@aquilajk_1903
|
"İntikam senin gözünü bu kadar mı kör etti, sen bu kadar kötü birisi misin?"
Olduğum yerde kalkalmıştım. Fırat'ın dakikalar öncesinde söylediği söz zihnimde yankılanıyordu. Dakikalar saatler gibi geçmişti. Kötüydüm, hem de en acımasız kötülerdendim.
"Fırat'a beslediğin duyguların yanında yaptıklarını saklayamazsın. Kısa sürede anlatmalısın" Psikiyatristin dediğini yapmıştım. Yanından çıkar çıkmaz Fırat'la konuşmuştum. Söyleyerek iyi mi yaptım kötü mü yaptım bilmiyorum ama yapmam gerekeni yaptığımı hissediyordum. Eğer onunla bir gelecek kurmak isteyeceksem yaptıklarımı bilmesi lazımdı.
Kalbim 'size dair bir umut kalmadı' diyordu. Gözümden akan yaşları umursamadan derin bir nefes aldım. Başını elleri arasına almış, kayalıkların üzerinde oturan Fırat'a yaklaştım. İçimdeki korku ve pişmanlıkla...
Susuyordu. Tek kelime etmiyordu. Bu hali iyice korkmama neden oluyordu. Şuan bana ne yaparsa yapsın haklıydı. Sadece susmamasını, öfkesini kusmasını istiyordum.
"Fırat" Kayalıkların üzerinde dengede durmaya çalışırken sesim fısıltıyla çıkmıştı. Ya duymamıştı ya da cevap vermek istemiyordu. Tekrar "Fırat" derken bir adım daha atmıştım ki ayağım kayalığa takıldı. Dengemi yitirmiş, düşeceğim sırada,
"Arjin!" Korku dolu ses ve güven veren kollar... Son anda düşmemi engellemiş, kolları arasına almıştı, beni.
"Dikkat etsene!" Fırat sitem ederken kayalıklardan uzaklaşmış, arabanın yanına gelmiştik. Bedenimi saran kollardan uzaklaştım, karşısına dikilerek bakmaya kıyamadığım mavilerine gözlerimi sabitledim.
"Sessiz kalma, Fırat! Bağır, çağır. Hatta vur ama nolur sessiz kalıp da içimdeki pişmanlığı körükleme!" Acıyla bakıyordu.
"Sessiz kaldım.. Düşüncelerim beni içten içe boğdu. Hayır, dedim. Hayır, Arjin bunu yapmış olamaz. İnanmak istemiyorum, Arjin. Yalvarırım şakaydı de" Kafamı sağa sola sallarken,
"Şaka demeyi her şeyden çok isterdim" dedim. Gözlerinin içindeki son umut kırıntısı da yok olmuştu.
"Beni öldürmeye çalışmak sana yetmedi mi?" Sorusunun içimi parçaladığını hissetmiştim.
"İçimde beslediğim intikam ve kin duygusu beynimi ele geçirmişti"
"Ben abimin kinini tutarak sana ya da başkasına zarar verdim mi?"
"Bir değil, Fırat. Bir değil! Tamam, kendimi savunmuyorum. Savunulacak hiçbir şey yapmadım ama babamı gözümün önünde öldürdü, abin. Nasıl unutayım, sen söyle?"
"Sana unut demiyorum, Arjin. İstesen de o sahneyi unutamazsın. Ama acını ön planda tutarak yaşayamazsın!"
"Haklısın. Özür mü dilenir helallik mi istenir bilmiyorum. Pişmanlığı en derinlerimde hissettiğimi bil, sadece. Sevdiğini elinden almamalıydım" Konuşmadan önce gözlerini yumdu, iki parmağıyla şakaklarını ovdu. Her hareketini aklıma kazımak istercesine gözümü bile kırpmıyordum.
"Şehnaz umrumda değil. Şehnaz defteri kapanalı uzun zaman oldu. O defter kapanmasaydı içimde sana karşı beslediğim duygular oluşmazdı. Benim takıldığım ve kızdığım ne biliyor musun?"
"Ne?" Zoraki çıkan tek kelime...
"Sen abini nasıl harcadın? Devran evlenmememiz için töreye bile baş kaldırdı. Senin için ölümü dahi göze alacak abini neden intikam oyununda yaktın, Arjin?"
"Konuştum, Devran Abim'le" Sesim hâlâ kısık çıkıyordu. Bakışlarındaki merağı sezince konuşmama devam ettim. "Şehnaz'a yıllardır sevdalıymış ama başkasını seviyor dediklerinde sevdasını kalbine gömmüş" Kısaca Devran Abim'in söylediklerini anlattım.
"En azından abin sevdasına kavuşmuş"
"Seni yaktım, sevdandan ettim" Bunu söylerken bakışlarımı yere çevirmiştim.
"Geçmişimiz hüzünle, acımasız oyunlarla dolu ancak biz ister miydik böyle olmasını? İkimiz de törenin kurbanı olduk, suçu birbirimizde aramakla hata etmedik mi sence? Töreden nefret etmek yerine neden birbirimizden nefret ettik, Arjin? Büyüklerimizin suçunu neden birbirimize ödetmeye çalıştık?"
"Sen bir şey yapmadın, Fırat. Sen, seni öldürmeye çalışan kadına bile merhamet edecek güzel kalbe sahipsin. Benim kalbimse kinle kaplıydı, bu kin yüzünden sana etmediğimi bırakmadım"
"Yaranı kimse sarmadığı için kinle büyümüşsün, Arjin. Yaşadığını başkası yaşasa içine kapanırdı, töreye boyun eğerdi. Sen bir kadın olarak tek başına mücadele ettin, dimdik herkesin karşısında durdun"
"Durdum da ne oldu? Etrafıma ve kendime zarar vermekten başka bir şey yapmadım"
"Yorulmadık mı artık? Geçmişten, töreden, insanlardan... Kısacası hayat bizi yormadı mı Arjin?"
"Fazlasıyla hem de" Ben konuşurken yere oturup sırtını arabaya yasladı. Kolunu açarak başıyla bana gel işareti yapınca tereddüt etmeden birkaç adımlık mesafeyi kapatarak yanına oturdum. Kafamı göğsüne yasladı, narin parmaklarıyla saçlarıma dokunmaya başladı.
"Yaralarımızı da yine birbirimiz sarabiliriz. Fakat geçmişi unutmaya çalışarak" Nefesi saçlarımı dalgalandırırken kalp ritmimi de değiştirmişti.
"Geçmiş unutulsaydı bugün bu halde olmazdık"
"Sende haklısın" Bir süre bu halde kaldık. Zaman dursun, bu an hiç bitmesin istedim. Bedenim ve ruhum yine huzurla kaplanmıştı. Huzurun yanında hiçbir zaman hissedemediğim güven duygusunu da hissediyordum. Ölene dek böyle kalmayı çok isterdim...
Şehnaz için değil de abim için kızması bir yandan sevindirmişti. Şehnaz'ı tamamen unutmuştu. İçimdeki duygulardan birisi sevincin zirvesine çıkmıştı. "İntikam senin gözünü bu kadar mı kör etti, sen bu kadar kötü birisi misin?" dedikten sonra bağırmasını, çağırmasını hatta bırakıp gitmesini beklerken şimdi bebeğini seven bir baba misali saçlarımı okşuyordu. Aklıma gelen soruyla göğsüne yasladığım kafamı hafifçe kaldırıp, yüzüne baktım. Derin düşüncelere dalmış, adaşı olan nehre bakıyordu.
"Bir şey sorabilir miyim?" Sorumla bakışlarını bana çevirdi.
"Bende bir şey sormak istiyorum"
"Önce sen sor"
"Gidecek misin?" Bakışlarına korku hakimdi.
"Bunun kararını hemen veremem, Fırat"
"Anlıyorum" Tepkime bozulmuştu. Bakışlarındaki korkunun yerini hüzün alırken kafasını yine Fırat Nehri'ne çevirdi. "Sen ne soracaktın?"
"Sevdiğin olmasına rağmen neden töreye karşı gelmedin?"
"Karşı gelince töre sana boyun eğiyor mu?"
"Seven sevdiğine kavuşmak için her şeyi yapar derlerdi. O yüzden merak ettim" Tüm havayı içine çekmek istercesine nefes aldıktan sonra konuşmaya başladı.
FLASHBACK (Fırat'ın Ağzından)
Konağın önündeki onlarca arabayı görmek bile içimdeki sıkıntıyı arttırmıştı. Sıkıntımı barındıran duyguların başında korku geliyordu. Besmele çekerek Jiyan Ağa'nın konağına girdim. İki aşiret büyük salona oturmuş, sessiz sedasız bekliyorlardı. Arada düşmanlığını belli eden bakışları birbirine yollayanlar vardı. Doğanlı'ları görmezden gelerek Jiyan Ağa'nın elini öptüm, ardından bizim aşiret büyüklerinin...
Koca salona sadece Jiyan Ağa'nın sesi hakimdi. Yarım saattir konuşuyordu. Kan davasının verdiği manevi ve maddi zararlardan bahsediyordu. Daha çok manevi anlamda zarar görsek de Jiyan Ağa için önemli olan maddi zarardı. Bizim ve Doğanlı'ların tarlaları arasında kalan kendi tarlalarının senelerdir gördüğü zararı anlatıyordu.
"Demem o ki bu dava hepimize zarar veriyor. Günlerdir nasıl barış sağlarız diye düşünüp duruyorum" Cümlesi bitince tespihini çekerken hepimize tek tek baktı. Kimseden ses çıkmayınca konuşmasına devam etti,
"Kan dökmek yerine evlilikle dava bitecektir inşallah" Söylediğinden sonra tüm gözler üzerine kenetlendi. Aralarında sessizce konuşanların uğultuları duyuluyordu. Benimse içimdeki korku taşmak üzereydi. İç sesim 'seni yakacaklar, Fırat' diyordu.
"Ağam, kimin evliliği bitirecek?" Doğanlı'ların sözcü lideri Haşim Ağa'nın sorusuyla Jiyan Ağa'nın bakışları beni buldu.
"Fırat Kozan'la Arjin Doğanlı, Devran Doğanlı'yla da Dicle Kozan evlenecek!" Sözleri beynime bıçak gibi saplanmıştı.
"Berdel mi olacak, Ağam?" Macid Ağa sorusunun cevabını bilse de şaşkınlığı ağzından dökmüştü, bu soruyu.
"Erê, başka türlü bitmez bu dava!" Yerimden hızla kalktım.
"Olmaz, evlilik olmaz, Ağam!" Hemen ardımdan Jiyan Ağa'ya itiraz cümleleri gelmişti. Jiyan Ağa kızgın bakışlarıyla,
"Kararı veren benim, size boyun eğmek düşer! Karşı gelmek değil!" diye bağırdı. Olamazdı, asla olmazdı. Benim sevdiğim varken başkasıyla evlenmem olamazdı.
"Ağam, biliriz törelerimize göre karar verirsin. Lakin yaşananlardan sonra evlilik uygun gelmez" Haşim Ağa düşmanım olsa da haklı bulmuştum.
"Asıl uygun gelen evliliktir!"
"Kızımı ve oğlumu ateşe atamam, Jiyan Ağa'm" Umutla babama baktım. Belki ikna ederdi, evlilik olmazdı.
"Ateşe attığın yoktur, Yasir Ağa. İki tarafta berdelle kız verecek barış sağlanacak"
"Ağam, başka yol bulalım. Ben düşman bildiklerimin kızını nikahıma almam. Bacımı da vermem, düşmanıma!" Sevdiğim var diye bağırmayı deli gibi istesem de bağıramıyordum.
"Başka yol bulabilirsen bul, Fırat Ağa!" Aklıma gelen fikirle içimdeki son umutla Jiyan Ağa'ya baktım.
"Ağam, kan parası versinler bitsin dava"
"Fırat Kozan doğru der, Ağam. Kan parasını misliyle verelim, berdel olmasın" Haşim Ağa'nın kararımı desteklemesi umudumu arttırmıştı.
"Sizin ağzınızdan çıkanı kulağınız duyar mı? Bunca yaşananlardan sonra dava kan parasıyla bitmez!" Son kozumu oynayacaktım, artık.
"Öyle dersin, Ağam ama ben bacımı Devran Doğanlı'ya vermem. Bacım daha küçük, Devran Doğanlı ona hayatı zindan eder. Buna müsaade edemem!" Konuşurken babama bakıyordum, desteğini almak için.
"O zaman al eline silahını git, abinin katili Cüneyt Doğanlı'yı öldür! Ondan sonra sen mapusa girersin, bacın Doğanlı'lara gelin gider!" Asıl cehennem bu olurdu. Arafta kalmıştım. Beynim donmuş, düşünmeyi bırakmıştı. Ne yapacaktım ne diyecektim bilmiyordum. Jiyan Ağa'nın son söylediğinden sonra korkum kat be kat artmıştı. Dicle'yi ateşe atamazdım. Biliyordum, ben Cüneyt Doğanlı'yı öldürürsem hapse girdikten sonra aşiretler yine barış için toplanacaktı ve Dicle'nin başı yanacaktı.
"Jiyan Ağam, af buyur ama bu sefer alacaklı biziz. Dicle'yi vermek olmaz. Eğer evlilik olacaksa Doğanlı'lar Arjin'i bize vermeli" Macid Ağa'nın sözleriyse göz bebeklerimi büyütmüştü.
"Ağam olmaz diyorum. Evlenemem, Arjin Doğanlı'yla! Sevdalığım var benim!" Dayanamamış söylemiştim, artık. İnceldiği yerden kopsun moduna girmiştim.
"Töre sevdalını falan dinlemez, Fırat Kozan. Düşündüm de Macid Ağa haklıdır, berdel olmaz. Ya Arjin Doğanlı'yla evlenip bu davayı bitirirsin ya da Cüneyt Doğanlı'yı öldürürsün. Ancak bilesin ki mapusa girdiğinde bizler barış için yine toplanacağız, o zamanda alacaklı Doğanlı'lar olduğu için bacın Doğanlı'lara gelin gider!"
Kısacası ya sevdanı ön planda tutup hapse girer, bacını ateşe atarsın ya da sevdanı bir köşeye atar bacını ateşe atmaktan kurtarırsın diyordu. Çıkmaz, ikilem... Beynime hakim olan yoğun duygulardı. Hiçbir çıkmaz bu kadar zorlamamıştı. Sevdiğime söz vermiştim, az kaldı kavuşacağız demiştim. Şimdi ne yapacaktım? Sevdiğimi mi seçecektim, canımdan bir parça olan kardeşimi mi?
Düşünceler nefesimi keserken zaman kavramını yitirmiştim. Çıkmaza girdiğimi fark etseler de tek kelime etmeden benden gelecek cevabı bekliyorlardı. Beynim kalbime baskın gelmişti. Canımdan bir parça dediğim kardeşimi ardımdan cehenneme yollayamazdım...
GÜNÜMÜZ (Arjin'den )
Fırat'ı dinlerken tüylerim diken diken olmuştu. Aşiretlerin toplandığı gün bunların konuşulduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey ikimizin evlilik kararının çıktığıydı, detaylar bahsedilmemişti.
"Sözde sevdası uğruna kendi canı olan kardeşlerini düşünmeden yakan şerefsizlere inat sen kendi yüreğini yakıp bacını kurtarmışsın" Ağzımdan çıkan sözlerle Fırat hüzünlü gülümsemesiyle bana baktı.
"Dicle benim için çok değerli, Arjin. Saçının teline zarar gelse Diyarbakır'ı haritadan silerim"
"Dicle çok şanslı"
"Sende olabilirsin" Sessizce söylemesine rağmen duymuştum ama üzerinde durmayarak kafamı yasladığım göğsünden uzaklaştım.
"Fırat, ben her şey için özür dilerim. Yaptıklarımın telafisi olmaz biliyorum ama pişmanlıktan kıvrandığımı bilmeni isterim" Arabaya yasladığı sırtını doğrultarak aramızda bir karışlık mesafe bıraktı. Rüzgardan uçuşan saçlarımı kulağımın arkasına attı.
"Özür dileme, Arjin. Geçmişe dair artık tek kelime dahi duymak istemiyorum" Gözlerimiz yine birbirine kavuşmuştu. Mavileri öyle yorgun görünüyordu ki... Yorgunluğunun bedensel olmadığı da apaçık ortadaydı.
Bugün daha iyi anlamıştım ki, Törenin insanlara öğrettiği akıllara kazınılması gereken bir kural vardı ; duygular, düşünceler, hisler her zaman önemsizdi.
✬✬✬
Fırat tanıdığım en merhametli insandı. Geçde olsa farkına varmıştım. Keşke önceden fark edebilseydim... O zaman her şey daha farklı olurdu. Kendime olan kızgınlığım bir türlü geçmiyordu. Kalbinde gram kötülük olmayan insanı hep şeytan olarak görmüştüm. Bana iyilik yaptığında bile terslemiştim. Hak etmediği son şey bile kötülük değildi. Kırgın olmadığını, affettiğini söylese de ben kendimi affedemiyordum.
Her geçen gün daha da kapıldığımın farkındaydım. 'Fırat seni affetti, sen neden hâlâ mantığını önemsiyorsun?" diyen kalbim mi haklıydı? Yoksa "Affettiğini söylese bile yaşananlar unutulmaz" diyen beynim mi?
Kalbimi dinlemeyi istiyordum. Ancak mantığım her seferinde duygularımın önüne geçiyordu. Ne yapacağıma ne söyleyeceğime şaşırmış kalmıştım. Etrafımdakilerin baskısı Fırat'ın yanında kalmam üzerineydi. Ne de çok isterdim bunu yapmayı... Ancak gerçekler değişmiyor veyahut unutulmuyordu. Bir defa kalbimi ön plana çıkarmış duygularımın esiri olmuştum. Pişman da olmamıştım. Aksine Fırat'la tamamlandığımı hissetmiştim.
"Lütfen mutlu olacağım yolu seçeyim, Allah'ım" diye sürekli dua ediyordum. Fırat anlayışla vereceğim kararı bekliyordu. Baskı yapmıyordu, sormuyordu. Belki de duyacağı cevaptan korktuğu için sormuyordu.. Duygularımın tanımını bilmesem de Fırat'ın yanında huzurla dolduğumu inkar edemezdim.
Beraber bir sabaha da kavuşmuştuk. Araya yastık koymuyorduk eskisi gibi, gece uyumadan önce birimiz bir uca birimiz diğer uca yatıyorduk. Fakat sabah uyandığımızda akşamki halimizden eser olmadığını görüyorduk. Şimdi yine o sabahlardan birindeydik. Fırat arkamdan kollarını belime dolamış, kafasını da boynuma gömmüş uyuyordu. Tuhaf olan şuydu rahatsız olmak yerine mutluydum. Tenlerimizin teması içimi titretiyor olsa da bu durum hoşuma gidiyordu.
"Günaydın" Kolları hâlâ belimdeyken kafasını boynumdan çekmiş, uyku mahmuru sesiyle konuşmuştu. Kollarından kurtularak ayağa kalktım, ona bakarken gülümsüyordum.
"Günaydın"
"Kızmıyorsun" Esnerken ağzından zor çıkmıştı, kelimesi.
"Neye?"
"Sana sarılıp uyumama" İlla utandıracaktı...
"Kızsam da dinlemeyeceğini bildiğim için çenemi yormuyorum" En güzel bahane bu olurdu.
"Hoşuma gidiyor demiyorsun da"
"Edepsiz" diyerek banyoya girdim. Aynaya baktığımda sırıtan bir Arjin gördüm. Ben ne ara bu hale gelmiştim? Haftalar öncesine kadar kinle dolu kalbimin ritmi değişmişti, sert yüz ifademin yerini gülümseme almıştı. Evrim geçirmiştim, başka tanımı yoktu. Tabi psikiyatriye gitmemin etkisi de büyüktü. Bu da Fırat sayesinde olmuştu.
Kapının pat diye açılması ödümü koparmıştı. Yerimden sıçrarken kapıda sırıtarak bakan Fırat'ı gördüm.
"Korktun mu?" Dalga geçiyordu, bir de.
"Korktum tabi, kapı böyle açılır mı? Ayrıca neden kapıyı çalmadan açıyorsun? Ya üzerimi değiştiriyor olsaydım?" Yanıma yaklaşmaya başlayınca adımlarım istemsizce geri geri gitti. Fakat birkaç adımımdan sonra sırtım duvara değdi. Fırat'sa tek kaşını kaldırmış aradaki mesafeyi kapatmak için yavaş adımlarla üzerime geliyordu. Son adımını da atınca aramızdaki mesafe sıfıra inmişti. Kendimi kapana kısılmış gibi hissederken Fırat kulağıma doğru eğildi. Boyu o kadar uzundu ki yanında resmen cüce gibi kalıyordum.
"Üzerini değiştiriyor olsaydın ne olurdu ki? O halini görmedim mi sanki?" Sesi baştan çıkarıcı tondaydı. Yanaklarım yanıyor, kalbim gümbürdüyordu. Kafasını kulağımdan uzaklaştırdı, gözlerini gözlerime sabitledi. O kadar çekici duruyordu ki kalbimin hâlâ yerinde durması mucizeydi. Ellerini kalbimin üzerinde hissetmemle yutkunmam bir oldu.
"Sana tek kelime ettiğimde bile kalp atışların hızlanıyor. Acaba neden?" Kafamda bir cümle kurup dile dökecek halde değildim. Heyecan duygusu tüm bedenimi ele geçirmişti. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken gözlerimi kapattım. Dudaklarının sıcaklığını dudaklarımın kenarında hissederken,
"Amcaa!" sesi kulaklarımıza doldu.
"Dicle iki oldu" diye sitem eden Fırat yanımdan uzaklaşarak odaya geçti. Az önce yaşadığım heyecanı atmam birkaç saniye sürmüştü. Nefes alışverişlerimi de düzenleyince banyodan çıktım.
Gördüğüm manzarayı yerimde durarak hayranlıkla izlemeye koyuldum. Fırat dizlerinin üzerine eğilmiş, Kumru'nun ellerinden tutmuş tatlı tatlı konuşuyordu.
"Amca sen hani beni oyuncakçıya götürecektin" Kumru dudaklarını büzerek konuşunca Fırat eliyle Kumru'nun yanağını okşadı.
"Prensesim, işlerimden dolayı fırsatım olmadı ama bugün götüreceğim söz" Prensesim dediği yerde içimden bir şey aktı, akarken de kalbimi sızlattı. Babamın bana her cümlesinde söylediği kelimeydi, Prensesim... Ayrı bir zaafım vardı bu kelimeye. Babam bir kere bile söylemeyi unutsa küserdim.
"O da gelsin mi bizimle?" Kumru'nun bana bakarak sorduğu sorusu babamla ilgili daldığım düşüncelerden uzaklaştırdı. Yüzüme en samimi gülümsememi yerleştirerek Kumru'ya cevap verdim.
"İstiyorsan gelirim, tabi" Fırat'ın boynuna minik kollarını dolayarak sarıldı ve,
"Gel ama amcamın yanına ben oturacağım" dedi. Fırat Kumru'nun söylediğine kahkaha attı.
"Amcanı paylaşmak istemiyorsun anlaşılan" Gözlerimi kısarak çocuksu bir ifadeye bürünmeye çalışmıştım. Fırat bana ima dolu bakışlarıyla baktı.
"Yengen seni benden kıskandı, prenses" Fırat'ın söylediğine karşılık gözlerimi büyüttüm.
"Uydurma"
"Evet, kıskanıyor. Vazgeçtim, yengem bizimle gelmesin" Fırat'ın kahkahası daha çok artmıştı.
"Ama sonra bana kızar" Çocuksu bir ses tonuyla konuşmuştu, Fırat.
"Bende ona kızarım" Kumru'nun hali o kadar hoşuma gitmişti ki... Fırat'a olan düşkünlüğünü fazlasıyla belli ediyordu. Babasını görmeden, tanımadan büyüdüğü için amcasını baba olarak görüyordu büyük ihtimalle. Benim gibi yarımdı, Kumru da. Ama onun boşluğu daha derindi. Ben az da olsa babama doymuştum, oysa Kumru babasının elinden bir kere bile tutamamıştı... Allah'ım, ben neden bunları daha önce de düşünmedim? Neden hep kendi acıma odaklanarak hareket ettim? Küçücük masum çocuğa bile kızmıştım zamanında. Kendime olan kızgınlığım an itibariyle ikiye katlanmıştı.
"Yengene sor" Ben düşüncelerle boğuşurken Fırat ve Kumru tatlı sohbetlerine devam ediyordu.
"Neyi?" dedim. Kumru kolları hâlâ Fırat'ın boynundayken bana baktı.
"Sizin ne zaman bebeğiniz olacak?" Bunu beklemiyordum. Dumura uğramış, ne diyeceğimi bilememiştim. Olabilir miydi? Bizim bir çocuğumuzun olması bir ihtimal miydi? Fırat tıpkı Kumru'yu sevdiği gibi çocuğumuz olsa onu da sever miydi? Kafamı karıştıran yeni soruların temelini de Kumru atmıştı. Verecek cevabım yoktu. Pür dikkat benden gelecek cevabı bekleyen Fırat ve Kumru'ya göz devirerek dolaba yöneldim. Kıyafetlerimi çıkarırken Kumru,
"Yengem bebek istemiyor galiba" diyordu.
"Hadi amcacım sen koş hazırlan. Bende hazırlanayım, sana oyuncak almaya gidelim"
"Ama kahvaltı?"
"Kahvaltıyı da dışarıda yaparız"
"Yaşasın!" Kumru neşeyle odadan çıkarken Fırat bana döndü.
"Gelecek misin?"
"Evde kalmak istiyorum"
"Sen bilirsin. Dışarıdan istediğin bir şey var mı?" Gülümsedim.
"Hayır, teşekkür ederim"
Fırat giyinip çıkmıştı. Elif Abla kahvaltıya çağırmak için geldiğinde aç olmadığımı söyledim. Canım istemiyordu ve yukarı çıkıp Fırat'ın annesiyle aynı masaya oturmak istemiyordum. Yine bir laf vuracaktı. Kaç gündür Fırat'ın zoruyla yemeğe yukarı çıkıyordum. Kadın şeytani bakışlarını üzerime dikerek canımı sıkıyordu. Sırf Fırat için sessiz kalıyordum ama bir yerde de patlayacağımı çok iyi biliyordum.
Okuduğum kitapta kaldığım sayfaya ayracı koyup, kitabı masanın üzerine bıraktım. Sıkılmıştım odada oturmaktan. Elif Abla ve Dicle'den de ses seda yoktu. Dışarı çıkınca merdivenin altındaki masada oturmuş bir şeyler yaptıklarını gördüm. Yanlarına yaklaşınca yaprak sardıklarını fark ettim.
"Kolay gelsin" Gülümseyen bakışlar beni buldu.
"Sağ ol, kuzum"
"Sağ olun, hanımım" Konağın çalışanları da samimiydi. İlk zamanlar onlara da ters davranmıştım. Hak etmeyen insanlara karşı haddinden fazla kötü davranmıştım.
"İşin yoksa gelsene, yenge"
"Yardım edeyim mi?" Dicle'nin yanına oturdum.
"Valla çok iyi olur, yenge"
İnce ince sarmaya başlamıştım. Bir süre sohbetlerini sessizce dinledim. Elif Abla'mın yüzü her zamankinden farklı mutluluk saçıyordu. Buraya alıştığını, bizimle mutlu olduğunu biliyordum. Özellikle Dicle'yle çok iyi anlaşıyorlardı. Yoluma ışık saçan ablamın mutluluğu benim için çok değerliydi. Bunun için de Fırat'a teşekkür borçluydum. Başkası olsa belki umursamaz, Elif Abla'yı buraya çağırmazdı... Fırat da Elif Abla'ya çok fazla değer veriyordu. Aynı şekilde Elif Abla'mda ona.. Bazen denk geliyordum, buraya oturmuş uzun uzun konuşuyor oluyorlardı. Ne konuştuklarını merak etsem de gelip dahil olmuyordum.
"Eee yenge, biraz da sen anlat" Sardığım yaprağı tencereye bırakırken Dicle'ye baktım.
"Ne anlatayım?"
"Ne istersen. Mesela abimle aranız nasıl, nasıl gidiyor?" Ses tonunda ima edici tını mı vardı yoksa bana mı öyle gelmişti?
"Normal" dedim, sadece.
"Bu konağı da keşke bir bebek sesi doldursa diyorum" Dicle'nin ne demek istediğini anlayamamıştım.
"Değil mi, Elif Abla? Bebek sesi duysak, bir bebek sevsek ne güzel olur" Elif Abla da alttan alttan gülerek bana baktı.
"Çok güzel olur hemde" Bana bakışlarından ne demeye çalıştıklarını şimdi anlamıştım. Bunun altında kalır mıydım? Tabi ki de, hayır. Tek kaşımı kaldırarak Dicle'ye baktım.
"Bebek sevmeyi çok istiyorsan evlenebilirsin, Dicle'cim. Kendi çocuğunu seversin" Dicle'nin bunu beklemediği halinden belliydi. Cevap vermek yerine kafasını eğdi.
"Arjin Hanım'ım doğru der, Dicle. Yakında senin düğününü de görürüz inşallah"
"Yok Esma Abla, ne düğünü" Dicle'nin yüzü kızarmıştı. Benim cümlemin altında barındırdığım imayı anlamıştı. Aklınca benle uğraşıp, abisi gibi beni utandırmaya çalışıyordu.
Dicle girdiği utançtan sonra konuşmadan yaprakları sarmaya devam etmişti. Elif Abla ve konağın çalışanları kendi aralarında muhabbet etmeye başlayınca bende sessiz kalmayı tercih etmiştim.
Konağın açılan kapısının sesiyle bakışlarım kapıyı buldu. Üzerindeki üniformalardan tadilatçı olduklarını düşündüğüm birkaç adam ellerinde malzeme çantaları ve kutularla avluya girmişti.
"Dicle Hanım, bakar mısınız?" Dicle kendisine seslenen Adem'e,
"Tamam, abi" diyerek yerinden kalktı. Ellerini havluya sildikten sonra yanlarına gitti. Kısa süreli konuşmadan sonra Adem önde, adamlar arkasında yukarı çıktılar. Dicle'de peşlerinden gitmişti.
"Ne oldu ki?" Merağıma yenik düşerken Elif Abla'ya bakmıştım.
"Bilmem" diyip kafasını eğdi, Elif Abla. Halinden doğru söylemediğini anlasam da üstelemedim. Benlik bir durum yoktu, nasılsa. Hem tadilatçıların benle alakalı neyi olabilirdi ki? Elif Abla'nın ifadesini yanlış sezmiştim, kesin. Benle alakası olmayan şeyde neden yalan söylesin ki...
Dicle çok geçmeden yanımıza gelmiş, meraklı bakışlarımı görünce de, "Salona yapılması gereken tadilatlar var, onun için geldiler" demişti. Omuz silerek işime devam ettim. Alakam olmayan şeylerdi.
Akşam hava iyi olduğu için yemeği dışarıda yiyelim demişti, Dicle. Annesi olacak kadın söylene söylene aşağı inmişti. Ben yüzüne dahi bakmazken ters bakışlarını üzerime dikmişti. Sabır çeke çeke yemeği yemiştim. Fırat gelmemişti. Aklım ondandaydı, merak etmiştim. Neredeydi, neden hâlâ gelmemişti?
Merağım açılan kapıdan avluya giren Fırat'ı görünce sonlandı. Karanlıktan yüzünü net bir şekilde göremiyordum.
"Bi xêr hatî, Kurê min"
"Hoş buldum, dayê" Sesinden yorgun olduğunu sezmiştim.
"Gel abi, ben tabak kaşık getireyim sana" Dicle tam yerinden kalkmıştı ki,
"Karısı varken abine hizmet etmek sana düşmez, Dicle. Rûnê!" dedi, annesi. Başımı dikleştirerek yüzüne baktım. Ağzımı açmış karşılık verecektim ki Fırat araya girdi.
"Aç değilim, uyuyacağım. Çok yorgunum"
"Bir şeyler atıştır, öyle yat Kure min"
"Yok, dayê. Yedim şirkette"
"Temam, oğul. Şevbaş"
"Şevbaş" dedikten sonra yanımızdan uzaklaşan Fırat'a,
"Abi yengem sarma yapmıştı onu da mı yemeyeceksin?" diye seslendi, Dicle. Hemen dirseğimle koluna vurdum. Bana gülerek bakarken omuz silkti.
"Getir, yerim" Annesi tiksinç bakışlarını üzerime salarken kafamı eğmek zorunda kalmıştım.
"Tamam abi, getiriyorum"
"Rûnê, Dîcle. Karısı götürsün" Dicle bir bana bir annesine baktı. Derin nefes alırken içimden sabır çekiyordum. Bu kadın sabrımı ciddi anlamda sınıyordu.
"Ben götürürüm, Dicle"
Annesinin yüzüne bakmadan hızla masadan kalktım. Mutfağa girince orta boy tabağın içine sarmaları gelişi güzel koyarak çatal alıp çıktım ve odaya doğru ilerledim. Odaya girdiğimde Fırat ceketini çıkarıyordu.
"Hmm sen mi getirdin?" Tabağı komodinin üzerine bırakırken,
"Evet, karınım ya sana benim hizmet etmem gerekiyormuş" dedim. Attığı kahkahadan bile yorgun olduğu belli oluyordu.
"Bu hizmetin içine her isteğim dahil mi?"
"Çok beklersin" Yatağın ayak ucundaki koltuğa otururken Fırat da yatağın kenarına oturdu. Komodinin üzerindeki tabağı alarak sarmadan yemeye başladı.
"Hani aç değildin?" Kollarımı birbirine dolayarak konuşmuştum.
"Değildim ama senin yaptığın yemeği yememek olmazdı"
"Sadece biraz sardım"
"Olsun, elin değmiş sonuçta" Dudağımı ısırırken bakışlarımı cama çevirdim. Her seferinde utandırmayı nasıl başarıyordu?
Yanında daha fazla durmayarak geceliklerimi alıp banyoya girdim. Yüzüme soğuk su çarpıp üzerimi değiştirdim. Ellerim istemsizce aynanın önündeki parfüme uzandı. Parfümün kapağını açıp burnuma yaklaştırdım. Ciğerlerim mest olduğu kokuya kavuşmuştu. Gözlerimi yumarak, kokunun ciğerlerime yoğun bir şekilde dolmasını sağladım.
"Ben buradayken parfümü niye kokluyorsun?" Fırat'ın sesiyle gözlerimi açtım, aynadaki yansımasından kapıya yaslanmış beni seyrettiğini gördüm.
Tam şuanda yer yarılsa da yerin dibine girsem modundaydım. Yapmamam gereken bir şeyi yapmış da suç üstü yakalanmışım gibi hissediyordum. Utanç tüm vücudumu esir almış, yüzümü kıpkırmızı hale getirmişti. Yutkundum, bu durum karşısında söylenilecek hiçbir şey yoktu. Ne diyebilirdim ki? İnkar edemezdim, parfümünü kokladığım, niye kokladığım apaçık ortadaydı. Evet, kokluyorum demeye de cesaretim yoktu.
"Sen benim kokuma ben senin bakışına hayran" Kollarını belime sararken söyledikleri de kulaklarıma doluyordu. Ayna aracılığıyla bakışlarımız birbirine kenetlenmişti. Eğer şuanda kalp krizi geçirmezsem bir daha hiçbir zaman geçirmezdim.
Bakışlarında kaybolmak, kokusunda boğulmak istedim. Burnundan verdiği nefes boynumdan vücuduma ateş olarak yayılsa da anın büyüsünü bozmamak için donup kalmış, kımıldamıyordum.
|
0% |