Yeni Üyelik
43.
Bölüm

42. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

Kanlar içinde yerde yatıyordu. Kirpikleri dahi kıpırdamıyordu. Ne olduğunu anlayamasam da içimi saran bir duygu vardı; korku... Dizlerimin üzerine çöktüm. Dizlerim bile beni taşıyamıyordu.

 

"Baba!" Cevap vermiyordu. Oysa baba dediğim an "Efendim, prensesim?" derdi. Şimdi niye cevapsızdı?

 

"Baba?" İçimdeki korku seli büyümüş, taşmak üzereydi. Gözlerim kanların ırmak misali aktığı aktığı kalbine kaydı. Beyaz gömleği saniyeler içinde kırmızıya bulanmıştı. Acaba ben renkleri sevdiğim için benimle oyun mu oynamaya çalışıyordu? Elim yavaşça kanın aktığı yere, içi bana olan sevgisiyle dolu kalbine dokundu. Hissettiğim ıslaklıkla elimi çektim. Hayır, bu boya değildi. Ben düştüğüm zaman dizimden akan kanın aynısıydı. Gözlerimi büyüterek babamın bakmaya doyamadığım yüzüne baktım.

 

"Baba uyan, kalbin kanıyor!" Konuşmuyordu. Korktuğumu da mı görmüyordu? Hafifçe koluna dokundum.

 

"Baba, uyan lütfen!" Bu sefer iki elimle omuzlarına dokundum. Belki şimdi hisseder, uyanırdı.

 

"Baba!"

 

"Baba, korkuyorum!"

 

"Arjin!"

 

"Baba, nolur cevap ver!"

 

"Arjin, uyan!" Ben babamı uyanması için sarsarken biri de beni sarsıyordu. Gözlerim korkuyla izlediği sahneden uzaklaşmış, karanlığa loş ışığıyla eşlik eden gece lambasının saçtığı ışığın altındaki Fırat'ın bakışlarıyla karşılaşmıştı.

 

"Arjin?" Bakışlarına endişe hakimdi. Saçlarım alnıma yapışmıştı. Suya girmiş gibi hissediyordum.

 

"Kabus görüyordun" Endişe aynı zamanda ses tonuna da hakim olmuştu.

 

"Gerçekti" Fısıltı halinde çıkmıştı, sesim. Doğrularak sırtımı yatağın başlığına yasladım. Sık nefes alışverişlerim düzene girmeye başlarken Fırat yataktan kalkmış, komodinin üzerindeki sürahiden bardağa su dolduruyordu. Bardağı uzattığında güçlükle ellerim arasına alarak birkaç yudum su içtim. Ellerim ıslaktı, kanlara bulanmış hali gibi ıslaktı.

 

"Biraz daha iyi misin, güzelim?" Ağzımı kıpırdatacak gücüm kalmamıştı. Kafamı salladım. Bardağı komodinin üzerine bırakıp yanıma geldi. Sırtını yatağın başlığına yasladıktan sonra kolunu omuzlarıma atarak kafamı göğsüne koydu. Titriyordum ve bu sefer ki titremem bedenseldi.

 

"Ne gördün, anlatmak ister misin?"

 

"Babam" diyebildim, sadece... Cevap vermeden önce yutkundu.

 

"Geçti"

 

"Geçmiyor" Geçmiyordu. O sahnenin canlı hali geçse de kabus olarak rüyalarıma girmekten hiçbir zaman vazgeçmemişti.

 

"Geçecek, bunun için elimden ne geliyorsa yapacağım" Göz kapaklarım bağımsızca kapanırken saçıma hafif bir öpücük kondurmuştu.

 

Uykunun haram olduğu bir gece daha yaşamıştım. Sabaha kadar aynı kabusu görmüştüm. Bugün sürekli görmemin nedeni o sahnenin yaşandığı tarih olmasıydı.

 

Fırat sabaha kadar her sayıklayışımda uyandırmış, ilgisini, desteğini esirgememişti. En son üzerimdeki geceliği değiştirdiğini hatırlıyordum. Kabusun etkisiyle terden sırılsıklam olmuştum. Üzerimi değiştirmesine ellerimle itiraz ettiğimde,

 

"Hasta olursun" demiş, yeni doğmuş bebeğini giydiren anne dikkatiyle geceliğimi giydirmişti. Sonrasında huzur bulduğum göğsünde uyuyakalmıştım.

 

Güne gözlerimi açalı dakikalar olmuştu. İç sesime uyarak yerimden kımıldamıyordum. Biraz daha beni saran kolların, kafamı koyduğum göğsün tadını çıkarmak istiyordum.

 

İstemeye istemeye yavaşça kalktım. Fırat'ı uyandırmamaya özen göstererek banyoya girdim. Aynadaki yansımamla karşılaşınca gözlerimin gece boş durmadığını, yaşlarını akıttığını fark ettim. Soğuk suyla yüzümü yıkayarak, kendime gelmeye çalıştım.

 

Kazağım ve eteğimi giyince dolaptan yine sessiz ve yavaş hareketlerle hırka ve çantamı aldım. Fırat yastığa sarılmış huzurlu yüz ifadesiyle uyuyordu. Sarıldığı yastığı ben mi sanmıştı ki? Dudağım hafifçe sola kıvrıldı. Eğer burada dikilmeye devam edersem Fırat uyanana kadar kalacaktım.

 

Kapıyı yavaşça açtım, dışarı çıkınca aynı yavaşlıkla tekrar kapattım. Havanın barındırdığı oksijeni derin derin içime çektikten sonra dış kapıya ilerledim. Kapıda bekleyen koruma beni görünce,

 

"Bir yere mi gideceksiniz, hanımım?" diye sordu.

 

"Evet" İsmini bilmiyordum, bu korumanın. Arabayı işaret ederken,

 

"Buyrun, hanımım. Bırakayım" dedi. Kafamı sallayarak arabaya bindim. Kendisi de arabaya bindi.

 

"Nereye gideceğiz?"

 

"Açık çiçekçi var mıdır?" Sorumu duyar duymaz kolundaki saate baktı.

 

"Sanmıyorum ama şansımızı deneyelim. Çarşıya gidip, bakalım bi"

 

"Tamam"

 

Şanslıymışım ki, bir amca dükkanını yeni açıyordu. İstediğim beyaz güllerden de satıyordu. Koca bir demet alarak mezarlığın yolunu tuttuk. Mezarlığın girişine geldiğimizde ismini yeni öğrendiğim Muammer'e,

 

"Sen gidebilirsin" dedim.

 

"Bekleyim, hanımım"

 

"İşim uzun sürer, sen git" İtiraz etmesine fırsat vermeden arabadan indim. Ben mezarlığın içine girdiğimde, gitmişti. Güçsüz adımlarımla babamın mezarlığına yaklaştım.

 

"Ben geldim, baba" Mezar taşının başlığını okşadım. Acıyla gülümserken çantamı taşın kenarına bıraktım. Elimdeki gülleri buketten tek tek çıkartıp mezarın üzerine dizmeye başladım.

 

"Sana en sevdiğin çiçekten aldım" Beyaz gülün kokusunu içime çektim.

 

"Beyaz gülü çok severdin, baba" Babam beni duyuyordu. Hatta bana cevap verdiğini de hissediyordum ama duyamıyordum. Keşke bir kelimesini duyabilseydim... Sesini duymayı da çok özlemiştim.

 

Güllerin hepsini mezarın üzerine dizmiştim. Mezarın koyu renginin yerini beyaz almıştı. Böyle daha güzeldi... Taşın kenarına oturdum, baş kısmına sırtımı yasladım.

 

"Bugün tam 19 sene oldu" Bir yandan sağ elimle beyaz güllerin altındaki toprağı okşuyordum.

 

"19 senenin tek saniyesinde bile unutamadım seni"

 

"Yıllar geçti ama acın hiç hafiflemedi biliyor musun?" İçeride kalbim acıyla atıyordu.

 

"Unutmak kolay değil, alışmak da..." Sessizliğe gömüldüm. Boğazımdaki düğümün geçmesini beklerken avucuma güllerin altındaki toprağı doldurdum. Burnuma yaklaştırıp toprağın kokusunu içime çektim.

 

"Toprak tıpkı sen gibi çok güzel kokuyor, baba"

 

"Sana bir şey söylemek istiyorum, baba" Avucumdaki toprağı yerine bırakırken sızlayan gözlerimi kapattım.

 

"Sen gittikten sonra yarım kalan yanımı ilk defa birisi doldurdu"

 

"İlk defa senden sonra birisine sarılma ihtiyacı hissettim" Sırtıma temas eden taşın soğukluğu bile ruhumda yanan ateşi söndüremiyordu.

 

"Bana kızma, olur mu? Biliyorum, onlar bizim düşmanlarımızdı ama..." Yutkunma ihtiyacı hissettim.

 

"Hiç kimseye karşı hissedemediğim duyguları içimde Fırat için beslemeye başladım"

 

"Senden sonra buza çevirdiğim kalbim Fırat'ı gördüğünde sımsıcak oluyor" Bir süre sustum. Kimseye anlatamadıklarımı babama anlatıyordum. Babam bana kızmazdı, kıyamazdı. Mutlu olmamı isterdi.

 

"Yaralı ruhumu iyileştirmek için nasıl çabalıyor bir bilsen..."

 

"Onun kollarındayken güvende oluyorum, huzuru en derinlerimde hissediyorum"

 

"Belki bana kızıyorsun. Vereceğim karar seni üzecek. Ama..." Cümlemin devamını getirmeden önce gözlerimden tenime süzülen yaşları sildim.

 

"Ama ben artık ayakta durmaktan, acı çekmekten çok yoruldum"

 

"Görüyorsun, değil mi? Ruhumun nasıl sancılar içinde kıvrandığını..."

 

"Fark ettim ki ruhumun sancısını dindiren tek şey, Fırat"

 

"Bana hani beyaz rengi sevdirmiştin ya... Senden sonra beyaza küstüm, siyaha sığındım. Ruhumu da siyahlarla kaplamışken beni girdiğim karanlıktan Fırat kurtarmaya çalışıyor"

 

"Sen iste hemen kurtarayım" Kulaklarıma kendi sesimin dışında tanıdık gelen ses dolunca gözlerimi açtım. Ruhuma derman olan adam karşımdaydı.

 

Fırat'tan ;

 

Gece bedenime sardığım bedenin eksikliğini hissederek gözlerimi açtım. Yanımda değildi. Gözlerimi ovuştururken oturur pozisyona geldim. Banyoda olmalı diye düşünüp beklemiştim. Ancak beklemek uzun sürünce ayağa kalkıp, banyo kapısına tıkladım. Ses yoktu. Kapıyı aralayıp,

 

"Arjin" diye seslendiğimde cevap gelmeyince kapıyı sonuna kadar açmıştım. Banyoda değildi. Dışarıda olacağını düşünerek üzerime hırka alıp odadan çıktım. Dışarıda da yoktu, mutfakta da...

 

Kapıdaki korumalara sorduğumda Muammer mezarlığa götürdüğünü söylemişti. Meraklanmış ve aynı zamanda endişelenmiştim. Gece iyi değildi. Babasıyla ilgili rüya görmüş, sabaha kadar 'baba' diyerek sayıklamıştı. Büyük ihtimalle onun etkisinden dolayı babasının mezarına gitmişti.

 

Üzerimi değiştirme ihtiyacı duymadan arabaya atlamış, hızla mezarlığa gelmiştim. Mezar taşına yaslanmış, gözleri kapalı halde konuşuyordu. Ettiği her söz içime işliyor, bize dair beslediğim umutları zirveye çıkarıyordu. Dakikalarca varlığımı belli etmemek için çabalamıştım. Sonunda dayanamayıp,

 

"Sen iste hemen kurtarayım" dedim. Şaşkınlığa uğrayan yüz ifadesiyle gözlerini açmıştı. Hayranı olduğum bakışları beni buldu. Kömür karası gözlerinden akan yaşlar yüzünde kurumuş, izlerini belli ediyordu. Acıyla dolu o izleri silmek istedim.

 

"Ne zamandan beri buradasın?" Şaşkınlığının altındaki tedirginliği sezmiştim. Tedirginliğinin sebebini de anlamıştım. Söylediklerini duymuş olmamdan korkuyordu. Başka zaman olsa utandırmak için çabalardım ama şuan zamanı değildi.

 

"Şimdi geldim" Kavisli kaşları çatıldı.

 

"İnanayım mı?"

 

"İnan, buraya yaklaştığımda 'ruhumu da siyahlarla kaplamışken beni girdiğim karanlıktan Fırat kurtarmaya çalışıyor' diyordun" Ufak yalandan bir şey olmazdı. Bakışlarını kaçırınca söylediğini duyduğum için utandığını anladım. Diğer söylediklerini duyduğumu bilse ne yapardı acaba?

 

"Gördüğün kabus yüzünden mi sabahın erken saatinde buraya geldin?" Konuyu değiştirmek en iyisiydi. Ben mezar taşının kenarına otururken sorumu cevaplamıştı.

 

"Bugün 19 sene oldu" Kelimeler ağzından zoraki çıkmıştı. Az önce şahit olduğum halinin üstüne sesine dolan acı yüreğimin sızlamasını kat be kat arttırmıştı.

 

"Seni mutlu görürse huzur içinde yatacak, biliyor musun?" Gözlerimin içine öyle bir baktı ki... Sarıp sarmalamak istedim.

 

"Gerçekten mi?" Eminim ki bunu kendisi de biliyordu. Doğruluğunu teyit etmek için başkasından duymak istiyordu.

 

"Gerçekten, Arjin. Gerçekten" Gözlerinden geçen parıltıya şahit oldum.

 

"Mutlu olabilecek miyim?"

 

"Olacağız" dedim, gülümseyerek. Yüzünde beliren gülümseme hüzünlüydü. Bakışlarımı mezar taşının başına çevirdim.

 

"Yerinde rahat uyu Mehdi Ağa, bu saatten sonra kızının kaybettiği mutluluğu ona geri vermek için elimden geleni yapacağım" Son kelimemi de söyleyince Arjin'e baktım. Az önce yaşlar akıttığı gözlerinin içi şimdi gülüyordu. Bakışlarımız birbirine kenetlendi. Duymadığımı sandığı cümleleri yüzüme karşı söylemesi için nelerimi vermezdim ki...

 

"Arjin'im?" Bakışlarımızı birbirinden ayıran duyduğumuz ses olmuştu. Ben sonsuza dek gözlerinin içine bakmayı dilerken hangi densiz bu anı bozmuştu? Arkama baktığımda, Cüneyt'in birkaç adım ötede dikilmiş bize baktığını gördüm.

 

"Abi" derken ayağa kalkmıştı, Arjin. Bende kalkınca Cüneyt'in elindeki çiçekleri fark ettim. Babası için getirmişti. Mezarlığın üzerine örtü gibi kaplanmış beyaz gülleri de Arjin getirmiş olmalıydı.

 

İki kardeş sessizce birbirine sarıldı. Kenarda durmuş onları izliyordum. Bakışları hüznü en derinlerinde barındıran iki yaralı kardeş... Cüneyt, abimin katili olsa da şuan ki hali acımama neden olmuştu.

 

"Koskaca 19 sene..." diyordu, Arjin. Abisinin aldığı çiçekleri mezarlığa diziyorlardı.

 

"Mezarına gelemediğim 8 sene ömrümden ömür aldı" Cüneyt konuşurken göz göze gelmiştik. Yüzü belli etmese, dili söylemese de vicdan azabı çektiğini hissetmiştim.

 

"Her geldiğimde kalbimdeki ağırlık iyice artıyor, abi" Gözleri dolu, sesi titreyerek konuşmuştu, kömür gözlüm.

 

"Artmayacak artık, gulamin" Benim söylemek istediğimi Cüneyt söylemiş, Arjin'in alnına öpücük kondurmuştu. Kendisine baktığımı fark eden Arjin bakışlarını bana çevirince gülümsedim.

 

Ey Allah'ım, sana yeminim olsun ömrüm yettiğince, beni kendine meftun eden bu kadına derman olacağım.

 

✬✬✬

 

Sımsıcak gülüşünü gördükçe hayatımın geri kalanını onunla geçirmeyi deli gibi istiyordum. Bir insanın bakışı bile karşısındakinin dengesini alt üst eder miydi? Ediyormuş, Arjin bunu öğretmişti, bana.

 

Kimseye gülmesin, bakmasın, sadece bana özel olsun istiyordum. Duygularım neyin tanımıydı bilmiyordum. Aşk mıydı, sevgi miydi? Umrumda değildi. Umrumda olan tek şey; Arjin'di. Bıkmadan saatlerce onu seyredebilirdim.

 

Dirseğimi masaya dayamış Arjin'i düşünürken telefon çaldı. Söylene söylene beni kurduğum hayallerden kimin uzaklaştırdığına bakınca, beraber geleceğimizin olmasını hayal ettiğim kadının aradığını gördüm. Gülüşüm büyürken telefonu açtım.

 

"Fırat" Telefon açılır açılmaz konuştu. İsmim ağzından ne de güzel çıkıyordu.

 

"Beni mi özledin?" Dünden beri uğraşamamıştım, kendisiyle. Şimdi tam zamanıydı. Yüzünün kızarışını göremeyecek olsam da sesindeki utancı duymaya kabuldüm.

 

"Bir şey yaptım" Sesindeki telaşı yeni fark ediyordum.

 

"Ne yaptın, yine?" Kesin geçmişle ilgili bir şey hatırlamış, özür dilemek için aramıştı.

 

"Deniz'le konuştum az önce"

 

"Eee?"

 

"Mehmet'in tayininin Antep'e çıktığını bilmiyormuş, galiba. Ben söyleyince bir süre sessiz kaldı, sonra ararım diyip kapattı. Sesi iyi gelmiyordu. Korkuyorum" Ulan, Mehmet. Kim sana karının arkasından iş çevir dedi?

 

"Korkma, güzelim. Ben şimdi Mehmet'i ararım"

 

"Benim yüzümden kavga ederlerse?" Sen ne ara bu kadar düşünceli oldun, Arjin? Sevmiştim, bu halini. Hem de çok sevmiştim. Değişecek, eski haline bürünecek diye ödüm kopuyordu.

 

"Mehmet Deniz'e haber vermeden tayin istedi. Deniz başkasından öğrenince de aynı tepkiyi verecekti. Kendini suçlu hissetme, lütfen"

 

Birkaç dakika Arjin'i suçluluk psikolojisinden kurtarmak için uğraştım. İkna ettikten sonra telefonu kapatıp düşüncesiz arkadaşımın numarasını tuşladım. İkinci çalışında açtı.

 

"Tertip, ne yapıyorsun?"

 

"Kendimi boğmamak için zor duruyorum" Sesinden durumun ciddi ve kötü olduğunu anladım.

 

"Kardeşim, Arjin az önce Deniz Yengeyle konuşmuş"

 

"Biliyorum, tertip. Deniz ondan öğrendi"

 

"Deniz Yenge biliyor sanıyormuş-"

 

"Arjin Yenge'lik problem yok, kardeşim. Eşekliği yapan benim, öğrenecekti zaten. Öğrenince vereceği tepkiyi bilmeme rağmen gizlice yedim bu haltı"

 

"Ne dedi?"

 

"Benimle İzmir'e gel, dedi. Gelemem diyince ardına bile bakmadan gitti, Fırat" Çaresizliğini telefondan bile hissetmiştim.

 

Uzunca bir süre telefonda Mehmet'i teselli etmiştim. Aramayı sonlandırdıktan sonra Arjin'i arayıp olanları anlattım. Anlatmaz olaydım... Hissettiği suçluluk psikolojisi artmıştı. Bir süre de onu sakinleştirmeye çalıştım.

 

Telefon konuşmalarını bitirince işime döndüm. Önümde incelemem gereken ihale dosyaları vardı. Batuhan yeni ortaklık için beni temsilen İstanbul'a gitmişti. Aslında bugün ben gidecektim fakat dün Arjin'in halini görünce birkaç gün de olsa yalnız bırakmak istememiştim. Şirketede gelmek istememiştim ancak işler yoğun olduğu için mecburen gelmiştim. Bedenim burada, aklım ve kalbim Arjin'in yanındaydı.

 

Fincandaki son kahve yudumlarını içerken aklım Arjin'i istemeye gittiğimiz güne gitti. Yüzüme göz ucuyla dahi bakmadan tepsiyi uzatmıştı. O an anlamıştım, evliliği asla istemediğini. Yanımızdakilere ayak uydurmam gerektiği için istemeye istemeye kahveyi almış, içmiştim. Kahveden bir yudum almamla öksürmem bir olmuştu. Kahve diye önüme koyduğu şeyde yoğun tuz tadı vardı. Kahveme tuzu başkalarının zoruyla attığını biliyordum.

 

Tuhaf hissetmiştim. Biz neden mutlulukla yaşamamız gereken gelenekleri zoraki yapmıştık? Bize layık gördükleri hayat bu şekilde olmamalıydı.

 

Arjin'in her şeyi layıkıyla yaşamasını istiyordum. Gerekirse tüm Diyarbakır'ı önüne serecektim yine de benimle kalması ve hissettiği eksikliğin son bulması için çabalayacaktım.

 

Son sayfasına imza attığım dosyayı kapatınca telefonuma uzandım. Kişilerden Berzan'ı seçip, arama butonuna bastım. Hemen açmıştı.

 

"Hayırlı günler, Berzan"

 

"Hayırlı günler, Ağam"

 

"Neredesin?"

 

"Ağam, aşiretin gençlerini topladım. Ramazan kolilerini paketliyoruz" Neden aradığımı tahmin etmiş, sorumu sormadan cevabını vermişti.

 

"İyi, kolay gelsin. Ramazana sayılı günler kaldı. Birkaç gün içinde ihtiyaç sahibi ailelere dağıtın"

 

"Tamam, Ağam" Telefonu kapattığım sıra odanın kapısı tıkladı. "Gel" dediğimde Ezgi kapıyı sonuna kadar açtı, olduğu yerden konuştu.

 

"Fırat Bey, bir beyefendi sizinle konuşmak istiyormuş" Kaşlarım merakla çatıldı.

 

"Kimmiş?"

 

"Bilmiyorum, efendim. Sizi tanıdığını söylüyor"

 

"Gelsin" Ezgi kafasını sağa çevirip, karşındaki kimse ona "Buyurun" dedi. Ben merakla kim olduğunu beklerken kapıda beliren kişi beni dumura uğrattı. Asla beklemediğim kişi gelmişti.

 

Hayretle ayağa kalktım. Gelen, Cüneyt'ti. Masanın etrafından dolanarak yanına yaklaştım. Bakışlarımdaki soran ifadeyi görünce,

 

"Konuşmak istediğim bir konu vardı" dedi. Merağım iyice artmıştı. Tekli koltuklardan birini işaret ederek "Buyur" dedim. Önceden olsa şirketin sınırları içerisine sokmayacağım adamı sırf sevdiğim kadının abisi olduğu için odamda ağırlıyordum. Sevdiğim kadın mı demiştim, ben? Cüneyt'e çaktırmadan içimden söylediğim şeye tebessüm ettim. Sonunda itiraf edebilmiştim, kendime.

 

"Bir şey içer misiniz?" Ezgi'nin sorusuyla Cüneyt'e baktım.

 

"Kahve içer misin?"

 

"Olur"

 

Ezgi kahveleri getirene kadar sessizce oturmuştuk. Önümdeki sıcak kahvenin kokusu burnumun içine dolarken karşımda utana sıkıla oturan adamı seyrediyordum. Burada bulunmak onu rahatsız ediyordu. Mecbur kalmasa gelmeyeceğinin farkındaydım ve hangi konu için geldiğini merak ediyordum.

 

"Seni dinliyorum?" En sonunda dayanamamış, sessizliği bozmuştum.

 

"Arjin'le evliliğinizin normal karı-koca ilişkisi olmadığını biliyordum" Sessiz kaldım. Diyecek sözüm yoktu.

 

"Ama, dün bir şeyin farkına vardım"

 

"Neyin?"

 

"19 sene boyunca yüzündeki gülüşün bile acılı olduğu, gözlerinin içinin hüzünle kaplı olduğu kardeşim ilk defa birisine bakarken içten gülümsedi. Gözlerindeki hüznün yerini sevgi aldı" Cümlesinin devamı nereye varacaktı pür dikkat dinliyordum.

 

"Kardeşim kime sevgiyle baktı, içten gülümsedi, biliyor musun, Fırat?"

 

"Kime?"

 

"Sana. Bunun farkındasın, eminim. Çünkü, aynı bakışlarla sende Arjin'e bakıyordun. Müsaadenle bir şey soracağım ve dürüstçe cevap vermeni istiyorum"

 

"Sorabilirsin"

 

"Arjin'i seviyor musun?" Beklemediğim soru gelmişken dudaklarımdan dökülen,

 

"Seviyorum" olmuştu. Arjin'i sevdiğimin ne zamandır bilincinde olsam da açık açık kendime itiraf edememiştim. İtirafımı az önce kendime, sonrasında Cüneyt'e yapmıştım.

 

"Peki, Arjin?"

 

"Onu bilmiyorum" derken hüznüm ön plana çıkmıştı.

 

"Bakışlarından anlaman gerekirdi" Sözleri kalbimdeki kelebekleri uçuşa geçirmişti.

 

"Birbirinizle istemeyerek evlendiniz. Yaşamadığınız dert kalmadı. Bunlara rağmen birbirinizi sevmeye başlamışsınız. Arjin babası ve abileri dışında ilk defa bir erkeği seviyor. Sevgisi de geçici değildir. Sana güveniyorum, seni öldürmeye çalışan kadına karşı içinde sevgi besliyorsan o sevgi sahte değildir. Bana Arjin'i ne olursa olsun koruyup kollayacağına, yüzünde bundan sonra hüzün yerine mutluluk oluşturacağına dair söz verir misin?"

 

"Bacın benim huzur kaynağım olmuşken, ona mutluluğun zıttı duygular yaşatmak bana haramdır. Gönlün rahat olsun, Cüneyt Ağa. Bacın emin ellerde" Karşımda minnetle gülümseyen adama samimiyetle gülümsedim.

 

Gün boyunca akşam olsun eve gidip bakışlarında huzuru bulduğum kadını doya doya seyredeyim diye dua etmiştim. Şirketten çıkarken telefon gelmişti. Bağlar'da bulunan fabrikamızda yine bir olay olmuş, beni çağırıyorlardı.

 

Olaya sinirlenmekten çok kurduğum hayallerin suya düşmesine sinirlenmiştim. Öfkeyle Bağlar'a gittim. İşçiler arasında yaşanan kavga sonucu gençlerden birisi yaşlı başlı adamı bıçaklamış. Hiç mi şaşmazdı? Bu fabrikada bu sorunu yaşamaktan bıkmıştım.

 

Saatlerce karakol ve hastanede uğraşıp durmuştum. Bıçaklanan Musa Amca'nın durumu neyse ki ağır değildi. Kısa süren ameliyat sonrası normal odaya alınmıştı. Ailesine gereken desteği vereceğimi söyledikten sonra karakola gitmiştim. Musa Amca'yı bıçaklayan iti nezarete atmışlardı. Şikayetçi olduğumuzu belirtip gerekli işlemleri hallettikten sonra karakoldan ayrılmıştım.

 

Epey geç olmuştu. Bir ara Arjin "Neredesin?" yazmıştı. Mesaj atması ayrı, beni merak etmesi ayrı sevindirmişti. Gecikeceğimi yazdıktan sonra telefonumun şarjı bitmiş, ne cevap verdiğini görememiştim. Terslikler geldi mi üst üste geliyordu.

 

Arabayı park edip konağa girdim. Sadece avlunun ışıkları yanıyordu. Anlaşılan herkes uyumuştu. Arjin'in uyumamış olmasını temenni ederek odamızın kapısını açtım. Karanlık odayı ışığı açarak aydınlattım. Aydınlanan odada gözlerimin kaydığı ilk yer yatak olmuştu.

 

Arjin cenin pozisyonunda yatağın üzerinde yatıyordu. Yorganın altına girmediğini fark edince dudağım yana doğru kıvrıldı. Beni beklemişti... Yüzümdeki sırıtış büyürken gardırobun üst rafından battaniye aldım. Uykusunu bölmeye kıyamamıştım. Battaniyeyi üzerine yavaşça örtüp, yanağına minik bir buse kondurdum.

 

Eşofmanlarımı alıp banyoya girmiştim. Duş alma planım olsa da bir an önce Arjin'e sarılıp uyumak istiyordum. Hızla üzerimdeki takımı çıkartıp kirli sepetine attım. Eşofmanlarımı giyerken gözüme aynanın önünde duran parfümüm çarptı.

 

Arjin gizli gizli parfümümü kokuyordu. Geçen gün yakalamıştım. Utançtan yerin dibine girmişti, resmen. O hali gözümün önünde gitmiyor, her seferinde sırıtmama neden oluyordu.

 

Işığı kapatıp yatağa girdim. Arjin hâlâ uyuyordu. Uyandırmamış olmama sevinmiştim. Sağ kolumu belinin altından, sol kolumuysa üstünden atarak sarıldım, kendime çektim. Yüzümü boynuna gömüp kokusunu ciğerlerime doldurdum. Boynuna kondurduğum hafif öpücükle beynim yetinmemiş ısrarla daha fazlasını istiyordu. Beynimin dürtülerini geri tepmekten başka çarem yoktu.

 

Ah be, Arjin... Mezarlıkta söylediklerini bir de yüzüme karşı söylesen... Abin bile fark etmiş, bana olan bakışlarını. Seninleyim, seni seviyorum desen ya keşke...

 

✬✬✬

 

Uykunun derinliğinden çıkıp gözlerimi açtığımda bir çift kömür gözle karşı karşıya geldim. Gözlerimi açmamla neye uğradığına şaşırmıştı. Bedenimi sımsıkı saran kollarının gevşediğini hissedince hızla bedenini sıkıca sarmaladım. Yana çevirerek sırt üstü yatmasını sağladım. Üzerinde dursam da ağırlığımı vermiyordum. Yüzüme çapkın bir gülümseme yerleştirip,

 

"Beni mi seyrediyordun?" diye sordum. Kalp atışları yine hızlanmış, göğüsleri hızla inip kalkmaya başlamıştı. Bu durum beni fazlasıyla tahrik ediyordu.

 

"Hayır tabi ki de" Heyecanlandığını sesi açıkça belli ediyordu. Bu durumda bana düşen heyecanını arttırmak, utandırmaktı.

 

"Hmm, ama bakışların öyle demiyor Arjin'cim" Kulağımı kalbine dayadım. Kalbinden gelen gümbürdeyişler çok net duyuluyordu.

 

"Aynı zamanda kalbin de"

 

"Üzerimden kalkar mısın, lütfen?" Fısıltı halinde çıkan sesi bile baştan çıkarıcıydı. Dudaklarımı boynuna bastırdığımda,

 

"Fırat" dedi. Uyarır tonda konuştuğu için uzatmak istemedim. Kendi isteğiyle gelecekti, bana. Zorla güzellik olmazdı. Alnına düşen saçlarını geriye itip, alnına da etkisinde kalacağı bir öpücük bıraktım.

 

Güne neşeli başlamıştım. Arjin'le uğraşmak hoşuma gidiyordu. Eskiden olsa karşımda pabuç kadar olan dilini açar rezil rüsva ederdi, beni. Şimdiyse zar zor ağzından birkaç kelime çıkıyordu. Kullandığı psikiyatri ilaçları da gergin halini bastırıyordu. Bir yandan işime gelse de eminim ki duyguları gerginliğini daha çok bastırıyordu.

 

Günlerdir annem başımın etini yemişti. Babamı ziyarete gitmiyorum diye kızıyordu. Söz vermiştim, gideceğim demiştim. En son gittiğimde yine tartışmıştık. Oradan çıkarmıyorum diye kızıyordu. Adaletin önüne geçemezdim. Adaletin verdiği kararı hiçe sayamazdım.

 

Gerginlikle ziyaret odasında bekliyordum. Kapı açıldı, gardiyanla babam içeriye girdi. Babam kafasını kaldırdığında benle göz göze geldi. Bakışları hemen kızgınlığa bürünmüştü. Gardiyan kelepçeleri çıkarınca elini öpmek için eğildim fakat hızla elini çekti.

 

"Bir baban olduğu şimdi mi aklına geldi?" Yüzüme bakmadan sandalyeye oturdu. Sakin ol, Fırat. Karşısına oturdum.

 

"Babam olduğunu hiçbir zaman unutmadım"

 

"Evlatlık görevin sadece maddi yardım mıdır, Fırat?" Sırtını dikleştirmiş, oturuyordu. Kilo almıştı, yüzüne dolgunluk gelmişti.

 

"Maddi yardımdan başka ne yapmamı bekliyorsun, baba?" Güldü.

 

"Babanın mapus damlarında çürümesine göz yumuyorsun"

 

"Baba, ben bu konuyu tartışmaya gelmedim. Senin halini hatırını sormaya geldim"

 

"Bu zamana kadar neredeydin?"

 

"Her geldiğimde olay yarattığın için gelmemiş olabilir miyim?" Büründüğü bakışların yerini kırgınlık aldı.

 

"Zoruma gidiyor, oğul. Ben burada sürünürken hiçbir şey etmemen gücüme gidiyor" Bu sefer gülen ben olmuştum.

 

"Allah aşkına sürünüyorum deme. Her gün haberin geliyor. Koğuşun ağası olmuşsun, terör estiriyormuşsun burada. Hiç sürünüyor gibi durmuyorsun" Bakışlarını kaçırdı. Ne diyeceğini bilemez halde duruyordu. Haklı olduğumu bildiği için susuyordu.

 

✬✬✬

 

Babamla tartışmasız bir görüşmemiz olmuştu. Hapisten çıkarma mevzusunu net bir şekilde kapatınca bir daha konuyu açamamış, normal bir şekilde sohbet etmişti. Benimde içim el vermiyordu, babamın hapishanede yatmasına. Fakat yaptıkları yenilir yutulur değildi. Adalete karşı boynum her zaman kıldan inceydi.

 

Cezaevinden çıktıktan sonra hastaneye Musa Amca'nın yanına gitmiştim. Şükür durumu iyiydi. İçim rahat bir şekilde hastaneden çıkmıştım. Şirkete giderken Dicle aradı.

 

"Efendim, Dicle?"

 

"Abi ustalar işini bitirdi"

 

"Tamam, kimse oraya girmesin. Ben erken gelip eklemem gerekeni ekleyeceğim"

 

"Tamam, romantik ve aşık abim" Dicle'nin kelimesine güldüm.

 

"Kapat, kız"

 

Yüzümde sırıtışımla şirkete geldim. Personele selam verdikten sonra odama çıktım. Dünden kalan dosyalar vardı. Onlarla birkaç saat ilgilenip çıkabilirdim. Ezgi kahvemi getirince işime gömüldüm.

 

Batuhan İstanbul'da işlerin iyi gittiğini söylemiş, içime ferahlık vermişti. Şükür her şey yolunda ilerliyordu. Bundan sonra da böyle olacak, Allah'ın izniyle.

 

Dosyalarla ilgilenmekten geçen saatin farkına varamamıştım. Saat öğleni çoktan geçmişti. Buradaki işim bittiğine göre evdeki işimi tamamlamaya gidebilirdim.

 

Şirketten çıkınca direkt çarşıya gittim. Almam gereken birkaç parça eşya vardı. Onları ve kendi parfümümden bir adet daha alarak konağa geldim. Kalbim Arjin'in yanına gitmem için baskı yaparken mecburen ayaklarım üst kata yöneldi. Birazcık daha sabret, kalbim. Seni ısıtan kadını biraz sonra doya doya göreceksin.

 

"Fırat?" Merdivenin son basamağına adım attığımda içimi ısıtan sesi duydum. Arkamı dönerek aşağıda bana bakan kadına bakışlarımı sabitledim.

 

"Erken gelmişsin, bir sorun mu var?" O neden erken geldiğimi merak ederken ben üzerindeki kahverengilerin ona ne de çok yakıştığıyla meşguldüm. Kesinlikle amacı beni büyüleyip, güzelliğiyle çarpmaktı.

 

"Yok, biraz işim var. Sonra gelirim, yanına" Aramızdaki mesafeye rağmen yüzünün düştüğünü, bakışlarında hayal kırıklığının peyda olduğunu görmüştüm.

 

"Tamam" Allah'ım, yanına gitmediğim için bozulmuştu. Her halinden belliydi. Arjin'in bana bu kadar bağlanacağını söyleseler güler, geçerdim. Şimdi bu hallerine şahit olmak sımsıcak bir etki yaratıyordu.

 

Birazdan düşen yüz ifadenin yerini mutluluk alacak, güzelim. Az sabret. Yapacağım sürpriz hem şaşırtacak hem mutlu edecekti, biliyordum. Sürprize doğru ilerlerken Elif Abla'nın sesiyle yerimde durdum.

 

"Hoş geldin, oğlum" Gülümseyerek bakan kadına aynı tebessümle karşılık verdim.

 

"Hoş buldum, abla"

 

"Az önce bakındık Dicle'yle. Çok güzel olmuş"

 

"Arjin beğenir mi ki?"

 

"Beğenir tabi, çok mutlu olur kuzum" Heyecanım zirveye ulaşmıştı. Bir an önce son dokunuşları yapıp, Arjin'i buraya getirmek istiyordum.

 

"Umarım, abla. Mutlu olmasını, yanımda kalmasını her şeyden çok istiyorum"

 

"Arjin istemese bir saniye bile kalmazdı, bu konakta biliyorsun" Kafamı salladım. Haklıydı, kendimi içten içe yemek yerine bunu neden akıl edememiştim? Arjin eğer benle kalmak istemese beklemez, hemen giderdi. Üstelemeye gerek yoktu, bu bile bana yeterdi. Yanımda olsun da, "Seninleyim" demese de olurdu.

 

"Abla, müsaadenle ben eklemem gerekenleri ekleyim"

 

"Tamam, oğlum. Kolay gelsin"

 

Odanın kapısını açıp girdikten sonra tekrar kapıyı kapattım. Arjin'in yukarı çıkma ihtimali olduğu için kapıyı kilitledim. Arkamı döndüğümde karşılaştığım manzara gözlerimi kamaştırdı.

 

Elimdekileri yere bırakarak Arjin için yaptırdığım mini kütüphaneyi tek tek incelemeye başladım. Kitap okumayı çok seviyordu. Seveceğini düşünerek bir odayı onun için kütüphaneye çevirmiştim. Görevlendirdiğim ustalar eşsiz bir ortam yaratmıştı. Ne yalan söyleyeyim bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim.

 

Karşıdaki duvara içinde yeşilin tüm tonlarını barındıran orman temalı camdan büyük bir tablo taktırmıştım. Önündeki uzun ve beyaz renkli koltuğun üstündeki yastıklarda aynı tonlardaki yeşil renkteydi. Kitabını bu koltukta okusun, okurken kendisini huzurlu hissetsin diye orman temalı tablo istemiştim. Orman kelimesinin tanımı benim için huzurla eş değerdi. Aynı şeyin Arjin için de olmasını temenni ediyordum.

 

İki duvarın önüne de kocaman kitaplıklar yerleştirilmişti. Karşılıklı duran beyaz renkli kitaplıklarda her çeşit kitap vardı. Yapılan dekorasyon mükemmel ötesi olmuştu.

 

Sevinçle aldıklarımı yerleştirmeye başladım. Canlı çiçekler almıştım. Orkide alırken gözüme beyaz güller çarpmıştı. Babasına beyaz gül almıştı, kendisininde beyaz gül sevdiğini anlamamak aptallık olurdu. Birkaç demet de beyaz gül almıştım.

 

Çiçekleri her köşeye yerleştirmeye başladım. Beyaz gülleri kitap okuyacağı koltuğun baş köşesinde duran küçük sehpaya bıraktım. Özel olarak aldığım kitapları kutudan çıkardım. Renkli not kağıtları ve kalemi de alıp koltuğa oturdum. Bu kitaplarda beğendiğim sözleri not alıp kitapların arasına bırakacaktım. Sırayla yazmaya başladım.

 

"İmkânsızları yaşamak mıdır sevmek, yoksa severken imkânsız mıdır yaşayabilmek?" Özdemir Asaf'ın şiir kitabının arasına bizi en iyi tanımlayan sözünü yazmıştım. Bizim sevgimiz imkansızları yaşamak olacaktı. Aylar öncesinde yeminler etmiştik. Sevmeyeceğim, demiştik birbirimize. Bizim ismimizin sevgiyle yan yana olması bile imkansız diyorduk. İmkansızı başarmıştık, galiba. Edilen yeminleri çiğnemiştik.

 

Her şeyi halletmiştim. Son olarak parfümümden, kitaplara zarar vermeyecek şekilde raflara ve odanın her köşesine sıktım. Madem kokuma mest oluyordu, bir güzellik yapmak boynumun borcu olurdu. Kitabını mest olduğunu söylediği kokumu içine çeke çeke okurdu.

 

Saate baktığımda epey geç olduğunu gördüm. Arjin meraktan deliriyordu, kesin. Yanına sonra gelirim dememin üzerinden saatler geçmişti. Akşamın karanlığında merdivenlerden inip, odamıza girdim. Yatağın ayak ucundaki koltukta derin düşüncelere dalmış halde oturuyordu. Burada dikilip onu izlemek istesem de sürprizi daha fazla bekletmek istemiyordum.

 

"Yine beni düşünüyorsun galiba" Arjin'le uğraşmanın verdiği hazzı hiçbir şey vermiyordu. Daldığı düşüncelerden uzaklaşıp bana baktı.

 

"Hayır" Yüzüme bile bakmadan ayağa kalktı, gardrobu açtı. Bir dakika... Bana trip mi atıyordu? Kendime sorduğum soruyla sırıttım. Yanına yaklaşıp, ellerimi beline doladım. Kafamı eğip, kulağına fısıldadım.

 

"Trip mi atıyorsun, bana?" Dirseğiyle ittirdi, beni.

 

"Hayır tabi ki de ne alaka"

 

"Halin hiç de öyle demiyor" Muzipçe sırıtmama karşın yüzünde mimik oynamıyordu. Kesin, yanına gelmediğim için bozulmuştu. Ne kadar inkar ederse etsin apaçık ortadaydı.

 

"Sana öyle geliyor" derken eline aldığı geceliklerle banyoya ilerledi. Hafifçe kolundan tuttum.

 

"Benimle yukarı gelir misin?"

 

"Uyayacağım"

 

"Lütfen, sadece iki dakika"

 

"Ne yapacağız, yukarıda?" Tek kaşını kaldırıp, sormuştu. Dudağımı kıvırdım,

 

"Sana sürprizim var" dedim.

 

"Sürpriz mi?" Bakışlarına ve sesine şaşırma duyusu hakimdi.

 

"Evet, gel hadi" İtiraz etmesine izin vermeden kolundan tutup gelmesini sağladım. Merdivenleri çıkarken soru yağmuruna tutsa da tek kelime etmemiştim. Kütüphaneye çevirdiğim odanın önüne geldiğimizde,

 

"Gözlerini kapatır mısın?" dedim.

 

"Fırat ne oluyor? Ne sürprizinden bahsediyorsun?"

 

"Göreceksin şimdi ama lütfen önce gözlerini kapat ve ben aç diyene kadar açma"

 

"Peki" Gözlerini yumduğunda ne olur ne olmaz diyerek sol elimi göz kapaklarının üzerine kapattım. Diğer elimle kapıyı açtığımda içeri yavaş adımlarla girdi. Heyecanlandığını anlamıştım ve aynı heyecan benimde bedenimi ele geçirmişti. Ne tepki vereceğini heyecan dolu merakla bekliyordum.

 

Sağ elimle kapının arkasındaki düğmeye bastığımda odayı kitaplıkların ve tablonın etrafını saran ledler aydınlattı. Daha çok maviyle yeşilin hakim olduğu renkler odayı aydınlatıyordu. Allah'ım, ben hayran kalmışken nolur Arjin'de beğensin. Derin nefes alıp elimi Arjin'in göz kapaklarından uzaklaştırdım.

 

"Açabilirsin, gözlerini" Gözlerini açtı. Kömür gözleri önce beni buldu ardından odayı...

 

"Sürpriz" dedim, gülümseyerek. Yutkunarak odaya baktı. Hafif açık kalan ağzı şaşırdığını, beklemediğini belirtiyordu. Bana uzunca gelen birkaç saniye boyunca hayret dolu bakışları odayı süzdü. Sonunda kömür gözleri bana döndü.

 

"Benim için mi?" diye sordu. Yemin ederim sesi tıpkı şeker almış çocuğun mutlulukla dolu sesi gibi çıkmıştı.

 

"Senin için" Dudakları iki yana kıvrılırken hayranlıkla seyrediyordum. Renkli ışıkların altında bile kömür gözlerinin rengi belirgindi. Şaşkınlık gitmiş, yerini sevinç almıştı. Adeta büyülenmişti. Ellerim ceplerimde sırtımı duvara yaslamış odanın içinde neşeyle dolanan Arjin'i izliyordum.

 

Elleri kitapların üzerinde kayarken gözlerini yumdu, derin derin nefes alıyordu. Daha doğrusu odaya hakim olan kokuyu içini çekiyordu. Şu halini görmek her şeye bedeldi.

 

"Kitapları benim kokumla okumak isteyeceğini düşündüm" Dudaklarını birbirine bastırırken, utançtan kafasını eğdi. Ellerimi ceplerimden çıkarıp yanına yaklaştım. Gözlerinin önüne düşen saçları kulağının arkasına attım.

 

"Beğendin mi sürprizi?"

 

"Beğendim.. Hayran kaldım" Gözlerimiz birbirine sabitlenmişti. Bu gözler zaten birbirine ait değil miydi?

 

"Peki bana?"

 

"Ne, sana?"

 

"Bana da hayran mısın?" Gözlerini kaçırmaya çalışınca fırsat vermeden baş parmağımla çenesini tutarak bakışlarını tekrar gözlerime çevirdim. Yüzlerimiz arasında yok denilecek kadar az mesafe vardı. Nefeslerimiz birbirine karışıyor, yüzlerimize çarpıyordu. İçimi ateş basmıştı. Arjin'in yanaklarının al al olduğunu görüyordum.

 

"Ben, ben çok teşekkür ederim. Yaptığın sürprizin hissettirdiği coşkuyu tarif edemiyorum"

 

"Sürprizi demiyorum, Çavreşamın. Bana da hayran mısın? diyorum" Heyecandan dengesini kaybettiğini anlayınca hemen belini kavradım. Nutku tutulmuş, konuşamıyordu. Aramızdaki mesafeden dolayı bakışlarını da kaçıramıyordu.

 

"İçindeki duyguları ne zaman dile dökeceksin?"

 

"Ben-" Ne diyeceğini bilemez hali beni gaza getirmiş, işaret parmağımla dudağına dokunup susmasını sağlamıştım.

 

"O zaman ben söyleyeyim, Arjin" Derin nefes aldım. Burnumdan verdiğim nefesi Arjin yüzünde hissedince titremişti. "Sen öldürdüğüm duyguları tekrar kalbimde yeşerten oldun." elini kalbime dokundurdum sözlerime devam ettim. "Anladım ki bu kalp artık senin için atıyor"

 

"Ne, ne demek istiyorsun?" Gayet iyi anlamıştı. Uğradığı dumurun etkisiyle söyleyecek söz bulamadığı için ağzından bu soru çıkmıştı.

 

"Diyorum ki, seni seviyorum hatunum" Gözlerinin kocaman açılmasına aldırış etmeden, ne söyleyeceğini beklemeden dudaklarımı dudaklarına değdirdim. Sonsuza dek dudaklarına mühürlenmek istedim.

 

 

 

 

Loading...
0%