Yeni Üyelik
50.
Bölüm

49. BÖLÜM

@aquilajk_1903

Medya : "Kayahan - Bizimkisi Bir Aşk Hikayesi"

Merhabalar, yeni bölümle karşınızdayım. Lütfen beni takip etmeyi ve oy verip, yorum yapmayı unutmayınızz.🥰

 

 

"Yokluğunda Diyarbakır'a sığamaz oldum be güzelim"

 

"Bende İzmir'e..." Saçlarının mis kokusunu içime çekip öptüm.

 

Cafe'de konuştuktan sonra arkadaşı Rukiye'nin evine gelmiştik. Koltukta uzanmış, birbirimize sarılı haldeydik. Nasıl da özlemiştim...

 

"Abinler ne zaman gelecek, kara gözlüm?" Abilerini bekliyorduk, konuşmak için.

 

"Gelirler birazdan, sabırlı olsana"

 

"Sabredemiyorum, Çavreşamın. Hasret gidermek istiyorum artık" Doğrulup göğsüme hafifçe vurdu. Kara gözlerini de büyütmüştü.

 

"Saçmalama" Bu sefer göz büyütme sırası bendeydi.

 

"Ne demek saçmalama? Karımla hasret gideremeyecek miyim?"

 

"Hayatım-" Hitabı içimi ısıtmıştı. Bende doğrulup sağ elimi beline doladım.

 

"Bir daha söylesene" Hipnoz olmuş gibi konuşmuştum. Burunlarımız birbirine değerken gözlerimizde buluşmuştu. Nefeslerimiz karışırken artık dayanacak gücüm kalmadığını anlamıştım.

 

"Hayatım" dedi, baştan çıkarıcı sesiyle.

 

"Birazda abilerin beklesin" diyerek hasretinden ateşe döndüğüm dudaklarına gömüldüm. İttirip kurtulmaya çalışsa da nafileydi. Bırakmıyordum, bırakmak istemiyordum.

 

Gönlümün sultanıda pes edip kendini bana teslim etmişken hasretimizi dudaklarımızla giderme derdindeydik. Ta ki kapıya takılan anahtar sesini duyana kadar... Hatunum telaşla benden uzaklaştı. Elinin tersiyle ağzını silerken,

 

"Rukiye geldi" dedi. Moralim bozulmuştu. Biraz geç gelse ne olurdu, sanki...

 

"Zamanlaması harika" dedim, bozulduğumu belli eden sesimle. Yüzüne sırıtışı hakim olurken ayağa kalktı.

 

Hatunum kapıya gidip arkadaşını karşılarken kendime çeki düzen vererek oturdum. Çok geçmeden Rukiye'yle birlikte salona geldi.

 

"Hoş geldin, enişte" Ayağa kalkıp Rukiye'yle tokalaştım.

 

"Hoş buldum"

 

"Yüzünüzde güller açıyor. Hep böyle kalmanız dileğiyle"

 

"İnşallah" İkimizde aynı anda birbirimize bakarak söylemiştik. Kapının zil sesi duyulunca Rukiye kapıyı açmaya gitti. Birazdan Devran'ın atarlı laflarını işiteceğim için şimdiden sabır çekmeye başladım.

 

"Beyefendi sonunda teşrif etmiş" Dakka bir gol bir... Ters ters bakarak elimi uzattım, tokalaşmak için. Önce elime baktı, sonra istemeyerek de olsa elimi sıktı. Gözlerime ateş saçarak bakmıştı. Karşılık olarak tek kaşımı kaldırdım. Surat asarak elimi bırakıp koltuğa oturdu. Cüneyt'se tepkisiz halde tokalaştı.

 

Abileri Arjin'i aralarına alıp karşımdaki koltuğa oturmuşlardı. Kıskançlık duygusu içime işlerken hemen yok ettim. Abilerinden kıskanamazdım. Ama... Günlerdir hasret kalmıştım, hatunuma. İster istemez yanımda oturamamasını kıskanabilirdim.

 

"Aç mısınız?" Tekli koltukta oturan Rukiye ortamdaki gergin sessizliği bozdu. Sorusunu bana ters ters bakan Devran cevapladı.

 

"Değiliz"

 

"İçecek bir şeyler getireyim mi?"

 

"Soğuk bir şeyler getir" İmayla konuşmuştu, Devran. Umrumda değildi. Bir an önce konuşalım, hatunumu da alıp gideyim istiyordum.

 

"Tamam, abi" Rukiye ayağa kalkıp gidince Arjin'de peşinden gitmek için kalktı ama Devran kolundan tutarak yeniden oturttu.

 

"Yardım edecektim, Rukiye'ye"

 

"O halleder" Hatunum kafasını salladı, karşılık olarak. Devran atarlı bakışlarını tekrar bana çevirerek,

 

"Arjin'in burada olduğunu nasıl ve ne zaman öğrendin?" diye sordu. Cevap vermeden önce sağ bacağımı sol bacağımın üzerine attım.

 

"Geldiği ilk gün" Ağzımdan dökülen kelimeler karşısında Devran ve Cüneyt şaşkın bakışlara büründü. Devran kendini hemen toparlayarak ayağa fırladı.

 

"Lan! Madem biliyordun, bize niye söylemedin?" Cüneyt oturduğu yerden Devran'ın kolunu çekerek oturmasını sağladı. Bense istifimi bozmadan cevap verdim.

 

"Söylesem karımı bir daha görmeme izin vermeyecektiniz"

 

"Ha şunu bileydin!" dişlerini sıkarak konuştu, Devran.

 

"Fırat, biz çaresizce Arjin'i ararken senin bizden saklamış olman doğru değil" Cüneyt daha usturuplu konuşmuştu.

 

"Acınızı ve çaresizliğinizi gördüm. Fakat dediğim gibi söyleseydim" Başımla Devran'ı işaret ederek konuşmaya devam ettim, "en başta Devran, karımı görmeme izin vermeyecekti" Karım dediğim anlarda hatunum eriyecek gibi bana bakıyordu. Ah ulan, ah! Şeytan tut hatununun elinden kaçın gidin, hasretinizi bitirin diyordu da gel gör ki abileri şeytanı bile parçalayacak gibi duruyordu.

 

"Ulan, Fırat! Ulan, Fırat!" Devran yumruğunu sıkmış, kendini zor tutuyordu.

 

"Neyse; oldu, bitti. Neticeye bakalım. Sağ salim Arjin'e ulaştık" Cüneyt cümlesi bitince Arjin'imin omzuna kolunu atıp, göğsüne yaslayarak alnından öptü.

 

"Ulaştık, ulaştık da ulaşana kadar ne çileler çektik" Devran hala söyleniyordu.

 

"Özür dilerim, abi" Arjin'im derin nefes alarak konuşmuştu. Devran önce ters bakışlarını Arjin'e attı. Sonrasındaysa dayanamayıp Arjin'in kolundan tutarak kendine çekti ve sarıldı.

 

"İnatçı kardeşim. Her seferinde sana dayanamıyorum ya ne diyim ben sana" Onlar sarılırken Cüneyt bana döndü.

 

"Bundan sonra ne olacak, Fırat?" Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki Devran fırsat vermedi, araya girdi.

 

"Bacımı o şeytan babanın olduğu konağa götürmene müsaade etmeyiz!"

 

"Öyle bir şey yapacağımı söylemedim, zaten!"

 

"Baştan uyaralım da, söylemek aklının ucundan geçmesin!" Koltuğa yaslanıp bacaklarını üst üste attı. Bende üst üste attığım bacaklarımı ayırıp, doğrularak dik oturdum.

 

"Arjin'i Diyarbakır'a götürmeyeceğim"

 

"Ya ne olacak?" sorusu Cüneyt'ten geldi.

 

"Burada yaşayacağız"

 

"Burada mı?" İkiside şaşkınlıklarıyla beraber aynı anda sormuştu.

 

"Evet"

 

"Dalga mı geçiyorsun?" Devran da şaşkınlıktan yayıldığı koltuktan doğruldu.

 

"Gayet ciddiyim"

 

"Fırat, sen ağasın. Aşiretin buna izin vereceğini mi sanıyorsun?" dedi, Cüneyt.

 

"Ağalığı bırakacağım"

 

"Ne?!" Yine odayı dolduran şaşkın sesler...

 

"Ağalığı bırakacağım, diyorum"

 

"Yok, bunun kafasına taş düşmüş. Ne söylediğini bilmiyor"

 

"Ne söylediğimin farkındayım, Devran. Diyarbakır, Arjin ve bana acıdan başka bir şey yaşatmıyor. Bize acı veren topraklardan uzak mutlu mesut yaşamak istiyoruz, artık"

 

"Haklı olarak..." diye mırıldandı, Cüneyt. Başımı sallamakla yetindim.

 

"Peki, nasıl olacak? Ağalığı, şirketi bırakıp burada ne yapmayı düşünüyorsun?" Sorusu da Devran'dan geldi.

 

"Tanıdıklarım var, elbet diplomam sayesinde bir yerde iş bulurum. Merak etmeyin, kardeşinizi aç açıkta bırakacak bir adam değilim"

 

"Biliyoruz" derken içten ve samimi söylediğinin farkındaydım, Cüneyt'in. Samimiyetle gülümserken hatunumla göz göze geldik, gülüşüm yüzümde büyüdü. Kim ne derse desin deliler gibi aşıktım, bu kadına...

 

Arjin'den ;

 

Aylar öncesinde Fırat'tan nefret ettiğimi dile getirdiğim insanlar "sevmeyi dene, mutlu olursunuz" gibi cümleler kurunca nasılda öfkelenirdim... Halbuki bilseydim Fırat'ı sevince karanlık dünyamın aydınlanacağını hiç sitem eder miydim?

 

Hayatım boyunca aşkı sadece kitaplarda okumuştum. O duyguları fazlasıyla yaşayacağım, bir sevdaya tutulacağımı asla düşünmemiştim. Düşünmek istememiştim.

 

Hep de böyle olmuyor muydu? Aklının ucuna dahi getirmediğin şeyler seni bulmuyor muydu? Ya iyi ya kötü şeyler... Bu sefer şükürler olsun ki iyi olan beni bulmuştu. Kitaplarda okuduğum aşkı bizzat yaşamak tarifi imkansız bir duyguydu.

 

Tam kapılmış, mutlu olduğumuza şahit olmuşken hayat yeni oyununu karabasan gibi üzerimize salmıştı. Bununda bir sınav olduğunu düşünmeden, anlamadan aşkımı geride bırakmayı tercih etmem en büyük hatalarımdan birisiydi. Artık kötüyü, geçmişi düşünmek istemiyordum. Ana odaklanmak istiyordum.

 

Fırat bir kez daha sevgisini ispatlamış, yanımda olmuştu. Şükrediyordum, hayatımda olmasına... Kafamı dışarıyı izlediğim camdan arabayı süren kocama çevirdim. Kocam... Gerçekten sevdiğin adama bu hitabı kullanmak ne de güzelmiş... Yüzünün her bir zerresini tebessümle seyrederken bana döndü, gülümsedi.

 

"Yedin bitirdin, bakışlarınla hatun" demesi utandırmıştı, beni. Hemen kafamı çevirdim.

 

"Uydurma" diye mırıldandım. Bir elini direksiyondan çekip hafifçe çenemi tutarak, kafamı kendisine çevirdi. Bakışları beni benden almıştı. Aşk gerçekten buysa gözlerinin içi aşkla doluydu.

 

"Nasıl özledim bilsen..." Yutkundu.

 

"Belli oluyor, Fırat Bey. Hasretinizden evde uyuyan abilerimi umursamadan beni evden kaçırdınız" Kahkaha atarak bakışlarını yola çevirdi.

 

"Nikahlı karısını kaçırarak tarihe geçen adam oldum" Cümlesi bitince gülüşüne eşlik ettim. "Önce deniz kenarında güzel bir kahvaltı edelim olur mu, güzelim?"

 

"Olur"

 

"Rukiye'ye haber verdin mi, evden çıkarken?"

 

"Evet, yoksa abimler uyanıp beni göremezse İzmir'i birbirine katardı" Dudağının yukarı kıvrılmasıyla içim ısındı.

 

"Devran delisinden her şey beklenir" Kaşlarımı çatarak ciddi hale büründüm.

 

"Abime deli deme"

 

"Deliye ne denir, gülüm?"

 

"Deli, değil benim abim" diyerek kollarımı birbirine dolayarak kafamı yan cama çevirdim. Sağ elini uzatıp yanağıma dokundu.

 

"Şaka yapıyorum, güzelim. Kızma" Güzelim, deyişi bile tüm buzları eritiyordu. Allah'ım bu adam nasıl beni bu hale getirdi? Ciddiyetim tuzla buz olurken sevdiğim adama gülümsedim.

 

"Şu gülüşün var ya şu gülüşün, insanın bir gülüşünü görmek için dünyayı yakası geliyor" İltifatlarına nasıl karşılık vereceğimi bilemediğim için utangaç bir tavırla kafamı tekrar cama çevirdim. Galiba gerçekten odundum ben...

 

İzmir'in en nezih mekanlarından bir yere gelmiş deniz manzarası eşliğinde kahvaltı yapıyorduk. Bu adam varlığıyla tüm dengemi düzene sokuyordu. Yokluğunda su dahi içmeye mecalim yokken şimdi iştahla kahvaltı yapıyordum.

 

"İlk defa iştahlı yemek yediğini görüyorum" dedi, gülümseyerek sevdiğim adam. Ağzımdaki lokmayı yutup gülümsedim.

 

"İştahımı düzelten kişi sağ olsun" Tek kaşını havaya kaldırdı.

 

"Doktora mı gittin?" Neyi kast ettiğimi anlamamıştı.

 

"Hayır, o bana geldi"

 

"Ulan, kapına boşuna mı diktim o adamları. Doktor geldiğinden bahsetmediler" Sinirlenmiş, elinde tuttuğu çatalı sıkıyordu. Dayanamayarak kahkaha attım.

 

"Ne demek istediğimi anlamadın mı?" Kaşları iyice çatıldı.

 

"Hayır?" Elimi uzatıp elinden tuttum. Gülümseyerek,

 

"Diyorum ki; doktorum sensin. Sen geldin tüm dengem, hayatım düzeldi" dedim. Cümlelerim sanki ilaç etkisi bırakırmışçasına az önce gerilen yüz hatlarını gevşeterek yüzüne mutluluğu hakim kıldı.

 

"Sana kurban olurum be kadın" diyerek elini tuttuğum elimi öptü.

 

"Deme öyle, Allah korusun"

 

"Korumasın. Sana kurban olmaya razıyım ben" Şükrettim; varlığına, sevdiğime, sevildiğime...

 

Biz gülüşerek, sohbet eşliğinde kahvaltı yaparken yarım saat boyunca dikkatimi çeken yan masada oturan kızlar olmuştu. İlk başta aldırış etmesem de yavaş yavaş sinirimi bozmaya başlamışlardı. Fırat'a bakarak birbirlerine fısıldaşıp gülüyorlardı. Sakin kalmaya çalışıyordum.

 

"Kalkalım mı artık?"

 

"Kahvemizi de içip kalkalım, güzelim"

 

"Kahveyi de başka yerde içeriz, Fırat" Sesim olduğundan sert çıkmıştı. Kızlara olan sinirimi Fırat'a yansıtmak istemiyordum.

 

"Bir şey mi oldu?" Fırat anlamsızca etrafa bakındı.

 

"Önüne bak, Fırat!" dedim, sitemle. Şaşkınlıkla bana baktı.

 

"Güzelim, iyi misin?"

 

"İyiyim, hayatım" Hayatım'ı biraz yüksek sesle söylemiştim. Kızlar dönüp bize bakınca da öldürücü bakışlarımı üzerlerine saldım. Anında diğer tarafa döndüler. Korkunun gözünü seveyim...

 

"Hadi, kalkalım" diyerek ayağa kalktım. Fırat hâlâ anlam veremeyerek şaşkınca ayağa kalktı. Kasaya gidip hesabı ödedikten sonra restorandan çıktık.

 

"Ne oldu, neydi içerideki o tavırların?"

 

"Farkında değildin ama seni yiyeceklerdi"

 

"Kim? Nasıl?"

 

"Yan masamızdaki kızlar"

 

"Anlamadım, nasıl yiyeceklerdi?" Şaşkın hali çok tatlı gelse de şuan odaklanmam gereken bu değildi.

 

"Müdahale etmeseydim gözleriyle yiyeceklerdi, seni" Şimdi anlamıştı. Sırıtmaya başladı.

 

"Ha, tamam. Kıskandın, ondan çıktık"

 

"Kıskançlık değil" diyip omuz silkerek arabaya doğru yürüdüm. Hemen peşimden geldi.

 

"Maalesef hayatım, Türkçe de senin davranışına 'kıskançlık' deniliyor"

 

"Nasıl anlamak isterseniz, Fırat Bey" Kollarımı birbirine dolayarak arabayı işaret ettim. "Arabayı açar mısınız?"

 

"Sen emret, yolunda öleyim Çavreşamın" Yine gülümsememe sebep olmuştu. Arabanın kilidini açtıktan sonra kapımı da açtı. Ben binince o da kendi yerine geçti. Bana dönüp,

 

"Otele gidiyoruz, değil mi?" diye sordu, çapkın bakışlarıyla.

 

"Ne oteli?" Hayretle baktı.

 

"Ne demek 'ne oteli?'?"

 

"Gezmeyecek miyiz?"

 

"Güzelim ne gezmesi? Günlerdir birbirimize hasret kalmışız, biraz hasret giderelim"

 

"Önce gezeceğiz" dedim.

 

"Ha-"

 

"İtiraz istemiyorum, Fırat. Yoksa eve abilerimin yanına dönerim"

 

"Hay senin abilerini..." diyerek sertçe direksiyonu tuttu.

 

"Devamını da getir?" Tek kaşımı kaldırarak ciddi bir şekilde bakınca,

 

"Seveyim" dedi. Tepkisine gülmemek için zor tuttum, kendimi.

 

"Nereye gidelim?"

 

"Sahil kenarında yürüyelim mi?" İstediği olmadığı için bozulduğu her halinden belliydi. Zoraki ses tonuyla,

 

"Olur" dedi.

 

Sahile gelmiş, yan yana yürüyorduk. Temiz havayı derince içime çektim. Yanımda ellerini ceplerine koymuş, adımlarıma sessizce eşlik eden Fırat'a doğru elimi uzattım. Önce anlamamışça baktı, ardından ne için uzattığımı anlayıp sağ elini cebinden çıkarıp elimi tuttu.

 

"Sevdan ateş misali yaktıkça yakıyor, beni"

 

"Senin aklında hep şeyde"

 

"Ben onu kastetmedim ki" dedi, şaşkınca. Ses tonu çok komikti ve hoşuma gitmişti. Gülerek,

 

"Bilemiyorum" dedim.

 

"Bence asıl senin aklın orada"

 

"Uydurma" Cevabıma karşın sırıttı.

 

Bir süre konuşmadan, el ele ağır adımlarla yürüdük. Bu adam benim için huzur kelimesinin tanımı olmuştu. Yanımda bulunması huzur vericiydi. Başka bir şey istemiyordum; sevdiğim yanımda olsun, acılardan uzak olalım yeterdi bana...

 

"Martılara simit atalım mı?" Gülümseyerek sevdiğim adama döndüm.

 

"Olur" Elimi bırakıp biraz ileride duran simitçinin yanına gidip birkaç simit alarak tekrar yanıma geldi. Poşetin içinden bir simiti bana uzattı, birini de kendisi alınca denize yaklaştık.

 

"Güzelim, aman dikkat et düşme" Denizle aramızda birkaç adımlık mesafe kalınca telaşla konuşmuştu, Fırat.

 

"Korkma, düşmem" Alnıma bir öpücük bıraktı.

 

"Her saniye gözüm üzerinde olsa da sen dikkat et yine de, kirpiğine dahi zarar gelsin istemiyorum" Kokusunu derince soludum. Yüzüne tebessümle baktıktan sonra denizin üzerinde uçuşan martılara doğru döndüm. Elimdeki simitten küçük parçalar alarak martılara atmaya başladım. Fırat'ta benim yaptığımı yapmaya başlamıştı.

 

Martılar attığımız simitleri yakalamak için birbiriyle yarışa girmiş gibiydi. Hepsi de yesin, hiçbiri aç kalmasın istiyordum.

 

"Mutluyum" dedi, Fırat.

 

"Huzurluyum" dedim.

 

"Sen varken tüm güzel duygular ruhumu kaplıyor"

 

"Sen benim ruhuma ilaç olanımsın" dediğimde elindeki son simit parçasını atıp bana döndü, bende ona... Aramızdaki bir adımlık mesafeyi kapatıp elini belime doladı. Alnını alnıma yaslayıp,

 

"Senin ağzından bunları duydum ya ölsem de gam yemem, Çavreşamın" dedi.

 

"Ölümden bahsetme"

 

"Ölüm hayatın bir gerçeği derler ancak benim için tek gerçek sensin bundan sonra" Beni mutluluktan öldürmek istiyordu, galiba. Her kelimesi içime ilmek ilmek işliyor, mest ediyordu. Benden cevap alamayınca konuşmasına devam etti.

 

"Artık otele geçsek mi?" Elimi göğsüne dayayıp ittirdim.

 

"Seninle nasıl baş edeceğim bilmiyorum"

 

✬✬✬

 

Günler su misali akıp gidiyordu. Telaş yapmadan sakin ve mutlu bir şekilde yeni evimiz için hazırlıklara başlamıştık. Abimler birkaç gün daha kaldıktan sonra gitmişti. Fırat'a "Sana güveniyoruz, kardeşimiz sana emanet" demişlerdi. Fırat'ın cevabıysa "Emanetiniz emin ellerde" olmuştu.

 

Evimiz; sadece bana ve Fırat'a ait olan, telaffuzu bile yüzümde tebessüm oluşturan evimiz, deniz manzaralı bir daireydi. O kadar ev bakmamıza rağmen hiçbirine ısınamamıştım. Ancak, bu eve adımımı atar atmaz enerjisi beni kendisine çekmişti. "Bu ev olsun" dediğimde, Fırat fiyatını sormadan, pazarlık dahi yapmadan hemen almıştı.

 

Evin temizliği yapılırken bizde eşya bakmaya çıkmıştık. Nasıl bir şey alacağımızı bilmiyorduk. Mağaza mağaza gezip içimize sinen eşyaları alacaktık.

 

"İstediğiniz bir model veya renk var mıydı, efendim?" Bizi kapıda karşılayan mağaza görevlisine kafamı hayır anlamında salladım.

 

"Hayır"

 

"Tamam, gelin öyleyse ben size yeni ve çok tercih edilen modellerimizi göstereyim" Peşine takılıp mağazayı gezmeye başladık.

 

"Düğün hazırlıkları mı yapıyorsunuz?" Mağaza görevlisinin gülümseyerek sorduğu soruyla Fırat'la birbirimize hüzünle baktık.

 

Geçmiş gözümün önüne gelmişti. Düğün hazırlıkları işkence gibi geçmişti. Didişmelerimiz, hastaneye düşmelerimiz, hevesimiz olmadan bir şeyler almamız... Hepsi de acı geçmişimizin birer kötü sahneleriydi.

 

"Hayır, evliyiz zaten. Eşyalarımızı yeniliyoruz" Geçmişin acılarına daldığım sıra Fırat'ın sesi ve elimi tutan elini hissetmemle bulunduğumuz ana odaklandım.

 

"Anladım, o zaman ilk olarak salon takımlarımızı göstereyim"

 

Çeşit çeşit salon takımı gösterdi ama hiçbiri hoşuma gitmemişti. Zor beğenen bir insandım. Fırat'ta hiç yardımcı olmuyordu. "Sen neyi beğenirsen bende beğenirim" diyordu, sadece.

 

Mağazanın alt katında bir şey beğenmeyince üst kata çıkmıştık. Tüm umudum tükenmiş, bu gidişle hiçbir şey alamadan döneceğiz diye düşünürken gözüme siyahın en güzel tonuyla bütünleşmiş bir koltuk takımı çarptı. Yavaş adımlarla takıma yaklaştım. Elimi kumaşına hafifçe değdirerek koltuğa oturdum. Renginin ve şeklinin mükemmelliği yanında konforluydu. Gülümseyerek Fırat'a döndüm.

 

"Bunu alalım mı?" Aynı gülümsemeyle karşılık verdi.

 

"Beğendiysen alalım, güzelim"

 

"Çok beğendim"

 

"Siyah renk almakta emin misiniz? İsterseniz farklı renkleri de mevcut" Araya giren mağaza görevlisine çevirdim, bakışlarımı.

 

"Teşekkür ederim, siyah renk olsun istiyorum"

 

"Peki" Ben oturduğum yerden kalkarken,

 

"Yatak odasına bakalım, şimdi" dedi, Fırat. Normal bir cümle kurmasına rağmen bakışları kesinlikle normal değildi. Bakışlarında yatan çapkınlığı bir ben anlardım.

 

"Olur, efendim. Buyurun bir üst kata çıkacağız"

 

Hep beraber üst kata çıktık, bu sefer de. Evimin her yeri siyahın tonlarıyla dolsun istiyordum. Ancak Fırat'ın da fikirleri önemliydi. Sonuçta beraber yaşayacaktık. Fırat'ın yanına sokulup koluna girdim ve kısık sesle konuşmaya başladım.

 

"Fırat"

 

"Efendim, güzelim"

 

"Kararı sadece bana bırakma. Sende hoşuna giden renk veya modelleri söyle" Kafasını bana çevirince burunlarımız arasında sadece birkaç santim mesafe kalmış, nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Kaç saniye öyle kaldık bilmiyorum ama bizi kendimize getiren mağaza görevlisinin sesi olmuştu.

 

"En çok tercih edilen modelimiz bu" Arkası dönük olduğu için halimizi şükür ki görmemişti. Söylediği takıma doğru ilerlerken Fırat peşimden gelip,

 

"Benim için rengin, modelin önemi yok gülüm. Sen yanımda ol yeter."dedi. Cümlesi içimi ısıtmıştı. Sarılmamak için zor tutmuştum kendimi. Seni hak etmek için ne yapmıştım, be adam? Onca yaptığım şeyden sonra bana aşık olman, sana aşık olmam Rabbim'in bir mucizesi ve benim şükür sebebim olmuştu.

 

✬✬✬

 

Zar zor da olsa ev eşyalarımızı beğenip almıştık. Çok zor beğenen bir insan olmam büyük bir dezavantajdı. Fırat'sa hiç yardımcı olmamıştı ya ister istemez sinirim bozulmuştu. Birazcık yardımcı olsa, 'bende şunu beğendim' dese işler daha kolay ve çabuk hallolurdu.

 

Neyse ki hayal ettiğim gibi eşyalarımı siyah renginin farklı tonlarında almıştım. Çoğu insana göre siyah, karamsarlığın rengiydi. Fakat bana göre öyle değildi. Bana göre siyah; gücün ve huzurun rengiydi...

 

Eşyaların hepsi gelmiş, yerlerini ayarlayıp yerleştirmiştik. Geriye kalan tek şey, ufak tefek eşyaları yerleştirmekti. Diyarbakır'da kalan eşyalarımızın yerine yenilerini almıştı, Fırat. Yaşadığımız kötü günleri hatırlatacak en ufak şey olsun istemiyordu, benim gibi...

 

"Kitaplarım da Diyarbakır'da kaldı" dedim, hüzünle. Perdeyi takan Fırat kafasını bana çevirdi.

 

"Onları düşünme, güzelim"

 

"Nasıl düşünmeyeyim ki? Senin hediyendi o kütüphane. Ne emeklerle hazırlamıştın" Perdenin kalan kısmını da takıp üzerine çıktığı koltuktan yanıma doğru atladı. Ani hareketi korkmama sebep olmuştu.

 

"Fırat!" Kolunu belime dolayıp,

 

"Korkma, canımın içi" dedi.

 

"Korkutma, sende" diyerek omzundan ittirdim. Arkamı dönmüştüm ki adım atmama fırsat vermeden belimden tutup kendine çevirdi. Yine dip dibe birbirimizin nefeslerini solur hale gelmiştik. Başımın döndüğünü hissediyordum. Bu adam tüm dengemi alt üst etmeyi nasıl başarıyordu?

 

"Bugünlük bu kadar iş yeter" Konuşurken dudakları sanki ritim tutuyordu.

 

"Aynen, uyuyup dinlenelim artık. Yorulduk"

 

"Hıhı" dedikten sonra kolları arasına aldı, beni.

 

"Ne yapıyorsun, Fırat?"

 

"Karımı kucağıma alıyorum"

 

"İndirir misin, lütfen?"

 

"Olmaz" Direnmeye gerek yoktu, ne desem indirmeyecekti. Kollarımı boynuna dolayıp, kafamı göğsüne yasladım. Yaptığımdan memnun bir edayla gülümseyip dikkatli adımlarla yatak odasına doğru ilerledi.

 

Odanın kapısını açıp ışığı açma düğmesine bastı. Bastığı an odayı sarı ışığın aydınlatması gerektiği yerde kırmızı ışıklar aydınlattı. Işıkların aydınlattığı yatağın üstü güllerle doluyordu. Şok olmuş halde bakakaldım. Bakışlarım tavanı bulduğundaysa kalp şeklinde bir ışıklandırma sistemiyle karşı karşıya kaldım.

 

"N-nasıl? Ne ara yaptın bunları?" Anca kekeleyerek konuşabilmiştim. Nefesini yüzüme verip içimi titretirken soruma cevap verdi.

 

"Üzümünü ye bağını sorma, Çavreşamın"

 

Saniyeler mi sürdü dakikalar mı sürdü bilemedim ancak bir süre kapının önünde dikilip kaldık. Tabi ben hala Fırat'ın kucağındaydım. Aklıma gelen fikirle,

 

"Beni indirebilir misin, hayatım?" dedim. Hitabımı duydu ya hemen indirdi.

 

"Sen emret, hayatım" Sesi bile hipnoz etkisi yaratıyordu. Ben bu şekilde nasıl yaşayacaktım, bilmiyordum. Yavaşça kucağından indirdiğinde,

 

"Bana beş dakika müsaade eder misin?" diye sordum.

 

"Tabi, güzelim" Alnımdan öperek odadan çıktı. Bir süre olduğum yerde bekledim. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım gel gitleri yaşıyordum. En sonunda derin bir nefes alıp gardırobun en alt çekmecesini açtım. Açılmamış paketler apaçık ortadaydı. Yapabilirsin, Arjin. Utanılacak bir şey yok...

 

Paketlerden rast gele birisini alarak çekmeceyi kapattım. Yavaşça paketi açtım, çöpünü aynalığın önüne bıraktım. Şuan elimdeki kırmızı gecelikle bakışıyorduk, resmen. Ne kadar almak istemediysem Rukiye zorlamıştı. Evlilikte bunlar şart demişti, tıpkı Dicle gibi, sevgili arkadaşım.

 

Fırat'ın bana yaptığı tüm jestlere bir karşılık vermem gerekiyordu. Vereceğim karşılık bu olmasa iyiydi ama yapacak bir şey yoktu.

 

Üzerimdekileri zoraki bir şekilde çıkardıktan sonra yine aynı zorakilikle geceliği giydim. Aynadan kendime baktığım ansa kıpkırmızı kesildim. Her yerim ayan beyan ortadaydı. Hay ben bu geceliği icat edenin...

 

"Geleyim mi, artık?" Fırat'ın sesini duymamsa kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Son kez aynadan kendime bakıp saçlarımı düzelttim ve aynalığın üzerindeki parfümlerden birini üzerime sıktım. Ardından,

 

"Gelebilirsin" dedim ama sesim boğazımdan zor çıkmıştı. Kapının kolundan açılma sesini duyduğumda kalp atışlarımın hızı daha ne kadar artabilirse arttı.

 

Kapı açıldı. Fırat tam karşımda üzerindeki siyah tişört ve eşofmanıyla belirdi. Bakışları beni bulduğunda uğradığı şaşkınlık görülmeye değerdi. Şaşkın hali daha bir tatlı oluyordu. Kısa süren şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra sertçe yutkundu, bana doğru gelmeye başladı. Bense utançtan ayak parmaklarıma kadar kıpkırmızı olmuştum. Bakışlarımı utancımdan kaçırmak istesem de yapamıyordum. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş, kirpiklerimiz dahi oynamıyordu.

 

Aramızdaki mesafeyi kapatınca sağ eliyle gözümün önüne düşen saçlarımı kulağımın arkasına attı, tekrar yutkundu. Burnundan verdiği nefesi yüzüme salmayı da unutmamıştı. Nefesini yüzümde hissetmem vücudumu titretmişti.

 

"Ateşinle beni kavurmaktan bıkmadın mı?" Sorusuna cevap verecek gücüm yoktu. Bunun farkında olduğu için konuşmasına devam etti.

 

"Bir gün yana yana kül olacağım diye korkuyorum" Cesaretimi toplayıp elimi yanağına değdirdim, hafifçe.

 

"Kül olmana müsaade etmem"

 

"Etme, güzelim etme. İstediğin kadar yak ama küle döndürüp söndürme"

 

"Aşkından ölüyorken bunu yapmak bana işkence olur"

 

Bakışları artık dayanamayacak halde olduğunu gösteriyordu. Cümleme sadece gülümsedi ama gülüşün altında yatan aşkı sadece ben görüp anlayabilirdim.

 

Önce kolunu belime dolayıp kendine doğru çekti. Aramızda bir santim bile mesafe kalsın istemezcesine dudaklarıma kitlendi. Hâlâ cahil olsamda hareketlerine elimden geldiğince karşılık vermeye çalışıyordum. En ufak hareketim bile onu gaza getiriyor gibiydi.

 

"Ölüyorum, sana" Cevap vermemi beklemeden tekrar dudaklarıma yapıştı. Vücudum her dokunuşuyla alevleniyordu. Öpüşüne ara vermeden beni yavaş yavaş yatağa yaklaştırıp güllerin üzerine bıraktı.

 

"Gülleri bile güzelliğinle yanında sönük bırakıyorsun" İltifatları ve üzerimdeki gecelikle karşısında böylece durmam beni gereğinden fazla utandırıyordu. Örtünün kenarından tutarak üzerime çektim. Güller üzerime düşerken örtü görünüşünden utandığım bedenimi kapatmıştı. Fırat halime kahkaha attı.

 

"Lütfen utanıyorum, deme" Örtüyle yüzümü de kapattım.

 

"Utanıyorum"

 

"Duyan da ilk defa yapıyoruz sanacak" diyerek üzerimden örtüyü çekti. Hemen ayağa fırlayıp,

 

"Neyse, benim uykum geldi. Uyuyalım artık" dedim. Üzerimi değiştirmek için gidecektim ki önümde durup iki eliyle de belimi kavradı.

 

"Uyuma işini biraz daha erteleyebiliriz, karıcım"

 

"Yorgunum"

 

"Olabilir"

 

"Fırat"

 

"Bir daha söylesene, ismimi"

 

"Fırat"

 

"Hatunum, ismimi söyleyişin bile beni baştan çıkarıyor. Sence uyumana izin verir miyim?" Vermeyecekti, biliyordum. Diretmeye hiç gerek yoktu. Bir sefer olsun onun için bir jest yapmak istediysem hakkını vererek yapacaktım. Tek kaşımı meydan okurcasına kaldırdım.

 

"Öyle olsun" der demez parmak uçlarımda yükselerek dudaklarına kapıldım. Yaptığım hamleye sevinmiş olmalı ki öptüğüm sıra dudağı yana kıvrıldı. Saniyeler içinde ritmik hareketlerle karşılık vermeye başladı.

 

Çok geçmeden kendimi tekrar yatağın üzerinde buldum. Dudaklarımdan ayrılmış, dudaklarını boynuma değdirmeye başlamıştı. Hafif öpücükleri bile titretiyordu, içimi. Tüm utancımı bir kenara bırakıp yaptıklarına karşılık veriyordum. Her ne kadar zor olsa da...

 

"Fırat" İnilti halinde çıkan ses tonuma cevap veren Fırat'ın sesinin hali de benimkinden farksız değildi.

 

"Kadınım"

 

"Çok seviyorum seni" Büyüsüne kapıldığım zaman beynim işlevini kalbime devrediyordu.

 

"Bir daha söyle" dedi, kafasını kaldırıp yüzüme bakarken.

 

"Seviyorum seni"

 

"Benim seni sevdiğim kadar olamaz" Ve konuşmamızı bitiren dudaklarıma kapanan dudakları olmuştu.

 

 

Aşktı bizimki... İntikamın, törenin, imkansızların küllerinden doğan sonsuz bir aşktı...

 

 

 

İçimdeki huzurla güne gülümseyerek gözlerimi açtım. Huzurumun tek sebebiyse kolunu bana dolamış uyuyordu. Kafamı yavaşça göğsünden kaldırdım. Yüzünü izlemeye başladım. Bir insan uyurken bile dünyanın en güzel yüzüne sahip olabiliyormuş, Fırat sayesinde öğrenmiştim. Hayranlıkla bir süre yüzünü seyredaldım. En sonunda içimi gıdıklayan hisle dudağının kenarına hafif bir öpücük bıraktım.

 

Sanki bu anı bekliyormuş gibi hemen uyandı ve üzerime çıktı. Ani hareketi yine ürkmeme sebep olmuştu.

 

"Uyanık mıydın?" diyerek sitem ettim.

 

"Bilmem" Uykulu sesi kulağa nasıl da tatlı geliyordu.

 

"Çok fenasın" Altından kalkmaya çalışsam da nafileydi. Gücüm üzerimdeyken itmeye yetmiyordu.

 

"İnsan önce 'günaydın hayatımın anlamı' der"

 

"Yok sana günaydın"

 

"Sen bilirsin" der demez dudaklarını dudaklarımda hissetmem bir oldu. Her fırsatı değerlendirecekti, illa. Kalkması için dirensem de istifini bozmamıştı.

 

Yine pes etmiş istediğini yapmasına müsaade etmiştim ki kapı çaldı. Çalan zilin sesini umursamamıştı. Umursamazlığına karşın kapıda kim varsa ısrarla zile basıyordu. En sonunda pes edip dudaklarını dudaklarımdan ayırıp üzerimden kalktı.

 

"Bu insanların zamanlamalarına deliriyorum"

 

"İyi oluyor sana"

 

"Dua edin kapıda ısrarcı birisi var, Arjin Hanım. Yoksa ben size yapacağımı bilirdim" Omuz silkerek üzerime pikeyi örttüm. Fırat'ta tişörtünü ve eşofmanlarını giyip kapıyı açmaya gitti.

 

Yatakta kapıdan gelen sesleri dinlesem de pek anlamıyordum ne konuştuklarını. Gelen Rukiye değildi, bu saatte okulda oluyordu. Onun dışında gelecek kimsemiz yoktu. Birkaç dakika içinde evin içine giren ayak seslerini duyunca meraklandım. Yataktan kalkıp sabahlığımı üzerime giydim. Odanın kapısından çıkacağım sıra Fırat geldi. Beni görünce kaşları çatıldı.

 

"Nereye?"

 

"Kim geldi?"

 

"Kimin geldiğini bilmeden bu halde odadan dışarı niye çıkıyorsun?" Ses tonu sinirli çıkınca deli damarım tuttu, yine.

 

"Merak ettim" Dik başlılığımdan hiçbir zaman ödün veremezdim. Kolumu tutup odanın ortasına getirdi ve kapıyı kapattı.

 

"Bir daha kim gelirse gelsin üzerinde adam akıllı kıyafet olmadan karşılarına çıkmayacaksın" Kolumu hızla elinden çektim. Yavaş yavaş benimde sinirlerimi bozmaya başlamıştı.

 

"Benimle emir vererek konuşma, Fırat! Ben neyi nasıl yapmam gerektiğini biliyorum zaten" Sinirle güldü.

 

"Belli oluyor"

 

"Sinirimi bozma, Fırat!"

 

"Tamam, üzerini değiştir gel"

 

"Hâlâ emir vererek konuşuyorsun. Yapma!" Gözlerini kapatıp baş ve orta parmağıyla alnını ovdu.

 

"Üzerini değiştirip salonun içindeki odaya gelir misin, karıcım"

 

"Gelirim" diyip ters bakışlarımı üzerine saldım. Dolaptan kıyafetlerimi aldıktan sonra banyoya girdim. Ne işler çeviriyordu bilmiyordum ama sinirimi bozmadan duramıyordu.

 

Söylene söylene üzerimi değiştirdikten sonra odaya girdim. Odada yoktu. Odadan çıkıp salona geçtim. Evin içi sessizdi. Az önce kim geldiyse gitmişti, anlaşılan. Salonun içinde bulunan odanın kapısını açtığımda ilk gözüme çarpan yere oturmuş yerdeki kolileri açan Fırat oldu. Sonrasındaysa tüm odayı baştan sona inceledim ve ağzım neredeyse bir karış açıldı.

 

"Ama nasıl olur?" Fırat gülümseyerek yerden kalktı ve yanıma geldi.

 

"Önceki gibi tam anlamıyla hazır olamadı, maalesef ki" Odanın iki duvarı komple kitaplıktı, Diyarbakır da yaptığı gibi yine cam kenarına koltuk yerleştirmişti. Tek fark bu sefer kitapları yerleştirememiş, kitaplar kolilerdeydi.

 

"Bunu yapmak zorunda mısın?" Bana sarılırken fısıldayarak soruma soruyla karşılık verdi.

 

"Neyi?"

 

"Sana olan aşkıma seviye atlatmak zorunda mısın?" Alnını alnıma dayadı.

 

"Senin yaptığını yapıyorum" diyerek sırıttı. O gülünce dünya sadece bizim etrafımızda dönüyor gibi hissediyordum.

 

"Teşekkür ederim"

 

"Etme" Yine fırsatını bulmuş konuşmanın sonunu dudaklarıma mühürlenerek bitirmişti. Kesinlikle adil değildi, yaptığı ama teslim olmaktan başka da çarem olmuyordu.

 

Bu seferse Fırat'ın ısrarla çalan telefonu araya girmişti.

 

"Hay sikeyim, böyle işi" Küfür etmesine kızsam da bozulan yüz ifadesine istemsizce kahkaha attım.

 

"Gül sen, gül. Acısını elbet çıkarırım" Tehditini savurduktan sonra cebinden çıkardığı telefonu açtı.

 

"Efendim?" Birkaç saniye karşıdakinin sesini dinledi. Her duyduğu kelimede yüz ifadesi değişiyordu. En sonunda donmuş vaziyete bürününce korkmaya başlamıştım.

 

"Fırat" Telefonu yavaşça elinin arasından kayıp yere düştü. İçimdeki korku ve endişe büyürken hafifçe koluna dokundum.

 

"Fırat ne oldu?"

 

"Babam..." Ağzından dökülen tek kelime bu olurken yere dizlerinin üzerine çöktü.

 

 

BÖLÜM SONU🤍

Finale birkaç bölüm kaldı, canlarım. Elimden geldiğince bölüm aralarını kısa tutmaya çalışacağım. Uzun süredir beklettim daha fazla bekletmek istemiyorum. Ancak yoğunluğuma göre daha öncede Wattpad de yaptığım gibi her pazar yayınlayabilirim. Hoşçakalın, sevgiyle ve sağlıcakla kalın. ❤️‍🔥

 

 

Loading...
0%