Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

Hiddetimi yatıştırmadan eve gitmek istememiştim. Yine adaş olduğum nehrin kenarına gelmiş, düşünceler eşliğinde temiz havayı soluyordum.

 

Bugüne kadar hep susmuştum. Büyüklerimdir, daha iyi bilirler, karşı gelmeye, saygısızlık yapmaya lüzum yok demiştim. Ölümün kıyısından döner dönmez, hayata dönüşümün sevincini yaşayamadan sorumluluk üstüne sorumluluk verilmişti. Kimse de verilen sorumlulukların üstesinden nasıl gelebileceğime dair destek olmamıştı.

 

Bana faydadan çok zarar veren insanlar şimdi kalkmış hayatıma müdahale etmeye çalışıyorlardı. Her olayı bir başıma çözmem gerektiğini söyleyenler utanmadan hayatımla ilgili kararlar alacaklardı. Buna artık izin vermeyecektim. Sadece işlerine geldiklerinde ağa sensin, demeyeceklerdi. Ağalığı istemediğim halde madem beni ağa yapmışlardı, bana da kuralına göre oynamak düşerdi.

 

Cebimdeki telefonu çıkarıp Yusuf'un numarasına tıkladım. İlk çalışında açmayınca tekrar aradım. Tam kapanmak üzereydi ki son anda açtı.

 

"Neredesin, Yusuf?" Cevap vermeden önce esnedi. Anlaşılan uykusundan uyandırmıştım.

 

"Yatağımda"

 

"Kulaklarını iyi aç, beni dinle"

 

"Cımhat'ta terslik mi oldu?"

 

"Beni zorla ağa yapanlar şimdi kendi kararlarını uygulamaya çalışıyor"

 

"Yaşlıların vazgeçilmez huyudur"

 

"Başlarım onların huyuna! Yusuf, ben bunlara güvenmiyorum. Özellikle Jîyan Ağa'ya. Aşirete çok müdahale ediyor. Sanıyor ki verdiği her karara boyun eğeceğim. Ama bu hataya bir daha düşmeyeceğim"

 

"Bir zahmet"

 

"Senden isteğim baban, Jîyan Ağa veyahut başkasıyla bir araya geldiğinde benim adımın geçtiği mevzu olursa hemen haber ver bana"

 

"Tamam, reis. O iş bende. Arkandan iş çevrildiğinde, adının geçtiği her muhabbetten haberin olacak"

 

"Eyvallah, kardeşim. Hadi hayırlı geceler"

 

"Hayırlı geceler"

 

Yusuf'a güveniyordum. Macîd Ağa'nın oğluydu, beraber büyümüştük. Tek bir hatasını görmediğim, güvendiğim nadir insanlardandı. Bir sıkıntı olduğunda eminim ki hemen haber verecekti.

 

Gece yarısı olmuştu. Sinirimi az da olsa yatıştırmıştım. Artık eve gitmem gerekiyordu. Hırçın hatunumu özlemiştim. Gerçi bu saate kadar beklememiş, uyumuştur ama olsun, kokusunu içime çekmek, bedenine sarılmak bile yeterdi.

 

Konağa girmiş, odaya doğru ilerliyordum ki annemin sesiyle irkildim.

 

"Hoş geldin, Kurê min" Sesinin geldiği yöne baktığımda, merdivenlerin altındaki koltukta oturduğunu gördüm.

 

"Hayırdır, dayê? Bu saatte ne işin var burada?"

 

"Seni bekliyordum" Yanına yaklaşıp, karşısındaki küçük koltuğa oturdum.

 

"Niye?"

 

"Merak ettim. Ne ettiniz Cımhat'ta?" Sıkıntıyla nefes verdim.

 

"Ne edelim, her zaman ki gibi fikirlerini uygulama derdindelerdi"

 

"Düzgünce anlat hele, ne dediler?"

 

"Kuma, evlilik..." Devamını getirmeye dilim varmadı. Merdivenin köşesindeki lambadan yansıyan ışık, annemin göz bebeklerinin büyüyüşünü belirtiyordu.

 

"Ne kuması? Ne evliliği?" Oflayarak açık açık anlatmaya başladım.

 

"Aylar oldu, aşirete hâlâ çocuk vermedin diyorlar"

 

"Karın felçken hamile kalamazdı lakin ayağa kalkalı uzun zaman oldu. Artık bebe vermesi lazımdır"

 

"Yani... Önceleri yaşananlar derken çocuk olamazdı"

 

"Doğru dersin, oğul. Aşiret elbet bunu düşünüyordur" Sinirle güldüm.

 

"Madem düşünüyorlar ne demeye kuma lafı ediyorlar?"

 

"Oğul, diyorum ki karın ayağa kalkalı uzun zaman oldu. Bebe müjdesini vermesi lazımdı" Yaşadığım sinir buhranıyla her şeyi anlatmak istedim. Arjin'le gerçek anlamda karı-koca olalı kısa süre oldu, demek istiyordum.

 

"Sağlık durumu müsait değildi" Yalan sayılmazdı. O zamanlar gerçek bir ilişkimiz olsaydı bile sağlığından dolayı hamile olması çok zordu.

 

"Kız felç geçirdi. Ya hamile kalamazsa?" Annemin sözleri içimde korku seli başlatsa da belli etmedim.

 

"Yapacak bir şey olmaz" Yüz hatları kasılırken kaşlarını çattı.

 

"Ne demek yapacak bir şey olmaz? Soyumuzun devamı için kuma gelmesi şart olur o vakit!" Sıktığım yumruğumu masaya vururken ayağa kalktım.

 

"Çocuk umrumda değil! Karım bana çocuk verse de vermese de ondan ne vazgeçerim ne de üzerine kuma getiririm!"

 

Arkamdan söylediklerini öfkem yüzünden duymamıştım. Kapıyı açmadan önce sakinleşmek için derin nefesler aldım. Tam olarak sakinleşmesem de kapıyı yavaşça açarak odaya girdim. Yanan ışığı görünce kafamı yatağa çevirdim. Arjin'im yarı oturur halde başlığa yaslanmış uyuyordu. Burada saatlerce dikilip karşımdaki eşsiz manzarayı seyredebilirdim. Güzelliği tüm masumluğuyla ortadaydı. Öfkem buhar olup uçmuştu, yürek yangınımı görünce.

 

Perdenin havalanmasıyla camın açık olduğunu fark ettim. Lanet olası cam ne zamandır açıktı? Söylene söylene camı kapattım. Açık cam karşısında bu şekilde uyunur muydu? Havalar yeni yeni ısınmaya başlasa da geceleri soğuk oluyordu. Hasta olurdu. Düşüncesi bile kötüydü. Canının hiçbir şekilde yanmasını istemiyordum.

 

Hafifçe yanağını okşarken,

 

"Güzelim" dedim. Sıçrayarak uyandı. Korkuttuğum için kendime ufak bir küfür savurdum, içimden.

 

"Ne zaman geldin?" Uyku mahmuru sesiyle konuşurken doğruldu.

 

"Az önce" Yeni uyandığından dolayı ışığında etkisiyle gözlerini kısarak bakıyordu. Bir insanın her hali mi tatlı olurdu, be... Komodine uzanıp telefondan saate bakıp tekrar bana döndü.

 

"Neden bu kadar geç geldin?" Arjin'in beni geç saate kadar beklerken uyuyakalması, neden geciktiğimi sorgulaması... Hayal dünyasında gibiydim.

 

"Toplantı uzun sürdü" Kısık gözlerini çattığı kaşları iyice kısmıştı.

 

"Ne konuşuldu?"

 

"Boşver, güzelim. Genel mevzular" diyerek ayağa kalktım.

 

"Anladım" Dolaba yönelirken gömleğimin düğmelerini açıyordum. Fazlasıyla yorgundum. Şuan bu yorgunluğu hatunuma sarılı halde uyuyarak atmak istiyordum.

 

Geceliklerimi giyinince yatağa girmek için arkamı döndüm. Arjin arkası dönük üzerindeki beyaz sabahlığı çıkarıyordu. Sabahlık bedeninden uzaklaşırken gözlerim bedeninde kilitli kaldı. Dizlerinde biten saten gecelik kar beyazı tenini gözler önüne seriyordu. Vücudumu ateş basarken yutkundum.

 

Arjin bana döndüğünde alev saçan gözlerimle karşılaştı. Baştan aşağı tutkuyla süzdüğümde yanakları al al olmuştu. Yanına yaklaşıp dudaklarına hafif bir öpücük bıraktım. Nefesimi yüzüne bırakırken,

 

"Çok yorgunum, devamı yarın gelecek" dedim, göz kırparak. Dudağının kenarını utançla ısırdı.

 

"Mümkünse hiç gelmesin" Yorgun bir kahkaha attım.

 

"Mümkün değil" Yatağa girdiğimizde Arjin'i kolumun altına alarak kendime çektim. Kafasını göğsüme yaslamış, saçlarını koklayarak uykuya teslim olmak üzereydim.

 

"Fırat, sanki biraz tuhafsın. Bir sorun mu var?"

 

"Yok, yavrum. Sadece yorgunum" Anlatma taraftarı değildim. Canı sıkılsın istemiyordum. Sadece yüzü gülsün, hep mutlu olsun. Bir de benim yanımda olsun...

 

✬✬✬

 

İnsanı asıl yoran; düşüncelerdi. Gece uyumak bedenime iyi gelse de zihnime etki etmemişti. Bir çocuğum olmasını, çocuğumun Arjin'den olmasını isterdim. Kim istemezdi ki, baba olmayı... Ancak bir ihtimal çocuğumuz olmazsa sevdiğimden vazgeçmezdim. Arjin'i sırf soyumu devam ettirsin, aşirete çocuk versin diye sevmemiştim.

 

Çocuk mevzusunun üzerinde durmamın asıl sebebi sığ düşüncelere sahip insanların huzurumu kaçırmalarından korkmamdı. Dün akşam kararımı net olarak belirttiğim için artık hayatıma müdahale etmeye cesaret edemezlerdi. Sadece huzurumuzu bozarlardı. Bunu da istemiyordum. Zar zor elde ettiğimiz huzurun değmeyecek insanlar yüzünden bozulmasına tahammül edemezdim.

 

Diğer takıldığım mevzular; Dicle'nin evliliği ve babamın hapisten çıkması... Aklım almıyordu. Doğup büyüdüğüm topraklarda adalete karşı neden boyun eğilmiyordu? Önceliğim babamın cezasını çekmesi olsa da diğer korkum, eğer babamı hapisten çıkarırsam Arjin bir dakika yanımda durmazdı. Arjin'siz hayat düşünemiyordum, artık. Arjin'i kaybetmeyi de, adalete karşı gelmeyi de istemiyordum.

 

Akşam anneme sinirlenip yanından gitmem iyi olmuştu. Babam ve Dicle'den bahsedildiğini anlatmamam daha doğruydu. Zaten babamı hapisten çıkarmam için baskı yapıyordu, aşiretin de kendisiyle aynı fikirde olduğunu duyarsa iyice başımın etini yerdi. Dicle konusunda da 'kızımı gardaşımın oğluna vermeyeceğim de kime vereceğim?' diyeceğinden adım gibi emindim. En iyisi haberinin olmamasıydı.

 

"Ohoo kime diyorum?" Kalemle önümdeki kağıdı karalarken daldığım, ruhumu bunaltan düşüncelerden Batuhan'ın sesiyle uzaklaştım.

 

"Efendim?"

 

"Arjin'i mi düşünüyorsun?" Sırıtarak masanın yanındaki koltuğa oturdu.

 

"Yok"

 

"Ee, o zaman bu kadar dalacağın ne düşünüyorsun? Dur, bir dakika. Sizin dün akşam aşiret toplantınız vardı. Kesin canını sıkan olaylar döndü"

 

"Avukatım şaşırtmadı" Neyi ima ettiğimi anlayınca tekrar sırıttı.

 

"Boşuna mı okudum, oğlum? Tabi anlayacağım. Söyle bakalım ne oldu?"

 

Koltuğa yaslanarak derin bir nefes çektim, burnumdan akciğerlerime. Cımhatta neler konuşulduğunu en başından anlattım. Batuhan kıpkırmızı kesilmişti. Akşam büründüğüm öfkenin aynısı Batuhan'ı esir almıştı. Bir ara yerinden fırlayıp,

 

"Lan, bunlar ne çeşit insanlar?" diye bağırmıştı. Tepkisi normaldi. Mantıklı düşünen herkes ben ve Batuhan gibi tepkiler verirdi.

 

"Kuma ayrı saçmalık, Dicle'yi evlendirmek istemeleri apayrı saçmalık" Burnundan verdiği nefeslerin sesini duyuyordum.

 

"Hepsi saçmalık, kardeşim"

 

"İzin vermeyeceksin değil mi?" Sanki gözlerinde korku vardı. Ya da bana öyle gelmişti. Bir kez daha Batuhan'ın dostum olmasına şükrettim. Derdimi kendi derdi gibi görüp tepkiler veriyordu.

 

"Hayır. Babam cezasını çekecek. Dicle'yi istemediği kimseye vermeyeceğim. Arjin'le de çocuk mevzusunu konuşacağım. Olursa olur, olmazsa hiç problem değil. Yanımda olsun yeter"

 

"Helal olsun, sana. Yapman gerekenleri yapıyorsun. O bunakların istediklerini yapmalarına izin verme"

 

"Vermeyeceğim. Aksine onları benim istediklerimi yapmaya mahkum edeceğim" Ağalık hiçbir zaman umrumda olmamıştı. Bunu fırsat bilerek istediklerini yapmışlardı. Taviz vermeme zamanı gelmişte geçiyordu.

 

"Ağa olduğun ilk günden beri bunu yapsaydın her şey farklı olurdu, belki. Neyse vardır bir hayır diyelim. Bundan sonra gözünü açacaksın, kardeşim. Hani bahsetmiştin ya bir ağadan. İsmi hıyara benziyordu. O kök söktürüyor, sözünün üstüne söz söylettirmiyor, demiştin. Aynı performansı senden de bekliyorum"

 

"Şîyar Ağa" Adamın ismiyle bile dalga geçmişti. İşi gücü insanlarla eğlenmek, uğraşmaktı.

 

"Aynen"

 

"Neyse konuyu kapatalım. Daha fazla gerilmek istemiyorum"

 

"Onların aklına uyma tamam mı?"

 

"Asla"

 

"Helal olsun kardeşime"

 

"Akşam işin var mı?"

 

"Yok, ne oldu?"

 

"Tamam, iftara bize gel" Gergin yüz hatları gevşedi.

 

"Gelirim, valla"

 

Batuhan'la sohbetimiz bitince odasına gitmişti. Kafamda kaynayan düşünceleri kenara atıp işime odaklandım. Günün ilerleyen saatlerine kadar incelemem gereken ihale dosyalarını incelemiştim. Yorulduğumu hissedince biraz kestirmek için odamdaki uzun koltuğa uzandım. Uykuya dalmak üzereyken telefon çaldı. Önce açmamayı düşünürken Arjin olabileceği aklıma gelince kalkıp masada çalan telefonu elime aldım. Arjin değildi, Macîd Ağa'ydı. Kesin yine sinirimi bozacak bir şey demek için arıyordu. Besmele çekerek açtım.

 

"Neredesin, Fırat?" Gergin sesi birazdan sinirleneceğimin habercisiydi.

 

"Şirketteyim"

 

"Bacımı evermem, diyip madem bize karşı geliyorsun bacına edebiyle evinde oturmayı öğret!"

 

"Ne?"

 

"Koruyup kolladığın bacın, karınla çarşılarda el alemin gözü önünde fink atıyor! Herkes bir yandan laf getiriyor. Bizi zor kullandırmadan git üzerine düşeni yap!" Cümlelerinin ardından telefonun kapanma sesi...

 

Sabır, sabır... Ölümüm bunların elinden olacaktı. Ellerimi saçlarımın arasına koydum, bir müddet sakin kalmaya çalıştım. Nafileydi. Birkaç cümlesiyle cinlerimi tepeme çıkarmıştı.

 

Neye kızacağımı bilmeden az önce öfkeyle koltuğa fırlattığım telefonu alıp Dicle'yi aradım. Çalıyordu, açmıyordu. Arjin'i aradım, o da açmıyordu. Sinirlerim gerilmekten kopacak seviyeye gelmişti. Çarşıya onları Adem'in götürdüğünü varsayarak Adem'i aradım. Şükür ki ilk çalışta açmıştı.

 

"Adem, neredesin?"

 

"Çarşıdayım, Ağam. Arjin Hanım ve Dicle Hanım'ı bekliyorum"

 

"Beklemiyorsun, onları hemen konağa götürüyorsun. Bende geliyorum"

 

"Tamam, ağam"

 

Hızla ve öfkeyle şirketten çıktım. Arkamdan seslenen Batuhan'a bile cevap vermemiştim. Arabayı son sürat sürerek, dakikalar içerisinde konağa vardım. Henüz gelmemişlerdi. Avluya girip sabırla beklemeye başladım. Çok sürmemişti ki gülüş sesleri arasında kapı açıldı. Görüş alanıma giren ilk kişi Arjin olmuştu. Kumru'nun elinden tutmuş, gülerek konuşuyordu. Bu halini görmek içimdeki siniri bir anlık yok etmişti. Gülüşünden öpmek istemiştim. Maalesef oruçlu olmamız ve ortam uygun değildi.

 

"Amcaaa" Beni ilk fark eden Kumru olmuştu. Koşarak yanıma gelince eğilip sımsıkı sarıldım, abimin emanetine. Saçlarına kondurduğum öpücükten sonra parlayan gözleriyle konuşmaya başladı.

 

"Biliyor musun benim bir arkadaşım oldu" Gülümseyerek,

 

"Kimmiş o?" diye sordum. Arkasını dönüp Dicle'yle beraber bizi seyreden Arjin'i işaret etti.

 

"Yengeme hala diyordu. İsmi Yağız'mış. Babası bize dondurmada aldı" Ne diyeceğimi bilememiştim. Cüneyt ve oğlundan bahsediyordu. Miniğim her şeyden habersiz babasının katilinin oğluyla arkadaş olduğuna seviniyordu. Küçücük çocuğa bu konuları açmaya gerek yoktu. Tekrar yanağından öptüm.

 

"Prensesim, sen annenin yanına çık hadi" Minik dudaklarını yanaklarıma değdirdi.

 

"Görüşürüz, amca" Kumru koşarak merdivenleri çıkarken bakışlarımı karşımda bekleyen Arjin ve Dicle'ye diktim. Aklıma Macîd Ağa'nın söyledikleri gelince sinirim yine tavan yaptı.

 

"Neredeydiniz?"

 

"Çarşıdaydık, abicim"

 

"Kimden izin aldınız?" İkisininde kaşları aynı anda çatıldı.

 

"Kocaman insanlarız. Kimseden izin almamıza gerek yok!" Tabi ki de bunu diyen dik başlı hatunumdu. Deli gibi zıtlaşmak istiyordum.

 

"Kocandan izin alacaksın" Gözlerini büyüttü.

 

"Pardon? Kocamsın, sahibim değil!" Gülmemek için yanağımı ısırıyordum. Anlık odağım Arjin olmuşken araya Dicle'nin sesi girdi.

 

"Yürü be, aslan yengem" Ciddi halime bürünerek Dicle'ye döndüm.

 

"Bir daha yanında ben olmadığım sürece konaktan dışarı çıkmıyorsun, Dicle!" Evlilik mevzusu unutulana kadar sıkı yönetim uygulamam mantıklı olandı, galiba. Diğer türlü nasıl baş edeceğimi bilmiyordum.

 

"Şaka mı yapıyorsun, abi?" Dicle şaşkınlığa uğramış yüz ifadesiyle bakıyordu.

 

"Şaka yapar gibi halim mi var?" Dicle'nin yanında Arjin de şaşkın şaşkın bakıyordu.

 

"Fırat, senin ateşin mi var? Saçma sapan konuşuyorsun!" Hatunumun sinirle sorduğu soruya tek kaşımı kaldırarak,

 

"Bilmem, ölç bakalım var mı ateşim?" dedim. Bu kadın tüm dengemi bozuyordu. Ciddi kalmam gerekirken hatunum yüzünden aklım başka yerlere gitmişti. Hatunum kızgın bakışlarını üzerime salarken Dicle'ye döndüm.

 

"Dediğimi unutmuyorsun, Dicle" Yine hatunuma döndüm. "Sizde Arjin Hanım. Bundan sonra bir eksiğiniz olduğunda bana haber veriyorsunuz. Ben götürüyorum sizi istediğiniz yere" Ciddi olduğumu anlasınlar diye kelimeleri tek tek söylemiştim.

 

Dicle cevap vermeden ve yüzüme bakmadan yukarı çıkarken Arjin'in öfkeli bakışları üzerimdeydi.

 

"Bakma öyle" dedim.

 

"Hak ediyorsun!"

 

"Bunu yapmak zorundaydım" Kafasını sağa sola sallayarak ellerindeki poşetlerle odaya gitti. Zorundaydım. Başka türlü nasıl işin içinden çıkacağımı bilmiyordum, bilemiyordum. Kızmakta haklılardı. Geri kafalılar gibi kadınlara baskı uygulayacak insan değildim ancak yine geri kafalı insanlar yüzünden bir süre sıkı yönetim uygulamak zorundaydım.

 

Arjin'in peşinden gittiğimde kapıyı kilitlemiş, odaya almamıştı beni. Toplantıda konuşulanları anlatsam haklı olduğumu anlayacaktı anlamasına da diğer yandan üzülecekti. Ortada çocuğumuz olmayacağına dair sıkıntı yokken kuma mevzusunun geçmesi canını sıkardı. Hatta inadı tutarsa bırakır, giderdi. Bu riski alamazdım.

 

Odaya giremeyince kütüphaneye geldim. Kitaplarla oyalanırken üzerime çöken ağırlıkla uyumuştum.

 

Koluma dokunan eller ve işittiğim sesle gözlerimi açtım. Kumru yere eğilmiş, beni uyandırmaya çalışıyordu.

 

"Amca uyan hadi"

 

"Uyandım, prenses" derken oturur pozisyona geçtim, Kumru'yu kucağıma oturttum.

 

"Ezan okunacakmış, babaannem 'amcanı çağır' dedi" Tatlı tatlı konuşuyordu.

 

"Batuhan Amcan geldi mi?"

 

"Evet, geldi. Amca, yengem ve halam sana küs mü?"

 

"Neden sordun, prenses?"

 

"Çünkü; babaannem yengeme 'kocanı çağır' dedi, banane yaptı. Sonra halama 'abini çağır' dedi, o da 'banane' dedi. Ondan sonra da babaannem bana 'bunlardan hayır yok, sen amcanı çağır' dedi" Bilmiş bilmiş konuşmasına güldüm. Demek hanımefendiler küsmüştü. Kadınlarla uğraşmak sanıldığından daha zordu. Bir tane de değildi, konaktaki tüm kadınların derdini, nazını ben çekiyordum. Sen bana Eyüp Peygamber sabrı ver, Allah'ım!

 

"Küs değiller amcacım, yorgun oldukları için yerlerinden kalkmak istememişlerdir"

 

"Hıı, tamam"

 

Kumru'nun elinden tutarak salona indim. Annem her zaman ki yerine oturmuş, yanındaki koltuğa da Batuhan'ı oturtmuş sohbet ediyorlardı. Rojda Yengem ve Elif Abla'nın oturduğu koltuğun karşısında ise Arjin ve Dicle asık suratlarıyla oturuyordu. Bu kadar takılacakları ne vardı, anlamıyordum. Dışarı çıkmanız yasak, dememiştim. Sadece bensiz çıkmayın demiştim. Ne yani, hanımefendiler beni yanlarında istemiyorlar mıydı?

 

"Fıstık, sen niye bana sarılmadan kaçtın?" Batuhan koltuktan kalkıp yanımıza gelerek Kumru'yu kucağına aldı.

 

"Amcamı uyandırmam lazımdı" Batuhan Kumru'nun cevabına gülerek öpmek için yeltenmişti ki Kumru minik elleriyle ittirdi.

 

"Öpme, Batuhan Amca"

 

"Neden, fıstığım?"

 

"Orucum bozulur"

 

"Kim diyor onu?" Kumru, Batuhan'ın sorusunu cevaplamadan önce Arjin'e ve bana baktı.

 

"Sabah yengem amcama 'öpme, orucum bozulur' diyordu" Kumru'nun sözleri salona bomba gibi düşmüştü. Kıkırtı seslerinin arasından annemin kısık sesle söylediği "Tövbe tövbe" diyişini duymuştum. Arjin'e baktığımdaysa yer yarılsa da yerin dibine girsem modundaydı. Yanakları al al olmuş, gözlerini yummuştu. Bense gülmemek için yanağımı ısırıyordum.

 

Sabah odamızın kapısı önünde Arjin'i öpeceğim sıra geçmişti, bu muhabbet. Kumru ne ara, nasıl duymuştu, bizi? Halasının minyatürüydü. Çok konuşması, lüzumsuzluğu tıpkı halasıydı. Aramızda bir adımlık mesafe bulunan Batuhan yavaşça kulağıma eğilip kısık sesle,

 

"Libidosu yüksek, Fırat Ağa" dedi. Öldürücü bakışlarımı üzerine salınca gülerek arkasını döndü. Arjin'in utanışına içten içe gülerken asıl belaya yakalanan ben olmuştum. Artık Batuhan'ın dilinden kırk sene düşmezdi. Yaktın beni, Kumru.

 

Yemek boyunca Batuhan'ın imalarına maruz kalmıştım. Ah bir evlensin, yapacağımı biliyordum. Diline düşen bir daha kurtulamıyordu. Bir ara bebek mevzusunu açmıştı.

 

"Kardeşim, hayırlısıyla ne zaman baba olursun?" Sorusu sofrada sessizlik üzerimde meraklı bakışlar bırakmıştı. Hatunumsa yanımda kafasını eğmiş, çorbasına bakarken kulaklarını da benden gelecek cevaba odaklatmıştı. Bir işaret vermesi için bacağımı bacağına değdirdiğimde hızla bacağını çekmişti.

 

"Ne zaman nasip olursa" Arjin'e bozulduğumu belli eder tonda konuşmuştum. Annemin çatık kaşlarıyla bakışını umursamadan yemeğime devam etmiştim.

 

Sahura kadar terasta oturmuştuk. Batuhan'ı da göndermemiştik. Daha doğrusu, annem sahura kalması için baya ısrar etmişti. Arjin'le baş başa kalamayışımıza canım sıkılsa da belli etmemiştim. Batuhan'a gündüz veyahut gece fark etmiyordu. Beyefendinin çenesi 7/24 aktifti. Sürekli imalarda bulunmalar, lüzumsuzluk yapmalar...

 

Batuhan gidince odaya resmen uçarak girmiştim. Eşofmanlarımı giyinip Arjin'i beklemeye başladım. Saat kaç olmuştu, hâlâ gelmemişti. Ezan da okunmuştu. Bugünde teninden mahrum kalmıştım. Önemi yoktu, benim için önemli olan yanımda olmasıydı. Kokusunu içime çekmek bile yeterliydi. Hele gülüşü... Gülüşüyle oluşan gamzesinin çukuruna gömülüp sonsuza dek orada kalmak her şeye bedeldi.

 

✬✬✬

 

Hanımefendinin keçi inadı tutmuş, gece ben uyuyana kadar odaya gelmemişti. Büyütülecek ne vardı bir türlü anlayamıyordum. Halbuki tek amacım onların üzülmemesiydi. Hoş, amacımı bilmedikleri için verdikleri tepki normaldi.

 

Bugün planım evde kalıp günümü Arjin'le geçirmekti. Sevdiğim kadının nelerden hoşlandığını, neler yapmayı sevdiğini öğrenmek istiyordum. Sadece kitaplara olan sevdasını biliyordum. Ne yazık ki attığı trip yüzünden hayallerim suya düşmüştü. Suratımı asıp,

 

"Gidiyorum" dediğimde, "Git, ne yapayım" demişti. Sabır çeke çeke konaktan çıkmıştım.

 

Şirkete gitmek yerine rotayı Bağlar'a çevirmiştim. Musa Amca aldığı bıçak darbesinden sonra taburcu olmuş, evinde istirahatteydi. Yaşından ve aldığı darbenin ağırlığından toparlanma süreci uzamıştı. Önemli olan sağlığıydı, iş güç önemsizdi.

 

Musa Amca'nın evine alışveriş yapıp ziyaretine gittim. Kendisini bıçaklayan şerefsizden şikayetçi olmamıştı. Yaşı küçük, mapus köşelerinde sürünmesin, demişti. Merhametine hayran kalmıştım.

 

Zamanında Musa Amca'nın yaptığını bende yapmamış mıydım? Nefret ettiğim, düşmanım bildiğim kadın ölümle cebelleşmeme sebep olduğu halde hayata döner dönmez aldığım baskı sonucu şikayetçi olmamıştım. Şükür ki olmamışım. Büyüklerimin hayatıma tek katkısı, beni Arjin'le evlendirmeleri olmuştu.

 

Hasta ziyaretinin kısası makbul olur hesabı fazla durmamıştım, Musa Amca'nın yanında. Hayır dualarını alarak kalkmıştım. Babamı ziyarete gitmemde gerekiyordu. Son gittiğimde tartışma yaratmamış, gayet normal sohbet etmişti. Aynı modda olmasını umarak cezaevine geldim. Ziyaret odasına gireceğim sırada telefon çaldı. Rojda Yengem arıyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldı. Bir şey olmadığı sürece aramazdı. Kapanmadan aramasını yanıtladım.

 

"Buyur, yenge"

 

"Fırat, acil konağa gel" Telaşlı gelen ses tonu korkuyu içime salmıştı.

 

"Ne oldu, yenge?" Cevabını duymaya korktuğum soruyu sormuştum.

 

"Dicle ve Arjin anamla kavga ediyor. Yarım saattir susturmaya çalışıyoruz, susmuyorlar. Konağı yerinden oynatacaklar, çabuk gel senin sözünü dinlerler"

 

Fırat'ın çektiği dert tasa bitmezdi. Huzurlu yaşamak bana haram kılınmıştı, anlaşılan. Söylene söylene cezaevinden çıktım. Kavganın nedeni neydi bilmiyordum ama mevzu ciddi olmasa yengem aramazdı.

 

Konağa varınca arabadan hızla inip, koşarak merdivenlere yöneldim. Bağırış sesleri buradan duyuluyordu. Hangi sebepten konağı yerinden oynatacak hale getirdiklerini öğrenmek için salona girdiğimde kulağıma Arjin'in söyledikleri dolunca kapının girişinde kalakaldım.

 

"Kuma getirme düşüncesine şimdiden girdiyseniz bir saniye bile durmam burada!" Söylenilen bir cümlenin bile kalp ağrısına sebep olabileceğini şuan anlamıştım. Ağrıyordu, hemde yitirme korkusuyla...

 

Cümlesi biter bitmez arkasını döndü. Kömür gözlerine mavilerim kavuştu. Siyahlarında barındırdığı öfkenin ateşi mavilerimi yakıp geçmişti. Belki saatlerce bakışmıştık. Sonsuza dek bakışlarımızın birbirinde sabit kalmasını istesem de Arjin'in attığı adımla kendime geldim. Az önce söylediği sözü duymamış gibi yapıp, kalbimdeki sancıyı hiçe sayarak,

 

"Ne oluyor, burada?" diye sordum. Gözlerim tüm salonda gezdi. Annem sinir küpüne dönmüş halde Arjin'in karşısındaydı. Hemen yan tarafında kolundan tutan Rojda Yengem, Arjin'in yanındaysa Elif Abla vardı. Dicle koltuğun ucuna oturmuş, başını elleri arasına almış ağlıyordu. Dakikalar önce burada başlayan tartışmanın sebebi apaçık ortadaydı.

 

"Neler olduğunu sen bizden daha iyi biliyorsun, Fırat Ağa!" Arjin delici bakışlarını üzerimden çekmiyordu. Eskiden baktığı gibi bakıyordu. Korku selim hızla büyüyordu.

 

"Açık açık anlatır mısınız?" Donuk vaziyette gözlerinden yaş akıtan Dicle yerinden kalktı, yaşlı gözlerini bana çevirdi.

 

"Abi, beni Adem Abi'yle mi evlendireceksin?" Saçının teline zarar gelecek korkusuyla yaşadığım canımın bir parçası karşımda boynu bükük, ağlamaktan kızarmış gözlerle bakıyordu. İçimden bir şeylerin kopup aktığını hissettim.

 

"Sen nereden öğrendin?" Gözlerine hayal kırıklığı hakim oldu.

 

"Hayır evlendirmeyeceğim, demiyorsun. Abi yalvarırım abi dediğim, sevmediğim adama verme, beni. Yalvarırım" Hıçkırarak yanıma gelmiş, tam ayağımın önünde eğileceği sırada omuzlarından tuttum.

 

"Sakın, Dicle. Ne benim ne de başkasının ayaklarına kapanma!" Kafasını yana yatırırken göz yaşları yüzünden beyaz kazağına dökülüyordu.

 

"Ne olur, abi. Evlenmek istemiyorum" Kollarımın arasına alıp güven verircesine sarıldım.

 

"Evlenmeyeceksin, dilê min. Ağlama kurban olayım, vermeyeceğim istemediğin kimseye" Göğsüme koyduğu başını kaldırıp gözlerimin içine baktı, emin olmak istercesine. Hafifçe başımı sallayıp, gülümsediğimde annemin sert sesi salonda yankılandı.

 

"Senin ağzından çıkanı kulağın duyar mı, Fırat?" Bakışlarımı Dicle'den çekip anneme yönelttim.

 

"Duyuyor, dayê. Kardeşim istemediği kimseyle evlenmeyecek!"

 

"Xalosunun oğluyla evlenmeyip de kimle evlenecektir?"

 

"Dayê uzatma! Aşirete gereken cevabı verdim. Olmayacak, evlilik!"

 

"Olacak diyorsam olacaktır! Bacımın kızını sana alamadım bari kızımı gardaşıma gelin edeyim!" Ortamın gerginliği, annemin söyledikleri tüm sinirlerimi buhrana uğratmıştı. Kollarımı Dicle'nin üzerinden çektim. Birkaç saniye öfkemi kontrol etmeye çalışarak şakalarımı ovdum. Burnumdan verdiğim öfkeli nefeslerin salonda duyulduğundan emindim.

 

"Sakın dayıma 'istemeye gelin' deme, dayê. Eğer bu hataya düşersen bil ki istemeye geldikleri gün konağın kapısından içeri adım atamazlar!" Sert bakışlarımı üzerine diktiğim annemde aynı öfkeyle bana bakıyordu.

 

"Çok değiştin, Fırat" Kafasıyla Arjin'i işaret edip sözlerine devam etti, "Hemde seni ölümden döndüren düşmanın yüzünden" Öfkem kontrol edemeyeceğim düzeye ulaşmıştı. Arjin hışımla yanımdan geçip giderken,

 

"ARJİN BENİM DÜŞMANIM DEĞİL, SEVDİĞİM KADIN! KARIMDIR, RUHUMA IŞIK OLAN KİŞİDİR. BİR DAHA DÜŞMAN LAFINI EDEN KİM OLURSA OLSUN KALBİNİ FENA KIRARIM!" dedim. Ses tonum gereğinden yüksek çıkmıştı. Arjin'in peşinden gitmek için adım atmıştım ki tekrar anneme döndüm.

 

"Son kez söylüyorum; Dicle, Adem'le evlenmeyecek. Bu konuda burada kapandı!"

 

Arkamda annemin öfkeli bakışları ve Dicle'yle beraber diğerlerininde sevinç dolu bakışlarını bırakarak aşağı indim. Arjin elini gözlerinin rengini aldığı kömür karası saçlarının arasına daldırmış odanın içinde ileri geri yürüyordu. Attığı her adım öfkesinin ateşini bırakıyordu. Arjin'in tersi fenaydı, bu yüzden kendi sinirimi yatıştırmam lazımdı. Aksi halde ikimizin öfkesi beraberinde kötü sonuçlar getirebilirdi.

 

"Annem, sana ne söyledi?" Kelimelerimi tane tane çıkarmıştım, ağzımdan. Kaosu başlatanın annem olduğunu anlamamak aptallık olurdu. Sesimi duyana kadar geldiğimi fark etmemiş olmalı ki sesimi duyunca yerinde durmuş, saniyeler sonra keskin bakışlarını bana çevirmişti.

 

"Eğer sana kısa zamanda çocuk vermezsem üzerime kuma getirecekmişsin" Ah ana, Ah! Lafları niye istediğin şekle büründürüp söylüyorsun? Sabır çekerek nefes alırken Arjin aramızdaki mesafeyi kısalttı. Başını ve omuzlarını dikleştirerek benim konuşmama fırsat vermeyerek konuşmaya başladı.

 

"Ortada henüz çocuğumun olmama ihtimali yokken bu düşünceye girdiysen söyle ki daha fazla kapılmadan çekip gideyim!" Kurban olduğum ağzından çıkanı kulağı duyuyor muydu? Benim bu düşüncede olabileceğime nasıl ihtimal veriyordu? Yatıştırmaya çalıştığım öfkem yine ortaya çıktı. Kendime hakim olamayarak ellerimle sertçe kolunu tuttum.

 

"Gerçekten benim bu saçma düşünceyi aklıma getireceğimi mi sanıyorsun?" Mühürlendiğim bakışlarında ufak da olsa değişme yoktu.

 

"Anneme nasıl inanırsın? Sana ölüp biterken sırf soyum devam etsin diye kalkıp başka kadına göz ucuyla dahi bakacak adam mıyım lan ben?" Gözlerindeki öfke yavaş yavaş silinirken,

 

"Ben..." dedi, devamını getiremedi.

 

"Sen burnunun dikine gidiyorsun her seferinde!" Yüzündeki acı çeken ifadeyi fark eder etmez sıktığım kolundaki elimi gevşettim. Lanet olası öfkem yüzünden canını yakmıştım.

 

"Annen..." Az önce aslan gibi kükreyen kadın şimdi kediye dönmüştü.

 

"Bahane üretme! Annemin seni kızdırmak ve kendi istedikleri için konuştuğunu anlamayacak kadar saf değilsin. Hadi bunları da geçtim, sen nasıl inanabildin? Sevgimden şüphen mi var?" Öfkeyle yanıp tutuşan bakışlarının yerini mahcubiyet almıştı. Kafasını eğdiği an diğer elimle hafifçe çenesini tutup tekrar yüzüme sabitledim.

 

"Cevap ver hadi"

 

"Şüphem yok ama annenin söyledikleri zoruma gitti" Kafasını göğsüme yaslarken kollarımla bu şekilde yapışıp kalmak istercesine sımsıkı sarıldım.

 

"Dermanê dilê min, çocuk istemiyorum desen bile ses etmem. Tek isteğim yanımda olman" Derince aldığı nefesin sesini duyarken saçlarını öptüm.

 

"Allah izin verdiği sürece hayatım senin yanında geçecek ve..." Devamını getirmeyince merakla,

 

"Ve?" dedim.

 

"Çocuğumuz olsun istiyorum" Kısık sesle söylediğini bir an yanlış duydum sanarak,

 

"Çocuğumuz mu olsun istiyorsun?" diye sordum.

 

"Hıhı" Sinir, gerginlik, öfke... Hepsi toz olup uçmuş, mutluluktan dört köşe olmuştum. Söyleyeceğini ummadığım sözü söylemesi resmen ayaklarımı yerden kesmişti. Mevzu bahis aşiret veya soyumuzun devam etmesi değildi. İkimize ait, bize özel bir şeyin olmasıydı.

 

Birbirimize sarılmış, konuşmadan odanın ortasında duruyorduk. Arjin'in söylediği sözün etkisinden çıkamamıştım. Bu kulaklarım bunları da duydu ya artık ölsem de gam yemezdim. Çocuğumuzun olması... Hayal dünyasına daldım, Arjin'in kopyası olan bir kızımız olsa ne güzel olurdu. Tıpkı annesi gibi kömür gözlü, beyaz tenli, gözleri gibi kara saçlı bir kızım olmasını deli gibi istiyordum. Bir an beynime dank eden düşünceyle hayal dünyasından çıkarak, kollarımı istemeden Arjin'den çektim.

 

"Üzerine hırkanı al hemen, gidiyoruz" Kavisli kaşlarını merakla çattı.

 

"Nereye?"

 

"Hastaneye" Gözlerindeki merak büyüdü.

 

"Sebep?"

 

"Sağlık durumun hamile kalman için müsait mi kontrol ettirmemiz lazım" Suratı asılırken gözlerinde farklı duygular peyda oldu. "Asma yüzünü, kömür gözlüm. Ağır ameliyatlar geçirdin. Hamile kaldığında süreç nasıl ilerler öğrenmemiz lazım"

 

"Ya sıkıntılı olacaksa?"

 

"Risk almayacağız. Senin sağlığın, her şeyden önemli" Minnetle gülümserken dolaptan hırkasını aldı.

 

Doktorların çıkış saatine yakın hastaneye gelmiştik. Doktorlar hemen muayene odasına almışlardı, Arjin'i. Koridorda sırtımı duvara yaslamış, elimdeki hırkayı burnuma yakın tutarak bekliyordum. Kokusu hırkasına sinmişti, kokladıkça koklayasım geliyordu.

 

"Fırat" Arjin odadan çıkmış, karşımda bekliyordu. Duruşumu dikleştirirken,

 

"Gel, hadi. Diğer doktorun yanına gideceğiz" dedi, içimi ısıtan gülüşüyle.

 

"Geleyim, güzelim" Elimi tutması için uzattığımda tereddüt etmeden tuttu, koridorun sonunda bulunan odaya doğru yürüdük. Arjin'in ayağa kalkması için yurt dışından getirttiğimiz doktorla beraber ameliyata giren diğer doktorun odasındaydık. Hal hatır sorduktan sonra asıl konuya girdi.

 

"Asistanlarım durumu az önce belirtti. Çocuk sahibi olmak istiyormuşsunuz" İkimizde aynı anda kafamızı salladık.

 

"Evet, Enes Bey" dedim.

 

"Şuan ön gördüğümüz tek sıkıntı, geçirdiğiniz ameliyatlardan kaynaklı. Hamilelik sürecinde bu ameliyatların etkisiyle belinizde zorlayıcı ağrılar yaşama ihtimaliniz çok yüksek. Bunun dışında hamileliğinize engel herhangi bir probleminiz yok"

 

"Yaşayacağı ağrılar hayatını kısıtlar mı?" Sorduğum soruyu duyan Enes Bey kafasını salladı.

 

"Maalesef, Fırat Bey. Bebek rahimde büyüdükçe omurganın taşıdığı yük artacak. Arjin Hanım'ın durumu malum olduğu için hamilelik süresince oluşacak normal ağrılardan daha şiddetli ağrılar yaşayabilir" Aldığım cevaptan sonra Arjin'e baktım. Benim içimi endişe kaplarken onun yüzünde mimik oynamıyordu.

 

"Eşimin sağlığı her şeyden önemli. Çocuk için aylarca acı çekmesini istemiyorum" Konuşurken gözlerinin içine bakıyordum. Zoraki bir gülümsemeyle,

 

"Sonunda mutluluk getirecek tatlı acılar olur" dedi. Bir kez daha şükrettim, varlığına. Daha ne kadar sevebilirim dediğim her an yaptığıyla, söylediğiyle sevgimi ikiye katlıyordu.

 

Doktorun yanından çıkınca eve gitmek istememiştim. Geçen gün cımhat yüzünden baş başa yemek yeme planım iptal olmuştu. İftara az kaldığı için planımı bugün uygulamak istemiştim. Yemeklerinin ve manzarasının şahane olduğu restorantlardan birine gelmiştik. Aslında manzaranın önemi yoktu. Benim tek manzaram Arjin'imdi. Rüzgarda salınan o saçlarını, gülünce kısılan o kara gözlerini, ruhuma huzur veren hareketlerini bıkmadan saatlerce seyredebilirdim.

 

"Fırat Bey, istediğiniz başka bir şey var mıydı?" Odağımı garsonun sesi bozmuştu. Bakışlarımı hatunumdan çekmeden,

 

"Benim yok, senin var mı güzelim?" dedim, Arjin'ime. Başımızda bekleyen kadın garsona ters ters baktıktan sonra,

 

"Anlaşılan, burada isteği önemli olan tek kişi sensin. Benim ne istediğimin önemi yok" dedi. Hayretle, çattığı kaşların altındaki yüz ifadesini inceledim. Saniyeler öncesine kadar benimle gülerek sohbet ediyorken birden somurtmaya başlamıştı.

 

"Peki, o halde. İstediğiniz bir şey olursa seslenirsiniz, Fırat Bey" Yanımızdan uzaklaşan garsona öldürücü bakışlar yollamıştı.

 

"Hadsiz" Kısık sesle söylediğini duyunca şaşkınlığım arttı.

 

"Güzelim, kadına neden öyle diyorsun?"

 

"Geldiğimizden beri işini gücünü bırakmış sana kırıtıyor" Dudağım gülmek için kıvrılırken,

 

"Kıskandın mı?" dedim. Gözlerini kaçırdı.

 

"Ne alakası var?"

 

"Çok alakası var, bence" Hıhlayarak omuz silkti. Restoranın terasında oturduğumuz için esen rüzgar saçlarını savurup duruyordu. Titrediğini fark edince,

 

"Üşüyorsan içeri girelim" dedim.

 

"Burası iyi"

 

Yemek boyunca garson yanımıza gelip gitmişti. Her geldiğinde Arjin'in gözlerindeki öldürme isteği artıyordu. Ben kadının yüzüne dahi bakmazken neyin sinirini yaşıyordu anlamış değildim. Yemek sonrası diğer garsonlar masayı toplarken yine aynı kadın gelmişti.

 

"Fırat Bey, her zamanki gibi kahve mi getirelim?" Sormaz olaydın, sorunu. Hırçın hatunum nefeslerini burnundan vermeye başlamış, matkap misali delici bakışlarını kadının üzerine dikmişti.

 

"Pardon? Her zamanki gibi derken?" Kıskanıyordu, inkar etse de deli gibi kıskandığı attığı bakışlardan belliydi. Beni kıskanıyor olması hoşuma gitmişti.

 

"Her geldiğinde yemek sonrası kahve içiyor, bu yüzden sordum hanımefendi" Sinirden dudaklarını ısırıyordu. İçimde o dudakları öpme dürtüsü oluştu. Eğer biraz daha bu şekilde bakarsa bulunduğumuz ortamı görmezden gelip içsel dürtüme engel olamayacaktım.

 

"Evet, Eda. Ben kahve alayım, her zaman ki gibi olsun" Sırf Arjin'i kıskandırmak için geldiğimizden beri yüzüne bakmadığım kadına sahte bir gülümsemeyle bakmıştım. Bakmaz olsaydım, Arjin'in kıskanmakta haklı olduğuna bizzat emin olmuştum. Kadın beni yiyecek gibi bakıyordu. Gülüşümü silerek önüme döndüğümdeyse Arjin'in öfkeden resmen lav püskürten gözleriyle karşı karşıya geldim.

 

"Hanımefendi ne alırdı?" Öfkeli bakışlarını üzerimden çekip ayağa kalktı.

 

"Hiçbir şey!" Çantasını ve hırkasını alarak masadan uzaklaştı. Hayretler içerisinde bakakalmıştım. Bu kadar kıskanacağını tahmin edememiştim. Arjin aşağı inmeden yerimden fırladım. Cebimden para demeti çıkarıp masaya atarak,

 

"Üstü kalsın" dedim ve Arjin'in peşinden koştum. Yanına vardığımda restoranttan çıkmıştı. Kolunu yavaşça tutarak kendime çevirdim.

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

"Eve!" Öfkesi sesine karışmıştı.

 

"Kahvemizi içip gitseydik" Çeneme hakim olamıyordum. Kızdırmak hoşuma gidiyordu.

 

"Git iç sen kahveni Eda'cınla!" Dayanamayıp büyük bir kahkaha attım.

 

"Ulan senin kıskançlığını yerim" Kolunu elimden kurtarıp gitmek için arkasını döndü.

 

"Saçmalama, kıskanmıyorum. Başım ağrıyor sadece"

 

"Tabi, tabi"

 

Yol boyunca ağzını bıçak açmadı. Hatta dönüp yüzüme dahi bakmadı. Konağa geldiğimizde jet gibi bir hızla arabadan indi. Hızına yetişemesem de peşinden seri adımlarla ilerledim. Arkasından odaya gireceğim sıra kapıyı sertçe yüzüme kapattı. Neye uğradığıma şaşırmıştım. Kıskanç hali ayrı zulümmüş. İlk defa bu haline tanık olduğumdan ne yapacağımı kestiremiyordum.

 

Kilit sesi duyulmayınca kapıyı açtım. Çantasını yere fırlatmış, üzerindeki hırkayı söylene söylene çıkarıyordu. Kapıyı kilitleyerek anahtarı cebime koydum. Şimdi sinirli haliyle yanımda durmaz, kaçar giderdi. Ya sinirinden geldiğimi fark etmemişti ya da bilerek dönüp bakmıyordu. Ceketimi çıkarıp aynalığın önüne bıraktım. Dolaptan kıyafet çıkaran hırçın hatunuma yaklaşarak kollarımı beline doladım.

 

"Kıskanmanı gerektirecek bir durum yoktu" Dirseğiyle karnıma vurunca anlık refleksle kollarımı belinden çekmiştim. Bana döndüğünde bu sefer daha sıkı ve tutkuyla sarmıştım belini.

 

"Bırak, kıskanmıyorum!"

 

"Kıskanıyorsun"

 

"Kıskanmıyorum, dedim!"

 

"Gözlerin ve hareketlerin tam tersini söylüyor" Kokusu ciğerlerime dolunca sesim fısıltı halinde çıkmıştı. Bir an duraksadı, gözlerini yumarak kokumu soludu. Gözlerini açtığında öfke yok olmuştu.

 

"Evet, kıskanıyorum. Tamam mı? Sevdiğimi başka kadınlardan kıskanıyorum!" Yürek mi yemişti? Söyleyeceğine dair umudum olmayan sözleri söylemesi dumura uğratmıştı. Seviyorum, demişti. Benim defalarca söylememe rağmen doğrudan 'seni seviyorum' dememişti, bu zamana kadar.

 

"Ne dedin sen?" Hipnoz olmuş gibiydim.

 

"Kıskanıyorum, dedim!" Kesinlikle ne söylediğinin farkında değildi. Farkında olsa utançtan kıpkırmızı kesilirdi.

 

"Neden kıskanıyorsun?" Yüzüne doğru fısıldarken alnımı alnına dayamıştım.

 

"Sevdiğim için, var mı itirazın?" Sevdiğini söylerken bile dikleniyordu. Dengesiz ve hırçındı. Sadece bana ait, bana özeldi.

 

"Var" Anlamsız bakışlarını görünce sebebini açıkladım.

 

"Kaç gündür sana hasret kaldım, hatun. Yanıyorum" Büyüyen göz bebeklerini umursamadan dudaklarına mühürlendim. Arzum doyumsuzdu. Biliyordum ki, ben bu kadına hiçbir zaman doyamayacaktım. Aksine, sevdam ve tutkumun büyüyüş hızına yetişemeyecektim.

 

 

 

 

Loading...
0%