Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Bölüm Eve Dönüş

@araftaacangunes

Bölüm Şarkısı: Mirkelam - Hatıralar (Orjinal Klibi)

 

***

 

Haziran, 2017 - Kozcu Konağı, ŞANLIURFA

 

Konakta her zamankinin dışında bir koşuşturmaca vardı bu sabah. Sare hanım en son, oğlu Rıdvan evlenirken bu kadar heyecanlıydı. Yerinde duramıyor, oradan oraya koşturup her şey eksiksiz olsun istiyordu. Yıllar sonra ilk kez gelecekti baba evim dediği yere Senem. Onun için de kolay değildi, biliyordu Sare hanım. Ama yine de yanında olsun istiyordu.

 

Avluda oturan Rıdvan ve Siyabend bir yandan iş konuşurken bir yandan da annelerinin koşuşturmasına şahit oluyordu. Aile üyelerinin her biri bu geliş için bir şekilde fikrini söylemiş, tavrını koymuştu. Sessiz kalıp bir şey söylemeyen iki kişi vardı. Biri Rıdvan; diğeri kuşkusuz Siyabend'ti.

 

"Nazlı, kızım! Hadi acele edin. Odayı havalandırmak lazım gelir." diye avludaki masalardan birinde oturan Nazlı'ya seslendi Sare hanım.

 

Nazlı, annesine yardım etmek yerine uzaktan izlemeyi tercih ediyordu böyle bir günde. Sare hanım ise bu durumdan pek hoşnut değildi. Herkes işin bir ucundan tutsa, akşama ancak biterdi hazırlıklar ona göre.

 

Nazlı, orta kattaki terastan bağıran annesine ters ters baktı. Boşa uğraşıyordu. Her ne kadar kızgın olsa da, Senem'i de inadını da iyi bilirdi. Burada kalmayacaktı.

 

Kızının avludaki oturduğu yerden kılını kıpırdatmadan yüzüne baktığını gören Sare hanım daha yüksek sesle bağırdı. "Nazlı dedim! Hadi kızım, acele etsene." ve avludan mutfağa yönelen yardımcı kızı görünce ona dönüp "Havva, söylediğim yemekler hazır mı?" diyerek Nazlı'yı unutuverdi hemen.

 

"Hazır hanımım." dedi yardımcı kız.

 

Derin bir nefes alan Sare hanımı avluda oturduğu minderden izleyen Feyruz Ana daha fazla dayanamadı. Biraz daha bir şey söylemese, gelinini kalp krizinden kaybedecekti. Sabahtan beri fır dönüyordu. Ortalığı telaşa vermiş, oradan oraya koşturuyordu. Böyle giderse Senem'in gelişini göremeden düşüp bir yerde yığılıp kalacaktı.

 

"Sare! Kızım sakin ol. Hele gel. Bir yol otur şöyle. Yetişir merak etme. Allah bilir daha uçağa bile binmedi kız." dedi yanındaki minderi oturması için işaret ederek.

 

Sare hanım avluya inip Feyruz Ananın yanına oturdu.

 

"Biliyorum... Biliyorum da ana... Duramıyorum işte. Kaç yıl geçti... Hep yalnızdı, hep kimsesiz... Benim kızımın kanatları kırık be ana. Yaralarını sarmalıyım ki tekrar uçabilsin." Terasta oturan oğluna bakarak söylemişti bunları Sare hanım, gözleri dolu dolu.

 

Annesinin kendisine bakarak söylediği sözler, sol yanına battı sanki Siyabend'in. Haklıydı. O kırmıştı kanatlarını. Hayatta en çok korktuğu yere, karanlığa o itmişti onu. Belki diye düşündü. Belki bir şansı olsa onarabilirdi kırdığı o kalbi ve hayalleri.

 

Ortamda dönen bakışmaları ve imalı sözleri anlayan bir kişi de şüphesiz Rıdvan'dı.

 

"Ana, fazla alıştırma kendini. Geleceğine gelir lakin burada kalmaz. İnatçıdır. Bir kere gelmeye karar vermişken istemediği bir şeye zorlama." dedi Sare hanıma.

 

Sare hanım Rıdvan'ın bu kadar sakin konuşmasına şaşırmıyor değildi. Geleceğini duyunca da hiç tepki vermemişti. "Neyse" dedi içinden. Kızı gelecekti. Daha ne isterdi ki.

 

"Ana, hangi odayı açıyoruz? Küçük misafir odasını mı?" diye sordu Meran. Nazlı'nın yanındaki sandalyede olan biteni izliyordu.

 

"Yok Meran'ım. İkinci kattaki odayı açacağız."

 

Meran duyduklarıyla şaşırıp, hemen yanındaki Nazlı'ya baktı. "O oda kilitli değil miydi Nazlı? Bir kere bile içeri giremedim o kadar ısrar etmeme rağmen."

 

"O oda Senem hanımın." dedi Nazlı kinayeyle. "Kilitliydi yıllardır. Yaa, yengecim. İşte böyle... Annemin kıymetlisi olmak bunu gerektiriyor." dedi annesinin duyacağı şekilde.

 

Hepsi birden gülmeye başladı Nazlı'nın bu sitemine.

 

"Nazlı, abicim, sen hala mı? Bu yaşa geldin, hala mı kıskanıyorsun ablanı?" dedi Rıdvan kahkahasının arasından.

 

"Abi, ne kıskanması ya! Kim kıskanıyormuş. Yalan mı? Annem hepimizden, hatta senden bile çok seviyor onu." dedi yüzünü asarak.

 

"O nasıl laf kızım. Annen hepinizi çok seviyor. Hem boş ver o Senem'i sevsin. Ben tembel kızımı daha çok seviyorum." diye takıldı yine Nazlı'ya Feyruz Ana.

 

"Off nene offff... Övdün mü gömdün mü ya?" dedi Nazlı suratı daha da asılarak.

 

"Sare kızım, kim ölmüşte gömmüşler. Hiç haberimiz olmadı."

 

"Nenem senin onunla dalga geçtiğini söylüyor yani Nazlı" dedi Siyabend.

 

"Höst! Sen benle oyun mu ediyon bakayım!" diye çıkıştı Feyruz Ana. Onları izleyen Sare hanımın yüzünde asılı kaldı ufak bir tebessüm. Sare hanım mutlu olmasın da, kim olsundu. Ailesi yine tam olacaktı. Tek eksik de saatler sonra buradaydı.

 

Senem'in evi, MERSİN

 

Son hazırlıklar tamamlanmış, valizler önceden gönderilmişti. Senem'e kalan sadece uçağa binip gitmekti. Çalan telefonunu açmak için bahçe masasına gitti.

 

"Alo, Deniz. Ne zaman gelecek Çağrı? Haydut'u almasını bekliyorum. Sakın bana vazgeçti deme! Bu saatte kimseyi bulamam emanet edecek." diye sıraladı aklındakileri Senem. Bu davranışı Sare hanımdan öğrenmişti. O da ne zaman telaşlı olsa, aklındakileri bir çırpıda sıralardı.

 

"Senem, bir nefes al be güzelim. Şoför gelip alacak şimdi Haydut'u. Çağrı bir toplantıya girmek zorunda kaldı. Çok selam söyledi. Arayacakmış seni ilk fırsatta. Ben de Burcu'nun teyzesine gideceğim hasta ziyaretine. Haber vermek için aradım." dedi Senem'in tüm sorularını bir bir cevaplayarak.

 

Senemin birden yüzü düştü. "Yaa, anladım. Tabi, toplantı önemli. Ebrar teyzeye geçmiş olsun dileklerimi ilet. Burcu'yu da çok öpüyorum. Sağol haber verdiğin için."

 

"Tamam o zaman. Sana iyi yolculuklar. Şoför 10 dakikaya gelir. Haberleşiriz yine." deyip telefonu kapattı Deniz.

 

Senem ayaklarına tırmanmaya çalışan Haydut'u kucaklayıp, soğuk metal sandalyeye oturdu. "Ya... Gördün mü oğlum yine yanlızız." dedi yumuşak beyaz tüylerle kaplı yüzüne bir öpücük kondurmadan önce. Haydut huysuzlanıp havlayınca "Yapma ama böyle... Ben de seni bırakmak istemiyorum ama mecburuz. Seni yanımda götüremem. Hem bir süreliğine Çağrı'yla eğlenebilirsin. Parçala oğlum tüm formaları! Böyle bir günde beni yalnız bıraktı." diye tembihledi Haydut'u bir yandan kahkaha atarken.

 

Kapı çalınca Haydut'u yere bırakıp "Ayrılık vakti... Seni almaya geldiler galiba." diyerek kapıyı açmasıyla donakaldı. Herkes buradaydı. Esila, Burcu, Deniz hatta toplantıda dedikleri Çağrı bile.

 

"Siz.. Ama nasıl? Ebrar teyze... toplantı..." Kapıyı açtığında onları görmeyi planlamayan Senem, orada bulunmalarını anlamlandırmaya çalışıyordu hala.

 

"Durun, durun, şimdi anlayacak!" dedi Çağrı gülerek.

 

"Deniz ya off! Usta yalancı! Burcu sen ayrıl bundan yaa!" diyerek Deniz'e döndü Senem.

 

"Hoppala, yine bana patladı ya... Kızım bulalım sana da birini! Benim ilişkimden ne istiyorsun sen? Uyma aşkım sen bu deliye."

 

"Hımm... Aslında düşünebilirim Senem'cim. Sana güveniyorum." diye takıldı Burcu.

Burcu'nun cevabıyla deniz morarırken hepsi birden gülmeye başladı.

 

"Eee... Kapıda mı dikileceğiz? Hadi kızım çıkalım. Daha Adana'ya gideceğiz." dedi Çağrı.

 

"Nasıl, hep beraber mi gidiyoruz?" Senem bu kadarını da beklemiyordu.

 

"Efendim, ben burada vedalaşsam iyi olur. Haydut'u Çağrı Bey'in evine bırakıp şirkete geçmeliyim." dedi Esila.

 

Senem, karşısında gözleri dolu dolu duran asistanına baktı. Birlikte çalışmaya başlayalı 8 ay oluyordu ama yine de sevmişti bu kızı. Tüm hırçınlığına, öfkesine rağmen hep saygı duymuştu Senem'in değişken hallerine. Galiba bu kızı özleyecekti.

 

"Esila teşekkür ederim her şey için." dedi gülümseyerek. Esila dayanamadı ve Senem'e sarılıp ağlamaya başladı.

 

"Tamam, tamam... Temelli gitmiyor ya, ne bu böyle? Hadi geç kalacağız." Bu ruhsuz yorumu yapabilecek tek kişi, Çağrı'dandı bu cümleler.

 

Senem Haydut'u kucağına alıp başını okşadı ve küçük öpücükler kondurdu tepesine. Vedalaşmak hep zordu zaten senem için. Gerçi, hiç vedalaşmamıştı. Önce babası tarafından terk edilmiş, sonra da terk etmişti benim diyebildiği her şeyi. İşte yine benim dediği Haydut'la ayrılıyordu. Haydut, Çağrı ve Deniz'in Senem'e ilk proje hediyesiydi. Evindeki neşesi ve kendisi dışındaki tek sesti bu evde. En azından emin ellerde olacaktı. Çağrı her ne kadar burun kıvırsa da Haydut'a iyi bakardı. Bundan hiç bir şüphesi yoktu.

 

"Tamam, tamam... Ben bol bol video ve fotoğraf atarım sana. Bitir artık şu faslı... Uçağı kaçıracaksın." dedi Çağrı.

 

"Tamam Çağrı. Bu süreçte dırdırın olmadan yaşayacağım için çok mutluyum. Seni hiç özlemeyeceğim." dedi Senem. Çantasını aldı ve Adana'ya doğru yola çıktılar. Mersin ve Adana birbirine yakın kentlerdi ve hava alanına özel arabanızla yaklaşık bir saatte ulaşabiliyordunuz. Hava alanından da Urfa'ya geçecekti.

 

Yola çıktığını haber vermek için halasını aradı Senem. Telefonu Rıdvan açıp "Annem yukarıda bana söyle." dedi. Senem Rıdvan'ın sert ve tok sesini duyunca, bir an cevap veremedi. Telefonda duyduğu nefes alışverişleri cevap vermesi gerektiğini hatırlattı ona kısa bir sessizliğin ardından.

 

"Ben, ben... Sadece üçte bineceğimi haber verecektim. Abi sen..." cümlesini tamamlayamadan sözü kesildi Senem'in.

 

"Senem, seni Cihan karşılayacak. Direkt konağa geleceksin."

 

"Abi, ben kendim hallederim." dedi kısık sesle Senem.

 

"Taksilerde sürünme. Buraya geldiğinde her şeyi konuşacağız. Ben anneme haber veririm." dedi ve kapattı. Senem bir telefona bir yanında oturan Çağrı'ya baktı.

 

"İyi misin? Bir şey mi oldu Senem?"

 

"Abim açtı, gelince konuşacağız dedi." ve "İşte başlıyoruz." diye ekledi içinden Senem.

 

Bir saatlik yolculuk sonunda gelmişlerdi hava alanına. İçeri geçip biniş kartını aldıktan sonra kontrol sırasının önünde durdular. Deniz ve Burcu tek tek gelip sarıldılar Senem'e. Deniz, "Sana güveniyoruz Senem. Bu iş için en doğru kişi sensin. Orayı, oranın insanlarını tanıyorsun. Ne olursa olsun yanlız değilsin. Tamam mı?" diyerek cesaretlendirmeye çalıştı son bir kez onu.

 

"Biliyorum. Sağol Deniz." Onca zaman sonra iş ortağından çok bir kardeş olmuştu Deniz ona. Senem, onlardan ayrılacak olmanın verdiği duygusallıkla sabahtan beri tuttuğu çeşmelerini açtı. Bir damla sol gözünün kenarından yanağına doğru bir yol çizerken bir diğeri de onu izledi. Sıra Çağrı'ya geldiğinde Senem gülümsedi gözyaşlarının arasından. Çağrı kollarını açıp bekledi onu. Usul usul yanaşıp sarıldı Çağrı'ya. Çağrı Senem'in kulağına eğilerek "Hiçbir zaman yalnız hissetme. Ne olursa olsun, saat kaç olursa olsun beni ara ve her zaman olduğun gibi güçlü ol." dedi ve gözlerinin içine bakarak devam etti bu kez "Anlat onlara kendini ve seni anlamaları için zaman tanı onlara. Yapamayacağını hissedersen dön geri. Burada da bir ailen var. Ama ben seni tanıyorsam sen işini bitirmeden gelmezsin." dedi samimiyetle.

 

Tam o sırada son çağrı anonsu duyuldu ve Senem sadece gülümsemekle yetindi. Kontrolden geçip uçağa doğru ilerledi.

Önüne yine bir hedef konulmuş ve sonuna kadar gitmesi istenmişti. Başaracağına inanan insanları yüzüstü bırakmak istemiyordu. İş konusunda iyiydi. Bunu kimse inkar edemezdi, ama konu ailesine gelince mesele içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Dalgın dalgın yürürken önünde uçağa doğru ilerlerken aniden duran başka bir yolcuyla çarpıştı.

 

"Pardon hanımefendi. Üzgünüm. İyi misiniz?" Karşısındaki adam endişeli görünüyordu.

 

"İyiyim sağolun. Asıl ben özür dilerim. Dikkat etmedim." diyerek başıyla bir selam verdi. Diğer yolcularla birlikte uçak merdivenlerine yöneldi ve bu sırada biletini kontrol etti. Koltuğunun olduğu yere geldiğinde koltuğun dolu olduğunu farketti. Koltuğunda oturanın az önce çarpıştığı adam olduğunu görünce şaşırmadan edemedi. "Ne tesadüf ama!" diye düşünüp iç çekti.

 

"Pardon beyefendi. Şuan benim koltuğumda oturuyorsunuz. Rica etsem kalkar mısınız?" dedi sakince.

 

"Anlamadım. Bence yanlışınız var. Burası benim yerim. Lütfen biletinizi kontrol edin ya da bilen birine gösterin." diyerek yüksek sesle ve küstahça yanıtladı onu karşısındaki adam. Adamın sesini yükseltmesiyle Senem hafiften gerilmeye başladığını hissetti. Kimdi bu adam ki böyle ulu orta bağırıyordu ona. Hele ki onun koltuğunda oturduğu halde.

 

"Pardon biraz sessiz olabilir misiniz? Hanımefendi siz de yerinize oturur musunuz lütfen." Hostesin uyarısıyla iyice sinirlenen Senem daha fazla diline hakim olamadı.

 

"Koltuğumdaki kütük kalkarsa oturabilirim." diyerek tersledi hostesi.

 

"Sen bana mı dedin kütük diye? Benim kim olduğumu biliyor musun sen? Ben Cemil Gencer'im. Haddini bil!" diyerek daha fazla ne kadar küstah davranabilirim diye kendi sınırlarını bile zorlarcasına konuştu adam.

 

"Sen mi bildireceksin bana haddimi?" Senem böyle insanlara pabuç bırakacak bir kadın değildi. Hele ki haklıysa.

 

"Hanımefendi, beyefendi! Sakin olun lütfen. Biniş kartlarınızı kontrol edebilir miyim?" Hostesin müdahalesiyle ikisi de biniş kartlarını hostese uzattı, ancak hâlâ birbirlerine bakıyorlardı. Senem iyice çileden çıkmak üzereydi.

 

Hostesin, "Cemil Bey, Senem Hanım haklı. Bu koltuk ona ait. Siz C-17 numaralı koltuktasınız. Burası C-7" demesiyle adamın kaşları çatıldı. Hostesin müdahalesinden sonra Cemil denen adamın kalkmasıyla Senem sinirle yerine oturdu.

 

"Haddimi bildirecekmiş. Daha koltuk numarasını ayırt edemiyor. Bana had bildirecek odun." Kendi kendine söylenmeye başladı Senem.

 

Cemil ise yerine geçip oturduğunda, babasına olan öfkesini kızdan çıkartmanın pişmanlığını yaşıyordu. Bir şekilde özür dilemek zorundaydı.

 

Yolculuk yarım saat sürecekti. Rıdvan, kardeşi Cihan'ı aramış, havaalanına gidip Senem'i karşılamasını ve onu hemen konağa getirmesini söylemişti.

Kırk dakikalık yolculuğun ardından Urfa'ya inen uçaktaki yolcular yavaş yavaş inmeye başlamıştı. Senem de çıkışa yöneldi. O sırada Cemil Senem'e yetişmek ve özür dilemek için adımlarını hızlandırdı, fakat koltuk numarası gerilerde olduğundan onu yakalayıp özür dileme fırsatı olup olmayacağını kestirmedi. Yine de kaba davranışından dolayı mahçup hissediyordu. Sonuçta babasına olan öfkesini tanımadığı bu kızdan çıkartmıştı.

 

Bavullarının çıkmasını beklerken bir yandan da Senem'in gözleri Cihan'ı arıyordu. Nihayet bavullarını alıp çıkışa yöneldiğinde kendi ismini duyup sesin geldiği yöne çevirdi başını ve Cihan'ı gördü orada. Eniştesinin kopyası olmuştu. Rahmetliye şüphesiz en çok benzeyen Cihan olmalıydı. 5 yıl onu daha da babasına benzetmişti demekki.

 

"Cihan! Sensin... Kocaman adam olmuşsun sen! Gel buraya bir sarılayım sana." dedi Senem gözlerine kadar yükselen kocaman bir gülümsemeyle.

 

Cihan yavaşça gelip sarıldı ona. Sonra daha sıkı, daha da sıkı... Sanki yılların acısını çıkarıyordu. Ablası gelmişti. Senem de aynı düşünceleri paylaşırken, bırakıp gittiğinde küçük bir çocuk olan ama şimdi gencecik bir delikanlıya dönüşen kardeşine sarılıyordu. Buradaydı işte, kollarındaydı. Ayrıldılar yavaşça.

 

"5 yılda unutursun sanmıştım bizi. Şaşırdım doğrusu." dedi Cihan.

 

Senem bir an donup kaldı. Ta ki Cihan gülmeye hatta kahkaha atmaya başlayıncaya kadar.

 

"Ablam, şaka yaptım. Sen bizi unutmazsın, biliyorum ben. Hadi evde cümbüş var. Herkes seni bekliyor. Gidelim bir an önce. Annem şimdiden yedi kere aradı." dedi samimiyetle.

 

Senem de gülümsedi. Bu çocuk böyleydi işte. Her şey onun için şakaydı. Her şeye gülebilirdi. Çocukken de böyleydi. Arabaya binip uzaklaştılar. Cemil ise bu kızın Kozcuların oğluyla ne işi olduğunu çözemedi. Tanıdık falan mıydı acaba? "Neyse, çıkar kokusu bunun yakında." dedi ve kendi arabasına ilerledi.

 

"Eee... Ablam, özlemedin mi bizi hiç? Neden hiç aramadın, annem dışında kimseyle konuşmadın? Hiçbir aramamızı cevaplamadın?" Sesinde kırgınlık vardı Cihan'ın. Senem başka bir ima sezmedi sesinden.

 

"Cihan, bak ben yani..."

 

"Ablam, ben seni yargılamıyorum, ama anlamıyorum da neden... Bir sebep ver bana, bize... Kimse bir şey bilmiyor. Bir sınav için gittin bir daha hiç gelmedin. Ne oldu bilmiyorum ama boşa değildi gidişin. Ama bir sebep ver bana. Annem hep ağladı senin için. Nazlı hep kızdı. Ben ne olduğunu anlamadım. Sorma dediler sormadım ama bilmek istiyorum. Neden?" Cihan'ın sözleri Senem'in şimdiden kapana kısılmış gibi hissetmesine yol açmıştı.

 

"Cihan, sana sunabileceğim tek bir nedenim var. Gitmeliydim ve gittim." Cihan böyleyse, konaktakilere ne açıklama yapacaktı Senem.

 

"Anladım. Sen de sorma diyorsun. Peki sormuyorum, ama şunu bil. Sana kızgınlar ve affetmeleri zaman alacak." dedi Cihan anlayışla.

 

Peki senem ne olacaktı onun kızgın oldukları affedemedikleri ya da affedip affetmeyeceğini bilmedikleri ne olacaktı?

 

"Ne var biliyor musun Cihan? Ben, bu kadar zamanda ne anladım biliyor musun? Yarım kalanlar bırakmaz insanın peşini, ta ki gidip sonlandırana kadar. İşte ben de yarım kalanları tamamlamaya geldim." dedi ve suskunluğuna sığındı Senem.

 

Yol boyunca konuşmadılar hiç. Ne Cihan sordu ne Senem cevapladı. Konağın kapısına gelince indiler arabadan. Cihan Senem'in el valizini alırken, Senem o büyük kapıya baktı. Gerçekten bir son mu yazacaktı bu geliş, yoksa yeniden başlangıçları mı? Yaşayıp görecekti.

 

***

 

Merhabalar,

 

Geç oldu lakin güç olmasın... Bir takım aksiliklerin zincirleme bir şekilde üzerime gelmesiyle bu bölümün yayınlanması aksadı.

 

Umarım bir daha böyle bir aksaklık yaşamayız.

 

Sevmeyi, gülümsemeyi, yaşamayı ertelemeyin...

 

Sevgiyle kalın,

 

S & S

 

❤️

 

***

Loading...
0%