Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

Kalbim kaburgalarımın altına sığmaz olmuştu, seni seviyorum dediği andan beri. Kalbimi kaburgalarımla değilde teniyle örtmek istiyordum. Aynı şekilde yoluna dünyayı yakacağım kalbini de ben sarmalamak istiyordum.

 

Sevginin hangi boyutunu yaşadığımızı bilmiyordum. Bildiğim tek şey; birbirimizi tamamladığımızdı. Aksi halde nefretin peşinden sevgiyi getirmemiz imkansız olurdu.

 

Üzerinde bornozla banyodan çıktığını görünce uzandığım yataktan kalktım. Doyamıyordum. Doyumsuzluğum kesinlikle bedensel ihtiyaç değildi. Sevmeye ve kokusunda, bakışlarında huzur bulmaya doyamıyordum.

 

"Alacağın olsun, bensiz duş aldın" Tek elimle belini kavrarken bakışları gözlerim yerine göğsüme sabitlenmişti. Yutkundu, parmaklarını kalbimin birkaç santim altında gezdirmeye başladı.

 

"Ağrıdığı zamanlar oluyor mu?" Vurduğu yerde kalan izin üzerindeydi, parmakları. Ne zaman görse, pişmanlıkla, hüzünle bakıyordu. Bu izi kapattırmam lazımdı. Kıyamazdım, üzülmesine. Geçmişimizin verdiği acıları belki unutturamazdım fakat sürekli geçmişimizi hatırlatacak kalıntıları yok edebilirdim.

 

"Olmuyor, güzelim" Üzgün bakışlarını görmek istemiyordum, sıkıca sarıldım. Kafasındaki havluyu çekerek saçlarını özgürlüğe, ciğerlerimi huzur bulduğum kokusuna kavuşturdum. Kokusunu içime çekerken kulağına fısıldadım.

 

"Bir daha söylesene"

 

"Neyi?"

 

"Beni sevdiğini" Tüm gücüyle beni geriye itti.

 

"Yüz verdik, astar isteme sende" Sırıtırak üzerine yürüdüm. Ben ona doğru adım attıkça o da geri geri gidiyordu.

 

"Bir kez daha söylesen ne olur ki?" Kısacık mesafeyi aştığımda sırtı duvarla buluşmuştu. Sol elimi omzunun üzerinden duvara koyarken sağ elimle de bornozun kuşağını açmaya çalışıyordum. Ne yaptığımın farkına varır varmaz kara gözlerini büyüttü. İki eliyle, kuşağın son düğümünü açmaya çalışan elime engel oldu.

 

"Çeker misin, elini?" Dilimi damağıma vurarak 'cık' sesi çıkardım.

 

"Arsızlık yapma! Bedenini ve elini çek üzerimden"

 

"Seni seviyorum dersen çekilirim" Yüzüme yayılan nefesini burnundan bırakmıştı. Burnunun ucuna minik bir öpücük kondurdum.

 

"Gerçekten arsızsın. İki saattir aynı cümleyi söylettirmekten bıkmadın mı?" Hitabına karşın arsızca güldüm.

 

"Sabaha kadar söyle yine bıkmam" Göz devirdi.

 

"Hadi, çekil. Üzerimi giyineyim, sahur yapacağız"

 

"Hocam bir soru sorabilir miyim?" Cevap vermek yerine bakışlarıyla 'sor' komutu verdi.

 

"Sahurda yemek niyetine seni yesem orucum kabul olur mu?" Gülerek kafasını sağa çevirdi.

 

"Olmaz" Güldüğü ağzını öpmek için eğildiğimde fırsattan istifade kaçtı ve yüzümü duvarla buluşturdu. Duvara çarpınca acıyan burnumu parmaklarımla ovarken,

 

"Arsızlığının cezası" dedi.

 

"Arsızlığımın tek sebebi sensin"

 

"Uydurma"

 

"Yo, uydurmuyorum. Eskiden hiç böyle birisi değildim. Senin yüzünden hem çenem açıldı hem arsız oldum" Dolabın kapağını kapatıp bana dönünce dudağını sağ yanağına doğru kıvırdı.

 

"Çenen ve arsızlığın baş edilemez boyuta ulaştı" Konuşmama müsaade etmeden "Ayrıca..." dedi ve elindeki kıyafetleri yatağa fırlattı. Gözlerini kısarak yavaş yavaş üzerime gelmeye başladı. Aradaki birkaç adımlık mesafeyi kapatınca tek eliyle omzuma dokunarak duvara çarptı, beni. Her seferinde bu duvara yaslanan kişi Arjin, bir karışlık mesafeyle karşısında duran ben oluyorken şimdi tam tersi olmuştu. Rutin değişiyordu, galiba. Baş parmağıyla göğsüme sertçe dokundu. Yüz ifadeside sert duruyordu. Ya da sert görünme çalışıyordu. Ne yapmaya çalışıyordu ki?

 

"Kendimi kollarına bıraktım diye yaptığını unuttum sanma"

 

"Ne yapmışım?"

 

"Restoranda garson denen yelloza kur yaptın!" Hayretle göz bebeklerimi büyüttüm.

 

"Kur yapmadım ki"

 

"Înkar etme!" Parmağını göğsümden çekip dudaklarımın üzerinde gezdirmeye koyuldu. Temasıyla vücudum titredi. "Eğer bu dudaklar bir daha başka kadına gülecek olursa, gülmeyi geçtim konuşamayacak hale getiririm!" Ses tonu ve dokunuşları baştan çıkarıcıydı. Dayanamadım, kollarından tutup seri bir hareketle yerlerimizi değiştirdim. Yüzüne eğilince,

 

"Nasıl yaparsın, mesela?" diye sordum.

 

"İğneyle dikmek birinci ihtimal olabilir" Hâlâ dikleniyordu.

 

"İğne değil de dudaklarınla dudaklarımı kapatabilirsin"

 

"O ceza olmaz, sana" Kafamı sallayıp dudağının kenarından öptüm.

 

"Senden başkasına ne bu gözler bakar, ne de bu dudaklar güler, dermanê dilê min" İstediğini elde etmişcesine gülümseyip kıyafetlerini giyinmeye gitti. Arkasından tebessümle baktım. Seviyordum, sevmeyeceğime yeminler ettiğim kadını deli gibi seviyordum.

 

✬✬✬

 

Huzurlu uykumdan uyandıran telefonun zil sesi olmuştu. Tek gözümü zoraki açarak elimi komodine uzattım. Kimin aradığına bakmadan direkt aramayı yanıtlayıp,

 

"Alo" dedim, uykulu sesimle.

 

"Uyuyor muydun?" Karşıdan gelen ses Yusuf'a aitti.

 

"Hı"

 

"Kusura bakma uyandırdım ama haber ver dediğin için aradım" Konuşması bir an önce bitsede uykuma devam etseydim.

 

"Söyle, Yusuf"

 

"Jiyan Ağa, babamı çağırmış. Babam az önce Jîyan Ağa'nın yanına gitti" Kapalı olan gözümü de açarak doğruldum. Doğrulurken göğsümde uyuyan Arjin'i fark edememiştim. Telaşla uyanmıştı. Aramayı sessize alarak hatunumun alnını öptüm.

 

"Özür dilerim"

 

"Önemli değil, bir an sarsılınca korktum" Tekrar kafasını göğsüme yaslayınca aramaya döndüm.

 

"Tamam, kardeşim. Sağ ol aradığın için" Yusuf'a teşekkürümü edip telefonu kapattım.

 

"O kimdi?" Telefonu komodinin üzerine bırakırken hatunumun sorusunu cevapladım.

 

"Macîd Ağa'nın oğlu"

 

"Ne olmuş ki sabah sabah arıyor?" Canı sıkılsın istemiyordum. Mecbur yalana sığınacaktım.

 

"Birkaç aile varmış, yardım yapılacak. Onları haber verdi"

 

"Kalbin çok güzel. Sanki sadece iyilik yapmak için var olmuş" İltifatı sevindirse de yalan söylemiş olmam canımı sıkmıştı.

 

Aklımda Macîd Ağa ve Jîyan Ağa'nın neler çevirdiğine dair düşüncelerle tekrar uykuya dalma çabasındayken parmaklarım hatunumun saçlarında geziniyordu. Uykuya teslim olmuştum ki bu sefer de hatunumun sesi uykudan kopardı.

 

"İş mevzusu ne oldu?"

 

"Aklımda, güzelim. Halledeceğim"

 

"Sana güveniyorum" Alnına öpücüğümü bırakıp, huzur bulduğum kadına sarılarak yeniden uykuya teslim oldum.

 

✬✬✬

 

"Valla neler çevirdiklerini öğrenemedim" Karşımda konuşan Yusuf'u dinlerken gerginlikle alnımı sıvazladım.

 

"Benim adımda Fırat'sa bunlar arkamdan iş çeviriyor"

 

"Niye bu kadar kastın ki? Belki başka bir şeydir" Batuhan'a çevirdim, kafamı.

 

"İçim rahat değil"

 

"Kardeşim, sıkma canını. Öğrenir öğrenmez haber vereceğim" Yusuf'u onaylar şekilde başımı salladım.

 

"Fırado canını sıkacağın yerde karını alıp tatile gitsene"

 

"Batuhan doğru diyor, kardeşim. Zor dönemlerden geçtiniz. Kafa dağıtmaya ihtiyacınız var"

 

"Güzel fikir, aslında"

 

"Benden çıktı, sonuçta" Batuhan gömleğinin yakasını düzeltirken duruşunu dikleştirdi.

 

"Arjin'e sorayım, gidelim derse ayarlayalım"

 

"Kılıbık Fırado" Batuhan'ın gülerek söylediği hitaba Yusuf da gülünce masamda duran su şişesini Batuhan'a fırlattım.

 

"Kılıbık ne demek lan!?" Su şişesini kafasına çarpmadan havada yakaladı.

 

"Kısacası, senin gibi karısından korkan erkeklere deniliyor, kardeşim"

 

"Ben karımdan mı korkuyorum?"

 

"Korkmak ne kelime, altına ediyorsun" İkisi kahkaha atınca hızla ayağa kalktım, Batuhan'ın üzerine doğru yürürken Batuhan da kalkmış kapıya doğru kaçıyordu.

 

"Ulan, o dilini keserim"

 

"Doğruları duymak her zaman acı gelir, patron" Yanına varamadan odadan çıkmıştı. Beyefendinin işi gücü itlik yapmaktı. Karıma değer veriyorum diye kılıbık olacak değildim, ya.

 

Bir saattir bilgisayardan tatil mekanlarına bakıyordum. Her yer birbirinden güzeldi, nereyi seçeceğime karar verememiştim. Sürpriz yapacağım için hatunuma da soramıyordum.

 

"Geleyim mi?" Ekrandaki fotoğrafı incelerken Batuhan açtığı kapıdan seslenmişti. Kafamı kaldırmadan elimle gel işareti yaptım.

 

"Neye bakıyorsun?"

 

"Tatil mekanlarına"

 

"Seçebildin mi, bir yer?"

 

"Kararsız kaldım" Başımda dikilip benim kaydırdığım sayfalara bakmaya başladı.

 

"Arjin'e sordun mu?"

 

"Sürpriz yapacağım"

 

"Hem kılıbık hem romantik" Dirseğimle karnına sert bir darbe indirince "Hem de sert" dedi. Tek kelimeyle, arsızdı.

 

"Başına ne gelirse çenen yüzünden gelir, Batuhan"

 

"Hani avukatım ya, çeneminde çalışması lazım"

 

"Senin çene gereğinden fazla ve boş çalışıyor" Omuz silkip bilgisayardaki fotoğrafları incelemeye devam etti.

 

"Rize'ye gidin"

 

"Uzak kalır"

 

"Uçakla gidersiniz" Açtığı fotoğrafa hayranlıkla baktım. Karadeniz'in yeşillikleri arasında dere kenarında duran minik bungalov evler göz kamaştırıcı duruyordu.

 

"Arjin'de beğenir mi ki?"

 

"Ben ne bileyim? Senin karın, sen daha iyi bilirsin"

 

"Neyi sevip sevmediğini bilmiyorum"

 

"O halde tatili iyi değerlendireceksin"

 

"Öyle yapacağım"

 

"Ne zaman gidersiniz?" Koltuğuma yaslandım.

 

"Bayramdan sonra"

 

"Daha iyi olur. Bayrama da birkaç gün kaldı, zaten" Çaktırmadan sırıttığını fark edince,

 

"Lüzumsuzluk için çalışan o aklına yine ne geldi de gülüyorsun?" diye sordum. Sırıtışı büyürken sorumu cevapladı.

 

"Tatil niyetine ateşli bir balayı geçirirsiniz" Vuracağım sırada geri geri gitti.

 

"Oğlum derdin ne, benle uğraşıyorsun?"

 

"Kasap sevdiği postu yerden yere vururmuş, Fırado"

 

"Başlatma sevgine! Hep bel altı vuruyorsun, ben sana vurursam görürsün o zaman"

 

"Vurursun, abicim vurursun. Ayrıca, geçen gün Kumru'nun dediğini unutmadım" Kaşlarımı çatınca neyi ima ettiğini anlamadığımı fark etti, cümlesine devam etti. "Karını öpmeye çalışırken ufaklığa yakalanmışsın"

 

"Halası kılıklı, ne zaman nereden çıkacağı belli olmuyor" Gülerek büyük koltuğa yayılarak oturdu.

 

Tatil planım hakkında konuşurken konudan saparak aklıma gelen soruyu sordum.

 

"Mehtap Hanım'la konuştun mu?" Elini alnına vurarak ayağa kalktı.

 

"Abi ben söylemeyi unuttum"

 

"Konuşmadın mı?"

 

"Konuştum, konuştum. Bizi bekliyordu"

 

"Şimdi mi söylüyorsun?" derken, bende yerimden kalktım.

 

"Akıl mı bırakıyorsun adamda, Fırado"

 

"Boş yapmaktan unuttum demiyorsun da" Batuhan'a söylenerek ceketimi giyindim.

 

Şirkete fazla uzak olmayan Kız Meslek Lisesi'ne gelmiştik. Arjin'ime verdiğim sözü tutma zamanıydı. Haklıydı, boşuna okumamıştı. Okuduğu senelerin karşılığını almak en doğal hakkıydı.

 

"Hoş geldiniz" Bizi kapıda karşılayan Mehtap Hanım'a elimi uzatırken,

 

"Hoş bulduk" dedim. Benden sonra Batuhan'da tokalaşınca müdür odasına girmiştik.

 

"Başınıza gelmeyen kalmamış, Fırat Bey. Çok geçmiş olsun. Umarım artık her şey yolundadır" Anlaşılan yaşadıklarımızı Diyarbakır'da duymayan kalmamıştı.

 

"Sağ olun, hocam. Sizler nasılsınız?" Masanın iki yanında duran koltuklardan birine ben, diğerine Batuhan oturdu. Mehtap Hanım da kendi koltuğuna oturmuş gülümseyerek bize bakıyordu.

 

"Her halimize şükür"

 

"Hocam, emekli olmayı düşünmüyor musunuz?" Batuhan'ın sorusunu duyar duymaz uyarıcı bakışlarımı üzerine yolladım. Kafasını ne var dercesine salladı. En olmadık yerlerde lüzumsuzluğunun zirveye ulaşması beni deli ediyordu.

 

"Şuanlık düşünmüyorum" Mehtap Hanım'ın samimi gülüşünden bozulmadığını anladım. Batuhan'ın lüzumsuz soruları eşliğinde dakikaları devirmiştik. Oruçken hiç çekilmiyordu.

 

"Batuhan Bey'in telefonda bahsettiğine göre eşiniz edebiyat mezunuymuş" Kadın, Batuhan'ın çenesinden sıkılmış olmalı ki bana dönüp konuyu değiştirmişti.

 

"Evet"

 

"Öğrenci sayımız arttığı için öğretmene ihtiyacımız vardı, bizimde. Tam zamanında geldiniz"

 

"Şanslıymışız"

 

"Bildiğim kadarıyla daha önce öğretmenlik yapmadı, değil mi?"

 

"Hayır, maalesef"

 

"Sorun değil. Sonuçta herkes bir yerlerden başlayarak deneyim elde ediyor"

 

"Haklısınız" Batuhan'la aynı anda konuşmuştuk.

 

"Sizin için de uygun olursa bayram sonrası göreve başlayabilir" Minnetle gülümsedim.

 

"Uygundur, hocam. Çok teşekkür ederiz"

 

Bir süre daha hatunumun işi hakkında konuştuk. Hırçın hatunum Edebiyat Öğretmeni olacaktı. Eminim ki işini hakkını vererek, alnının akıyla yapacaktı. Güvenim sonsuzdu, tıpkı sevgim gibi...

 

"Öğrencilere acıdım, şimdi" Okuldan çıkmış, arabaya doğru yürürken Batuhan'ın söylemek istediğini anlayamadım.

 

"Sebep?"

 

"Arjin Yenge biraz asabi ya, kök söktürür öğrencilere" Kızmam gerekirken gülmüştüm. İstemeden de olsa hak vermiştim, söylediğine.

 

"Her şey eğitim için" dedim, gülerek. Arabanın şoför koltuğuna oturduğumda Batuhan'da yan tarafıma oturmuş, hâlâ gülüyordu. "Şirkete mi gideceksin?"

 

"Evet, sen nereye gideceksin?"

 

"Eve"

 

"Eskiden eve gitmemek için geç saatlere kadar şirkette dururdun. Şimdi tam tersi oldu"

 

"İyi ki oldu" Hatunumu özlediğimi hissettim. Bir an önce eve gidip meftunu olduğum kadını görmek istiyordum.

 

Eve geldiğimde yapılan hazırlıkları görünce ablamların iftara geleceğini hatırladım. Hafızam artık Arjin'den başkasını not almıyordu. Bir zamanlar ruhuma ve zihnime kodladığı acıyı söküp atmış, yerini Arjin'e devretmişti.

 

"Bıktım, valla" Masaya peçete dizerken oflayan kardeşime gözlerimi kısarak baktım.

 

"Neyden bıktınız, Dicle Hanım?"

 

"Her gün misafir ağırlamaktan"

 

"Görende tek başına ağırlıyorsun sanır"

 

"Karında bir işe yarasa" Annemin yan koltuktan söylenişini duyunca kafamı sağa sola salladım. Duymamış gibi yapacaktım. Aksi halde hemen tartışma moduna girerdi. Babam hapse girdiğinden beri çekilemeyecek boyutta öfkeye sahip olmuştu.

 

Annemin söylentileri devam edince terasa çıkıp misafirleri beklemeye başlamıştım. Halbuki Arjin'de mutfakta evin çalışanlarına yardım ediyordu. Söylenmekte haksızdı. Bir kere kinlenmişti ya, Arjin ağzıyla kuş tutsa yine yaranamazdı. Zaten Arjin'de yaranmak için kılını dahi kıpırdatmazdı.

 

İftara az kala misafirlerimiz gelmişti. Berzan Ağa ve diğer büyüklerle tokalaştıktan sonra yeğenlerimle hasret giderdim. Berzan Ağa ve eniştemle sohbet ederken küçük yeğenim Suna kucağımdaydı. Bir yandan onunla oynuyordum. Ufaklığımın her gıdıklayışımda minik ağzıyla kocaman gülüşü içimi ısıtıyordu.

 

"Eee Fırat, artık kendi çocuğunu da mı alsan kucağına" Enişteme cevap vermeden önce Suna'nın yanağını öptüm.

 

"Nasip"

 

"Olacak, inşallah hayırlısıyla" Berzan Ağa'nın duasına içimden 'amin' demiştim. Babalık duygusunu tatmayı, sevdiğim kadınla çocuğumuza bakmayı, beraber vakit geçirmeyi çok istiyordum.

 

Arjin'den;

 

Başladığım noktadaki kendime fazlasıyla yabancıydım. İntikam denen zehri soluduğum zamanki halimle şimdiki halim arasında dağlar kadar fark vardı.

 

Değişmeyeceğine inandığım sert yüz ifadem hayatıma ışık saçan adamı gördüğünde tebessümle doluyordu. Şimdiki halimden şikayetçi değildim, aksine günlerimi şükürlerle geçiriyordum.

 

Yine yüzümü tebessüm kaplamıştı. Karşımda duran manzara yüreğimi ısıtıyordu. Profesyonel ressamların bile çizemeyeceği eşsiz bir manzaraydı.

 

Ablasının kızını kucağından indirmiyordu. İsmini yeni öğrendiğim Suna'ysa dayısına sevgiyle sarılmış, heyecanla konuşuyordu. Fırat'ın pür dikkat dinleyişini hayranlıkla seyrediyordum. Baba olsa aynı sevgiyi kendi çocuğuna göstereceğinden şüphem yoktu. Gönlümden geçen duamı ederken göz göze gelmiştik. Acaba aynı şeyi mi düşünüyorduk?

 

Fırat'ın ablası Nujin'e ısınamıyordum. İkimizde birbirimize karşı mesafeliydik. Bir ara annesiyle yan yana oturmuş, bana bakarak kısık sesle konuşmuşlardı. Ters laf etmemek için yerimde zor durmuştum. Bana kalsa ağzının payını verirdim ama arada Fırat vardı. Onun için susmuştum.

 

Gittiklerinde derin bir nefes aldım. Nujin'in kayınvalidesinin sorularından bunalmıştım. Çocuk muhabbeti yapıp durmuştu. 'Aşiretin hanımağasısın, tez vakitte gebe kalman gerekir' diyip durmuştu. Bu zihniyete sahip insanlara inat çocuk doğurmama düşüncesi zihnime girse de geri tepmiştim.

 

"Arjin'im" Elif Abla'mın sesini duyunca elimdeki kirli bardakları Esma'ya uzatıp mutfağa giren ablama döndüm.

 

"Efendim, abla?"

 

"Kuzum, Fırat kütüphaneye geçti. İşi yoksa kahve yapabilir mi, diyor"

 

"Yaparım. Sanada yapayım mı, ablam?" Gülümsedi.

 

"Sağ ol, kuzum. Siz baş başa için" Sözlerine utangaç bir gülümseyle karşılık verdim. Şuanki huzurlu süren hayatımda Elif Abla'mın payı büyüktü. Onun sayesinde bakış açım, düşüncelerim değişmişti. Ne yapsam hakkını ödeyemeyeceğimi bilsemde yüzündeki tebessümün silinmemesi için elimden gelenin fazlasını yapacaktım.

 

Fırat'la kendime yaptığım kahveleri tepsiye koyup kütüphaneye çıktım. Fırat koltuğa uzanmış, kitap okuyordu. Geldiğimi fark etmeyince,

 

"Kahveniz geldi, Fırat Ağa" dedim. Kitabı dikkatle kapatarak mest olduğum bakışlarını bana çevirdi, doğrulup ayağa kalktı.

 

"Bakarken kıyamamak mı, yoksa baktıkça doyamamak mıdır aşk?" Özdemir Asaf'ın alıntısını söyleyince dudak kenarlarım iki yana kıvrıldı.

 

"İkisi de aşkı tanımlamaya yetersiz kalır" Tepsiyi sehpaya bıraktığımda Fırat yanıma geldi. Ellerini belimin kenarlarına koyarken alnını alnıma yasladı, siyahlarımla mavileri birbirine kavuştu.

 

"Seni seviyorum, hatun"

 

"Seni seviyorum, kaderamın"

 

"Gerçek aşkı yaşattığın için teşekkür ederim"

 

"Adını dahi bilmediğim duyguları yaşatarak öğrettiğin için teşekkür ederim" Birisi duyacakmış gibi kısık sesle konuşuyorduk.

 

Kalplerimizi ısıtan sözlerden sonra meftunu olduğum adamın dudaklarını dudaklarımda hissettim. Yavaşça değen dudaklarına karşılık vermeye başlamıştım ki beklemediğim bir şey yaptı, geri çekildi. Susuz kalmış bedevi misali durduğuma yemin edebilirdim.

 

"Önce kahvelerimizi içelim, konuşacaklarım var. Sonra odamıza iner, kaldığımız yerden devam ederiz güzelim" Umursamaz gibi görünerek omuz silktim. Kahvemi tepsiden alıp kanepeye oturdum. Fırat da kahvesini alınca yanıma oturdu. Kahveden birkaç yudum aldı.

 

"Kahveye parmağını mı soktun?"

 

"Hayır da ne alaka?" Göz kırptı.

 

"Senin gibi tatlı olmuş" İstemsizce güldüm. Kahveye bulaşmış dudaklarını yanağıma değdirdi. Islanan yanağımı kolumla sildiğimde tekrar aynısını yaptı.

 

"Hoşlanmıyorum, yapma" Arsızca sırıttı.

 

"Yaparım"

 

"Giderim"

 

"Peşinden gelirim"

 

"Maşallah, ağam. Her şeye çözümünüz var"

 

"Ev-" Konuşmasını yarıda kesen kapının açılışı oldu. Dicle kendine has gülüşüyle minik kütüphanemize girdi.

 

"Hayırdır?" Fırat terslercesine konuşmuştu.

 

"Yanınıza geldim"

 

"Onu görüyoruz abicim de neden geldin?"

 

"Of abi oturmaya geldim işte" Dicle Fırat'ın diğer tarafına oturacaktı ki Fırat hemen ayağını uzatarak oturmasına engel oldu.

 

"Git, odana otur"

 

"Tek başıma sıkılıyorum"

 

"Elif Abla'yla otur"

 

"Uyudu" Fırat'ın uzattığı ayaklarını indirmeye çalışıyordu, Dicle.

 

"Yaw, Dicle yürü git. Gece gece kızdırma beni"

 

"Ne var sanki ya? Alt tarafı yanınızda oturup sohbet etmek istiyorum"

 

"Yengenle baş başa oturmak istiyorum, abicim. Bağırmamı istemiyorsun git" Dicle benden medet ummak istercesine baktı.

 

"Uzatma, Fırat. Otursun kız" Dicle'nin gözleri parladı.

 

"Olmaz"

 

"Tamam, siz sohbet edin. Ben kitap okurum" Hiç de inandırıcı durmuyordu.

 

"Al istediğin kitabı, odanda oku"

 

"Off!" Dicle söylene söylene gitti.

 

"Ne olacaktı, otursaydı?"

 

"Odun hanım, siz pek anlamazsınız ama eşler baş başa vakit geçirir. Bende en doğal hakkımı kullanmak istiyorum"

 

"Aman" dediğimde sol kolunu omzuma attı.

 

"Hayırlı olsun, hatunum" Kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

 

"Ne için?"

 

"Öğretmen oluyorsun" Anlamamıştım. "İş mevzunu hallettik, bugün" Sevinçle gözlerimi büyüttüm.

 

"Ciddi misin?" Gülümseyerek kafasını salladı. Elimdeki fincanı kanepenin kenarına koyup Fırat'ın boynuna sarıldım. Kokusunu solurken,

 

"Çok teşekkür ederim" dedim. Sağ eliyle saçlarımı okşadı, sol eliylede belimden yavaşça tutarak beni sırt üstü yatırdı. Eli hâlâ saçlarımda gezerken kemerli burnunu çeneme sürterek boynumda kokumu derince soludu. Boynuma hafifçe dudaklarını değdirdikten sonra saçlarımı kulağımın arkasına attı. Kulağıma yaklaşıp fısıltı halinde çıkan sesiyle,

 

"Teşekkür etmene gerek yok" dedi. Eli yavaşça belimin yukarılarına çıktı, hızlanan kalbimin hizasında durdu. Maviyle grinin karışımının en güzel tonu olan irislerini kapatan göz kapaklarını açtı. Yüzüne çapkınca bir sırıtış hakim oldu.

 

"Yine hızlandı"

 

"Nefes alamıyorum, kalk üzerimden" Gerçekten nefes alamıyordum. Heyecanın yanında üzerime verdiği ağırlığı nefesimi kesiyordu. Başını hayır manasında sallayınca tüm gücümle ittirdim. Nafileydi, milim kımıldamamıştı.

 

"Bayramın üçüncü günü tatile gidiyoruz" Burnunu yanağıma sürterken konuşmuştu. Gıdıklayıcı temasıyla titredim.

 

"Ne tatili?"

 

"Baş başa olacağımız bir tatil" Söylediklerine şu durumda odaklanmak çok zordu.

 

"Nereye gideceğiz?" Kapadığım göz kapaklarımı öptü.

 

"Sürpriz" Gerisine dair hatırladığım tek şey; kucağında odamıza indiğimdi. Direnişime rağmen kucağından indirmemişti. Allah'tan kimse görmemiş, utancım ikiye katlanmamıştı.

 

Günler su misali akıp geçiyordu. Her gün öncekinden daha güzel geçiyordu. Kapıldıkça kapılıyordum, Fırat'a. Bir anda çekilmez sandığım hayatımın tek anlamı olmuştu. Hak etmediğimi düşündüğüm sevgisini göstermekten asla gocunmuyordu.

 

Aşk manasında sevmek nedir bilmesem de sevgisini ve sözlerini artık karşılıksız bırakmıyordum. Bu halime alışık olmadığı için şaşırıyordu. Tabi, diğer yandan karşılık aldığından için için seviniyordu. Onun sevinciyle mutluluğum tarif edilemez boyuta ulaşıyordu.

 

Uzun zamandır abilerimle konuşmuyordum. Devran Abim'i Şehnaz'dan dolayı rahatsız etmek istemiyordum. Azat Abim'i affetmiş olsamda eski samimiyetimizi bitirmiştim. Abi de olsa bazı şeyler eskisi gibi olmuyordu.

 

Telefonumu açıp kişilerden Cüneyt Abim'i seçtim. İçimde peyda olan özlemimi telefonla da olsa gidermeye çalışacaktım.

 

"Gulamın" Telefonu ilk çalışında açmıştı.

 

"Abim, nasılsın?" Sesini duymak bile yüzümü güldürmüştü.

 

"Sesini duydum daha iyi oldum, cana min. Sen nasılsın?"

 

"Bende sesini duyunca daha iyi oldum"

 

"Kurban olurum" Dakikalarca konuştuk. Telefon aracılığıyla hasret gidermeye çalıştık. Kapattıktan birkaç dakika sonra aradı. Babaannemin bizi iftara davet ettiğini söyledi. Gitmek istemiyordum. O ortama Fırat'ı da götürmek istemiyordum, kendimde gitmek istemiyordum. Ne dediysem kaale almadı. 'Kocana haber ver, iftarda bizdesiniz' dedi, kapattı.

 

Fırat'ın tepkisi ne olurdu, bilmiyordum ama benim tepkim açıktı. Mecbur haber verecektim, umarım olmaz derdi. Şansa bugün iftara davetli misafir de yoktu. Oflayarak derin nefes aldım. Fırat'ı arayacaktım ki dışarıdan gelen gürültü aramama engel oldu. Merak ve endişe içerisinde telefonu yatağa bırakıp dışarı çıktım. Dışarı çıktığımda bağıran sesin Fırat'a ait olduğunu anladım. Konağın ortasında ateş saçan mavileri eşliğinde,

 

"Dicle!" diye bağırıyordu.

 

"Ne oluyor, Fırat?" dememe aldırış etmeden hızla yukarı çıktı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken Batuhan'ın sesini duydum.

 

"Kocan bir gün aşiret yüzünden ya katil olacak ya intihar edecek" Gözlerim korkuyla açıldı.

 

"Allah korusun" derken batıl inançlarımızdan olan tahtaya vurma adetini duvara vurarak gerçekleştirdim.

 

"Fırat neden sinirli?" Öfkesinden çekindiğim için peşinden yukarı çıkamamıştım.

 

"Aşiret büyükleriniz senin öğretmenlik yapacağını duymuş"

 

"Eee?"

 

"Fırat'ı çağırdılar. Bende yanındaydım. Geri kafalı düşüncelerini sıralayıp durdular. Fırat'a yüklendiler. Fırat'ta çıldırdı 'Ağa benim, ne dersem o olur. Sizin karışmaya, hüküm vermeye hakkınız yok!' dedi, resti çekti. Görmen lazımdı, yenge fena bozuldular tek kelime edemediler" Duyduklarıma şaşırmamıştım. Bekliyordum, bunu. Büyüklerin duyunca karşı çıkacağını biliyordum.

 

"Dicle ne alaka peki?" Asıl merak ettiğim buydu.

 

"Dicle bunlar yüzünden okuyamadı-"

 

"Abi ne oluyor? Nereye gidiyoruz?" Batuhan'ın cümlesi bitemeden merdivenlerin başından Dicle'nin telaşlı sesi duyuldu. Fırat Dicle'nin kolundan tutmuş peşinden indiriyordu. Yanımıza geldiklerinde Dicle'nin kolunu bıraktı, gözlerini yumup havadaki oksijeni derince soluyarak ciğerlerine çekti. Sonra gözlerini açarak Dicle'ye sabitledi.

 

"Hâlâ okumak istiyor musun, Dicle?" Dicle anlamsız bakışlarıyla ben ve Batuhan'a baktı. İkimizde Dicle'ye evet demesi için göz kırptık.

 

"Evet de... Ne oldu, abi? Niye sinirlisin?"

 

"Açık Öğretim'e kaydedeceğim, seni. Okuyacaksın"

 

"Sakın, Fırat!" Annelerinin gür sesi kulaklarımıza doldu. Ortanca kattaki terasın korkuluklarına ellerini koymuş, kızgın bakışlarını Fırat ve Dicle'nin üzerine dikmişti. Fırat öfkeyle kafasını sağa sola salladı. Sıktığı dişleri arasından,

 

"Sen karışma, ana!" dedi. Ardından Dicle'nin kolunu tutarak konaktan çıktı. Batuhan'da peşlerinden gidince avluda bir başıma kalmıştım. Beynim durmuştu, sanki. Az önce olanları algılamakta güçlük çekiyordum.

 

"Hepsi senin yüzünden!" Yukarıdakinin söylediğine aldırış etmeden odama doğru yürümeye başlamıştım ki çenesini tutmayarak beni tahrik etmeye devam etti.

 

"Oğlumu yoldan çıkardın. Başımıza gelmeyen kalmadı!" Son damlayı taşırmıştı.

 

"Başınıza gelenler için suçlu arıyorsan önce taptığınız töre kurallarını suçla!"

 

"Arjin, ne oluyor kuzum?" Elif Abla'm merdivenden inerken bana seslenmişti.

 

"Kendin yetmezmiş gibi bir de peşinden kırıklarını getirdin hepten huzurumuzu kaçırdınız!" Elif Abla'nın şaşıran yüz ifadesine anında mahcubiyet hakim oldu. Benimde beynime kan sıçradı, resmen. Öfkeden gözlerim yanmaya başladı.

 

"Sen var ya sen, ölmezsin sürünürsün!" Eğer biraz daha durup tıslamasını dinlersem kendime hakim olamayacaktım, elimden bir kaza çıkacaktı.

 

Şaşkınlıktan yerinde kalakalan Elif Ablam'a yanıma gelmesi için işaret ettim. Kafası eğik halde yanıma gelirken yukarıda ki yılan zehirlerini kusuyordu. Duymazdan gelmeye çalışıyordum. Fırat'ın hatırına sessiz kalıyordum, uzun zamandır. İç sesimin bile kadına yılan demesine müsaade etmiyordum. Ancak gösterdiğim toleransı hak etmiyordu.

 

"Abla" Odama girmiştik. Elif Abla'm eğdiği kafasını kaldırmıyordu. Yanına yaklaşıp yavaşça çenesini tutup kafasını kaldırdım. Gözlerinin dolduğunu görünce canımın yandığını hissettim.

 

"Ağlama, lütfen" Gülümsemeye çalıştı.

 

"Ağlamıyorum, kuzum"

 

"O yılanın söylediklerine kulak asma, tamam mı? Amacı beni delirtmek"

 

"Kuzum... Daha fazla kalamam burada"

 

"Hayır, abla. Senin yanın benim yanım"

 

"Kalacak yer ve bir iş bulayım. Yine hep görüşürüz, kuzum"

 

"Olmaz, Fırat da izin vermez hem"

 

"Annesi rahatsız oluyor, kuzum. Bunu bile bile kalmam uygun olmaz"

 

"Ona bakılırsa annesi beni de istemiyor. Bende mi gideyim?"

 

"Hayır, Fırat senin kocan-"

 

"Sende benim annem yerine koyduğum ablamsın. Bu konu burada kapandı" Mahcubiyetle gülümsemeye çalıştı.

 

"Fırat duymasın, olur mu? Benim yüzümden tatsızlık çıkmasın"

 

"Duymaz, ablam duymaz. Sen yeter ki üzülme" diyerek sımsıkı sarıldım. İçim öfkeden çıldırıyordu fakat Elif Abla'mın kaostan uzak kalmasını istediğimden sessiz kalıyordum.

 

Elif Abla'mın neşesi yerine gelmemiş olsa da belli etmemeye çalışıyordu. İki saattir odada oturuyorduk. Dışarıdan ses seda gelmiyordu. Aklım Fırat ve Dicle'deydi. Fırat'ı aradığımda açmamıştı. Dicle'nin telefonu da evde kalmış olmalıydı ki açmıyordu. Yapabildiğim tek şey; merakla beklemekti.

 

Nefret ediyordum, doğup büyüdüğüm toprakların kalıplaşmış düşüncelerinden. Nice hayatları karartıyorlardı, yine akıllanmıyorlardı. Onları doğuranda bir kadındı, sonuçta. Kadınlar sadece çocuk doğursun, iş yapsın istiyorlardı. Kimsede bu düzeni değiştirmek için çabalamıyordu ya, delirecek gibi oluyordum.

 

Açılan kapının sesiyle Elif Abla'mın dizine koyduğum kafamı kaldırdım. Fırat gelmişti.

 

"Hoş geldin, oğlum"

 

"Hoş buldum, abla" Ben doğrulurken Elif Abla da ayağa kalktı.

 

"Ben çıkayım" dedi ve bizden cevap beklemeden gitti. Ceketini çıkarıp koltuğa bırakan Fırat'ta kafasını dizime koyarak yatağa uzandı. Ellerim saçlarında ritmik hareketlere başlayınca sessizliği dayanamayıp bozdum.

 

"Neler oluyor?"

 

"Batuhan 'söyledim' dedi"

 

"Senden duymak istiyorum demek ki"

 

"Güzelim, konuyu açıp canımızı yeniden sıkmaya gerek yok. Boşver"

 

"Öyle olsun. Dicle nerede?"

 

"Odasına çıktı, herhalde"

 

"Kayıt yaptırdınız mı?"

 

"Yaptırdık, güzelim"

 

"Sevindim" Fırat dizlerimde uykuya dalarken bende kafamı yatak başlığına yaslayarak düşüncelere daldım.

 

Dicle'nin okuyacak olmasına sevinmiştim. Okumayı çok istiyordu ama büyüklerinin korkusundan sesini çıkaramıyordu. Fırat Dicle'nin hayalini gerçekleştirerek büyük sevap işlemişti. Bir kez daha şükrettim; varlığına, bana ait olduğuna, sevdiğime...

 

Düşüncelerden uzaklaşıp uykuya dalmak üzereyken aklıma babaannemin bizi iftara çağırdığı geldi. Yavaşça Fırat'ın omzuna dokundum. Bir insan uyurken bile çekici olur muydu? Sorumun cevabı canlı olarak dizimde yatıyordu.

 

"Fırat" Tıraşlı yanağına öpücük bıraktığımda tıraş losyonunun kokusu burun deliklerimden ciğerlerime akın etti. Bu kadar güzel kokulara sahip olmamalıydı.

 

"Öpme, hatunum. Oruçluyuz" Uyku arasında konuşurken yan döndü.

 

"Benim için hava hoş, öp dediğin zamanda öpmem" Kollarımı birbirine dolayıp tekrar yatak başlığına yaslandım. Hemen doğrulmuş, büyüttüğü gözlerle bana bakıyordu.

 

"Tehdit mi ediyorsun?" diyerek tek kaşını kaldırdı.

 

"Yoo"

 

"İftardan sonra görüşürüz, karıcım"

 

"Görüşelim, kocacım"

 

"Kocacım diyen ağzını-" Devamını getirmemesi için ağzını kapattım.

 

"Babaannem iftara çağırıyor" Ağzını kapattığımı elimi elleri arasına alıp öptü.

 

"Gidelim, güzelim" Olumsuz yanıt vereceğini sanırken verdiği cevap son umudumu yok etmişti. Halim içler acısıydı. Ailemin evine gideceğim diye üzülüyordum. Sen kimseyi bu duruma düşürme, Allah'ım...

 

İstemeye istemeye gelmiştim, abimlerin konağına. Rojda ve sinsi kayınvalidesi gelmemişti, haliyle. Kumru bizimle gelmek istemişti ancak ağlamasına rağmen annesi izin vermemişti. İstemeden de olsa hak verdiğimden bir şey diyememiştim.

 

Sofrada tek tük sohbetler dönüyor, babaannem dışında herkes zoraki konuşuyordu. Babaannemin yüzüne bakmıyordum. Öfkem geçmiyordu, geçeceğine dair umudumda yoktu.

 

"Berxe min, iştahın düzelmedi mi halen?" Annemin sorusu banaydı. Yemek tabağına sabitlediğim bakışlarımı anneme çevirerek kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. Oldum olası iştahsızdım.

 

"Arjin'e günlerce yemek verilmese yine açım demez" Devran Abim'e döndüm.

 

"Seni de bir dakika aç bıraksalar kıyameti koparırsın"

 

"Yemeksiz hayat olmaz, Çavreşamın" Çavreşamın dediği an Fırat koluma hafifçe dokundu. Kısık sesle,

 

"Ne oldu?" dedim.

 

"Benim hitabımı kullanmasın" Aynı fısıltıyla cevap verişine gülümseyerek dudağımı ısırdım. Kıskanç herifim...

 

"Hala, sen niye artık bize gelmiyorsun?" Yağız'ın sorusuna ne diyeceğimi bilememiştim.

 

"Sen gel bize, Yağız'cım. Hem hatırlıyorsan çarşıda bir arkadaşla tanışmıştın. Onunla oynarsın" Çoğumuzun bakışları Dicle'ye dönünce ne söylediğinin farkına vardı fakat iş işten geçmişti.

 

"Aaa, evet hatırladım. Adı, Kumru'ydu" Yağız yerinde neşeyle zıplarken babasına döndü. "Baba götürür müsün, beni Kumru'nun yanına?" Cüneyt Abim iki arada bir derede kalmışçasına bana baktı. İkimizde birbirimize çaresizce bakıyorduk.

 

"Getirirsin değil mi, babası?" Fırat'ın sorusuyla Cüneyt Abim'in bakışlarında şaşkınlık belirdi.

 

"Getiririm" diyebildi. Fırat'a olan bakışlarında teşekkür barındırdığını görür gibi olmuştum. Kimseye çaktırmadan elimi bacağına teşekkür edercesine değdirdim. Masada duran ellerinden birini indirerek elimi tuttu. Tam şuanda birbirine kenetlenen ellerimizi kaldırıp "Bu adama aşığım" diyerek sevgimi gözler önüne sermek istiyordum. Maalesef ki çekincem buna engel olmuştu.

 

Ara ara çaktırmadan Şehnaz'a bakmıştım. Geldiğimizde bana sarılıp 'hoş geldin' demişti. Sonrasında hiç konuşmamıştık. Fırat'a da bir kere dönüp bakmamıştı. Aynı şekilde Fırat da ne konuşmuş ne göz ucuyla bakmıştı. Affettim, Şehnaz'ı unuttum dese de içimdeki pişmanlık bir türlü yok olmuyodu.

 

Çay eşliğinde tatlılar yenilirken küçük yeğenimi sevmek için Azat Abim'lerin odasına gelmiştim. Babamın ismini taşıyan bu küçük meleğin yakışıklılığını anlatacak kelime bulamıyordum. Doya doya kokladım, cennet kokusunu.

 

"Yakışıklım" Öptükçe öpesim geliyordu.

 

"Efendim?" Fırat'ın sesi sıçramama neden olmuştu. Arkamı döndüğümde kucağında Şifanur'la kapının girişinde bekliyordu. Göz devirdim.

 

"Bu minik güzellik senin yanına gelmek istedi, halası"

 

"Gel, bebeğim" Şifanur gelmek yerine Fırat'ın boynuna sıkıca sarıldı.

 

"Beni bırakmak istemiyor. Eski odana geçelim mi?" Kaşlarımı çattım.

 

"Sebep?"

 

"Güzelim, bulunduğun oda başkasının mahremi benim girmem olmaz" Bende neden odaya girmiyor diyordum. İnce düşünceli sevdiğim...

 

Eski odamda her şey eskisi gibi yerindeydi. Belki odaya girince özlem duygum depreşir sanmıştım ama beklediğim olmamıştı. Özlememiştim, ne bu evi ne eski zamanlarımı. Komik olma, Arjin. Özleyeceğin anlar mı yaşadın sanki?

 

"Abine benziyor" Fırat kucağımdaki Mehdî Asaf'ı severken konuşmuştu.

 

"Hangisine?"

 

"Azat'a"

 

"Ben kime benziyoyum?" Şifanur hâlâ Fırat'ın kucağındaydı. Anlaşılan prensesimiz kocamı sevmişti.

 

"Sen halanın küçük versiyonusun, güzellik" Bir yandan yanağını severek sıkıyordu, Şifanur'un.

 

"Geyçekten mi?"

 

"Gerçekten. Şıp demiş burnundan düşmüşsün, halanın" Şifanur gözlerini kocaman açarak bana baktı.

 

"Hayaa, ben çenin buynundan mı düştüm?" Sorusuna kahkaha atmıştık.

 

"Açıkla bakalım, Fırat Bey" diyerek topu Fırat'a attım. Şifanur'u öperek,

 

"Yok, güzellik. Sana bir şey sorabilir miyim?" dedi.

 

"Soy" Tatlı tatlı konuşan ağzını yiyesim geldi. Fırat konuşmadan önce bana kısa bir süre baktı. Ne soracağını merak etmiştim.

 

"Halanın bebeği olsun ister misin?" Lüzumsuz... Dirseğimle koluna vurdum.

 

"İstemem" Şifanur kollarını birbirine dolamış, kaşlarını çatmıştı. Acaba ne kadar tatlı olduğunu biliyor muydu?

 

"Neden?" Bu soru benden gelince Fırat şaşırarak baktı.

 

"Bebeyin oluysa beni sevmessin" Gülmemek için yanağımı ısırdım.

 

"Bebeğim, ben seni hep severim ki"

 

"Beni de sever" dedi, Fırat. Kendine pay çıkarmasa olmazdı. Şifanur hemen eski neşesine büründü.

 

"O zaman bebeyin oysun onu da ben seveyim"

 

"Dış görünüşünün benzediği kadar çenesi de sana benziyor" diyen Fırat'a güldüm. Kız halaya benzer sözü boşa değildi, tabi.

 

Bir yandan Şifanur'un laflarına gülüp diğer yandan kucağımda minik gözlerini bize diken Mehdi Asaf'ı seviyorduk. Çocuk sevgim gün geçtikçe artıyordu. Aynı zamanda anne olma arzusu da...

 

✬✬✬

 

Zaman su misali akıp gidiyordu. Ramazan Ayı bitmiş, bayramın da son günü gelmişti. Hayatımda geçirdiğim en güzel Ramazan Ayı'nı geçirmiştim. Fırat'a yüzümü güldürdüğü, huzuru doruklarında yaşattırdığı için minnettardım.

 

Bayramın ilk iki gününü ziyaretler ve misafirlerle geçirmiştik. Fırat ağa olduğu için gelen misafirini haddi hesabı yoktu. Ve ziyarete gittiğimiz yerlerinde... Normalde gezmeyi ve başkasının evine gitmeyi sevmesemde mecburiyetten gitmiştim. Her gittiğim yerde çocuk mevzusu geçmişti. Tabi bir de geçmişimiz... Elimden geldiğince umursamaz davranmıştım. Ağızlar torba değildi ki bağlayalım. Birini sustursam diğeri konuşacaktı. En güzeli umursamamaktı.

 

Bugün tatile gidiyorduk. Günlerdir ne yaptıysam gideceğimiz yeri söylememişti, Fırat. İpucu dahi vermemişti. Meraklar içerisinde bavullarımızı hazırlamıştım. Eksik var mı diye kontrol etmek için bavulları açtığımda gördüğüm şeyle gözlerim hayretle büyüdü. Şaşkın bakışlarım yüzümden silinmemişken Fırat odaya gelmişti. Yanıma yaklaşınca bavulun içine baktı. Utanarak bakışlarımı kaçırınca belimi kaslı kollarıyla sardı.

 

"Unutmuştun, bende görünce bavula koymak istedim" Bavulda Dicle'nin geçen gün çarşıya çıktığında hediye olarak aldığı kırmızı iç çamaşırı duruyordu. Yanaklarım alev alev olmuştu.

 

"Ben..." Devamını getiremedim. Şalımı ve saçlarımı geriye itip boynuma kavurucu öpücüğünü bıraktı.

 

"Tatilimiz harika olacak" Umarım...

 

Son hazırlıklarımızı yaptıktan sonra Fırat bavullarımızı arabaya taşımıştı. Üzerime giyindiğim yarasa kollu beyaz gömlek ve siyah deri etekle oldukça hoş duruyordum. Siyah şalımında kıyafetime uygun olduğuna karar verince çantamı omzuma taktım.

 

"Hazırsan çıkalım mı, güzelim?"

 

"Hazırım" Elini tutmam için uzattı. Gülümseyerek elimi eline kenetledim. Parmak uçlarımda yükselerek dudağının kenarından öptüm. Öpücüğümü hisseder hissetmez gözlerini kapamıştı.

 

"Seni seviyorum" dememle gözlerini açtı, saçlarımı öperken kokumu ciğerlerine hapsetmek istercesine derince soludu.

 

"Aşığım sana" Kelimeleri kalbimde açan çiçekleri sular etkideydi.

 

Ellerimiz kenetlenmiş halde gülüşerek odamızdan çıktık. Gözlerimiz ellerimizi kıskanmış gibi birbirinden ayrılmak istemiyordu. Ölene kadar böyle kalacaksınız deseler asla itiraz etmezdim.

 

Avluya doğru ilerlediğimizde siyahlarım mest olduğum adamdan ayrıldı, konak kapısına çevrildiğinde gördüğü kişiyle donup kalmama sebep oldu. Fırat'ta gözlerimin sabitlendiği yere bakmış olmalıydı ki adım atmıyordu. Elimi saran elinin kasıldığını hissederken elim yavaşça elinin arasından sıyrıldı. Kabus gördüğüme inanmak istiyordum fakat beynim inatla 'gerçek' diye haykırıyordu.

 

Vücudum buza dönmüştü, kımıldarsam kırılacak gibiydim. Daha fazla nasıl kırılacağımı düşünürken...

 

 

 

Loading...
0%