Yeni Üyelik
49.
Bölüm

48. BÖLÜM

@aquilajk_1903

 

 

 

 

 

"Gerçekten aşkımızı bir kalemde bitirecek misin?"

 

Asırlar gibi gelen birkaç dakika boyunca durduğum yere kitlenip kaldım. Tepki verecek, konuşacak gücü bulamıyordum.

 

"Kara gözlüm" dediğindeyse artık dengemi sağlayamadım. Yere yığılmak üzereyken huzuru hissettiğim kollarında buldum, kendimi.

 

Kollarımı bedenine sarmamak için zor duruyordum. İçim huzurla dolarken sessizce mest olduğum kokusunu soludum. Saçlarımda hissettiğim esintiyle onunda kokumla hasret giderdiğini anladım. Bedenimi saran kolları arasından beynimin komutuyla hızla ayrıldım. Halbuki kalbim nasılda mutluluğa erişmişti...

 

"Git" diyebildim.

 

"Gidemem" Gözlerimiz birbirine kenetlenince gözlerindeki acıyı derinlerimde hissettim. Kalbim sızlıyordu.

 

"Lütfen..." Devamını getiremedim.

 

"Kıyacak mısın, bize?"

 

"Olmaz, Fırat. Bizden olmaz, olamaz" Konuşmadan önce sakince nefes aldı.

 

"Neden olamaz, Arjin? Söyler misin, neden olamaz?" Ağzımı açmıştım ki fırsat tanımadan konuşmasına devam etti. "Ya da şöyle sorayım; olması için çabaladın mı da olamaz diyorsun?" Bu soruysa kalbimdeki sızıyı kat be kat arttırmış, beni ölümden beter hale getirmişti. Başımı sağa sola sallayabildim, gözümden akan yaşları umursamadan.

 

"Lütfen bir yerde sakince konuşalım, Arjin"

 

"Ol-"

 

"Arjin, yalvarırım bir kere de kendi bildiğin yolda gitme" Gözüme çaresizce bakan mavilerini daha fazla üzmek istemedim. Keşke her şeyi bir kenara bırakıp herkesten uzak sakin bir yerde yaşasaydık...

 

"Tamam" dedim, fısıltıyla.

 

Adliyenin arkasında bulunan çay bahçesine gelmiştik. Çaylar gelmiş içemeden soğumaya başlamış, bizse çaktırmadan birbirimize bakarak sessizce oturuyorduk. En sonunda sessizliği bozan Fırat'ın kısık sesi oldu.

 

"Özledim" Bende seni diye haykırmak istiyordum. Ama yapamazdım... Gururum buna müsaade etmiyordu.

 

"Bir şey söylemeyecek misin?"

 

"Ne söylememi bekliyorsun?"

 

"Özlemedin mi?"

 

"Cevabını duymak istediğin tek soru bu mu?" Elimden geldiğince duygularımı belli etmemeye çalışıyordum.

 

"Önceliğim olan soru diyelim" Omuz silkerek kollarımı birbirine doladım, başımı cama çevirerek dışarıyı seyretmeye başladım.

 

"İnatçılığını bile özlemişim, kara gözlüm" Gözlerimi yumdum. Daha fazla yanında kalmak istemiyordum. Aksi halde tüm buzları eritecektim.

 

"Duygularını saklama, Arjin'im" Gözlerimi açarak Fırat'a döndüm.

 

"Saklamıyorum" Dudağının kenarı kıvrılınca içimde oluşan kıvrımı öpme dürtüsü oluştu.

 

"Belli oluyor. Mesela şuanda beni öpmemek için kendini zor tutuyorsun. Değil mi?" Göz bebeklerim hayretle büyüdü. Kesinlikle aklımı okuyordu, başka açıklaması olamazdı.

 

"Hayır, tabi ki de ne münasebet!" diyerek ayağa kalktım.

 

"Nereye?" diye sorduğunda yüzü bir anda ciddiye büründü.

 

"Konuşacak bir şey yokmuş. Amacın beni iyice delirtmek"

 

"Özledim demek delirtiyor mu, seni?" Derin bir of çektim, tekrar oturdum. Birkaç dakika yine sessiz kaldık. Fırat derince nefes aldıktan sonra konuşmak için dudaklarını araladı.

 

"Neden gittin, Arjin? Bana ve aşkımıza sırtını dönüp neden gittin?"

 

"Gitmek zorundaydım" Öfkeyle soludu.

 

"Konaktan gitmeni anlarım da benden neden gittin?" Göz yaşlarım akmak için çırpınıyordu. Sesim çıkmayınca,

 

"Şüphe mi ettin?" diye sordu.

 

"Neyden?"

 

"Babamı hapisten çıkaranın ben olduğumu düşündün. Yanlış mıyım?" Hüzünle gülümserken başımı hayır manasında salladım.

 

"Aklımın ucundan geçmedi"

 

"Madem öyle niye, Arjin? Niye? Söyler misin?" Siyahlarımı hayranı olduğum gözlerine sabitledim.

 

"Peki sen niye gelmedin? Seven sevdiğinin peşinden gitmez mi? Bir haftayı geçti ama yeni geldin, farkında mısın?" Alay ve sinir karışımı ifadesiyle güldü.

 

"Yeni geldim, öyle mi?" Kaşlarım anlamsızca çatıldı.

 

"Evet"

 

"Buraya geldiğin ilk günden beri attığın her adımdan haberim var, Arjin"

 

"N-nasıl?"

 

"Gittiğinde... Akşama kadar seni aradım, bakmadığım yer kalmadı. Hiçbir yerde bulamadım. Batuhan sağ olsun aklına otogar ve havaalanı geldi. Sordu, soruşturdu İzmir'e bilet aldığını öğrendik"

 

Uçaktan indikten sonra Rukiye'nin evine geldiğimi nasıl öğrendiklerini, evin önüne iki tane adamlarını diktiklerini, günlerce evden çıkmayıp cam kenarında acılar içinde oturduğumu, son iki gündürse kendisinin burada olduğunu ve beni izlediğini tek tek anlattı. Anlattıklarını dinledikten sonra aklıma takılan tek bir soru olmuştu.

 

"Peki... Öğrenir öğrenmez neden gelmedin, Fırat?"

 

"Konağı bırakıp gelemedim"

 

"Neden?" Fırat olanları anlatmadan önce derince bir nefes aldı, önündeki şişeden su içti ve tüylerimi diken diken edecek olayları anlatmaya başladı.

 

FLASHBACK (FIRAT'TAN)

 

"Abi, yalvarırım hemen konağa gel!" Telaşlı sesi meraklandırmıştı, beni.

 

"Dicle, ne oldu?" Soruma karşılık gelen telefonun kapanma sesi oldu.

 

Hızla ayağa kalktım. Dicle'nin numarasını tuşlayıp aradım fakat yanıt alamadım. Merağım ikiye katlanmıştı. Aklıma gelen tek şey; Arjin'di. Dönmüş olabilir miydi?

 

Heyecanlanmıştım, içimde mutluluk dalgaları oluşmuştu. Kanayan elimi ve arabanın kırılan camını umursamadan şoför koltuğuna oturdum. Hız sınırını aşarak dakikalar içinde konağın önüne geldim.

 

"Ey Allah'ım, nolur gönlümden geçeni kabul eyle!" dedikten sonra arabadan indim, koşarak merdivenleri çıkıp salona girdim.

 

Babam salonun içinde tespihini çekerek dolanıyor, annemse anladığım kadarıyla sakinleştirici sözler söylüyordu.

 

"Arjin nerede?" Sesimi duydukları an bana döndüler. Babamın gözleri öfke saçıyordu.

 

"Biz ne derdindeyiz, beyefendi hâlâ o kahpeyi soruyor!" Arjin'e hakaret etmesine sinirlenmiştim.

 

"Baba! Karıma hakaret etme!" Yavaş adımlarla bana doğru yürüdü, gözlerini kısarak konuştu.

 

"Karım dediğin kadın hepimizin hayatını mahvetti. Bizi adam yerine koymuyorsan bile sana ettiklerini düşün. Ölümden döndün, o kadın yüzünden!" Eski defterlerin açılması sıkkın olan canımı iyice sıkmıştı. Yumruk yaptığım elimi olabildiğince sıktım.

 

"Ben, o defterleri kapattım. Sizde kapatsanız iyi olur. Yoksa-"

 

"Yoksa ne, Fırat Ağa? Seni vuran kadın için aileni mi karşına alırsın?" Duruşumu dikleştirdim, tereddüt etmeden beynimin kurduğu cümleyi söyledim.

 

"Gerekirse yaparım!" Babam beklemediği cevabı alınca yüz ifadesi değişti. Bozulmuştu. Saniyeler süren sessizliğinde ne söyleyeceğini düşündüğü belliydi. Tam ağzını açmıştı ki Dicle'nin sesiyle konuşamadı.

 

"Abi!" Dicle'nin ağlamaklı sesini duyar duymaz arkamı döndüm. Karşımda gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş kardeşim duruyordu. Ne olduğunu kestiremiyordum. Konunun Arjin olmadığı, Arjin'in dönmediği apaçık belliydi.

 

"Dicle, ne oldu? Niye ağlıyorsun?" derken kardeşimin yanına yaklaştım. Göz yaşları akarken bana sarıldı. Sessizce hıçkırıyordu.

 

"Dicle?" desem de ağlamaktan cevap veremiyordu.

 

"Biri bana ne olduğunu açıklayacak mı?" Meraklı gözlerim önce Dicle'nin arkasında olan Rojda Yengem'e kaydı. Karşılık olarak sadece kafasını eğdi. Ardından babam ve anneme döndüm. Annemde kafasını çevirmişti. Merak duygumun yerini yavaşça öfke almaya başlamıştı.

 

"Size ne oldu, diyorum?" Bu sefer sesim olduğundan yüksek çıkmıştı. Babam tek kaşını kaldırırken konuşmaya başladı.

 

"Bacın evleniyor, Fırat Ağa" Kulağıma giren kelimeler beraberinde şok dalgası getirmişti.

 

"Ne?!"

 

"Bacını yarın istemeye geliyorlar!"

 

"Kime?"

 

"Dayı oğlun Adem'e" Göz bebeklerim yerinden çıkacakmışçasına daha da büyüdü. Ben şaşkınlıktan tek kelime kuramadan Dicle hıçkırıkları arasından konuştu.

 

"Hapisten çıkarmaları karşısında beni Adem'e vereceğini söylemiş, abi" Duyduğum her cümle şaşkınlığımı kat be kat arttırıyordu. Kolumu Dicle'nin beline sıkıca sararken, dişlerimi sıkarak babama baktım.

 

"Dicle ne diyor, baba?"

 

"Duydun, Fırat Ağa. Bacın dayı oğlunla evleniyor!"

 

"Sen nasıl bir adamsın? Kızını sırf kendini kurtarmak için istemediği birisine mi vereceksin?"

 

"Bizim törelerimizde kadınlara 'evlenmek istiyor musun?' diye sorulmaz! Bilmiyormuş gibi konuşma!" Öfkeden yüz hatlarım gerilmişti.

 

"Töre töre diye kadınların hayatını cehenneme çeviriyorsunuz! Buna artık müsaade etmeyeceğim!" Babamdan gelecek cevabı dinlemeden Dicle'nin kolundan tutup merdivenlere yöneldim.

 

"Yürü, Dicle. Gidiyoruz"

 

"Fırat!" diye bağırdı, babam. Duymazdan gelmiştim. Merdivenlerden inerken tekrar bağırmıştı.

 

"Yarın bacını istemeye geliyorlar. İstediğiniz yere gidin, eninde sonunda bacın dayı oğlunla evlenecek! Ben sözümü verdim, bir defa!" Kapıdan çıkmadan önce durdum, terastan bize bakan babama doğru kafamı kaldırdım. Annemde yanında durmuş ağlayarak bir şeyler söylüyor, kendisini sakinleştirmeye çalışan yengemiyse görmezden geliyordu.

 

"Sözü veren sensin ama bacımı vermeyecek olanda benim, Yasir Kozan!"

 

Son sözümü de söyleyip Dicle'yle beraber konaktan çıktık. Dicle'yi ön koltuğa oturtunca bende kendi yerime geçtim. Öfkemi direksiyondan çıkarmak istercesine arabayı son sürat sürüyordum. Dicle ise yan tarafımda kollarını birbirine dolamış, sessiz sessiz ağlıyordu. Şuan ne söylesem sakinleşmeyeceğini bildiğim için kendi haline bırakmaya karar verdim, istemedende olsa.

 

Bağ evine geldiğimizde Dicle'nin arabanın koltuğunda uyuyakaldığını gördüm. Daldığım düşüncelerden uyuduğunu fark edememiştim. Gözleri şişmiş, neredeyse tüm yüzü ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Masum meleğim benim... Okuyup, hayatı yaşayacağın yerde çektiğin çile adil değildi...

 

Şoför koltuğundan inip Dicle'yi kucağıma almak için arabanın yan tarafına doğru dolandım. Kapıyı açmış tam Dicle'yi kucağıma alacaktım ki telefonum çaldı. Kimin aradığına baktığımdaysa Batuhan'ın aradığını gördüm. Besmele çekerek umutla telefonu açtım.

 

"Fırat, neredesin?"

 

"Bağ evine geldim"

 

"Sana iyi haberlerim var, kardeşim" Kalbim yeniden hızlı hızlı atmaya başladı.

 

"Buldun mu?"

 

"İzmir'e gitmiş"

 

"İzmir'e mi?" dedim, şaşkınlıkla. İzmir'de kimsesi yoktu ki, bildiğim kadarıyla.

 

"Evet. İzmir havaalanında inip Bayraklı'ya geçip, Rukiye Acar diye birisinin evine gitmiş" Rukiye... Rukiye? Evet ya! Bize gelen arkadaşıydı.

 

"Hemen oraya güvenilir adamlarımızdan iki kişi yolla. Gece gündüz kapısından ayrılmasınlar. Kendilerini belli etmeden attığı tek adımı dahi takip edip bana haber versinler"

 

"Nasıl yani? Sen gitmeyecek misin?"

 

"Şuan değil"

 

"Neden?" Dicle'nin soğuktan titrediğini görünce,

 

"Sonra konuşuruz" diyerek telefonu kapattım. Gönlüm bir nebze olsun rahatlamıştı. İmkanlar el verse hemen İzmir'e giderdim ancak Dicle'yi burada bu halde bırakamazdım. Bırakırsam geldiğimde karşılaşacağım manzara hiç de hoş olmazdı.

 

Melek gibi uyuyan kardeşimi yavaşça kollarımın arasına alarak ev kapısına yöneldim. Kapının üst kısmında duran çiçeğin içindeki anahtarı alarak kapıyı açıp, içeri girdim. Hemen girişteki prize basarak karanlığı aydınlatacak ışığı yaktım. Işık yanınca Dicle huzursuzca kıpırdanıp gözlerini açmaya çalıştı.

 

"Uyu, meleğim" dedim, fısıldayarak. Odalardan birine girip Dicle'yi yatağın üzerine yavaş hareketlerle bıraktım.

 

"Ah!" diye sızlanan Dicle'ye telaşla,

 

"Ne oldu?" diye sordum ve ışığı açtım. Az önce sırt üstü yatağa bıraktığım kardeşim şimdi sırtından tutmuş doğrulmaya çalışıyordu. "Bir yerin mi ağrıyor, abicim?" Yüzüme bakmadan çekinerek kafasını salladı.

 

"Neren?"

 

"Sırtım..." Kısık sesle konuşmuştu.

 

"Arabada iki büklüm uyudun ya ondandır, meleğim" Kafasını sağa sola salladı.

 

"Hayır. Babam..." Ardından sustu, sanki söylememesi gereken bir şeyi söylemiş gibi.

 

"Babam mı? Babam ne alaka?" Cevap gelmeyince beynime dank eden şeyle gözlerim kocaman açıldı.

 

"Sana vurdu mu?" Eğdiği kafasından göz yaşları yatağa düşmeye başlamıştı. Cevap apaçık ortadaydı. Öfkeyle sıktığım yumruğumu ısırdım, kapıya tekme attım.

 

"Lanet olsun! Bu adamın amacı ne?!" Öfkemi içime atarak burada elim kolum bağlı duramazdım. Hiddetle dış kapıya yöneldiğimde Dicle peşimden koşarak geldi.

 

"Ne olur, gitme abi!"

 

"Kapıyı kilitle, beni burada bekle Dicle!"

 

"Yalvarırım, gitme. Olaylar büyüsün istemiyorum" Yumduğum gözlerimi açarak arkamda çaresizce ağlayan kardeşime döndüm. Hali içimi darmaduman etmişti. Kendime lanet ettim. Nasıl bir adamdım? Koskaca aşirete ağa yapılmıştım ama ilgilenmeyi, sözümü dinletmeyi becerememiş hepimizin hayatını mahvetmiştim.

 

Dicle'ye güven vermek istercesine sımsıkı sarıldım. Saçlarına hafifçe öpücük kondurdum. Uyuması için odaya götürdüğümde yanından ayrılmamı istememişti. Yanına uzanıp başını göğsüme yasladım, elimi saçlarında gezdirirken,

 

"Abin hayatta olduğu sürece kimse sana istemediğin hiçbir şeyi yaptıramayacak, küçük meleğim" dedim. Uyku arasında bir şeyler mırıldanmıştı ama anlayamamıştım.

 

 

Sabaha kadar Dicle kabuslar görmüş, uyku arasında sayıklayıp durmuştu. Bir ara oturup halimize hıçkıra hıçkıra ağlamak istemiştim. Keşke ağlamak her sorunun tek çözümü olsaydı...

 

Aklımın bir yanı Arjin'deydi. Nereye gittiğini öğrenmek içimi rahatlatsa da sevdiğimden ayrı kalmak yüreğime ağır geliyordu. Gidecektim, yanına. En kısa sürede gidecektim. Ancak buradaki sorunları halletmeden gidemezdim. Biliyordum ki Dicle'yi bu halde bırakıp gidersem döndüğümde pişman olacağım manzarayla karşılaşacaktım.

 

"Abi" Düşünce selinden uzaklaşarak Dicle'ye baktım, gülümsemeye çalışarak,

 

"Günaydın, abisinin gülü" dedim. Kafasını göğsümden kaldırıp, doğruldu. Gözümün içine bakıyordu. Şişmiş gözleri ve kızarmış yüzüyle perişan haldeydi.

 

"Şimdi ne olacak?" Sesinin tonunda belli olan tek duygu; korkuydu. Kolumu omzuna koyup tekrar kafasını göğsüme yasladım.

 

"Korkma, meleğim. İstemediğin hiçbir şey olmayacak"

 

"Ama babam?"

 

"Ağa benim, abicim. Son sözü söyleyen de ben olacağım"

 

 

✬✬✬

 

Bağ evine Dicle'nin yalnız kalmaması için birkaç koruma bırakıp konağa geçmiştim. Babamla sakince konuşmayı planlarken babam sakinliğin 'S' sini bile barındırmamıştı. Tartışmamızın ortasındaysa Arjin'in abileri başta olmak üzere Doğanlı Aşiret'i konağı basmıştı.

 

Devran küfürlerini sıralarken içimden sabır çekerek sakin kalmıştım. Arjin'in nerede olduğunu öğrenmeyi istiyorlardı. Aynı zamanda babamın üzerine de yürümüşlerdi, Arjin'in gitmesinde sorumlu olduğu için. Ne kadar haklı olsalar da babamın üzerine yürümelerine izin veremezdim. Ne yapıp edip konaktan göndermeyi başarmıştık.

 

Arjin'in yerini söylememiştim. Biliyordum ki söylersem gidip getireceklerdi ve bir daha bir araya gelmemize izin vermeyeceklerdi. Elimde son bir şans kaldıysa da onu yok etmelerine izin veremezdim.

 

Akşam Dicle'nin yanına gitmek üzereyken telefon gelmiş, dayımların bizim konağa Dicle'yi istemeye geldiklerini söylemişlerdi. Sinirlerim zirveye ulaşmış halde konağa gitmiştim.

 

"Aşiret toplantısında söylediğim gibi, bacımı Adem'e vermiyorum. Bacım evlenmeyecek, okuyacak!" demiştim.

 

"Fırat senin ağzın ne söyler? Baban bize sözünü verdi. Verilen sözden dönülmez. Dicle kızımız artık gelinimiz sayılır" Dayıma öfke saçan gözlerimi sabitledim.

 

"Sözü veren babam,tamam. Lakin unutmayın aşiretin ağası hâlâ benim! Sözü geçecek tek kişi de benimdir!" Herkes neye uğradığına şaşırmış halde bana bakıyordu. Kimin ne düşündüğü umrumda değildi. Her şeye muhalefet olan Jiyan Ağa bastonunu yere vurarak,

 

"Kendine gel, Fırat Ağa! Sen ağalığı ne sanırsın?" dedi, sesini yükselterek. Alayla baktım.

 

"Bana ağalığı öğreten sizsiniz, ağam. Yanlış bir şey mi yapıyorum?" Beklemediği cümle gelince bozuldu, öksürmeye başladı.

 

"Fırat, bacını düşmanına vermiyorsun. Dayı oğluna vereceksin, alt tarafı" Bunu söyleyen Macid Ağa'ya döndüm, bu seferde.

 

"Kardeşim istemiyorsa can yoldaşım bile olsa vermem!" diyerek hızla ayağa kalktım. Herkesin üzerinde gözümü gezdirdikten sonra,

 

"Kapım her zaman her konuda açıktır lakin bir daha bu konu için kapıma gelmeyin. Sonu kötü biter!" dedim.

 

"Fırat! Sözümü çiğneme!" Babamda ayağa kalkmış, öfkeyle bakıyordu.

 

"Sana tek kelime dahi etmiyorum, artık" Babama söyleyecek kelimem kalmamıştı. Ne desem boştu. Daha fazla canımın sıkılmaması için salondan çıktım. Ansızın aklıma gelen şeyle arkamı dönerek tekrar salona girdim. Meraklı gözler üzerime kitlendi, hemen.

 

"Jiyan Ağa" dedim, yüksek çıkan sesimle. Jiyan Ağa sorgulayıcı bakışlarıyla baktı.

 

"Bizim tarlaların üzerinden senin tarlalara giden boru hatlarını kaldırtıyorum. Eminim ki aynı şeyi Doğanlı'larda yapacak. Bu da sana ders olur, bir daha kimsenin hayatına karışamazsın!"

 

Kelimelerim salonda bomba etkisi yaratırken kaos ortamından çıktım. Jiyan Ağa'ya kiminin gözünde küçük ama kendisinin gözünde büyük olan dersi vermiştim. Temennim bir daha aşiretimize, sorunlarımıza karışmamasıydı.

 

GÜNÜMÜZ (FIRAT'TAN)

 

Kara gözlü sevdam az önce anlattıklarımı sindirmeye çalışırken önümde duran şişedeki kalan suyu bir dikişte içtim.

 

"Bir hafta boyunca başımı şişirdiler. Bir ton sorun oldu. Hepsiyle ilgilenmek zorunda kaldım. Ders vermem gereken insanlar oldu. Sorunlar hâlen düzelmiş değil ama bu sorunların üzerine senden ayrı kalmaya daha fazla dayanamadım"

 

"Bense..." Cümlesini tamamlama gereğinde bulundum.

 

"Senden vazgeçtim, sandın" Mahcup ifadesiyle başını eğdi. Üzerine gitmek istemedim. Şuan yapmak istediğim tek şey; sımsıkı sarılıp öpmekti...

 

"Peki, Dicle nerede?" Yanıtlamadan önce derin nefes aldım.

 

"Şirketteki asistanım Esma'nın yanında kalıyor. Konakta kalmasını istemedim"

 

"İyi yapmışsın"

 

"Ayrıca... Dicle ve Batuhan birbirini seviyormuş" Gözlerini kocaman açarak,

 

"Sen nasıl öğrendin?" diye sordu. Bir anda ağzını kapattı, yüzünü pişmanlık ifadesi aldı. Az önceki şaşkınlığıysa bana geçmişti.

 

"Nasıl ya? Sen biliyor muydun, Arjin?" Dudağını ısırarak bakışlarını kaçırdı. Sinirlenmemeye çalışıyordum.

 

"Arjin, bir soru sordum"

 

"Biliyordum"

 

"Neden bana söylemedin?" Sesimin yüksek çıkmaması için çabalıyordum, elimden geldiğince. Kaçırdığı bakışlarını tekrar bana çevirdi.

 

"Dicle'ye söz vermiştim. Sözümü çiğneyerek onu üzemezdim" Sağ elimin iki parmağıyla alnımı ovdum. Kırıcı olmaktan korktuğum için konuşmuyordum.

 

"Nasıl öğrendin?"

 

"Batuhan söyledi"

 

"Tepkin ne oldu?"

 

"Alnından öpmedim herhalde"

 

"Anlayış göstermeni beklerdim" dedi, hayal kırıklığıyla.

 

"Neyine anlayış göstereyim, Arjin? Kaç yıllık can dostumla kardeşim gizli gizli konuşuyor. Bende kalkıp madalya mı takayım?" Kısık sesle söylenerek başını cama çevirdi. Yaşananlar aklıma geldiği için yine sinirlerim bozulmuştu fakat şuan asıl konu bizdik. Bu konuyu konuşarak iyice gerilmeye gerek yoktu.

 

"Asıl konuya dönsek olur mu, kara gözlüm?" Bana bakarken tek kaşını kaldırdı.

 

"Asıl konu?" dedi, sorarcasına.

 

"Biz" Kaldırdığı kaşını tekrar indirirken bakışlarını yine kaçırdı.

 

"Hâlâ boşanmakta kararlı mısın?" Cevabını duymaktan korktuğum soruyu besmele çekerek sormuştum.

 

"Ben..." Devamını getirememişti.

 

"Sana konağa gel diyemem ama ayrı eve çıkalım, sadece ikimizin olduğu bir evde, hayatta yaşayalım desem gelir misin?" Gözlerimin derinlerine dalgın dalgın baktı.

 

"Fırat... Diyarbakır beni çok yaraladı. Oraya dönmeye gücüm yok, artık. Dönsem, sende biliyorsun ki ayrı eve çıksak bile rahat bırakmayacaklar. Sorunlar bitmeyecek" Haklıydı. Aksini iddia edemez, karşı gelemezdim.

 

"Haklısın"

 

"Keşke haklı olmasam"

 

Sessizliğe gömüldük. Ne söyleyeceğimizi, işin içinden nasıl çıkacağımızı bilmediğimizden çareyi susmakta bulmuştuk. Ancak susmakta çözüm değildi. Dilim sussa da beynim susmuyordu.

 

Hasretinden bi çare olduğum hatunumu seyrediyordum. Kara gözleri değil miydi aklımı başımdan alan? Ya kalem gibi olan kara kaşlarına ne demeli? Bir insan her zerresiyle nasıl mükemmel olabiliyordu?

 

Benim hatunumun mükemmel olmasını istemiyordum. Sadece bana özel olsun istiyordum. Kimsenin dönüpte güzelliğine bakmasına katlanamıyordum.

 

Bir yandan seyrederek hasret gidermeye çalışırken diğer yandan ne yapabileceğimi düşünüyordum. Sevdiğimi cehennemin içine tekrar götüremezdim. Hayat yeterince yakmışken yeni yeni kabuk tutmuş yaralarının tekrar yanmasına izin veremezdim.

 

Düşündüm, düşündüm... İçine girdiğimiz çıkmazdan kurtuluş yolları aradım. En sonunda aklıma mucize gibi düşen fikirle gülümsedim. Başımı yana hafifçe eğerek,

 

"Ben burada kalsam kabul eder misin, beni?" diye sordum. Yüzüne anlamadığını belirten bir ifade yerleşti.

 

"Nasıl yani?"

 

"Burada bir hayat kuralım mı?" Sorumu duyunca gözleri parlamıştı.

 

"O-olur mu ki?"

 

"Biz istedikten sonra neden olmasın ki?" Bir anda parlayan gözleri eski haline döndü.

 

"Ama ağasın, Fırat. İzin vermezler, engel olurlar"

 

"Bırakırım, ağalığı"

 

"Sen, ciddi misin Fırat?"

 

"Şaka yapar gibi halim mi var, güzelim?"

 

"Bilmiyorum yani, ailen, işin, her şeyin Diyarbakır'dayken buraya yerleşmen..."

 

"Benim her şeyim sensin, Arjin. Her şeyim neredeyse bende oradayım. Ha, ailem orada, evet. Abimin emanetleri ve annemle bağımı koparamam. Kabul edersen Dicle'nin de yanımızda olmasını isterim. İş konusuna gelirsek, diplomam var gerekli yerlere başvurur bir işe girerim" Dakikalar öncesine kadar hüzün saçan yüzü ışıldamaya başlamıştı.

 

"Fırat, sen ciddisin" dedi, heyecanla. Nasıl da mutlu olmuştu, iki gözümün çiçeği.

 

"Fırat ciddi de sizin cevabınız ne, Arjin Hanım?" Tebessüm dolu dudaklarının arasından,

 

"Sensiz bir hayat düşünemiyorum, Fırat" dedi.

 

"Senin olmadığın bir hayatta bana cehennemden farksızdır, Çavreşamın"

 

Ayağa kalkıp sevdiğimin yanındaki sandalyeye oturdum. Hasret kaldığım bedenini kendime çekip, bir daha bırakmak istemezcesine sımsıkı sarıldım. Aynı karşılık hatunumdan da gelince içim içime sığmaz oldu. Burnumu saçlarının arasına koyarak kokusunu derinlerime kadar çektim.

 

"Bir daha beni hasretinle sınama, kalbimin dermanı" Göğsüme yasladığı başını hafifçe kaldırıp çeneme minik öpücüğünü bıraktı.

 

"Bir daha gidersem ne olursa olsun gitmeme izin verme" Alnından öptüm ve,

 

"Deseler ki dünya yanacak yine de bırakmam" dedi. Mutluluk bu sefer kapımızdan ayrılmayacak, bizimle olacaktı. İnanıyordum...

 

Bu zamana kadar yayınladığım tüm bölümler Wattpad'de yayında olduğu için kopyala yapıştır yapıp buradan da yayınladım. Artık kalan bölümleri yazacağım. Yani her gün bölüm gelmeyecek, maalesef ki :( Beklemede kalın ve destek olmayı unutmayınn. Allah'a emanetsiniz.🤍

 

 

 

Loading...
0%