@aquilajk_1903
|
Duygularım, karanlığın içinde kaybolmuştu. Adeta bir labirentin içindeydiler. Her şey yerle yeksan olmuş, duygu karmaşası içinde hissettiklerim çaresizce dağılmıştı. Bir yanda insanların arayıp özlediği sevgi, diğer yanda ise acı gerçeklerin soğuk gölgesi. Bu iki kavram, sanki ruhumun çatıştığı bir savaş alanını andırıyordu; bir tarafta umut ışığı, diğer tarafta ise acımasız gerçeklerin sert çizgileri...
Psikiyatristle konuşmuştum. İnkar etmeye lüzum yoktu. Konuşmak, içimi dökmek iyi gelmişti. Samimice benimle konuşmuş, yapmam gerekenler için yol göstermişti. Verdiği ilaç sürekli uykumu getirse de beynimi uyuşturuyor, düşüncelerden uzak tutuyordu. Belki de hayatımın sonuna kadar bu ilacı kullanmalıydım.
İlacımı içtikten sonra dışarı çıktım. Deniz ve Mehmet gelecekti. Yarın düğün olduğu için onları da davet etmiştik. Yaptıkları iyilikleri unutmak nankörlük olurdu. Nasıl kötü günümüzde yanımızda oldularsa, iyi günümüzde de yanımızda olmalarını istiyorduk.
"Gelirler şimdi" Yanımda konuşan Fırat'a gülümsedim. Karşılık vermesi saniyeler sürmüştü. Gözlerinin içine bakmak, her zerresini incelemek tarif edemediğim duyguları beraberinde getiriyordu. Psikiyatriste bu duyguları anlattığımda, sakin ve samimi gülümsemeyle 'bunlar sevginin tanımı' demişti. Kabul etmek istemiyordum. Sevgi olamazdı, Fırat ve ben olamazdım. Onca yaşananlardan sonra biz diye bir şeyin varlığına inanmak imkansızdı.
Misafirlerimiz gelmişti. Arabadan inen Deniz güzelliğine güzellik katan tebessümüyle yanıma yaklaşırken, yüzüme yerleştirdiğim samimi gülümsemeyle bende ona yaklaştım. Çoğu insanın hissettiremediği samimiyeti en içten hissettiriyordu, Deniz.
"Hoş geldin, Deniz"
"Allahım, gözlerime inanamıyorum. Bu güzellik ayakta salınır hale gelmiş" Sözleriyle yüzümdeki gülümseyiş büyüdü, sıkıca sarıldık. Deniz bana sarıldıktan sonra aynı samimiyetle Elif Abla'ya sarıldı. Kulağım önümüzde tokalaşan Fırat ve Mehmet'e takılı kaldı.
"Hayırlı olsun, kardeşim. Baba oluyormuşsun" diyen Fırat'a,
"Sağ olasın, kardeşim. Ee Arjin yengemde ayaklandığına göre darısı size diyelim" diyerek cevap verdi, Mehmet. Duyduğum bu söz sinirlenmeme sebep olması gerektiği yerde neden içimde bir yerleri hareket ettirmişti? Bakışlarım Fırat'ı bulduğunda onunda bana göz ucuyla baktığını gördüm. Acaba ne hissetmişti?
İçimi Fırat'ın ne hissettiğine dair merak kaplamışken üst kata çıkmıştık. Düştüğümden beri ilk defa bu merdivenleri çıkmıştım. Çıkarken gözümün önüne o gün gelmişti. Gözümden bir yaş damlayınca elimin tersiyle kimseye çaktırmadan silmiştim.
Hal hatır sorma faslı bitince yemeğe geçmiştik. Fırat misafirler için dört dörtlük hazırlıklar yapmıştı. İlgili olması, iyi niyetini belli etmesi beni daha çok kendine çekiyordu. Gün geçtikçe bu çekime engel olmam da zorlaşıyordu. Fırat'ın bana bakışlarında da farklı duygular görüyordum, galiba. Ya da bana öyle geliyordu.
Yan yana oturduğumuz masada bir an bacaklarımız birbirine değdi. Bu temastan vücudum alev alev yanmaya başladı. İşin ilginç yanıysa yanmak değişik ve hoşuma giden bir his vermişti, bacağımı çekmek istemiyordum. Yanımda oturan Fırat'ın yutkunduğunu fark edince bacağımı çekmek zorunda kaldım.
"Ee tertip, anlat. Baba olmak nasıl bir duygu?"
"Tertip, bu duygu anlatılmaz yaşanır. Baba olunca sende anlarsın" Mehmet cümlesi bitince Fırat'a göz kırptı. Elindeki kaşığı bırakarak, Deniz'in karnını okşadı. Deniz ise aşkla eşine baktı. İkisi birbirini tamamlıyordu. Aşkın tanımı ne diye sorsalar, 'Deniz ve Mehmet' derdim. Yaşadığım hayat yerine Deniz gibi sevilmeyi ne de çok isterdim...
Misafirlerimizle uzun uzun sohbet etmiştik. Hayatım boyunca mutluluk ve neşe saçan bir sohbete dahil olmadığım için ettiğimiz sohbet benim için eşsiz olmuştu. Mehmet'in Deniz'e ettiği aşk sözlerini mest olarak dinlemiştim. Deniz bunları fazlasıyla hak ediyordu. O da yaralıydı, geçmişi ağır yaralar bırakmıştı. Sevgiyi, mutlu bir hayatı fazlasıyla hak ediyordu.
"Bu hayatta aşkın tanımı var mı bilmezdim bir çift ela göze vurulana kadar" diyordu, Mehmet.
"Erkeklerin hepsi benim için aynı babam gibiydi. Ama sen beni aşka inandırıp tüm hücrelerimle sevmeyi öğrettin." Deniz eşinin gözlerine aşkla bakıp cevap verdi. Fırat bu sözler üzerine Mehmet'e takıldı,
"Aşık olunca diline de vurmuş oğlum senin, şair olmuşsun sen iyice." Mehmet Fırat'a bakarak konuştu.
"Bana öyle geliyor ki çoğa kalmaz sende aşkın ateşi ile yanacaksın"
"Belki de çoktan yanıyorumdur bir ateşte" Fırat'ın derin nefes alarak söylediği sözler beni düşüncelere boğdu, bir anda. Deniz'in imalı bakışlarını fark ettim. Normalde benim sinirden deliriyor olmam lazımdı ama şu anda utançtan deliriyordum, bana ne oluyordu böyle? Bu duygularımın ne olduğunu öğrenmek için Deniz'e aklıma takılan soruyu sordum.
"Kocana aşık olduğunu nasıl anladın, Deniz? İlk ne hissettin?"
"Ben onu ilk kez gördüğümde hastane bahçesinde yavru kediye mama verirken gördüm, merhametini çok sevdim. Daha sonra hastalara olan tatlı dili ve güleryüzü etkiledi beni. Arada kaçamak bakışlarını yakalıyordum ama beni seveceğine o zamanlar ihtimal vermediğim için görmezden geldim. Daha sonra onun hislerini öğrenince, içimde hergün anlamlandıramadığım bir heyecan vardı. Kocamı her gördüğümde kalbim maraton koşusuna çıkmış gibi atıyordu, hala öyleyim aslında. Mehmet'i görmek içimdeki küçük kız çocuğuna çok iyi geliyor, onun yanında huzurlu hissediyorum, onunla gülebiliyorum, oysa ben gülmek ne onu bile bilmezdim önce. Ona zarar gelmesin diye dualarında bile en ön sıraya koyduğun biri oluyor sevdiğin, aklını, kalbini hatta istese canını bile avuçlarına düşünmeden vereceğin biri oluyor bir anda. Mehmet benim hayatımın dönüm noktası oldu. Çok küçük yaşta aşkı buldum ama beni öyle güzel incitmeden sevdi ki, bu hayattaki tek şansım kocam oldu."
Allahım Deniz'in anlattıkları aşk mı şimdi? Fırat üzülmesin diye ettiğim dualar,onu görünce yüzümde beliren tebessüm,onun varlığının yanında duyduğum güven duygusu aşktan mı? Ben Fırat'a aşık olamazdım ki...
Mehmet'in Deniz'e söylediği her aşk lafında Fırat'la göz göze gelmiştik. Sanki gözleri bana bir şey anlatmak istiyordu. Belki de ne demek istediğini anlıyordum, anlamamızlıktan gelmeyi tercih ediyordum.
Meraklanmama sebep olan diğer konuysa Mehmet'in dayısı Mirza Bey'in Elif Abla'ya olan bakışlarıydı. Bu bakışların normal olmadığına adım gibi emindim. İşin ilginç yanıysa Elif Abla da adamın bakışlarını karşılıksız bırakmıyordu. Bir yandan sevinmiştim. İkisi birbirinin hoşuna gitmiş, olabilirdi. Mirza Bey'i tam olarak tanımasam da saygılı, iyi bir adama benziyordu. Elif Abla'ma yakışırdı.
Şimdiyse erkenden uyanmış, kahvaltı yapmıştık. Sonuçta evlenen abimdi. Düğün evine herkesten önce gitmemiz gerekiyordu. Büyük bir değişim yaşıyor olmalıydım. Normalde bu evde yere düşen çatalı bile kaldırıp yerine koymazdım. Ancak tam şuan mutfakta çalışanlara yardım ediyordum. Dicle ve Elif Abla yardıma kalkışınca Deniz de ayaklanmıştı fakat Mehmet hamile olduğu için izin vermemişti.
"Benim hatunum elini bundan böyle sıcak sudan soğuk suya sokmayacak" Deniz'e ettiği laflar beni de mutlu ediyordu. Deniz'in mutlu olmasını çok istiyordum.
İşim bitince odaya hazırlanmak için gittim. Kapıyı açıp içeriye adımımı attım, tam kapıyı kapatırken üzerinde bornozla banyodan çıkan Fırat'la karşılaştım. Elindeki havluyla saçını kuruturken bakışları beni buldu, olduğu yerde kaldı. Onu o halde görmek utanmama sebep olmuştu. Kafamı sağa çevirirken,
"Niye böyle geziyorsun? Giysene üstünü!" diyerek sitem ettim.
"Çıplakmışım gibi konuşuyorsun" Ona bakmamaya özen göstererek cevap verdim.
"Öyle görünüyorsun, çünkü" Saniyeler geçmeden nefesini yüzümde hissettim. Başımı çevirdiğimde yanıma geldiğini fark ettim. Aramızda bir karışlık dahi mesafe yoktu. Nefeslerimiz birbirine karışırken bakışlarımız da birbirini buldu. Parmağıyla gözümün önüne düşen saçlarımı iterken fısıldayarak konuştu.
"Kocan değil miyim? Her halimle görebilirsin beni" Yüzümde hissettiğim nefesi ve söyledikleri kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Boğazım düğümlenmiş gibiydi, tek kelime edemiyordum. Yaptığım tek şey bakışlarımı kaçırmadan gözlerinin içine bakmaktı.
"Kalbin çok hızlı atıyor. Neden?" Sorusu ise yüzümün kızarmasına, boğazımdaki düğümün çözülmeyecek hale gelmesine neden oluyordu.
Beni bu halden kurtaran kapının pat diye açılması oldu. Kapı açıldığı an bakışlarımızı birbirinden çekip gelene baktık. Bize şaşkınlık ve utançla bakan Dicle hemen arkasını döndü.
"Ay, çok pardon. Yanlış bir zamanda geldim ama yenge kuaför geldi. Hazırlanmamız lazım"
"Geliyorum" Sesimin kısık çıkmasına Fırat dudağını kıvırmış gülerken, Dicle bize bakmadan odadan çıktı. Fırat geriye doğru çekilir çekilmez hemen dolaba ilerledim. Utanmıştım, en çok da Dicle'den. Şimdi kızın yüzüne nasıl bakacaktım? Bir şey yapmadığımız halde ortama verdiğimiz görüntü yanlış anlaşılmamıza neden olmuştu.
Hâlâ Fırat'ın söylediklerinin etkisindeydim. Utançtan yanaklarımın al al olduğuna emindim. Ben ki utanmak nedir bilmeyen kızken şimdi utanmam normal değildi. Dolaptan giyeceğim elbiseyi alıp banyoya ilerlediğim sırada,
"Bakar mısın?" dedi. Ona dönmeden,
"Üzerini giymediğin sürece bakmam" dedim. Söylediğim komikmiş gibi kahkaha atmıştı.
"Merak ettim, acaba gerçek karı-koca olsak utanır mıydın?" Burnumdan nefes verdim.
"Utanmıyorum"
"Belli oluyor" Adım seslerinden bana yaklaştığını anlayınca az önce ki yaşadığım hisleri yine yaşamaktan korktum, banyoya girdim. Kapıyı kapatmama fırsat vermeden,
"İki dakika bakabilir misin? Bir şey vermek istiyorum" dedi. Kaşlarım çatıldı, banyodan çıkmadan,
"Ne vereceksin?" diye sordum. Aynalığa doğru yürüyüp, aynalığın üzerinde önceden fark etmediğim orta boy bir kutu aldı ve bana doğru geldi. Üzerinde hâlâ bornoz olduğu için bakmak istemesem de elindeki kutunun ne olduğu meraklandırmıştı. Kutuyu bana uzatırken kaşlarım hâlâ merakla çatılıydı.
"Senin"
"Ne, bu?" derken kutuyu almış, açmaya başlamıştım. Açtığım an gördüğüm manzara karşısında neye uğradığıma şaşırmıştım. Kesinlikle hayal görüyordum.
"Bu gerçek mi?" Gözlerim Fırat'a döndüğünde, gözlerinin içindeki pırıltı görülmeye değerdi.
"Gerçek" dedi, gülümserken. Yüzümde şaşkınlıktan gülümseyen bir ifade oluşmuştu.
"N-nasıl olur? Ama bedeni yoktu"
"Üzümünü ye bağını sorma" diyerek odanın içine tekrar döndü. Bense mutlulukla karışık şaşkınlıkla arkasından bakakaldım. Geçen gün mağazada beğendiğim, bedeni kalmayan elbiseyi almıştı. Diktirmişti. Hem de bana özel olarak diktirmişti. Ayaklarımın yere basmadığını hissettim. İlk defa yaşıyordum, bu hissi. Mutluluk mu deniliyordu, yaşadığım duyguya?

Banyoda giyinmem yaklaşık olarak on dakikamı almıştı. Elbise bedenime tam uymuştu. Kendimi beğenmek gibi huyum olmasa da aynadan bakınca elbisenin üzerimde güzel durması hoşuma gitmişti. Her zaman siyahlar içerisinde olan ben, kırmızılara bürünmüştüm. Fırat'ın yaptığı jest beni mutluluktan uçuracak seviyeye getirmişti. Anın şokundan teşekkür etmeyi unutmuştum. Banyodan çıktığımda odada göremeyince istemsizce üzülmüştüm.
"Neyse, sonra teşekkür edersin Arjin. Şimdi yetişmen gereken bir düğün var" diyerek odadan çıktım. Herkes dışarıda oturuyordu. Gözlerim direkt Fırat'a kaydı. Beni gördüğü an hayranlıkla süzmeye başladı. Kahretmesin, yine utanmıştım. Kafamı eğerek yanlarına yaklaştım.
"Arjin'im maşallah ne güzel olmuşsun" diye Elif Abla'ma utançla gülümsedim.
"Kırmızı güzelliğine güzellik katmış, Arjin'cim" Deniz de hayranlıkla bakıyordu.
"Teşekkür ederim"
"Canımın içi, altınlarını getirmiş miydin?" Mehmet'in sorusuyla, Deniz bana hayranlıkla bakan gözlerini eşine çevirdi.
"Getirdim, canım"
Altın dediği an içimi hüzün kaplasa da hemen kendime geldim. Önemi yoktu, altının falan. Düğünde takılanlara kim bilir ne olmuştu... Umrumda değildi. Zaten gösteriş de sevmezdim.
Kızlarla beraber üst kata çıktık. Kuaför ekibi gelmiş, bizi bekliyordu. Ne kadar gerek yok desem de ısrarla oturtmuşlardı. Deniz koltuğa oturup, yaslanmış sağ eli karnında gözleri kapalı kendini kuaförün eline bırakmıştı. Çok tatlı görünüyordu. Annelik şimdiden yakışmıştı.
"Yenge, sen siyah elbise almamış mıydın?" Dicle kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
"Evet"
"Ee, bu elbise nereden çıktı?" Bu soru da Rojda'dan gelmişti. Son zamanlarda yakınlaşma çabası içerisindeydi. Eskiden yılan gibi tıslayan kadın şimdi samimi olmaya çalışıyordu ancak inanmak, samimi olmak istemiyordum.
"Fırat diktirdi" Elif Abla'nın ağzından dökülen kelimeleri duyunca gözlerim kocaman açıldı.
"Haberin var mıydı, abla?"
"Vardı, kuzum. Ama Fırat sürpriz yapmak istediği için söyleyemedim" Sürpriz... Acaba Fırat yaptığı sürpriz karşısında mutlu olduğumu fark etmiş miydi? Aklım Fırat'a gitmişken,
"Kırmızı aşkın ve tutkunun rengidir. Bence Fırat Abi sana olan aşkını ifade etmeye çalıştı" dedi, Deniz. Bana imalı ama çok tatlı bir ifadeyle bakıyordu. Aşk demişti, bizim aramızda aşk olamazdı ki... İstesem de olmayacak bir şeydi.
"Deniz Ablaa, Mehmet Abim seni çağırıyor" Kumru içeriye çocukluğuna has bağırmasıyla girmişti. Haline gülümsemeden edemedim.
"Tamam, fıstığım" Deniz yerinden kalkıp Mehmet'in yanına gitti. Çok geçmeden geri döndüğünde,
"Yokluğuna dayanamıyor herhalde" dedi, Dicle. Deniz de gülümseyerek yerine oturdu.
"O yanındayken bile özlüyor beni. Fırat Abi'yle bir yere gideceklermiş de haber verdi" Fırat'ın nereye gittiğini merak etsem de soramamıştım. Meraklı aşık gibi görünmek istemiyordum. Aşık nedir, Allah aşkına Arjin? Sen aşık mısın? İç sesimin soruma hayır dememesi, belirsiz kalması canımı sıksa da belli etmedim.
Kuaför ekibi uzun uğraşlar sonucunda hepimizi hazırlamıştı. Hepsi birbirinden güzel olmuştu. Deniz'in giydiği mavi elbise, Dicle'nin giydiği mor elbise, Elif Abla'mın giydiği koyu mavi elbise... Hepsini birbirinden güzel göstermişti. Hatta Rojda bile koyu yeşil içinde güzel görünüyordu.
İltifat etmeyi pek bilmediğim için sadece 'Çok güzel oldunuz' dedim. Onlarsa beni güzel bulmuş, övgü sözcükleri sıralamışlardı. Övgülerine gülümseyerek aşağı indim. Çantamı ve Devran Abim'in düğün hediyesini alacaktım. Aşağıda sadece Mirza Bey oturuyordu. Fırat ve Mehmet görünürlerde yoktu. Mirza Bey'e baş selamı vererek odama geçtim.
Dolaptan çantamı çıkardığım sıra kapının açılıp kapanma sesini duydum. Dicle'nin geldiğini sanarak,
"Geliyorum, Dicle" dedim.
"Dicle değil Fırat" Duyduğum sesle arkamı dönmem bir olmuştu. Fırat kucağındaki orta boy sandıkla karşımda duruyordu. Ona döndüğüm sırada yutkunduğunu duyabilmiştim. Bana öyle bir bakışı vardı ki gören nutku mu tutuldu ya da büyülendi mi derdi. Birkaç dakika hiçbir şey demeden beni seyretti. Bense fırsattan istifade gri ve mavinin karışımı gözlerini, yüzünü inceledim.
"Yakışmış" Ses tonu hipnotize olmuş gibi çıkmıştı. Dudağımın içini ısırmıştım.
"Teşekkür ederim" Yanıma yavaş adımlarla yaklaştı. Kucağındaki sandığı yatağın üzerine bırakırken, "O ne?" diye sordum. Soruma cevap vermeden sandığın kapağını açtı ve bugün beni ikinci kez şoka soktu. Sandığın içi çeşit çeşit altınlarla doluydu. Çatık kaşlarımın altındaki şaşkın bakışlarımla Fırat'a baktım. O ise zaten benim şaşkınlığımı seyrediyordu.
"Neden?" Ağzımdan çıkan sadece bu olmuştu.
"Herkesin içinde eksik kalmanı istemedim"
"Buna, gerçekten gerek yoktu"
"Var, Arjin. Seninde her şeyi güzelce yaşamana gerek var" Bakışlarını benden kaçırmadan elini pantolonunun cebine atarak küçük bir kutu çıkardı. Kutuyu gözlerimin önünde açtığında, altın ve gümüşün ışıltısıyla parlayan kelebek motifli kolyeyi gördüm.

"Bunu görünce aklıma sen geldin. Almak istedim"
"Kelebekli kolye neden aklına gelmemi sağladı?" Gözlerimin içine bakarken derin bir nefes aldı. Ardından beni büyülenmiş hale sokacak sözlerini söyledi.
"Tıpkı kelebek gibisin, Arjin. Kelebeğin kanatları çok güzel ama kelebek göremiyor. Sense kendi güzelliğini göremiyorsun" Söylediklerinin her harfi beynimin içinde yankı yaparken bedenim donmuş kalmış, nefes bile alamamıştım. Ne cevap vereceğimi bilemeden gözlerinin içine bakıyordum, sadece.
"Beğendiysen takabilir miyim?" Yutkunarak başımı salladım. İçimde dolaşan his yüzünden edecek bir kelime bulamıyordum.
Arkama geçti, saçlarımı sağ tarafıma topladıktan sonra nazikçe kolyeyi boynuma takmaya başladı. Narin parmakları boynuma değdikçe içimin titrediğini hissediyordum. Her seferinde kendisine bir adım yaklaştıracak şeyler yapıyordu. Allah'ım ben girdiğim bu karmaşadan nasıl kurtulacağım? Yanlış yola girmeyi, sonunun hüsranlı bitmesini istemiyordum.
Fırat'tan ;
Kendime de duygularıma da engel olamıyordum. Daha doğrusu olmak istemiyordum. Hissettiğim duygular beni esir almıştı. Bu duygulara esir olmaksa hoşuma gidiyordu. Arjin'in bana artık kızmaması, bir tane bile ters kelime etmemesi beni mutluluktan bulutlara çıkarıyordu, sanki.
Bakışlarından, tavırlarından onunda içini aynı ateşin yaktığını fark ediyordum. Arjin ki hazır cevap olan, kimseden çekinmeyen kadın benden utanmıştı. Yüzünün utançtan al al olması fazlasıyla hoşuma gitmişti. Ona yakışan al ifadeyi görmek için daha fazla utanması için elimden geleni yapmıştım.
Kırmızı elbise güzelliğini kat be kat arttırmış, sonsuza dek onu izleme dürtüsü oluşturmuştu. Beğendiği elbisenin bedeninin olmaması ve anlık yaşadığı hüzün beni derinden etkilemişti. Sırf yüzüne çok yakışan tebessümünü görmek için elbiseyi bedenine göre özel olarak diktirmiştim. Kutunun içindeki elbiseyi gördüğünde öyle mutlu olmuştu ki şeytan beni gıdıklamış, gülümseyen dudağının kenarını öpmem için baskı oluşturmuştu. Ne yapıp edip kendime hakim olmuştum.
Yan tarafımda oturan güzelliği çaktırmadan seyrediyordum. Güzelliğini tarif edeceğim tek söz, "Melek gibi eşsizdi" Elbiseyle sade bir şekilde düğüne gitmesine içim el vermemişti. Mehmet'le beraber kuyumcuya gitmiş, bir sandık dolusu altın almıştık. İtiraz etse de altınları kendi ellerimle takmış, üzerini kuyumcu dükkanına çevirmiştim. Hâlâ utandığını hissediyordum ve bu hoşuma gidiyordu.
Düğün evine gelmiştik. Saat daha erken olduğu için konağın önü kalabalık değildi. Normalde kız tarafı olmam gerekirken dünürlerimiz olduğu için erkek tarafına gelmiştim. Arjin neredeyse benimde yanında olmam gerekiyordu.
Kadınlar yukarı çıkınca bizde erkeklerin yanına geçmiştik. Tokalaşma ve kısa bir muhabbetten sonra Mehmet'le bir kenarda oturmuştuk. Mirza Bey Cüneyt'le kaynaşmış, gülerek sohbet ediyorlardı.
"Dayımın halini fark ettin mi, tertip?"
"Ne varmış halinde?"
"Dün Elif Abla'yı gördüğünden beri tuhaflaştı. Sürekli Elif Abla'ya baktığını görüyorum" Gülerek Mehmet'e baktım.
"Desene Elif Abla'ya abayı yaktı" Mehmet'te güldü.
"Bize de aralarını yapmak düşer o zaman" Bir süre aramızda şakalaşıp güldükten sonra Mehmet Deniz'in hamilelik konusundan bahsetmeye başladı.
"Öyle korktum ki bebeğimizi aldıracağından" Bunu derken bile yüzünde korku oluşmuştu.
"Allah'ın verdiği canı almak kula düşmez, kardeşim. Deniz Yenge de bunun bilincine varmış, doğruyu anlamış"
"Şükür anladı, kardeşim. Siz gittikten sonra bana gelip 'bebeğimizi aldırmayacağım' dediğinde dünyalar benim oldu, sanki"
"Hayırlısıyla artık güzel günleriniz olacak, kardeşim"
"İnşallah, kardeşim. İzmir'e gidersek her şey düzelecek. Allah'ın izniyle sizde çok mutlu olacaksınız" Son cümlesi yüzümde acı bir tebessüm oluşturdu.
"Bilmiyorum, tertip"
"Oğlum, neyini bilmiyorsun? Birbirinize aşkla baktığınızın farkında değil misin?" Kaşlarım çatıldı, masaya diktiğim gözlerimi Mehmet'e çevirdim.
"Aşk mı?"
"Şimdi inkar edeceksin ama gördüğümü söylüyorum. Arjin Yenge'yle birbirinize öyle bir bakıyorsunuz ki bu aşk değilse bile aranızda sevginin oluştuğuna işaret"
"Ona bakmak, mutlu olduğunu görmek huzur veriyor bana. Ama o ne hissediyor bilemiyorum"
"Bakışlarından da anlamıyorsan ne diyim ben sana"
"Beni seviyor mudur? Yani sever mi ki?"
"Bence sevmeye başlamış bile. Hem Şehnaz mıydı neydi o kız, sen ona da gerçekten aşık değildin"
"Bu nereden çıktı?"
"Kardeşim, gerçek aşk ne olursa bitmez ve aşık olan insan başkasından etkilenmez. Bana göre Arjin Yenge senin gerçek aşkın olacak" Olur muydu bilmiyordum ama olmasını isterdim. İkimiz de yıpranmıştık, yorulmuştuk. Aldığımız yaraları da ancak ikimiz sarardık. Belki çok mutlu da olurduk.
"Duygularınla hareket et, Fırat. Arjin Yenge'me de içinde beslediğin duyguları geç olmadan itiraf etmelisin" Mehmet'in söyledikleri duygularımı coşturmuştu. Arjin'in tepkisi ne olursa olsun içine düştüğüm duygu selinden ona bahsedecektim.
Doğanlı Aşireti'nin hepsi gelince gelini almak için yola çıkmıştık. Bizim aşiret kız tarafındaydı. Benimde hem Şehnaz'ın teyze oğlu olarak hem de aşiretin ağası olarak kız tarafında olmam istenmişti. Fakat 'eşimin tarafında olmam daha uygundur' diyince kimse itiraz edememişti. Hatta aşiretin büyükleri sevinmişti. Jiyan Ağa "Karını sevmişsin, sahip çıkıyorsun. Helal olsun, kurê min" demişti.
Geleneksel yöntemlerimizle gelini almış, düğün evine dönmüştük. Düğün başlamıştı. Çalan halayların sesine aralıklarla silah sesleri karışıyordu. Sevmiyordum, bu adeti. Yanlışlıkla birine değdiği, yaraladığı zamanlar oluyordu silahlardan çıkan kurşunların.
"Korkma, ela gözlüm" Az önce sıkılan keleşten çıkan ses Deniz'i korkutmuştu. Mehmet eşine sarılmış, teselli ediyordu. Kör kütük aşıktı karısına. Adım gibi emindim, sırf karısı korktu diye keleşi sıkanı o keleşle bile vururdu.
"Vurulduğun gün aklıma geldi" Deniz dolu gözlerle Mehmet'e bakmıştı.
"Güzelim, geçti gitti. Aklına gelmesin artık o gün" Arjin'le bakışlarımız buluştu. Bakışlarından beni vurduğu günü düşündüğünü sezmiştim. Biliyordum, beni vurduğunda içinde gram üzüntü olmamıştı. Yaşadığı acılardan dolayı acımasız olması artık normal geliyordu. Kızmıyordum, kızamıyordum ve kıyamıyordum. Yaralarına merhem olmayı delicesine istiyordum.
Düğünün ilerleyen saatlerinde resmi nikah kıyılmıştı. Beni Şehnaz'ın nikah şahidi yapmışlardı. Normal bir şekilde üzerime düşeni yapmış yerime geçmiştim. Tüm Diyarbakır buradaydı. İnsanlar oturacak yer bulamıyordu, artık. Bir süre aşiret ağalarının yanında oturmam gerekince Mehmet'i de çağırarak aşiret ağalarının yanına oturmuştuk. Mehmet'i bütün ağalar tanıyordu. Haliyle Antep'in önde gelen ağası Murat Kayabey'in oğlunu tanımaları normaldi.
"Eee Fırat Ağa, karında ayağa kalktı şükür. Aşiret artık çocuk bekler. Ne zaman vereceksin çocuğu aşirete?" Ablamın kayınpederi Berzan Ağa'nın sorusuna ne cevap vereceğimi bilememiştim. Biz gerçek karı-koca bile değilken çocuk istemeleri...
"Ağalar, Arjin Yenge ayağa kalkalı daha bir ay olmadı. Sağlığına tamamen kavuşamamışken çocuk istemeniz doğru olmaz" İmdadıma Mehmet yetişmişti. Kardeşime minnetle baktım. Söylediği sözden sonra masadakiler bozulmuş, bir şey diyememişlerdi.
Masada süren sessizlik bozulmuş, muhabbetler açılmıştı. Ağalar Mehmet'e Antep'te olanlar hakkında sorular soruyordu. Konuyu kapatmak istesem de Mehmet soruları yanıtlamaya devam etmişti. Onlar konuşurken gözüm Arjin'lerin oturduğu masaya kaydı. Dicle ayağa kalktı, peşinden Deniz kalktı. Bir şey için Arjin'i ikna etmeye çalışıyorlardı. Arjin'in direndiği buradan belli oluyordu. Ne için ısrar ettiklerini merak etmiştim ki Arjin en sonunda ayağa kalktı. Dikkatle nereye gittiklerini seyrediyordum.
Uzun halay kuyruğunun başına geçmişlerdi. Bu seferde Arjin'in eline halay mendili vermeye çalışıyorlardı. Anladığım kadarıyla halay başını çekmesini istiyorlardı. Arjin'in birkaç saniye süren itirazı sonrası kaybeden Arjin olmuştu. Halayın başına geçmiş, yavaş yavaş halayı yönlendirmeye başlamıştı.

"Her biji, Devran Ağa" Sanatçının Devran'a dönerek söylediği cümleye alkış tufanı kopmuş, millet sanki maçı destekleyen taraftarlar gibi "Her biji, Devran Ağa" diye bağırmıştı.
Bense onları umursamayarak Arjin'i izliyordum. İlk başta utansa da şimdi halaya kendini kaptırmıştı. Yanında elini tutmuş, halay çeken Deniz'e gülümseyerek bakıyordu. Gülüşünde kaybolmak istedim. Hayranlıkla her bir hareketini süzüyordum. Ben ne ara Arjin'e bu kadar kapılmıştım?
"Hayrola kardeşim, nereye daldın bakıyorsun?" Mehmet'in sorusuyla kendime geldim.
"Hiiç"
"Bizim hatunlar nerede, görünmüyorlar?" Elimle halayı işaret ederken,
"Karşına bakarsan görürsün, kardeşim" dedim. Mehmet bakışlarını halayın başına çevirdiği an gözleri kocaman açıldı.
"Lan!"
"Ne oldu?"
"Lan bu kız ne yapıyor? Hamile hamile halay mı çekilir" Ayağa kalktığı sıra etrafa bakındı, "Ulan bir de başa geçmişler, milletin gözü üzerlerinde" dedikten sonra hızla masadan uzaklaştı. Mehmet halaya doğru ilerlerken az önce söylediğine takılmış etrafa bakmıştım. Dediği gibi herkes gözünü Arjin ve Deniz'e dikmişti.
"Devran'ın kardeşi Arjin taş gibiydi, kırmızıyı da giyince afet dönmüş, uff" Yan masadan gelen sesle yerimden fırladım. Bunu söyleyen itin yakasından tuttum.
"Eğer, bir daha karıma göz ucuyla dahi bakarsan seni öldürür, Diyarbakır sınırları içerisine de gömdürmem kurda kuşa yem ederim!" Dişlerimi sıkarak konuştuktan sonra yakasını sertçe bıraktım, sandalyeye düştü. Yakınımızda olanlar hayretle bana bakıyordu. Hiçbirini umursamadan bana doğru gelen Mehmet'e baktım. Bir yandan kendime kızıyordum. Ne diye gidip kıza kırmızı elbise diktirdim, giydirdim? Sadece bu şerefsiz de değil bütün itler gözlerini Arjin'e dikmişti. Şeytan 'Arjin'in elinden tut, götür buradan' diyordu.
"Seninkinin inadı benimkine bulaşmış" Mehmet'e anlamayarak bakınca,
"Gelmiyor, Deniz. İnat etti, zorla kolundan tutup getiremedim de" dedi.
"Şerefsizler de gözünü Arjin'e dikmiş, elimden bir kaza çıkacak" Mehmet birkaç saniye düşündü. Aklına bir şey gelmiş gibi baktı.
"Yapacak tek şey var"
"Ne?" diye sordum, merakla.
"Bizde yanlarına gidip halay çekeceğiz. O zaman buradaki itler bakmaya cesaret edemez"
"Tertip saçmalama, halay çekemeyiz"
"Oğlum asıl sen saçmalama. Biz Güneydoğu adamıyız, halay bizim kanımıza doğarken işliyor. Yürü, hadi" Mehmet'in zorlamasıyla halaya girdik. Çoğunluk şaşkınlıkla bakıyordu. Şaşırmaları doğaldı. Çünkü halayda bizden başka erkek yoktu. İkimizde karılarımızın ellerinden tutmuş, halaya ayak uyduruyorduk. Gözlerin hâlâ Arjin'in üzerinde olmasından iyice rahatsız olmuştum.
"Kardeşim başa sen geç, yoksa elimden bir kaza çıkacak" Mehmet'in kulağına eğilerek konuştum.
"O iş bende, kardeşim" Mehmet Deniz'i de yanına alarak başa geçti. Şimdi az da olsa rahatlamış, tuttuğum elin verdiği hisse odaklanmıştım. Arjin'in elini tutmak içimdeki yangını iyice büyütmüştü. İçimdeki yangın beni yakarken, Arjin'in kasıldığını hissediyordum. Acaba yanında bulunmamdan mı rahatsız olmuştu? Umarım düşündüğüm gibi değildir. Ben onun yanında huzurlu hissederken onun yanında olmamı istememesi hayal kırıklığına uğratırdı.
Mehmet'in sergilediği halay performansını herkes büyük ilgiyle izlemişti. Halaya Arjin'in abileri ve yengeleri de katılmıştı. Halayın başı vardı, sonu yoktu. Masalarda oturan kimse kalmamıştı, neredeyse. Eğlenceli bir halay olmuştu. Gece yarısına geldiğimizde halay bitmiş, herkesin mutluluklar dileyerek gitmesiyle düğün bitmişti.
Mehmet, Deniz'in yorulduğunu dile getirince, Adem'le Dicle ve Rojda Yengemi göndermiştim. Mehmet'ler de onların peşinden gitmişti. Ailesinin yanında olan Arjin'i arabada bekliyordum. Ben Devran'a mutluluklar dileyip arabaya gelmiştim.
"Sağ ol, enişte" demişti, Devran. Enişte demesi hoşuma gitmişti. Devran'dan hiç beklemediğim karşılık gelmişti. Mutluluğunun etkisiyle ne söylediğini eminim ki o da anlamamıştı.
Dikiz aynasına yansıyan hareketlilik dikkatimi çekmiş, arabadan inmiştim. Konağın yukarı kısmında kavgaya benzer bir hareketlilik ve sesler geliyordu. Merakla o tarafa ilerlerken duyduğum ses koşmama neden olmuştu.
"Defol git, sapık!" Arjin'in sesiydi. Hiddetle sesin geldiği yöne koştuğumda gördüğüm manzara beynime kan sıçratmıştı. Yavşağın biri Arjin'i duvarın kenarına sıkıştırmış, dudağından öpmeye çalışıyordu.
"Oruspu Çocuğu!" diyerek yanlarına yaklaştığımda Arjin'de yavşağın bacak arasına tekme geçirmişti. Yere düşmeden yakasından tuttum, yüzüne kafa attığımda dengesini kaybederek yere yığıldı.
"Ne yaptığını sanıyorsun lan, puşt?!" Üzerine eğilerek bir yandan tekme bir yandan yumruklar savurmaya başladım. Aynı zamanda tüm küfürleri de saydırıyordum.
"Ulan adi şerefsiz! Başkasının helaline dokunmak adamlığa sığar mı?" Ağzından fışkıran kanlar yüzünden ne söylediği anlaşılmasa da umrumda değildi. Söylediği hiçbir şey yaptığını savunamazdı. Arjin kolumdan tutup beni çekmeye çalışsa da gücü yetmiyordu. Öfkem kat be kat artıyor altımda yumrukladığım adama daha sert vuruyordum.
"Fırat ne olur yapma! Ölecek!" Öfkeden yüzüm seğirirken ayağa kalktım. Elim bu şerefsizin kanına bulanmıştı. Arjin karşımda korkuyla bakıyordu. Haline aldırış etmeden Adem'i aradım. Çabucak buraya gelmesini söyledim. O gelene kadar yerde yatan piçe vurup durdum.
"Ağam, geldim" Adem'in sesini duyunca son yumruğumu da piçin yüzüne indirerek ayağa kalktım. Ellerim vurmaktan sızlasa da umursamamıştım.
"Bu şerefsizi götür, ne yapacağını biliyorsun"
"Tamam, Ağam" Öldüresiye dövdüğüm adama yapılması gerekeni biliyordu, Adem. Onu burada bırakarak dili tutulmuş halde, korkuyla bakan Arjin'in kolundan tutup arabaya bindirdim. Sinirden elim ayağım hâlâ titriyordu. Oruspu evladının teki gelmiş benim karıma dokunuyordu. Ben eline bile dokunmaya çekinirken piçin biri dudağını öpmeye çalışmıştı. O manzara gözümün önüne geldikçe çıldırıyordum.
Arjin'den;
Adamı öldüresiye dövmüştü, sonrasında ölüm hükmünü vererek kolumdan tutup beni eve getirmişti. Birkaç dakikadır odanın ortasında donmuş vaziyette duruyordum. Korkudan dilim tutulmuştu, konuşamıyordum.
Fırat banyodan üzerindeki kana bulanmış ceketi çıkararak ve ellerindeki kanı temizleyerek çıkmıştı. Kendime geldim, sinirle üzerine doğru yürüdüm.
"Adamı öldürttün mü?" Sorumla gözlerinin içindeki öfke büyüdü. Sinirden burnundan solumaya başlamıştı.
"Hak ettiği neyse onu bulacak!" Dişlerini sıkarak konuşmuştu.
"Katil olacağın kadar büyük bir hata yapmadı!" Gözleri kocaman açıldı, öfkesinin yerinde şaşkınlık belirdi. Göz kapaklarını mavilerinin üzerine kapattı, bir süre kendime hakim olmaya çalışır halde durduktan sonra tekrar gözlerini açarak aramızdaki mesafeyi azalttı.
"Benim sahip olamadığım dudaklara dokunanın cezası ölümdür!" derken baş parmağıyla dudağıma dokunuyordu. Bunu beklemiyordum. Dumura uğramam yetmezmiş gibi temasınında etkisiyle kalp atışlarım hızlanmıştı.
"Anlamadım?" Gayet iyi anlamıştım ama ağzımdan çıkabilen kelime bu olmuştu.
"Diyorum ki, beni ateşinle kavuruyorsun. Gün geçtikçe kendine çekiyorsun" Söylediklerinin şaşkınlığını yaşayamadan dudaklarını dudaklarımda hissettim. Vücudumu ateş basmıştı, ne yapacağımı bilemeden öylece kalakalmıştım. Fırat'a karşılık veremiyordum. Nasıl karşılık vereceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey Fırat'ın sıcak dudaklarının her temasının vücudumu cayır cayır yakmasıydı.
Beynimden gelen komutla Fırat'ı hafifçe ittirdim. Hayal kırıklığıyla bakıyordu. Karşılık vermediğim ve üstüne kendimden uzaklaştırdığım için hüzünle bakıyordu.
"Bu... Bu yanlış. Yapamayız bunu" diyebildim. Yavaşça kolumu tuttu.
"Arjin, bu hayatta ince düşünen incinir derler. Geçmişi, geleceği düşünmeyi bırak. Ana odaklan ve kalbini dinle" Bana öyle bir bakıyordu ki bakışları tıpkı Mehmet'in Deniz'e baktığı bakışlar gibiydi. Bakışlarında sevgi gördüğüme yemin edebilirdim.
Kalbim beynimle girdiği savaşta galip çıkmıştı. Vücudumu artık kalbim yönetiyordu. Kalbimin sesini dinledim, Fırat'ın dudaklarına yapıştım. Acemiydim, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ancak kalbim kendini Fırat'a bırak diyordu. Fırat ilk başta hareketim karşısında bocalasada hemen toparlanıp nazikçe karşılık vermeye başlamıştı.
Dudaklarım Fırat'ın dudaklarıyla bütünleştiğinde, sırtımda yatakla buluşmuştu. Geçmişi de geleceği de düşünmüyordum. Kalbimi dinleyip anın büyüsüne, hazzına kapılmıştım. Vücudumda akan kanlar şehvetle kaplanmıştı. İçlerimizi kavuran alevler bedenlerimize taşarken alevlerimizi söndürmek için birbirimize doyma çabasındaydık.
"Benimsin" Dudaklarımdan dudaklarını çektiğinde kulağıma fısıldamıştı.
"Seninim" Anın hazzıyla hissettiği duygular sayesinde kalbim yeni bir melodi oluşturmuştu. Dışarı çıkmak istercesine gümbür gümbür atıyordu. Boynumu nazikçe öpen Fırat'ın kalp atışlarımı duyduğundan emindim.
İmkansızı şuanda aşıyorduk. İçimdeki garip titreyişle kollarım Fırat'ın beline dolanmıştı. Hep tek başıma ayakta kalacağıma, kimseye ihtiyacım olmayacağına inanmışken ilk defa birisine sarılmak ona ait olmak istiyordum. Kalbim "Sen bu adama, bu adam sana ait" diye bas bas bağırıyordu.
|
0% |