış bir dağ gibi bırakmıştım. Devran Abim'le yaptığım iğrençliği konuşmuştum. Bana kırgın olmadığını söylemişti. Bunlar beni neden istediğim gibi rahatlatmamıştı? Hâlâ içimdeki enkaz kalkamamıştı. "Allah'ım, ben bu enkazı nasıl kaldıracağım? Daha ne yapmam gerekiyor?"
Bakışlarımı uzun süredir izlediğim Çay'dan çekerek sağıma döndüm ve beni izleyen Fırat'la göz göze geldim. Kaşlarım istemsizce çatıldı.
"Neden bakıyorsun?"
"İçinde yanan ateşin dışına nasıl yansıdığını izliyorum" Acıyla gülümsedim.
"Fazla mı belli oluyor?" Sırtımı yavaşça taşa yasladım, kollarımı birbirine doladım.
"Gereğinden fazla, hem de" Sıkıntıyla nefes verdi, yanıma yaklaşıp o da sırtını köprünün taşına yasladı.
"Düzelmiyor"
"Düzeltmek için çabalamıyorsundur, belki de" Yüzüne baktım.
"Çabalamak için gücüm yoksa?"
"O gücü var edeceğiz o zaman" Benim için çabalama demek istesem de diyemiyordum.
"Bu köprünün hikayesini biliyor musun?" Benden cevap alamayınca konuyu değiştirmişti.
"Bad'ın hikayesi değil miydi?" Kafasını hayır anlamında salladı.
"Bir hikayesi daha var ve beni asıl etkileyen o"
"Bana da anlatır mısın?" diye sordum. Gülümsedi. "Tabi"
"Xerîb ve Fatma, iki karşı köyden birbirine sevdalanmış iki genç. Her gün bu köprünün üzerinde buluşurlar. Xerîb bir gün Fatma'yı babasından istemeye gider ancak Fatma'yı babası vermez. Yine de aşklarını bitirmezler, sürekli görüşmeye devam ederler. Fatma'nın babası görüştüklerini öğrenince adamlarıyla köprüye pusu kurar" duraksadı, nefes aldı. Duraksaması iyice meraklanmama sebep oldu.
"Sonra?" Korkuyla sorsam da sonun ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordum.
"Bir seher vaktinde, Fatma ve Xerîb yine buluşurlar ama... Bu sefer köprüde aşkları konuşamaz, silahlar patlar. Aşkları susar, dilleri susar, gözleri sonsuza dek kapanır. İşte şuan üzerinde durduğumuz bu köprü aşka mezar olan, köprü" Yüreğim sızlamış, içim titremişti bu hikayeye.
"Çok acı değil mi? Aşkları bu köprü de başladığı gibi bu köprüde hayatları ile birlikte son buluyor"
"Belki onların aşkına mezar olan bu köprü başkaları için güzel ve yeni başlangıç olur" derken gözlerimin içine bakmıştı. Gözlerinin içinde sanki bir umut görüyordum. Bana bakışlarında umut mu vardı bilmiyordum ama tek bildiğim ve istediğim şey bakışlarımı ondan kaçırmamaktı. Son zamanlarda onun gözlerine baktığım anlarda kendimi huzurlu hissediyordum. Hayatım boyunca kimseye bakıp da hissetmediğim şeyleri hissediyordum. Hissettiğim bu huzur bana reva görülmezdi değil mi? Kısa süreli de olsa bu hisleri yaşamak benimde hakkımdı...
✬✬✬
Kitapta geçen "Bir beklenti olmaksızın karşılıksız verebilen sadece âşıktır. Sadece âşıklar ma'şuklarına duydukları sevgi nedeniyle kendi varlıkları dahil Ma'şuk dışındaki her şeyden fedakarlıkta bulunabilme cömertliğini gösterebilirler." sözü aklıma Fırat'ı düşürmüştü. Niye sürekli aklımdasın, Fırat? Niye? Okuduğum her sözde, dinlediğim her şarkı da niye aklıma düşüyorsun?
Yanımda uyumasına bile kızmıyordum. Birkaç hafta öncesine kadar varlığı kanımda öfke dolanmasına neden olurken, şimdi huzura benzer hisler veriyordu. Bunların hiçbiri normal değildi. Olamazdı da. Kendime çeki düzen vereyim derken daha çok dibe batıyor gibiydim. Beni kafamın içindeki kazanda kaynayan düşüncelerden, kapının tıklaması ve ardından açılması kurtardı.
"Müsait misin, güzel yengem?" Dicle yüzünde güller açarak yanıma geldi.
"Müsaitim de, hayırdır? Ne bu halin?"
"Halimde ne varmış ki?"
"Eteklerin zil çalıyor"
"Yoo, normal halim ya. Sana öyle gelmiştir"
"Bilemiyorum"
"Şey... Batuhan, gelmişte dışarıda oturuyor, abimle. Sende gel beraber oturalım diyecektim"
"Sen, kendin niye oturmuyorsun onlarla?"
"Abim kızar, erkeklerin arasında ne işin var, der" Cümlesi biter bitmez pot kırmış gibi baktı, eliyle ağzını kapattı. Hali komiğime gitmiş, uğraşmak istemiştim.
"Eee, oturma o zaman. Çık odanda otur"
"Ha, yok. Ben sen sıkılma, temiz hava al diye-"
"Dökül bakalım, Dicle?" Anlamamış yüz ifadesiyle baktı.
"Neyi döküleyim?"
"Batuhan'ı mı seviyorsun?" Gözleri duyduklarından dolayı kocaman açıldı. Üzerime atılıp ağzımı kapattı. Ben ellerini ittirirken,
"Yenge, sus. Biri duyacak!" dedi.
"Demek ki, sorumun cevabı evet" Dudaklarını büzerek, kafasını eğdi. Bu hali bile her şeyi apaçık ortaya döküyordu.
"Batuhan'ın haberi var mı?"
"Biz, konuşuyoruz"
"İşi ileri taşımışsınız zaten. Geriye düğün yapmak kalmış" Dicle endişeyle kapıya baktı.
"Lütfen, sessiz ol. Biri duyar, başım belaya girer" Sırıtarak baktım.
"Abine söyleyim mi?" Gözleri daha ne kadar büyüyebilirse o kadar büyümüştü.
"Sakın! Yalvarırım, söyleme. Beni de Batuhan'ı da gebertir"
"Korkma, şaka yaptım. Söylemem bir şey"
"Teşekkür ederim" Üzerime örttüğüm battaniyeyi kaldırıp kenara bıraktıktan sonra ayağa kalktım.
"Gel, hadi. Seninki daha fazla beklemesin" Dicle'yle gülerek odadan çıktık. Elif Abla iki gündür yoktu. Devran Abim'in düğününe az kaldığı için annemlere yardıma gitmişti. İki günde bile çok özlemiştim, ablamı.
Fırat ve Batuhan geçen sefer oturduğumuz yerde oturuyordu. Dicle ile bende sedirin üzerine oturduk. Batuhan'a bakarak,
"Hoş geldin" dedim.
"Hoş buldum, yenge. Nasıl oldun?"
"İyiyim, teşekkür ederim"
"Fırado sana iyi bakıyor mu?" Gülerek sorduğu soru ağzından çıktığı an Fırat ters bakışlarını üzerine yolladı.
"Kendinden iyi bakıyor" diyen Dicle'ye de uyarıcı bakışlar yollayan ben oldum. Ardından ortama sessizlik büründü. Dicle ve Batuhan aldıkları uyarıcı bakışlardan dolayı bir süre konuşmadı. Sonunda yine sessizliği bozan Batuhan olmuştu. Fırat'a sorular sorup duruyordu, işle ilgili olduğunu düşündüğüm bir konu hakkında konuşuyorlardı. Onlar konuşurken istemsizce Fırat'ın yüz mimiklerini izliyordum. Dicle halimi fark etmiş olmalı ki, koluma dokundu. Ona baktığımda o da bana ima dolu bakışlarıyla bakıyordu.
"Ah, yenge söylemeyi unuttum ya" diyen Batuhan'a döndüm.
"Neyi?"
"Psikiyatrist arkadaşla konuştum. En kısa zamanda randevu ayarlayacak senin için" Kaşlarım çatılmıştı. Ne demek istediğini anlamıyordum.
"Psikiyatrist derken, anlamadım?"
"Senin haberin yok mu?" Batuhan şaşkın şaşkın bakarken, Fırat da ona öldürücü bakışlarını yolluyordu.
"Neyden?"
"Yengeme söylemedin mi sen, Fırado?"
"Senin bu çenen başına bela biliyor musun, Batuhan?" Fırat dişlerini sıkarak konuşmuştu.
"Ne olduğunu söyleyecek misiniz?" Fırat ağzını açmış konuşacaktı ki, Batuhan fırsat vermeden sorumu cevapladı.
"Terapiye ihtiyacın olduğunu söyledi, Fırado. O yüzden psikiyatrist ayarladım"
"Bundan benim niye haberim yok?" En nefret ettiğim şey benden habersiz arkamdan iş çevrilmesiydi. Sinirli bakışlarım Fırat'ın üzerine sabitlenmişti. Ne diyeceğini bilemez halde duruyordu. Daha fazla duramayarak kalktım, öfkeyle odaya geçtim. Ben kapıyı sertçe kapattığım sırada kapı tekrar açıldı. Gelenin kim olduğuna bakamayacak kadar sinirliydim.
Kolumu tutan el beni kendine çevirirken Fırat'ın griyi de içinde barındıran mavi gözleriyle karşı karşıya geldim. Sıkıca tuttuğu kolum acıyordu ve elinden kurtarmaya çalıştıkça daha fazla sıkıyordu.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" Sesim yüksek çıkmıştı.
"İyi olman için uğraşıyorum!"
"Arkamdan iş çevirerek mi?"
"Arkandan iş çevirmiyorum, Arjin! Sana söyleyecektim, zaten. Batuhan çenesini tutamadı!"
"Batuhan'a söylemeden önce benle konuşamadın mı?"
"Tek sorun bu mu cidden?"
"Evet, bu!"
"Gözünü açıp etrafına ne zaman bakacaksın?" Gözlerini kısarak konuşmuştu.
"Etrafımda ne olup bittiğini görüyorum, ben!" Alayla güldü.
"Belli oluyor!" Sıktığı kolumdaki acı iyice artmış, boynumdan belime kramp gibi bir ağrı girmişti. Acıyla "Ah" dedim. Endişeyle baktı, elini kolumdan çekti.
"Canını mı yaktım?"
"Evet!" Kolumu rahatlaması için ovarken, yatağa oturmamı sağladı.
"Özür dilerim, canını yakmak istemedim"
"Neden iyi olmam için çabalıyorsun? Seni öldürmeye çalışan bir kadına neden iyi davranıyorsun?" Benim karalarımla onun mavileri yine birbirini buldu.
"Çünkü -" Cümlesini söyleyemeden kapı açıldı. Birbirimize sabitlediğimiz bakışlarımız gelen Dicle'ye döndü.
"İyi misiniz diye merak ettim de" Sanki girmemesi gereken bir yere girmiş gibi mahcup olmuştu.
"İyiyiz. Batuhan hâlâ dışarıda mı?" diyen Fırat'a,
"Evet, abi" dedi, Dicle. Fırat gitmek için adım atmıştı ki kolundan tuttum.
"Kızma, lütfen. Randevuyu ayarlasın, gideceğim" Gülümseyerek kafasını salladı ve gitti. Belki de psikolojik tedavi görmek iyi gelirdi. O benim için çabalarken çabalarını boşa çıkarmamak için uğraşmalıydım. Soruma ne cevap vereceğini çok merak etmiştim. Beklediğim 'babamın hatasını telafi etmek' cevabıydı ama bizzat ağzından duymayı istemiştim. Keşke birkaç dakika geç gelseydin, Dicle.
✬✬✬
Düğünmüş, nişanmış, özel günmüş ne kadar umrumda olmasa da abimin düğünü olacaktı. Bu hayatta en değerlim dediğim nadir insanlardan birisi olan Devran Abim evlenecekti. Mutlu gününde onun yanında olmak ve mutlu görünmek zorundaydım. Bu yüzden Dicle'nin düğün alışverişi ısrarlarını kıramamıştım.
Fırat "Ben sizi alışverişe götürürüm" demiş ve Elif Abla'yı da alarak beraber alışverişe çıkmıştık. Psikiyatrist mevzusunu da halletmiştik. İki gün sonra ilk seansa gidecektim. İçimdeki enkazı kaldıramayacağını bilsem de sırf Fırat'ı kırmamak için kabul etmiştim. Onun çabalarının karşılığını verme mecburiyetinde hissediyordum.
"Düğün için burada çok güzel elbiseler var, gelin" Dicle'nin peşine takılarak mağazaya girdik. Rengarenk, her çeşit elbise vardı.
Dicle, Elif Abla'yı yanına çağırarak bir elbise gösteriyordu. Bense mağazanın ortasında durmuş, öylece bakınıyordum.
"Elbise bakmayacak mısın?" Fırat'ın sesiyle ona baktım. Tebessümle bakıyordu. Her tebessüm edişinde, her bakışında içimdeki adını bilmediğim duygular kıpırdıyordu.
"Bakmaya gerek, yok. Sade bir şey alsam yeter" Yok artık, dercesine baktı.
"Arjin, hatırlatırım evlenen senin abin. Onun düğününe de siyahlar içinde gitmezsin herhalde"
Oflayarak reyonlara ilerledim. Haklıydı, evlenen abimdi. Sadece siyaha bürünerek gitmem olmazdı. Fakat benim rengim siyahtı. Başka bir renk yakıştıramıyordum, kendime.
Elbiselere tek tek bakmaya başladım. Köşede mankenin üzerinde duran, etrafı altın desenleriyla kaplı bir kırmızı elbise ilgimi çekmişti. Yavaş adımlarla köşeye yaklaşıp, elbiseyi incelemeye başladım. Beğenmiştim, hem de çok beğenmiştim. Siyaha tutkun olan ben, kırmızı bir elbiseye hayran kalmıştım.
"Beğendin mi?" Fırat hemen yanıma gelmişti.
"Güzelmiş"
"Alalım o zaman, yakışır sana kırmızı" Ben söylediği son cümlenin etkisinde kalırken o mağaza çalışanını çağırmaya gitti. Yakışır, demişti. Gerçekten kırmızı yakışır mıydı, bana?
"Kaç beden giyiyorsunuz?" Yanıma gelen kadın ve Fırat'ı fark etmemle, az önce ki halimden uzaklaştım.
"36"
"Fazla zayıf değil misin?" Kulağıma fısıldayan Fırat'a güldüm. Mağaza çalışanı diğer reyonlara gidip bakındıktan sonra üzgün yüz ifadesiyle yanımıza tekrar döndü.
"Maalesef, bedeniniz kalmamış"
"Sorun değil" diyerek diğer reyonlara yöneldim. Heveslenmem boşunaydı. Ne zaman bir istediğim olmuştu ki şimdi olsun. Üzüntümü belli etmeyerek başka elbiselere baktım. Gördüğüm siyah bir elbiseyi incelemeden elime aldım, üzerinde 36 beden yazısını görünce de,
"Bunu alıyorum" dedim.

"Neden siyah?" diye sordu, Fırat.
"Ruhumun rengini yansıtan siyahken, başka renk giyersem siyaha haksızlık yapmış olurum" Söylediğim söz, gözlerinde hüzün oluşturmuştu. Benim için, üzülme diye bas bas bağırmak istemiştim ama yapamamıştım.
|
0% |