@araftaacangunes
|
Bölüm Şarkısı: Ufuk Çalışkan - Unutmak İstiyorum
***
Haziran, 2017 - Kozcu Konağı, ŞANLIURFA
Uzun bir aradan sonra kahvaltı sofrasında eksiksiz oturmanın keyfini sürüyordu Feyruz Ana. Yanında oturan Senem'in tabağına sürekli bir şeyler doldurup "Ye kızım ye biraz. Özlemişsindir. Oralarda yoktur böyle şeyler, zaten dal gibisin." diyordu birkaç dakika arayla.
"Feyruz Sultan, yine formundasın bakıyorum. Az rahat ver kıza. Bırak istediğini yesin işte."
"Bırakayım da hepsini sen ve Cihan yiyesiniz, değil mi Rıdvan Efendi? Sen önündeki tabağa bak!"
Masadaki konuşmalardan habersiz Senem ise tabağına konulanlardan birine çatalını batırıp ne olduğuna bakmadan ağzına attı. Yavaş yavaş lokmasını çiğnerken hala sabah yaşadığı şokun etkisindeydi. Tüm gün ona rastlamamanın verdiği güvenle biraz daha zamanı olduğunu düşünürken birden karşısında Siyabend'i görmek şaşırtmıştı Senem'i. Öyle bir şaşırmak ki dumur olmuştu adeta. Filmlerde, ağzı bir karış açılmış gözleri yuvalarından fırlamak üzere olan insanları kahkahayla izlemeyi severdi. Hatta yorumlar yapardı görünüşleri hakkında fakat böyle bir anı yaşamamıştı daha önce. O neşeli gülümsemenin yüzünden yavaşça kaybolmasını başka birinin yüzünde izlese gerçekten keyfine diyecek olmazdı. Fakat mevzu bahis kendisi ve yaşadığı o an olunca gülmek ne kelime sinirden ağlamak istiyordu. Üzerinden uzun yıllar geçmişti. Koskoca beş yıl... Ve yıllar sonra bile onu görünce hızlanan kalbi, söz geçirmek ne kelime, sanki kendine inatmış gibi sıklaşan nefesi canını sıkıyordu. Hele bir de adını ondan bu şekilde duymak. Beş yıldır kimse ona böyle seslenmemişti. Seslenememişti. Aklından çıkmıyordu o anlar. Kapıyı açar açmaz karşısında gördüğü adam yetmezmiş gibi, bir de "Güneş" diyordu ona. Sesinin yankısı kulaklarında asılı kaldı bir süre. Öylece bakakaldı karşısındaki adama. Değişmişti. Zamanın değiştiremediği ne vardı ki sanki. Esmer yüzünü siyah bir örtü kaplamıştı. Senem buna alışkın değildi, bıraktığında daha azdı bu koyu renk sakallar. Fakat kahvelerinin içerisinde siyah hareler olan gözleri yıllara meydan okurcasına aynı ateşleri barındırıyordu derinliklerinde. Bir süre, konuşamadan öylece bakakalmıştı yüzüne. Sessizliği bozan taraf olmadı, konuşamayacaktı da... Sessizlik rahatsız edici bir hal almaya başlamamışken henüz, yine kulaklarını doldurdu onun sesi. "Hoşgeldin evine." Ne diyeceğini nasıl başlayacağını düşünürken Senem, duyulan ıslıkla ikisi de terasa çevirdi başını.
Elleri ceplerinde ıslık çalarak onları izleyen Cihan sırıtarak "Günaydın abla." dedi önce Senem'e.
"Günaydın canım." Senem Cihan'nın çıktığı kapıya baktı. O da bu katta kalıyordu demek. Eskiden Siyabend ile ikisi kalırdı üçüncü kattaki bu iki odada ve diğer oda yüklük olarak kullanılırdı. O odayı boşaltıp Cihan için oda hazırlatmış olmalıydılar. İkizler de artık büyüdüğü için odalarının ayrılma vakti gelmişti tabii. Nazlı da ikinci kattaki eski odasında kalıyor olmalıydı.
"Ooo... Siyabend Ağa, erkencisin. Ne ara geldin?"
Siyabend derin bir nefes aldı. Bu gereksiz kardeşi her yerden çıkmak zorunda mıydı? Henüz Senem'in Cihan'a verdiği selamdaki iki kelime dışında sesini işitememişti bile. Onlar da kendi için dökülmemişti dudaklarından. Yine de, ne çok özlemişti o ince sesi.
"Gece geldim senin için bir sakıncası yoksa. Kusura bakma haber edemedim." Senem'le konuşamamasının sebebini, koridorda dikilerek ona bir de hesap soran Cihan'ı tersledi Siyabend.
"Yok ağam, ne kusuru. Eee, siz ne yapıyorsunuz? Kuzeninle hasret mi gideriyorsunuz?"
O sırada Feyruz Ana'nın sesi avluda yankılandı.
"Kızlar, hamur hazırsa getirin, kızıma sac böreği yapacağım."
"Abla, vallahi iyi ki geldin ya! Nenem börek yapıyor senin için."
"Ben bir neneme bakayım." Bu bahaneyle karşısında bir metre mesafede nefes alıp vermesini engelleyen adamdan kurtulmuş olacaktı. Onunla yalnız kalma düşüncesi dahi baş ağrılarına sebebiyet verirken, şuan ona bu kadar yakın olmak en son isteyeceği şeydi, ki olmuştu. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordu. Cihan'ın tarafına yöneldi. Senem tam merdivene doğru hareketlenmişti ki yıllardır kulağına çalınmayan o ses tekrar duyuldu.
"Senem!"
Senem yavaşça arkasını döndü. Ne var dercesine kafasını salladı.
"Bir merhaba yok mu?"
"Merhaba!" dedi ve hızlıca merdivenlere yürüdü. Daha fazla konuşmak istemiyordu.
Kahvaltı tabağından bir dilim Urfa peynirini ağzına attı. Sabah yanından kaçtığı adam şimdi kahvaltı masasında tam karşısında oturuyor, yetmezmiş gibi gözünü dahi ayırmadan kendisini izliyordu bu evde kalmayı neden istemediğini ona hatırlatırcasına.
Siyabend ise sinirden yerinde duramıyor, yıllardır özlemini çektiği bu kızın, şuan ona bu kadar yakınken bir o kadar da uzak olmasına katlanamıyordu. Tam karşısında oturan kıza bakarken, o kendisi hariç her şeyle ilgileniyordu fakat onun olduğu tarafa kafasını dahi çevirmiyordu.Onu yok sayması Siyabend'i deli ediyordu.
Sare hanım masadaki gerginliği fark edince, bu gerginliğin belki de tek şahidi olarak duruma müdahale etmesi gerektiğini düşünerek Senem'e "Kızım kahvaltıdan sonra biraz konuşalım mı seninle baş başa?" dedi.
"Hala, kahvaltıdan sonra otele gidip eşyalarımı almalıyım. Daha sonra da inşaat alanına gidip incelemem lazım."
Rıdvan çayından bir yudum alıp konuştu.
"Sahi hangi oteldeydi senin eşyalar bacım, gidip alırız."
"Gencer Otel abi. Şehir merkezindeki."
Otelin ismini duyan Siyabend birden atıldı.
"Başka bir yer bulamadın mı? Yoksa orada mı kalacaktın sen?" Siyabend'in bu çıkışıyla masadaki tüm başlar Siyabend'e çevrildi. Senem de ne olduğuna anlam veremeden herkesle aynı tepkiyi vermiş, Siyabend'e bakıyordu. Ne diye bu kadar büyük tepki veriyordu ki!
"Pardon, anlayamadım. Senden izin mi almalıydım?"
Siyabend'in kaşlarının arasında iki çizgi oluşacak şekilde çatıldı kaşları, sesini ayarlayamadan patladı.
"Doğru, sen izin almazsın. Direkt gidersin. Arkanda kimi, neyi bıraktığını düşünmezsin bile. Unutmuşum."
Senem artık sinirlenmeye başlıyordu ama kendini frenlemeye çalışıyordu. Her şeyden önce halası ve nenesine saygısızlık yapmaktan çekiniyordu.
Rıdvan ortamı yumuşatmaya çalıştı.
"Siyabend, sakin ol."
"Abi, Gencer Otel diyor, duymadın mı?"
Senem hala bu tepkinin sebebini anlamaya çalışıyordu.
"Ne varmış o otelde abi? Şirket tarafından ayarlanmış bir yer işte."
"Bacım, o aşiretle biraz anlaşmazlıklar var. Seninle alakası yok. Mahmut gider alır şimdi eşyalarını." dedi ve kahyası Mahmut'u arayıp talimat verdi.
Senem ise abisinin söyledikleri üzerine Gencer isminin daha önce bir yerlerde kulağına çalındığını fark etmişti. Fakat nereden tanıdık geldiğini çıkaramadı üzerine düşünmesine rağmen. Feyruz ananın "Eee kızım, ne yapacaksın bugün bakalım?" demesiyle yan tarafında oturan nenesine dönüp "İnşaat alanına gidip ustalarla konuşmalıyım nenem." der Senem. Ve yine o ses çalınır kulaklarına.
"Tamam, ben de şantiyeye uğrayacağım. Ben bırakırım seni."
Siyabend'in sözüyle hemen karşısındaki adama çevrilir başı.
"Gerek yok. Ben hallederim."
"Gerek yok olur mu kızım. Giderken bıraksın işte seni de."
Feyruz Ana'nın ısrarına da karşı çıkamayacaktı ama artık iyice sinirlenmeye başlamıştı Senem. İstemiyordu onunla yalnız kalmak. Fakat yaşadıklarından habersiz olan ev halkı ve o bu durumu zorlaştırmak için ellerinden geleni yapıyor gibi hissediyordu.
Siyabend'se çiftlikte kaldığı tüm gün ve akşam boyunca düşünüp taşınmış, kendi içinde bir karara varmıştı. Bugün her şeyi konuşmaya karar vermişti. Şantiye yolunda konuyu açacak ve konuşacaktı.
Masadan kalkan ev ahalisi, kahveleri avluda içmeye karar vermiş ve aşağı inmişti. Senem'se asistanı Esila'yla telefonda konuşmak için terasta kalmıştı. Bugün gideceği şantiyenin taslakları hakkında bilgi alıp telefonu kapattı ve aşağı ineceği sırada salondan çıkan halası "Kızım biraz gelir misin? Sana söyleyeceklerim var." diyerek onu durdurdu.
"Buyur hala, dinliyorum."
Sare hanım lafa nereden başlasın, nasıl etsin de bu iki çocuğunun arasındaki kara bulutları kovalasın bilemedi ama sonunda "Bak kızım, sen benim canımsın, bir tanemsin... Seni nasıl sevdiğimi de biliyorsun."
"Bilmez miyim hala... Sen benim sadece halam değil, annemsin."
"Peki o zaman halan olarak senden bir şey isteyebilir miyim?"
"Tabii ki hala, iste. Yapabileceğim bir şeyse eğer."
"Kızım biliyorum yaşadıkların kolay şeyler değildi ama lütfen, rica ediyorum düşman olmayın kızım. Aynı evin içinde bölünmeyelim."
Senem işte bunu beklemiyordu. Onu tek anlayan kişi halasıyken şimdi oğlu için ona ricada mı bulunuyordu. Tabii ki huzursuzluk istemeyecekti evinde.
Oysa ki, bir annenin en zor sınavıydı bu. Bir yanda oğlu, bir yanda kızım dediği yeğeni... Ne diyebilirdi ki... Kanadı kırık bir kuştu kızı, kırık kanadını daha da kanatmadan nasıl anlatabilirdi derdini, bilmiyordu.
"Hala, her şeyin dört dörtlük olmasını beklemiyorsun değil mi? Yani, hiçbir şey olmamış gibi mi davranacağım? Bunu isteme benden."
"Yanlış anladın yavrum. Benim demek istediğim, karşılaşınca bir merhabanız olsun. Birbirinize yabancı değilsiniz, her şeyden önce kuzensiniz siz."
"Anladım hala, denerim ama bu konuşmayı umarım onunla da yaparsın. Ben artık çıkmalıyım. Akşam görüşürüz." dedi ve avlunun dışında, konak kapısının önünde kendisini bekleyen siyah arazi aracına doğru ilerledi.
Arabaya bindiklerinden bu yana on dakika oluyordu ama ne Siyabend ne de Senem tek kelime etmemişti. "Yeni bir sessizlik başladı, bu kez daha da uzun sürdü. Zaman olağanüstü bir yavaşlıkta seyrediyordu." Tam da böyle bir andaydılar ve bu anı paylaşmak her ikisi için de katlanılmaz olmuştu. Senem bu sessizliğin bozulması düşüncesine dahi tahammül edemezken Siyabend'in derisine soğuk çizikler saplıyordu sessizlik. Bu sessizliğin, Senem'e kalırsa daha çok uzayacağını anlayan Siyabend tam konuşacağı sırada Senem'in telefonu çaldı.
"Günaydın ortak! Ne haber, ne yapıyorsun bakalım."
Senem tam cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki arkadan duyduğu ses onu gülümsetmeye yetmişti. İnsan iki günde bu kadar özleyebilir miydi? Köpeğini ona armağan ettikleri için Dermanlara ne kadar teşekkür etse kafi gelmeyecekti, biliyordu. Havlama sesleri yakınlaştı. Şimdi de Çağrı, telefonu Haydut'a uzatıp, Senem'e havlama sesinin ulaşması için uğraşıyordu muhtemelen.
"Aşkım! Çok özledim ben seni. Günaydın."
Siyabend, duyduğu kelimeyle direksiyonu sağ şeride çevirip aniden frene yüklendi. Senem öne doğru savrulurken gürültülü bir çığlık koptu dudaklarından. Allah'tan emniyet kemeri takılıydı. Yoksa camdan dışarı fırlaması bile işten değildi. O anda, arabaya bindiklerinden beri ilk defa göz göze geldiler.
"Niyetin beni öldürmekse az kaldı. Dikkat etsene!"
Siyabend Senem'in söylediği hiçbir şeyi duymuyordu. Hala aklı o kelimedeydi. Az önce, belki de onun ağzından ilk kez duyduğu ve yine kendisi için olmayan o kelimede. Arabaya bindiğinden beri sinirli ve gergin olmasına karşın gelen telefonla yüzü aydınlanmıştı Senem'in ve "aşkım" demişti onu gülümseten o telefondaki sese.
"Senem orada mısın? Ne oldu Senem!"
Telefonu tekrar kulağına götürdü Senem.
"Buradayım Çağrı. İyiyim bir şey yok. Sen ne yapıyorsun?"
"Kahvaltı yapmaya çalışıyorum ama canavarın üstüme çıkmaya çalışıyor."
Senem bir kahkaha patlattı. "Çok özledim ya o hallerini."
Siyabend çıldırmak üzereydi. Olabilir miydi? Gerçekten başka birini sevmiş olabilir miydi?
"Çağrı, köpeğime iyi bak. Ona bir şey olursa kayıp kıta Atlantis'e dahi kaçsan seni bulurum ve intikamımı alırım."
Son anda Senem'in söyledikleriyle rahat bir nefes aldı ve yola devam etti Siyabend. Kendi kendine güldü ve "Köpekmiş." dedi kendinin bile zor duyacağı bir fısıltıyla.
"Evet, dışarıdayım. Ustalarla konuşup alana bakacağım, mühendisler de orada olacak."
"Tamam canım. Haberleşiriz o zaman. Bir sorun çıkarsa ara."
"Tamam, merak etme. Oğlumu öp benim yerime."
Telefonu kapatıp camdan sarı şehri izlemeye daldı Senem. Araba arkalarında tozdan bir bulut bırakıyordu. Kimi yollar henüz asfaltlanmamıştı. Asfaltlanmış yollarda ise havanın sıcaklığı yüzünden zeminden kalkan su buharı dalga dalga yükseliyordu. Yoldan yansıyan ışık, yükselen havanın ışığı kırma etkisi ile dalga dalga görülüyor bu da beynimizde ıslaklık alısı oluşturuyordu. Sıcak havalarda bu görüntüyü izlemeyi özlemişti Senem. Çocukken yol boyunca ıslaklıklar görür, kaybolan bu suların nereye gittiğini hep merak ederdi. Senem düşüncelerinin girdabına dalmış, bir kaç dakika da olsa yanındaki onu rahatsız eden adamın varlığını unutabilmişti ki Siyabend'in sesi arabayı doldurdu.
"Köpeğin mi var? Cinsi ne?"
"Seninle konuşmak istediğimi nereden çıkardın. Burada oturup seninle sohbet edecek değilim."
Bir anda neye uğradığını şaşıran Siyabend, "Neden buradasın peki? Niye döndün bunca zaman sonra?"
Siyabend'in sorusunun ardından arabanın da durmasıyla Senem etrafına bakındı. İnşaat alanına gelmişlerdi.
"Zamanında hiç değmeyecek biri için ailemi arkamda bıraktım. Şimdi hatalarımı telafi etmeye geldim. Seninle alakası yok yani."
Senem tam emniyet kemerini çözmüş ve kapıyı açmak için yönelmiş arabadan inecekti ki...
"Güneş yapma, konuşmalıyız."
Bu ismi duymak istemiyordu. Ona hatırlamak istemediği o acısını hatırlatıyordu her defasında bu isim. Öyle ki, kendi ismi dahi olmasa da, güneş kelimesi acıtıyordu kimi zaman ruhunu. Çatılan kaşları, yarasının üzerini örttü ve ona ruhsuz görünümlü bir maske sundu, saklanması için ardına.
"Bak! Bir kere söyleyeceğim. Bir daha bana bu şekilde hitap etme. Nefret ediyorum bu isimden de, bu ismi senden duymaktan da."
"Bu yüzden mi bir kere bile adımı söylemedin, yüzüme bakmadın?"
Senem tam gözlerine, gözlerinin içine baktı.
"Sen belki, hala bıraktığım adamsın; ama ben senin aptal yerine koyduğun o saf değilim."
"Ben seni asla aptal yerine koymadım. Neden tek suçlu benmişim gibi davranıyorsun?"
Senem karşısındaki adamın pişkinliğine karşı alayla güldü.
"Başka kimi suçlamalıyım peki?"
Tek suçlu o değildi demek! Kendini de suçlamalıydı tabii. Hatta tüm suç ondaydı. Çünkü o atmıştı yüreğini kor ateşlere.
"Sen gittin. Bir açıklama bile yapamadım. Dinlemedin, hemen pes ettin. Hemen vazgeçtin. Şimdi suçlu ben miyim yani?"
Senem de artık sakin kalamamış ve bağırmıştı.
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun! Delireceğim şimdi. Vazgeçmişim, ben gitmişim falan! Ya ne yapacaktım?"
"Güneş bak be-"
"Yeter! Yeter Siyabend. Adım Senem. Güneş değil. Sen de Araf değilsin zaten. Yıllar önce o kapının önünde ikisi de öldü! Sen öldürdün. Ama en çok neye üzülüyorum biliyor musun?"
Siyabend neye der gibi başını salladı.
"Belki ben birini tekrar severim ama sen bir daha asla bu kadar sevilmeyeceksin. Ve lütfen konakta kalıyor oluşumu yanlış anlama, orada oluşumun tek nedeni halam ve diğerleri; sen değilsin." dedi ve indi arabadan.
Siyabend ise kendi elleriyle yarattığı bu kızdan dolayı kendine kızdı. Hırsla elini yumruk yapıp direksiyona vurdu.
Senem tek bir saniye arkasına bakıp "Bu daha hiçbir şey değil Araf. Yeni başlıyoruz." dedi ve onu bekleyen mühendislerin ve ustaların yanına yöneldi.
Siyabend ise arabayı çalıştırıp uzaklaşırken aklında tek bir şey vardı. Ne yapıp ne edip kendini anlatmalıydı. Affettirmeliydi. Bir kere daha ellerinden kayıp gitmesine izin veremezdi. Zor olacaktı ama olacaktı... *** "Ne denli zor olabilir, yaralarımızı açanlarla yüzleşmek?" Epey zor oldu Senem için, ki henüz sadece bir karşılaşma idi yaşadıkları, bir yüzleşme dahi değildi. Yaralarını bir şekilde sarmışken, tekrar buraya gelmek büyük bir adımdı ve bunun için onu kimse zorlamadı. Öyleyse, yaşadıkları ve yaşayacakları, onun seçimiydi. Bize de olacaklara şahit olmak düşer. Sevgiyle kalın, S & S |
0% |